ÇAĞRANKAYA KAR YÜRÜYÜŞÜ
Rize’nin İkizdere ilçesinin 25 kilometre doğusundaki Çağrankaya Yaylaları şubat ayının son haftasında artık gelenekselleşen “Kar Yürüyüşü Etkinliği” ile kışın da konuklarını ağırlıyor.
Rize’nin İkizdere ilçesinin 25 kilometre doğusundaki Çağrankaya Yaylaları şubat ayının son haftasında artık gelenekselleşen “Kar Yürüyüşü Etkinliği” ile kışın da konuklarını ağırlıyor.
Bembeyaz kar örtüsünün üstünde sıra sıra yüzlerce kişiden oluşan koro, öndeki liderin söylediklerini büyük bir coşkuyla tekrar ediyordu:
“Yola çıkınca her sabah, Bulutlara selam ver.
Taşlara, kuşlara, atlara, otlara İnsanlara selam ver. Ne görürsen selam ver.
Sonra çıkarıp cebinden aynanı Bir selam da kendine ver. Hatırın kalmasın el gün yanında
Bu dünyada sen de varsın! Üleştir dostluğunu varlığınla, Bir kısmı seni de sarsın.”
Prof. Dr. Üstün Dökmen’in “Selam” başlıklı bu dizeleri yurdun dört bir yanından İkizdere’ye akın etmiş 500’ü aşkın kişinin “and”ı olmuştu o gün. Yerdeki beyaz örtüyle kontrast yapan rengârenk giysili bu kafile, tek ses, tek yürek olmuş, şubat ayının keskin soğuğuna aldırmadan adım adım ilerleyecek ve Çağrankaya Yaylaları’nın kış ziyaretçileri olacaklardı. Anadolu’nun birçok yöresinde olduğu gibi, Rize’de de geçmişten bu yana süregelir yaylacılık. Bölge coğrafyası hayvanların otlamasına pek elverişli olmadığından, Kaçkar Dağları’nın eteklerine sıralanmış yaylalara çıkılır haziran başında. Yazın, yeşilin tüm tonlarının hâkim olduğu yaylalarda bir yandan hayvanlar doğal ortamda yayılırken diğer yandan yağ, peynir gibi kışlık yiyecekler hazırlanır. Hayvancılık şimdilerde eskisi kadar rağbet görmese de yaylalara çıkma geleneği devam eder. Düzenlenen şenliklerle cıvıl cıvıl olan yaylalar, soğuk havaların yaklaşması ile sakinlerini uğurlar ve beyaz sessizliğe bürünür bir sonraki yaza kadar. Sırtlardaki ağır göç yükleri ile asırlardır adımlanan patikalar kar altında kaybolur, neredeyse haziran ayına kadar kimselere geçit vermez.
Karda yürümek
Rize’nin İkizdere ilçesinin 25 kilometre doğusundaki Çağrankaya Yaylaları şubat ayının son haftasında artık gelenekselleşen
“Kar Yürüyüşü Etkinliği” ile kışın da konuklarını ağırlıyor. Çağrankaya, adını kendisini çevreleyen yamaç ve kayalıkların yankı yapmasından alıyor. Önceleri sıla hasretine yenik düşen gurbetteki İkizderelilerin yaylaya yürümesi ile yapılan etkinlik, zamanla sosyal medyanın da etkisiyle ülkenin hemen her yerinden hatta yurt dışından doğa tutkunlarını, yürüyüşçüleri, sporcuları ve fotoğrafçıları ağırlar hâle geliyor.
Sosyal medyada “Hayde dağlara, sessizliğin sesini dinlemeye”, “Gelmezsen göremezsin”, “Mirasına sahip çık”, “Dağlarda senin de ayak izin olsun” sloganları ile yapılan duyurular etkisini göstermiş; 23-25 Şubat tarihli Yedinci Çağrankaya etkinliğine beklenenin çok üstünde bir katılım sağlanmıştı. İkizdere hiç görmediği kadar farklı insan profillerine kucak açmış, çevredeki tüm oteller dolmuştu. Marketler, iki gün sürecek yürüyüş için son hazırlıkları yapmaya çalışan yürüyüşçülerle canlanmıştı. Etkinlik komitesi her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Gelenlerin otellere transferi için bilgilendirici notlar paylaşılmış, yürüyüş rotası önceden adımlanarak karda çoktan kaybolmuş patika izleri ortaya çıkarılmış, kışın hırçınlığı iyice belirginleşen Kaçkarlar biraz olsun geçit verir hâle getirilmişti. Konaklanacak yayla evleri de belirlenmiş, anahtarlar temin edilmişti. Sadece yürüyüşle yetinilmemiş; konferans, fotoğraf sergileri, sosyal sorumluluk projeleri ile
zenginleştirilmişti etkinlik. Hevesle beklenen büyük gün nihayet gelmişti.
İki günde toplam 23 kilometrelik yol, zemheri ayazında, kar üstünde, belki de pek çok insanın kendi sınırlarını zorlamasıyla tamamlanacaktı. Bu duygularla bulutlanmış gözler, heyecanlanmış yürekler yürüyüşün başlayacağı noktaya götürüldü sabahın erken saatlerinde. Yöre insanı da bu şenliği kaçırmamış; kimi merak ettiğinden, kimi yazdan beri görmediği yayla eviyle hasret gidermek istediğinden çıkıp gelmişti toplanma noktasına. Farklı coğrafyalardan, farklı sosyal çevrelerden olsalar da orada herkesin yüreği o gün tek bir cümle için atacaktı artık. İkizdere’den Büyük Yayla’ya kadar olan 25 kilometrelik yolun 20 kilometrelik bölümünde kar temizlenmiş, toplanma noktasına minibüslerle ulaşılabilecek şekilde açılmıştı yol. Transferler tamamlanana kadar çaylar içilmiş, selfiler çekilmiş; tulumun benzersiz sesi ile horon bile kurulmuştu. Sonunda yürüyüş başladı. Kalınlığı yer yer 4 metreyi bulan kar kütlesi üstünde atılan her adım, insanları geride bırakmak istedikleri sıkıntılardan ve düşüncelerden uzaklaştırıyordu. Bembeyaz kar örtüsü Kaçkar Dağları’nın keskin hatlarını yumuşattığı gibi yürüyüşçülerin duygularına da etki ediyor, onlara belki de çoktan unuttukları sükûneti, huzuru tattırıyordu… Yüzlerce insanın beyaz kıvrımlar oluşturarak tek sıra yürüyüşü, güneşten kaynaklanan ters ışık altında eşsiz görüntüler sunuyordu.
Büyük kısmı “çıkış”
olmak üzere, üç saatlik yürüyüşle 2 bin 300 metre rakımlı Büyük Yayla’ya gelindiğinde nefesler kesilmişti ama şenlik havası hiç eksilmemişti. Yayla evlerinin çatıları yürürken fark edilmeyen kar kütlesinin kalınlığını açıkça ele veriyordu. Kar, çoğu evin girişini hatta kuytuda kalan evlerin tamamını kapatmıştı. Meydanda bir süre istirahat edildi, sırt çantalarında getirilen azıklar yenildi.
Gelenlerin çoğu, özellikle yöre insanı aynı yoldan geri dönmek üzere bu yaylada kaldı. Yola devam edecek yürüyüşçülerin büyük kısmı, batıda kalan 2 bin 250 rakımlı Aşağı Yayla’ya, bir kısmı da daha zorlu bir rota olan kuzeydeki 2 bin 600 rakımlı Kurtlar Yaylası’na gitmek üzere toplandı. İşte Kaçkar coğrafyasının çetinliği ve ikliminin sertliği bu rotada
kendini daha çok gösteriyordu. Her adımda hava biraz daha sertleşiyor, tipi ve kalın sis tabakası öndeki ayak izlerini görmeyi zorlaştırıyordu. Öyle ki, vadileri dolduran bulut denizi, yer ile gök ayrımını tamamen ortadan kaldırarak etkileyici bir atmosfer oluşturuyordu. Sınırlar zorlanıyor, bazıları yol bitmeyecekmiş duygusu ile umutsuzluğa kapılıyordu. Farklı güç ve performansta olsalar da orada “bir olmak” gerekiyordu. Ağır çantalardaki yükler güçlülere pay ediliyor, yorulana omuz veriliyordu. Dikkatli ve gayretli adımlar, sonunda onları hedeflerine ulaştırdı. Çağrankaya Yaylaları’nı oluşturan üç yayla da kış günü görmeye alışık olmadığı konuklarını bağrına basmış, üşüyen ayakları kuzine sıcağı ile ısıtmış, herkes için sıcak bir çay ortamı sağlamıştı. Çantalardan çıkarılan ekmek ve “minci” denen, bölgeye has tulum peyniri ile sofralar kuruldu. Muhlama ise sofranın tacı oldu. O gece Çağrankaya Yaylaları sabaha dek süren tadına doyulmaz sohbetler, kahkahalar, kemençe ve tuluma eşlik eden türkülerle yankılandı. Dönüş yolu “iniş” olmasına rağmen aslında en zor olanıydı. Hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan sonsuz beyazlık insanı kendiyle baş başa bırakıyor, düşünceleri berraklaştırıyordu. Gidişin tersine, şimdi atılan her adımda, yol değil, bir kış masalıydı arkada bırakılan. Kısacık zamanda dağların verdiği özgürlük hissiydi geride kalan. Karadeniz insanının kıvrak zekâsıyla zenginleşen konukseverliği, kurulan dostluklar, unutulmayacak anılardı hafızalara, gönüllere kazınan…
Siz de bu eşsiz deneyimi yaşamak isterseniz takvimlerinize not edin bu yılki yürüyüşün tarihlerini: 22-25 Şubat. Bilmeyenlere anlatalım, çoğalarak gelelim yeniden…