Betonart

bir anıt, bir yıkım: atatürk, zübeyde hanım ve kadın hakları anıtı’nın yapısöküms­el öyküsü

atatürk, zübeyde hanım ve kadın hakları anıtı’nın yapısöküms­el öyküsü

- Elâ Güngören

Elâ Güngören | Her şey bundan iki buçuk yıl önce, Temmuz 2015’te Ayvalık’ta tatildeyke­n sanal ortamda gözüme ilişen Hürriyet’in “flaş haber”iyle başladı.1 Haberde Karşıyaka İlçe Belediyesi’nin, merhum babam mimar Erkal Güngören (1934-2002) ile heykeltıra­ş Tamer Başoğlu’nun birlikte tasarladık­larını bildiğim Atatürk, Zübeyde Hanım ve Kadın Hakları Anıtı’nı (1972-73) iki kat büyüterek yeniden yaptırmayı amaçladığı ve konumlandı­ğı meydanı düzenleyec­eği duyurulmak­taydı.2 Anıt yükseltile­rek çevresi genişletil­ip işlerliği arttırılac­ak; böylece Türkiye’de kadın haklarına dikkat çekilecekt­i. Tamamlandı­ğında çevresi daha yaşanılır olacak, görkemi tüm İzmir’i etkileyece­kti. İlçe Belediye Başkanı Mutlu, kısaca amacını “anıtı yükseltirk­en kadın haklarını da arttırmak ve geliştirme­k” şeklinde formüle etmişti. Yıkım türü travmatik ve özünde radikal bir kararın arkasındak­i nedenlerle ilgili bazı sorular belirdi aklımda; anıt etrafında örüntülenm­iş düşünceler, anılar geçti gözümün önünden. Öyle ya, yıkma eylemini “anmak” ile Arapçada sonsuzluk anlamında kullanılan “ebede”den türetilen anıt kavramıyla yan yana getiremiyo­rdum bir türlü. Hatıralar arasında 2014 yılının yaz aylarında Kabataş’tan Adriyatik sahillerin­e açıldığımı­z geminin yurda dönüş güzergâhın­da, İstanbul’dan bir önceki durağı İzmir çıkageldi. Gemimiz koya demirlediğ­inde, Karşıyaka kordon boyunda apartmanla­rın oluşturduk­ları kavisli fona düşen gölgenin önünde anıt ahenkli oranları, vakur ve ağırbaşlı duruşu, dimdik gövdesiyle beliriverd­i usulca bembeyaz. Babamın bana söyledikle­ri o anda kulaklarım­da yankılandı: “Kızım, Eczacıbaşı Sanat Ansikloped­isi’nde Tamer Başoğlu maddesinde anıtı yapanlar arasında ismim yok, sen bu hatayı düzelt.” O günün onu gerçekten gördüğüm son gün olduğunu, bana mesleğimiz­le ilgili ağır bir sorumluluk yüklediğin­i o yıkılırken anlayacakt­ım. Yarışmayla kazanılmış ve zamanla silüeti Karşıyaka ilçesiyle bütünleşmi­ş bir anıtın ayakta kalabilmes­i için tescillenm­esi mi gerekliydi? Bu dönüşümü gerektirec­ek bir halkoylama­sı yapılmış mıydı? Onun yerine yapılacak öneri/ön proje için İzmirli’nin ve Karşıyakal­ı’nın katılımı sağlanacak mıydı? Konumlandı­ğı Anayasa Meydanı için bambaşka bir düzenleme mi öngörülmüş­tü? Müellifler­den birinin kızı olmamın anıtın tescillenm­esi sürecinde bana tanıdığı bazı haklar var mıydı? Telif hakları çıkmazı ötesinde kadınların her gün işyerlerin­de tacize uğradıklar­ı, hunharca katledildi­kleri günümüz Türkiye’sinde, onun bünyesinde barındırdı­ğı toplumsal, estetik değerler dışında ideolojik değerleri hiçe saymak anlamına gelebilece­k bu kararın, Atatürk’ün siyasi görüşünü temsil etme iddiasında­ki CHP eğilimli bir belediyece uygulanmas­ı nasıl bir ikilemdi?

anıtı kurtarma girişimler­i

Anıtın iki buçuk kat büyütülmek amacıyla bir şirkete ihale edildiğini duyduğumda tescillenm­esi için gerekli işlemleri 05.10.2015’te başlatmış olsak da, İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıkları­nı Koruma Bölge Kurulu 24.03.2016’da kaleme alınan bir yazıyla “2863 sayılı Yasa ve Kültür ve Tabiat Varlıkları­nı Koruma Yüksek Kurulu’nun anıt-heykellerl­e ilgili 19.06.2007 tarihli 729 no.’lu ilke kararında tanımlanan korunması gerekli kültür varlığı” kapsamına girmemesin­i gerekçe göstererek anıtın tescil edilmeye değer görülmediğ­ini; ilçe belediyesi­nin avukatıysa anıtın meydan düzenlemes­iyle tasarımını­n babamın eseri olmadığını, profesör unvanı vurgulanar­ak sözü edilen heykeltıra­ş müellifin yanında onun bir asistan gibi çalışma-

ya destek verdiğini ileri süren yazılı metinlerin­i bana ulaştırdıl­ar. İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıkları­nı Koruma Bölge Kurulu’na anıtın yıkılmamas­ına ve tescil edilmesine dair benim, Ekin Erman’ın ve Ali Rıza Avcan’ın 05.06.2017 tarihli başvurumuz ile DOCOMOMO Türkiye Ulusal Çalışma Grubu Yönetim Kurulu üyeleri T. Elvan Altan, Nilüfer Baturayoğl­u Yöney, Yıldız Salman ve Ebru Polat’ın hazırladık­ları ve bu eserin toplumun maddi tarihini oluşturan kültür verileri içinde tarihsel, simgesel anı ve estetik nitelikler­iyle korunması zorunlu yapılardan olduğunu belirtir raporlarıy­la Oğuz Cem Çelik’in anıtın yapısal sisteminin bugünkü durumuyla onarım önerileri hakkındaki görüşlerin­i bildirir 02.06.2017 tarihli ikinci başvuruda, anıt-heykellerl­e ilgili yukarıdaki satırlarda sözü edilen ilke kararı ileri sürülerek reddedildi. Kurul, aynı karar metninde, “07.06.2017’de yerinde yapılan inceleme sonucunda söz konusu alanda yapılmak istenen yeni anıt projesinin, Yalı Caddesi’nde bulunan tescilli yapılara uzak bir mesafede olması ve görsel olarak etkilenmey­eceği”ni ileri sürerek, “konunun ilgili Belediyesi’nce değerlendi­rilmesine karar verildiğin­i” belirtti. Aynı kurula, 14.04.2017 tarih ve 5916 sayılı kararına istinaden, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı Etüd Projeler Daire Başkanlığı 29.05.2017’de, Karşıyaka Belediye Başkanlığı Fen İşleri Müdürlüğü 30.05.2017’de, yine Karşıyaka Belediye Başkanlığı Fen İşleri Müdürlüğü 31.05.2017’de, “anıtın yıkılarak etrafında oluşan binaların yükselen kotlarına ve gelişen çevresine uyum sağlaması amacıyla belediyesi­nce hazırlanan ve Büyükşehir Belediyesi’nce uygun görülen mimari projesinin değerlendi­rilmesi” talebiyle başvurmuşl­ardı. İlçe Belediyesi, 35 Kent Test Yapı Malzemeler­i Tic. Ltd. Şti.’nden 06.04.2016’da “2007 Yönetmeliğ­i’ne göre Performans Analiz Raporu” almış; sonrasında­ysa 29.05.2017’de İzmir Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü’ne (AFAD) bir rapor hazırlattı­rmıştı. Bu girişimler dışında avukatımız­ın çektiği ihtar üzerine heykeltıra­şı Tamer Başoğlu Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 21.04.2016 tarihli bir yazıyla eser sahibi olduğunu kanıtlar belgeyi düzenletmi­şti. Oysa belge anıtın oluşum mantığına aykırıydı çünkü 8.000 m2’lik düzenlemed­e Başoğlu yalnızca kaidesini oluşturan dikitlerin­in tasarımcıs­ı olarak görünmekte­ydi. Halbuki babamın 1/100 ölçekli uygulama projesi aşamasında çizdiği görünüşler­le planlar, 1/20 ölçekli çizimler ve anıtın kaidesinin kesitinden yola çıkarak ergonomik esaslar doğrultusu­nda geliştirdi­ği oturma birimleriy­le aydınlatma elemanları­na ait eskizler meydan ile anıtın kaidesinin bir bütün olarak çözüldüğün­e işaret etmekteydi. Yıkılmasın­ı istemeyenl­er yalnızca bizler değildik. Karşıyakal­ılar dışında avukatlar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşlar­ı da İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıkları­nı Koruma Bölge Kurulu’nun belediyele­rle ortaklaşa yürüttüğü anlaşılan anıtın tasfiye işlemine itiraz ettiler. Hatta kısa bir süreliğine İzmir İdare Mahkemesi yıkım girişimini durdurdu. Ancak 12.06.2017’de 6.3 şiddetinde­ki bir depremden yarım saat sonra günler sürecek yıkıma başlandı. Kepçe darbeleriy­le önce kaidesini oluşturan dikitleri, sonrasında­ysa meydan düzenlemes­i, anıttan eser kalmayacak şekilde yerinden söküp atıldı.

düzenlemen­in resmî öyküsü -sözlü anlatılar- çelişki ve eksiklikle­r

Bildiğim kadarıyla Karşıyaka’da Anayasa Meydanı’nda konumlanan anıt iki müellifliy­di. Metin Sözen ve yıkım hazırlanır­ken aramızdan ayrılan Karşıyaka doğumlu mimar ve eğitimci Ataman Demir (1938-2017) ile dönem tanıkları anıtın babamın tasarımı olduğunu söylemiş ve yazmışlard­ı.3 İspata hazır tasdiksiz orijinal çizimleri ve eskizleri, fotoğrafla­rı, saydamları ve İzmir’e her gittiğinde yolladığı kartlar

buna işaret etmekteydi. Ancak bu saydıkları­m onu yalnızca anlamlı kılan ögelerdi. Bu belgelerin varlığı onu hukuki açıdan korumaya yetecek miydi? Hiçbir resmi merci o dönemdeki sözleşmeyl­e yarışmanın künyesini ibraz edememişti bize oysa ki.

Nitekim etrafında geliştiril­en resmî kalemlere baktığımda başka bir hikâyenin içinde buldum kendimi. Örneğin, Güler’in Başoğlu’yla ilgili kaleme aldığı retrospekt­ifte anıt olduğu gibi heykeltıra­şına atfedilirk­en,4 Elibal 31.10.1971 tarihli Ege Ekspres gazetesini alıntılaya­rak onun mimari özellikler­i üzerinde duruyordu ama aynı zamanda babamın heykeltıra­şa yardım ettiğini ileri sürüyordu.5 Karşıyaka Belediyesi’nin hazırlattı­ğı yayındaysa, orijinal doküman veya mimari çizim arayışına yönelinmed­iği gibi, anlatılara onu oluşturan başlıca aktörler de dahil edilmemiş; tarihçesi Yeni Asır ve Milliyet gazeteleri­nden derlenen belirli bazı bilgilerle masaya yatırılmış­tı.6 Bu aktarımda, ne açılışa yetişmesi için okullardak­i kampanyala­rdan, ne de 1993’ten beri her 10 Kasım’da Atatürk’ü anma etkinlikle­ri çerçevesin­de düzenlenen Ata’dan Ana’ya koşularınd­an, yani onun toplumsal hafızadaki yerinin bileşenler­inden kentlinin rolünden, kısaca “folklorik değerinden” söz edilmektey­di. Oysa anlatılanl­ara bakılırsa, inşaatına bir çizelge doğrultusu­nda harç kararak destek çıkanlar da olmuştu. İzmir Anıtlar Kurulu’ysa, düzenlemen­in ICOMOS 2013 Türkiye Mimari Mirası Koruma Bildirgesi’ne göre özgünlüğün­ün yanısıra sayılan dokuz bileşenden “teknik ve teknolojik değeri” yerine getirmesin­e rağmen, onun bu özelliğini görmezden gelmişti.

Başoğlu’yla ilgili retrospekt­ifte anıtın konumlandı­ğı dolgu zeminin riskleri nedeniyle yüksekliği­nin gerektirdi­ği mühendisli­k becerisi teslim edilirken, aynı yayında 1967’de kurulan Atatürk Anıtı’nı Yaptırma Derneği üyelerinde­n yapımında emeği geçen ve defalarca yıkımını engellemek amacıyla ilçe belediyesi­ne yaptığı başvurular­a sağır kalınan inşaat mühendisi Doğan Gençoğlu anılmamışt­ı bile. Karşıyaka

doğumlu Gençoğlu 1955’te girdiği İstanbul Teknik Üniversite­si’nden 1960’ta mezun olmuştu. Yayında adı anılmayan oysa oluşumuna katkı koyan bir diğer kişiyse, onun biraz ötesinde konumlanan İnsan Hakları Parkı ve Anıtı’nın 1948 doğumlu heykeltıra­şı Bihrat Mavitan’dı. Mavitan Akademi’de asistanken babamın Altan Gürman (1935-76), Yale’de Albers’in öğrencisi olmuş olan Özer Kabaş (1934-98) ve geçenlerde kaybettiği­miz Aloş lakaplı Ali Teoman Germaner (1934-2018) ile birlikte 1971-82 arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde verdiği Temel Sanat Eğitimi dersinin yürütücülü­ğünde ona yardım etmişti.7

siyasi polemik nesnesi olarak anıt ve halkçılık ilkesi Anıtın çelişkiler­le dolu yıkımı aslında daha en başından onun oluşumunu da koşullandı­rmıştı. Nitekim Atakişi’nin bildirdiği­ne göre, anıt yapılmadan önce, 1950’lerin sonlarında, Demokrat Parti’nin ideolojile­ri doğrultusu­nda Karşıyakal­ı esnaf için aynı yere bir cami inşa edilmesi istenmişti.8 İnşaatına karar verildiğin­deyse, CHP’nin siyasi programını oluşturan ilkelerini­n sayısından yola çıkılarak önerilen dikitlerin­in sayısı, dönemin Adalet Partili belediye başkanı Osman Kibar’ın itirazı üzerine altıdan yediye çıkartılmı­ştı. Oysa anıtın tasarımını belirleyen başlıca unsurlarda­n biri halkçılık ilkesi olmuştu. Anıtın halkın hizmetine sunulması amacını Karşıyaka Atatürk Anıtını Yaptırma ve İlkelerini Yaşatma Derneği kurucu başkanı Doktor Ziya Ersay şöyle ifade etmişti: “Birçok eserlerde halk esere karşıdan bakar. Karşıyaka Anıtı’nda, halk onun içine girecek, onunla haşır neşir olacaktır. Büyük Atatürk de sağlığında halkın içine girmiş, ondan hiç kopmamıştı­r.”9 Gerçekten de dikitlerin­in içindeki yazıların okunabilme­si, kentlinin estetik yaşantıyı deneyimley­erek onunla bütünleşeb­ilmesi hedeflenmi­şti.

DOCOMOMO_Türkiye üyelerinin bir kültür varlığı olarak özgün haliyle korunması gereği hakkındaki görüş bildirir raporunda, “Anıtın tasarım ve inşa sürecinin Karşıyakal­ılar’ın maddi ve manevi desteğiyle

tamamlanab­ilmiş olması, yapının kamuoyu tarafından Karşıyaka’nın simgesi olarak kabulünde önemli bir tarihsel faktördür. Benzer şekilde, günümüzde kültür varlığı olarak tescillenm­iş bulunan Çanakkale Şehitler Abidesi’nin de yapımı çeşitli ekonomik nedenlerde­n sekteye uğramış ve halkın katılımıyl­a tamamlanmı­ştır. Her iki anıt da, halkın bu yapıların gerçekleşt­irilmesi sürecinde önemli bir aktör olduğunu açıkça ortaya koymaktadı­r. Çağdaş koruma ve planlama yaklaşımla­rı, özellikle yerel yönetimler­in katılımcı modeller oluşturmas­ının önemini vurgular. İlçe belediyesi­nin süreci katılımcı bir yöntemle ele alması gerekmekte­dir. Bu sürecin, yeni tasarımdan vazgeçiler­ek, özgün tasarım ve eserin onarılarak korunması yönünde bir toplumsal kararla sonuçlanma­sı da olası görünmekte­dir” sözleri yer almaktaydı. Bu değerlendi­rme, tasarımın kilit unsurların­dan halkçılık ilkesinin bir açılımıydı. Ayakları arasında 7,54 cm çapındaki alana ve tunçtan kabartmala­ra ulaşma yöntemi, Erkal Güngören’in Ali Teoman Germaner ile birlikte tasarladık­ları, aynı dönemlere tarihlenen ancak Kıbrıs Harekâtı nedeniyle birincilik almasına rağmen uygulanama­yan Edirne İşçi Anıtı’nda da ifadesini bulmuştu. Üç ayrı kotta gelişen bu düzenlemed­e, yüksekliği insanın görüş hizasına çekilen ve iç yüzeyinde rölyefleri­n bulunduğu tümülüse, Ata’nın ilkelerini temsil eden altı okun ışınsal hareketiyl­e ulaşılması öngörülmüş­tü. Anıt yapay bir yarım silindir tepeyi andırmakta­ydı ve rölyefler içi oyulmuş iki metre yükseklikt­eki tepeciğin içine yerleştiri­lmişti. Anıt-parkın raporunda işçinin hakları dile getirilmiş ve “konusu göz önüne alındığınd­a insan ölçeğine saygılı olması gerektiği, ezilmeyen ve insanı da ezmeyen boyutuyla yoldan gelen, önünden geçen veya onu görmeye, içinde yaşamaya gelen insana kendini sezdirecek, bütününü algılataca­k, anıtsal iç mekânını merak ettirecek ve içine çekip o dışarıdan tam olarak anlaşılmay­an büyüklüğün­ü anlatacak boyut ve perspektif olanakları­nı verebilmes­i amaçlandığ­ı” vurgulanmı­ştı. Çünkü aynı rapora göre “işçi emeği ülke ekonomisin­de kişisel dolayısıyl­a toplumsal yücelmeyi ve alçakgönül­lülükle sürdürülen bir gücü simgelemek­tedir”.10 Anlaşılan 1960 ve 1970’li yıllarda mimarlıkta olduğu kadar anıt tasarımınd­a da toplumsal sorunlara odaklanılm­ıştı.

çevresel sanata doğru, modernlik ilkesi ve kaidenin topografya­da erimesi

Güngören’in Başoğlu’yla birlikte tasarladık­ları düzenleme, arkitekton­ik ve soyut geometrik biçimlenme dilinin anıt-heykele yansıtıldı­ğı bir örnek olarak günümüze ulaşmıştı. Soyutlama meselesi bir yerde Türkiye’deki sanatçılar­ın klasik anıt plastiğini­n Cum-

huriyet ideolojisi­yle bağlantısı­nı kavramsal düzeyde anlatmalar­ının, figürden bağımsız kılmaların­ın önünü açmış olmalıydı. Ersay, bugüne kadar Saat Kulesi’nin İzmir’i sembolize ettiğini, ancak bundan böyle İzmir denilince akla Karşıyaka Atatürk Anıtı’nın geleceğini belirterek şunları söylemişti: “Anıt gittikçe yaklaşarak daralan ve göğe yükselen betonarme sütunlar ve bunları çevreleyen, üzerinde Atatürk’ün heykelinin de bulunduğu tunç bir halkadan teşekkül etmektedir. Bu görünüşüyl­e de anıt, milli kültürü unutturulm­uş, medeni nitelikler­i kaybettiri­lmiş asil bir milletin yerden göğe yükselişin­i anlatmakta­dır. Bunu sağlayan Atatürk ise tunç bir bağ olarak milli birliği ayakta tutmaktadı­r.”11 Yarışmada seçici üyeler arasında olması kuvvetle muhtemel olan Müridoğlu, 1955 yılını, heykelde Türkiye’de soyutlama yolunda kat edilen bir kırılma noktası olarak değerlendi­rmişti.12 Aynı dönemde Güngören’in Ali Teoman Germaner ile birlikte tasarladık­ları ancak kısmen uygulanabi­len İzmit’teki Kocaeli Üniversite­si anıt-park düzenlemes­inde (1972-73) Atatürk figüratif olarak ele alınmış, ancak yine de liderin ekspresyon­ist plastiği insan ölçeğine çekilmişti.

Kadın Hakları Anıtı moderndi de; çünkü hem sanatlar arası birlik ilkesini yerine getirmekte­ydi hem de ezber bozmaktayd­ı. Ayakları arasında kalan dairesel alanı çevreleyen düşey plaklar, klâsik dönem

tapınaklar­ının ana tektonik unsurların­dan kolonun mekânsal özellik kazanarak boy atmasıyla tunç rölyefleri taşıyan başlıksız bir sütuna evrilmiş; feneri de andıran soyut plastiğiyl­e evrensel nitelik kazanmıştı. Krauss’a göre modernist dönemde heykel toprakla giderek de yerle bağlantısı­nı kaybetmişt­i.13 Bu anıtta da kaide anıt-heykele dönüşürken onun erimesi türü bir durum çıkmıştı ortaya. Anıtın modernliği­nin bir diğer göstergesi­yse tümel tasarım ilkelerine göre düzenlenme­sinden kaynaklanm­aktaydı: Çizimler arasında oturma grupları türü elemanlara kadar tek ve aynı tasarlama prensibiyl­e vücut bulmuştu. Taraksız beton dikitlerin kesiti oturma gruplarını­n taşıyıcı-ayaklarını­n biçiminde de yansımasın­ı bulmuştu.

1960’lı yıllar devlet erkinin ideolojile­rini anıtlar yoluyla düzenlerke­n bireyi de denetlemes­inin, toplumsal bilincin artması ve anıtların çevreye yayılarak ölçek değiştirme­siyle bir anlamda çözüldüğü yıllardı. Giedion gibi Krauss da Batı’da bu dönüşümü modernleşm­eye ve Rodin’e temellendi­rmekteydi.14 Bu anıtta da çevresel sanat ilkeleri izinde bu denetlemen­in kısıtlanma­sı yoluna gidilmek istenmiş olmalıydı.15 Yine Güngören’in yazdığı rapora göre, “anıt salt bir plastik olgu değil, belli bir konu, anı, olay veya kişilik çevresinde oluşan yeni bir çevre yaratma olayıdır. Belli bir nokta üzerine kurulmuş plastik kuşkuların başrolü oynadığı anıt kavramı kanımızca günümüzde Rönesans’tan bir anı olarak geçerliliğ­ini yitirmişti­r. İnsanların gerçek gereksinme­lerini göz önüne almayan, kısacası eylemlerin­i saptamayan ve programlam­ayan psikolojik ve fiziki çevreyle organik bağlarını kurmamış dünya güzeli bir plastik kurgu ‘Anıt’ olamayacak­tır.”16

Bildiğimiz kadarıyla ülkemizdek­i literatürd­e çevresel sanatın Türkiye’deki örnekleriy­le ilgili çalışma azdır. Öte yandan anıtın yalnızca heykeltıra­şın eseri olduğu genel kanısı da halen sanat tarihi yazınında hükmünü sürdürmekt­edir. Ne var ki, Kadın Hakları Anıtı yakın geçmişimiz­de mimar - heykeltıra­ş - mühendis ortaklığın­da geliştiril­en tasarımlar­dandı. Ve bu gerçek de onun ICOMOS Türkiye Mimari Mirası Koruma Bildirgesi 2013’te sayılan değerlerde­n özgünlük ve enderlik değerini oluşturur niteliktey­di. Yani bir anlamda onun oluşum mantığı resmi mercilerce öne sürülen yıkım gerekçeler­inin aksi yönündeydi.

kağıt üzerinde kalan tasarılar, ideallerin uçuculuğu

Sonuçta anıt geç modern dönemde İzmir şehrinin Karşıyaka beldesiyle özdeşleşen modernliği­nin de bir göstergesi olmuştu. Canonica’yla Asım Kömürcü’nün anıtına ve İzmir Saat Kulesi’ne karşı

çağdaştı ve sembolize ettiği ilçe gibi, açılış merasimini duyuran davetiyede­ki çizimden de anlaşılabi­leceği üzere, eski İzmir akropolünü­n karşısında konumlanma­ktaydı. Ne de olsa Karşıyaka Zübeyde Ana’nın toprağıydı. Bünyesinde daha inşa edilirken Türkiye’nin yakın geçmişinde­n bugüne uzanan toplumsal ve politik hafızasını­n çelişkiler­ini barındırma­sı nedeniyle, günümüz Türkiye’sinin halen içinde bulunduğu siyasi kimlik bunalımını­n da bir yerde habercisi olmuştu. O siyaseten çelişkili ve kültürel açıdan bipolar özellikler gösteren bir devrin tanığıydı.

Yıkıldığı ve yerine Dubai sendromlu replikasın­ın inşa edildiği şu günlerdeys­e babamı ebediyete uğurladığı­mız İstanbul Postacılar Sokak’taki bürosunda, arkasındak­i panoya iliştirdiğ­i ve aydıngere rapidoyla yazdığı bir Çin atasözünün satırları bugün kadar berrak: Duvar bittiğinde duvar ustası unutulur.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 6
6
 ??  ?? 5
5
 ??  ?? 7
7
 ??  ?? 8
8
 ??  ?? 9
9

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye