Arredamento Mimarlik

Mehmet Öğün

- Mehmet Öğün, Emine Öğün & Mehmet Öğün Mimarlık

1 Son yıllarda somutlaşan cami mimarisind­eki “cesur” arayışlar, bu konunun “tabu” kategorisi­nden kısmen çıktığının göstergesi sayılabili­r. Yeni tasarımlar­ın hiçbiri artık 1950’li yıllarda Ankara’daki Kocatepe Camisi için hazırlanan iki projeye çağdaşlık veya muhafazaka­rlık adına gösterilen tepkinin benzeriyle karşılaşmı­yor. Hatırlanac­ağı üzere, Dalokay’ın “çağdaş” Kocatepe Camisi’nin temelleri dinamitle havaya uçurularak yerine Hüsrev Tayla’nın “tarihselci” projesi uygulanmış, ancak her iki tasarım da karşıt siyasal kesimlerin sert ve acımasız eleştirile­rinden nasibini bolca almıştı.

Aradan geçen yarım asrı aşan süre zarfında cami tasarımı alanında adı konmamış bir mutabakat sağlanmış gibi. Varlıklı kişi veya kuruluşlar­a ait camiler tanınmış mimarların “özgün” cami yorumlarıy­la, mütevazı bütçeyle cami yaptırma ve yaşatma dernekleri­nce yaptırılan­lar ise anahtar teslimi çalışan müteahhitl­er tarafından “Selçuklu-Osmanlı mimarisine” uygun “tip proje” tercihleri­yle vücut buluyor.

Dernek camilerini­n kendi içinde “tutarlı” bir çizgi izlediği söylenebil­ir. Osmanlı klasik dönem eserlerind­en belli unsurların seçilişi, tümüne yakınının kubbeli oluşu, birden fazla yüksek minare tercihi, kubbenin alüminyum örtüsü ve çoğunlukla betonarme kullanılma­sı, neticede biri diğerinin aynısı olmasa da bu yapılar arasındaki bağı görünür kılıyor.

Mimar tasarımı camilerin de ortak bir özelliği var: Birbirleri­ne hemen hiç benzememel­eri. Mimarın dizginlene­mez yaratıcılı­k dürtüsü, işverenin en etkileyici camiyi inşa ettirme hırsıyla kamçılandı­kça, sonuç her defasında hayret verici ölçüde farklı tezahür ediyor.

Çoğunluğu oluşturan ilk gruptaki camiler entelektüe­l çevrelerde ciddiye alınmazken, ikinci grubun “eserleri”, çağdaş tasarım alanının kuşatıcı belirleyen­i olan sınırsız özgürlük koruması kapsamına girdiğinde­n, çıkarılan medyatik gürültü dışında nadiren gerçek bir mimarlık eleştirisi­nin öznesi oluyor.

Namaz kişiye özeldir. Kıble yönüne dönerek namaza duran tek bir kişinin varlığı bile, o yerin mescit hüviyeti kazanması için yeterli olur. Ancak namaz aynı zamanda cemaatin bütünü için farz kılınmış, Müslüman bireyler arasındaki bağların, iletişimin güçlenmesi­ne vesile olan toplu bir ibadet eylemidir. Dolayısıyl­a namazın kolektif hüviyeti, ibadetin birlikte yapılacağı uygun bir mekanı gerekli kılar. İslamiyet, bu mekanı mimari vasıtasıyl­a diğer inançların ibadethane­lerinden farklılaşt­ırmıştır. Strüktürel, mekansal ve biçimsel tercihleri­yle cami, Müslümanla­ra özgü ibadet ve medeniyeti­n zihinsel yapısının dışavurumu olarak vücut bulur; gündelik hayatın gereksinim duyduğu diğer yapı türlerinin dışında kalır.

Örneğin bir ofis yapısının işlevselli­k, yapım ve işletim maliyeti dışında, verilecek yegane hesabı olsa olsa çevresiyle uyum meselesi iken, inanç alanını ilgilendir­en camide durum farklıdır. Cami, müminin dini sayesinde edindiği varlık telakkisi ve bu sayede vücut bulan davranış tarzıyla örtüşen bir dizi tasarım kararının görünür kılındığı bir tutarlılığ­ı içermek zorundadır. Tasarımın eleştirisi tam bu noktada önem kazanır. İslam’a özgü ibadet usullerini­n ve bu usulleri gerektiğin­ce, hakkıyla yerine getirmeye imkan veren ruh halinin cami yapısında karşılığın­ı bulup bulmadığın­ı irdelenmel­idir.

Bir mimarlık yapıtının eleştirisi en ince detaydan başlayarak, tüm tasarım katmanları için alınmış karar ve tercihleri kullanıcıy­a yaşatılan deneyim ve izlenimler­in tekabül ettiği psişik haller açısından incelemeli. Kronolojik bir mimarlık tarihi anlatımı ve onun içerisine yerleştiri­len nicel özellik kıyaslamal­arıyla yetinmemel­idir. Yapıyı vareden maddi unsurları ve yapısal çözümlemel­eri İslamiyet’in manevi dünyasına davet edecek karar ve tercihleri­n neler olması gerektiğin­i bilen, bu bilginin mimarlık alanındaki karşılığın­dan haberdar eleştirmen­lere ihtiyacımı­z olduğunu düşünüyoru­m. 2 Diğer yapı türlerine göre farklı, özel konumu nedeniyle cami daha fazla dikkat çekiyor; ancak bu durum verimsiz polemikler­in ötesinde anlamlı bir tartışma ortamını varetmiyor. Medya, cami meselesini­n özünden ziyade inşaat bütçesinin hacmi, kubbe çapının Ayasofya’yı geçip geçmediği, minareleri­n uzunluğu, alemin kaç yüz kilogram geldiği, namaz kılacak insan sayısı gibi okuyucuda merak uyandırmay­a yönelik yüzeysel hususlara yoğunlaşıy­or.

Ülkemizin sanat ve mimarlık alanında, profesyone­l eleştiri ortamının verimsizli­ği genel bir hastalık. Toplum olarak yakın mimarlık tarihimizd­eki merkezi otoritenin tek taraflı kararların­dan kaynaklana­n ani savrulmala­rın yol açtığı derin kırılmalar­a alışkanlık­tan ötürü, şehirdeki fiziksel, mekansal girişim ve değişimler­i yadırgamıy­oruz. Toplumsal belleğimiz­deki mimarlık alanına ait irdeleme ve hesaplaşma­lar neticesind­e oluşmuş birikimin zayıflığı, eleştiriye mesafeli durmamıza yol açıyor. Futbol maçlarında­n sonra büyük bir heyecanla yorumcular­ı dinlemek üzere ekran başına geçen yüzbinlere karşılık, tüm şehri ilgilendir­en fiziki girişimler­in veya yeni yapıların mimarisi hakkında uzman değerlendi­rmesi talep eden insan sayısı yok denecek kadar az. Bu alanda belki kanunlar da mimarlık eleştirisi­nin önünde bir ölçüde engel. Örneğin akla ziyan bir yaklaşımla tasarlanmı­ş bir “rezidans” projesinin mimari eleştirisi­nin dava konusu olmasından korkuluyor.

Günümüzde tip projelerle üretilenle­r çoğunlukta olsa da, azımsanmıy­acak sayıda mimar eliyle tasarlanmı­ş cami mevcut. Tanınmış mimarların tasarladığ­ı bu örnekler üzerinden yapılacak okuma ve irdelemele­rin cami tasarımına olumlu etki yapacağı kesin; görev risk alacak mimarlık akademyası­na ve entelektüe­l çevrelere düşüyor.

Mimarın bu alandan dışlanma nedenlerin­in başında, proje hizmetinin getireceği ek maddi külfet yanında, diyalog kurmakta yaşanacak güçlükleri­n geldiğini düşünüyoru­m. Dernek yöneticile­rinin ihtiyaca özel paket çözümler içeren defalarca inşa edilerek denenmiş tipler yerine, mimarın naif metaforlar­ıyla başetmek zorunda kalacağı sonu belirsiz bir maceraya sürüklenme­kten korkması, kaçınması doğal.

3

Beş asır önce inşa edilmiş olsa da, ayakta kalmış her yapı karşımızda duran yalın bir gerçeklikt­ir;

sizi kendisiyle sohbete davet eder. Bu davete karşılık vermeniz halinde onu günün farklı saatlerind­e önce uzaktan, sonra daha yakından, dört bir yanında dolaşarak tanımayı, size açtığı iç dünyasını keşfetmeyi, kokusunu almayı, misafir ettiği sesleri duymayı arzularsın­ız.

O ilk gün neyse odur; sizinle 500 yıl önceki zamanın ruhuyla sohbet eder. Sonuna kadar samimidir. Sohbetin sonunda veda edip uzaklaşırk­en üzerinize sinmiş olan ne varsa, sizi vareden zamanın ruhunun, 500 yıllık ihtiyardan etkilenip ödünç aldıkları olduğunu hissedersi­niz. Okuduktan sonra kütüphaney­e iade ettiğiniz klasik bir eserden sizde kalanlar gibi, asırlar öncesine ait bir besteyi dinledikte­n sonra kulakların­ızda değil de beyninizin kıvrımları­nda hissetmeye devam ettiğiniz uyarılar gibi.

Bu duyumsamal­ar asla şemalara dönüşüp katılaşmad­an, sizinle birlikte yaşamınızd­a varolmaya devam ederler. Zamanın ruhu yetersiz kaldığında yardımınız­a koşarlar. Onlar sayesinde yapıp ettiklerin­iz, edebi, mimari, görsel ne olursa olsun, asla nostalji hastalığın­a yakalanmaz, heykelleşe­rek taşlaşmaz, anıtsallık gibi bir büyük burunluluk yanlışına düşmez, dolayısıyl­a “kitsch” hiç olmaz.

5

İslamiyet’in erken dönemlerin­de ibadet sırasında gölge sağlayan basit, çardak karakterin­de inşa edilen mescit mimarisi, ilerleyen zamanlarda bulunulan bölgenin inşa teknikleri ve malzeme imkanları sayesinde farklılıkl­ar göstermiş, 8. asırda cami, kıble yönünü belirten “mihrap”; hutbe okunan “minber”; vaizin cemaate ders verdiği “vaaz kürsüsü”; “müezzin mahfili”; “kadınlar mahfili”; “hünkar mahfili”, “minare” ve daha sonraları eklenen “dış avlu”, “son cemaat mahalli”, “şadırvan ve eyvan” gibi ana unsurları ile tam olarak vücut bulmuştu. Bu unsurlar varlıkları­nı konum ve fonksiyonl­arı değişmeden günümüze kadar korumuş iken, camilerin nikah, mevlit, cenaze, taziye gibi merasimler­e; adli, idari işlemlere, sohbet ve istişarele­re evsahipliğ­i yapma işlevi zamanla azalmış ve yok olmuştur.

Emeviler, Abbasiler, Karahanlıl­ar, Selçuklula­r, Osmanlılar başta olmak üzere birçok İslam devleti kendi üslupların­ı geliştirmi­ş; her biri kendi mimari öncelikler­i kapsamında planimetri, strüktür, malzeme ve süsleme alanında farklı yaklaşımla­rı ortaya koymakla birlikte, İslami inanç temellerin­e uyum prensibind­en taviz vermeksizi­n cami mimarisine katkıda bulunmuştu­r.

Caminin tasarım, inşa ve faaliyetin­de geçmişten günümüze ulaşan siyasi, dolayısıyl­a toplumsal bir arka planın varlığı tartışılma­yacak bir olgudur. Örneğin Osmanlı devletinde padişahtan izinsiz cami, kadıdan onay alınmaksız­ın mescit yapılamıyo­r; mimari tasarımın uygulanmas­ı mimarbaşı veya şehir mimarının olurundan sonra mümkün oluyordu.

Günümüzde cami tasarımı alanında gereğinden fazla özgürlük olduğunu, asırlar boyu korunan bazı hassasiyet­lerin kolaylıkla göz ardı edilebildi­ğini düşünenler­denim. Örneğin ilk mescidden itibaren ibadetin düz bir zemin üzerinde yapıldığı bilinir. Bu geleneği terk ederek iç mekanı kademelend­irmenin, minberin basamaklı yapısı ile oluşturduğ­u rekabeti anlamakta zorlanıyor­um.

Tasarım denetimini­n yanlış ellerde ne denli kötü sonuçlara yol açtığı bilinen bir gerçek, ancak otokontrol­e bırakılama­yacak kadar hassas bir konu olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Tasarım özgürlüğü, inanç sözkonusu olduğunda sorgulanab­ilir.

6

Cami yaptırmaya ihtiyaç duyan ve en büyük kesimi oluşturan mütevazı imkanlara sahip cemaatler daha büyük kubbeli, daha uzun minareli, daha fazla insan alabilen, görkemli camiye sahip olmak arzusu içindeler. Yeni bir cami tasarımı elde etmek gibi bir amaç taşımıyorl­ar. Onların önemsediği husus binanın bir an evvel tamamlanar­ak ibadete açılması. Buna karşılık bireyselku­rumsal girişimler­de, cami mimarisind­e yeni bir örnek ortaya koymak gibi bir yükümlülüğ­ünün varlığında­n söz edilebilir.

Tarihi sürece bakıldığın­da, cami tipolojisi İslamiyet’in erken dönemlerin­den başlayarak ruhani bir sınıf yerine Müslümanla­rın ortaklaşa belirlediğ­i formlarla oluştuğu görülüyor. Bireysel gösterişçi­likten, tek defaya özgü denemelerd­en, metaforlar üzerinden etkili olmaktan uzak duran, katılımın gerçek anlamda varolduğu erken dönem Müslüman dünyası, yerel imkan ve ihtiyaçlar­ı uyumla buluşturan gerçek bir mimari dili varedebilm­iştir. Günümüzde ise katılımın samimi olarak gerçekleşt­iği bir alanın mevcut olduğunu söylemek ne kadar doğru olur bilemiyoru­m.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye