bir anıt, bir yıkım: atatürk, zübeyde hanım ve kadın hakları anıtı’nın yapısökümsel öyküsü
atatürk, zübeyde hanım ve kadın hakları anıtı’nın yapısökümsel öyküsü
Elâ Güngören | Her şey bundan iki buçuk yıl önce, Temmuz 2015’te Ayvalık’ta tatildeyken sanal ortamda gözüme ilişen Hürriyet’in “flaş haber”iyle başladı.1 Haberde Karşıyaka İlçe Belediyesi’nin, merhum babam mimar Erkal Güngören (1934-2002) ile heykeltıraş Tamer Başoğlu’nun birlikte tasarladıklarını bildiğim Atatürk, Zübeyde Hanım ve Kadın Hakları Anıtı’nı (1972-73) iki kat büyüterek yeniden yaptırmayı amaçladığı ve konumlandığı meydanı düzenleyeceği duyurulmaktaydı.2 Anıt yükseltilerek çevresi genişletilip işlerliği arttırılacak; böylece Türkiye’de kadın haklarına dikkat çekilecekti. Tamamlandığında çevresi daha yaşanılır olacak, görkemi tüm İzmir’i etkileyecekti. İlçe Belediye Başkanı Mutlu, kısaca amacını “anıtı yükseltirken kadın haklarını da arttırmak ve geliştirmek” şeklinde formüle etmişti. Yıkım türü travmatik ve özünde radikal bir kararın arkasındaki nedenlerle ilgili bazı sorular belirdi aklımda; anıt etrafında örüntülenmiş düşünceler, anılar geçti gözümün önünden. Öyle ya, yıkma eylemini “anmak” ile Arapçada sonsuzluk anlamında kullanılan “ebede”den türetilen anıt kavramıyla yan yana getiremiyordum bir türlü. Hatıralar arasında 2014 yılının yaz aylarında Kabataş’tan Adriyatik sahillerine açıldığımız geminin yurda dönüş güzergâhında, İstanbul’dan bir önceki durağı İzmir çıkageldi. Gemimiz koya demirlediğinde, Karşıyaka kordon boyunda apartmanların oluşturdukları kavisli fona düşen gölgenin önünde anıt ahenkli oranları, vakur ve ağırbaşlı duruşu, dimdik gövdesiyle beliriverdi usulca bembeyaz. Babamın bana söyledikleri o anda kulaklarımda yankılandı: “Kızım, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi’nde Tamer Başoğlu maddesinde anıtı yapanlar arasında ismim yok, sen bu hatayı düzelt.” O günün onu gerçekten gördüğüm son gün olduğunu, bana mesleğimizle ilgili ağır bir sorumluluk yüklediğini o yıkılırken anlayacaktım. Yarışmayla kazanılmış ve zamanla silüeti Karşıyaka ilçesiyle bütünleşmiş bir anıtın ayakta kalabilmesi için tescillenmesi mi gerekliydi? Bu dönüşümü gerektirecek bir halkoylaması yapılmış mıydı? Onun yerine yapılacak öneri/ön proje için İzmirli’nin ve Karşıyakalı’nın katılımı sağlanacak mıydı? Konumlandığı Anayasa Meydanı için bambaşka bir düzenleme mi öngörülmüştü? Müelliflerden birinin kızı olmamın anıtın tescillenmesi sürecinde bana tanıdığı bazı haklar var mıydı? Telif hakları çıkmazı ötesinde kadınların her gün işyerlerinde tacize uğradıkları, hunharca katledildikleri günümüz Türkiye’sinde, onun bünyesinde barındırdığı toplumsal, estetik değerler dışında ideolojik değerleri hiçe saymak anlamına gelebilecek bu kararın, Atatürk’ün siyasi görüşünü temsil etme iddiasındaki CHP eğilimli bir belediyece uygulanması nasıl bir ikilemdi?
anıtı kurtarma girişimleri
Anıtın iki buçuk kat büyütülmek amacıyla bir şirkete ihale edildiğini duyduğumda tescillenmesi için gerekli işlemleri 05.10.2015’te başlatmış olsak da, İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 24.03.2016’da kaleme alınan bir yazıyla “2863 sayılı Yasa ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun anıt-heykellerle ilgili 19.06.2007 tarihli 729 no.’lu ilke kararında tanımlanan korunması gerekli kültür varlığı” kapsamına girmemesini gerekçe göstererek anıtın tescil edilmeye değer görülmediğini; ilçe belediyesinin avukatıysa anıtın meydan düzenlemesiyle tasarımının babamın eseri olmadığını, profesör unvanı vurgulanarak sözü edilen heykeltıraş müellifin yanında onun bir asistan gibi çalışma-
ya destek verdiğini ileri süren yazılı metinlerini bana ulaştırdılar. İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na anıtın yıkılmamasına ve tescil edilmesine dair benim, Ekin Erman’ın ve Ali Rıza Avcan’ın 05.06.2017 tarihli başvurumuz ile DOCOMOMO Türkiye Ulusal Çalışma Grubu Yönetim Kurulu üyeleri T. Elvan Altan, Nilüfer Baturayoğlu Yöney, Yıldız Salman ve Ebru Polat’ın hazırladıkları ve bu eserin toplumun maddi tarihini oluşturan kültür verileri içinde tarihsel, simgesel anı ve estetik nitelikleriyle korunması zorunlu yapılardan olduğunu belirtir raporlarıyla Oğuz Cem Çelik’in anıtın yapısal sisteminin bugünkü durumuyla onarım önerileri hakkındaki görüşlerini bildirir 02.06.2017 tarihli ikinci başvuruda, anıt-heykellerle ilgili yukarıdaki satırlarda sözü edilen ilke kararı ileri sürülerek reddedildi. Kurul, aynı karar metninde, “07.06.2017’de yerinde yapılan inceleme sonucunda söz konusu alanda yapılmak istenen yeni anıt projesinin, Yalı Caddesi’nde bulunan tescilli yapılara uzak bir mesafede olması ve görsel olarak etkilenmeyeceği”ni ileri sürerek, “konunun ilgili Belediyesi’nce değerlendirilmesine karar verildiğini” belirtti. Aynı kurula, 14.04.2017 tarih ve 5916 sayılı kararına istinaden, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı Etüd Projeler Daire Başkanlığı 29.05.2017’de, Karşıyaka Belediye Başkanlığı Fen İşleri Müdürlüğü 30.05.2017’de, yine Karşıyaka Belediye Başkanlığı Fen İşleri Müdürlüğü 31.05.2017’de, “anıtın yıkılarak etrafında oluşan binaların yükselen kotlarına ve gelişen çevresine uyum sağlaması amacıyla belediyesince hazırlanan ve Büyükşehir Belediyesi’nce uygun görülen mimari projesinin değerlendirilmesi” talebiyle başvurmuşlardı. İlçe Belediyesi, 35 Kent Test Yapı Malzemeleri Tic. Ltd. Şti.’nden 06.04.2016’da “2007 Yönetmeliği’ne göre Performans Analiz Raporu” almış; sonrasındaysa 29.05.2017’de İzmir Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü’ne (AFAD) bir rapor hazırlattırmıştı. Bu girişimler dışında avukatımızın çektiği ihtar üzerine heykeltıraşı Tamer Başoğlu Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 21.04.2016 tarihli bir yazıyla eser sahibi olduğunu kanıtlar belgeyi düzenletmişti. Oysa belge anıtın oluşum mantığına aykırıydı çünkü 8.000 m2’lik düzenlemede Başoğlu yalnızca kaidesini oluşturan dikitlerinin tasarımcısı olarak görünmekteydi. Halbuki babamın 1/100 ölçekli uygulama projesi aşamasında çizdiği görünüşlerle planlar, 1/20 ölçekli çizimler ve anıtın kaidesinin kesitinden yola çıkarak ergonomik esaslar doğrultusunda geliştirdiği oturma birimleriyle aydınlatma elemanlarına ait eskizler meydan ile anıtın kaidesinin bir bütün olarak çözüldüğüne işaret etmekteydi. Yıkılmasını istemeyenler yalnızca bizler değildik. Karşıyakalılar dışında avukatlar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları da İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun belediyelerle ortaklaşa yürüttüğü anlaşılan anıtın tasfiye işlemine itiraz ettiler. Hatta kısa bir süreliğine İzmir İdare Mahkemesi yıkım girişimini durdurdu. Ancak 12.06.2017’de 6.3 şiddetindeki bir depremden yarım saat sonra günler sürecek yıkıma başlandı. Kepçe darbeleriyle önce kaidesini oluşturan dikitleri, sonrasındaysa meydan düzenlemesi, anıttan eser kalmayacak şekilde yerinden söküp atıldı.
düzenlemenin resmî öyküsü -sözlü anlatılar- çelişki ve eksiklikler
Bildiğim kadarıyla Karşıyaka’da Anayasa Meydanı’nda konumlanan anıt iki müellifliydi. Metin Sözen ve yıkım hazırlanırken aramızdan ayrılan Karşıyaka doğumlu mimar ve eğitimci Ataman Demir (1938-2017) ile dönem tanıkları anıtın babamın tasarımı olduğunu söylemiş ve yazmışlardı.3 İspata hazır tasdiksiz orijinal çizimleri ve eskizleri, fotoğrafları, saydamları ve İzmir’e her gittiğinde yolladığı kartlar
buna işaret etmekteydi. Ancak bu saydıklarım onu yalnızca anlamlı kılan ögelerdi. Bu belgelerin varlığı onu hukuki açıdan korumaya yetecek miydi? Hiçbir resmi merci o dönemdeki sözleşmeyle yarışmanın künyesini ibraz edememişti bize oysa ki.
Nitekim etrafında geliştirilen resmî kalemlere baktığımda başka bir hikâyenin içinde buldum kendimi. Örneğin, Güler’in Başoğlu’yla ilgili kaleme aldığı retrospektifte anıt olduğu gibi heykeltıraşına atfedilirken,4 Elibal 31.10.1971 tarihli Ege Ekspres gazetesini alıntılayarak onun mimari özellikleri üzerinde duruyordu ama aynı zamanda babamın heykeltıraşa yardım ettiğini ileri sürüyordu.5 Karşıyaka Belediyesi’nin hazırlattığı yayındaysa, orijinal doküman veya mimari çizim arayışına yönelinmediği gibi, anlatılara onu oluşturan başlıca aktörler de dahil edilmemiş; tarihçesi Yeni Asır ve Milliyet gazetelerinden derlenen belirli bazı bilgilerle masaya yatırılmıştı.6 Bu aktarımda, ne açılışa yetişmesi için okullardaki kampanyalardan, ne de 1993’ten beri her 10 Kasım’da Atatürk’ü anma etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen Ata’dan Ana’ya koşularından, yani onun toplumsal hafızadaki yerinin bileşenlerinden kentlinin rolünden, kısaca “folklorik değerinden” söz edilmekteydi. Oysa anlatılanlara bakılırsa, inşaatına bir çizelge doğrultusunda harç kararak destek çıkanlar da olmuştu. İzmir Anıtlar Kurulu’ysa, düzenlemenin ICOMOS 2013 Türkiye Mimari Mirası Koruma Bildirgesi’ne göre özgünlüğünün yanısıra sayılan dokuz bileşenden “teknik ve teknolojik değeri” yerine getirmesine rağmen, onun bu özelliğini görmezden gelmişti.
Başoğlu’yla ilgili retrospektifte anıtın konumlandığı dolgu zeminin riskleri nedeniyle yüksekliğinin gerektirdiği mühendislik becerisi teslim edilirken, aynı yayında 1967’de kurulan Atatürk Anıtı’nı Yaptırma Derneği üyelerinden yapımında emeği geçen ve defalarca yıkımını engellemek amacıyla ilçe belediyesine yaptığı başvurulara sağır kalınan inşaat mühendisi Doğan Gençoğlu anılmamıştı bile. Karşıyaka
doğumlu Gençoğlu 1955’te girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi’nden 1960’ta mezun olmuştu. Yayında adı anılmayan oysa oluşumuna katkı koyan bir diğer kişiyse, onun biraz ötesinde konumlanan İnsan Hakları Parkı ve Anıtı’nın 1948 doğumlu heykeltıraşı Bihrat Mavitan’dı. Mavitan Akademi’de asistanken babamın Altan Gürman (1935-76), Yale’de Albers’in öğrencisi olmuş olan Özer Kabaş (1934-98) ve geçenlerde kaybettiğimiz Aloş lakaplı Ali Teoman Germaner (1934-2018) ile birlikte 1971-82 arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde verdiği Temel Sanat Eğitimi dersinin yürütücülüğünde ona yardım etmişti.7
siyasi polemik nesnesi olarak anıt ve halkçılık ilkesi Anıtın çelişkilerle dolu yıkımı aslında daha en başından onun oluşumunu da koşullandırmıştı. Nitekim Atakişi’nin bildirdiğine göre, anıt yapılmadan önce, 1950’lerin sonlarında, Demokrat Parti’nin ideolojileri doğrultusunda Karşıyakalı esnaf için aynı yere bir cami inşa edilmesi istenmişti.8 İnşaatına karar verildiğindeyse, CHP’nin siyasi programını oluşturan ilkelerinin sayısından yola çıkılarak önerilen dikitlerinin sayısı, dönemin Adalet Partili belediye başkanı Osman Kibar’ın itirazı üzerine altıdan yediye çıkartılmıştı. Oysa anıtın tasarımını belirleyen başlıca unsurlardan biri halkçılık ilkesi olmuştu. Anıtın halkın hizmetine sunulması amacını Karşıyaka Atatürk Anıtını Yaptırma ve İlkelerini Yaşatma Derneği kurucu başkanı Doktor Ziya Ersay şöyle ifade etmişti: “Birçok eserlerde halk esere karşıdan bakar. Karşıyaka Anıtı’nda, halk onun içine girecek, onunla haşır neşir olacaktır. Büyük Atatürk de sağlığında halkın içine girmiş, ondan hiç kopmamıştır.”9 Gerçekten de dikitlerinin içindeki yazıların okunabilmesi, kentlinin estetik yaşantıyı deneyimleyerek onunla bütünleşebilmesi hedeflenmişti.
DOCOMOMO_Türkiye üyelerinin bir kültür varlığı olarak özgün haliyle korunması gereği hakkındaki görüş bildirir raporunda, “Anıtın tasarım ve inşa sürecinin Karşıyakalılar’ın maddi ve manevi desteğiyle
tamamlanabilmiş olması, yapının kamuoyu tarafından Karşıyaka’nın simgesi olarak kabulünde önemli bir tarihsel faktördür. Benzer şekilde, günümüzde kültür varlığı olarak tescillenmiş bulunan Çanakkale Şehitler Abidesi’nin de yapımı çeşitli ekonomik nedenlerden sekteye uğramış ve halkın katılımıyla tamamlanmıştır. Her iki anıt da, halkın bu yapıların gerçekleştirilmesi sürecinde önemli bir aktör olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Çağdaş koruma ve planlama yaklaşımları, özellikle yerel yönetimlerin katılımcı modeller oluşturmasının önemini vurgular. İlçe belediyesinin süreci katılımcı bir yöntemle ele alması gerekmektedir. Bu sürecin, yeni tasarımdan vazgeçilerek, özgün tasarım ve eserin onarılarak korunması yönünde bir toplumsal kararla sonuçlanması da olası görünmektedir” sözleri yer almaktaydı. Bu değerlendirme, tasarımın kilit unsurlarından halkçılık ilkesinin bir açılımıydı. Ayakları arasında 7,54 cm çapındaki alana ve tunçtan kabartmalara ulaşma yöntemi, Erkal Güngören’in Ali Teoman Germaner ile birlikte tasarladıkları, aynı dönemlere tarihlenen ancak Kıbrıs Harekâtı nedeniyle birincilik almasına rağmen uygulanamayan Edirne İşçi Anıtı’nda da ifadesini bulmuştu. Üç ayrı kotta gelişen bu düzenlemede, yüksekliği insanın görüş hizasına çekilen ve iç yüzeyinde rölyeflerin bulunduğu tümülüse, Ata’nın ilkelerini temsil eden altı okun ışınsal hareketiyle ulaşılması öngörülmüştü. Anıt yapay bir yarım silindir tepeyi andırmaktaydı ve rölyefler içi oyulmuş iki metre yükseklikteki tepeciğin içine yerleştirilmişti. Anıt-parkın raporunda işçinin hakları dile getirilmiş ve “konusu göz önüne alındığında insan ölçeğine saygılı olması gerektiği, ezilmeyen ve insanı da ezmeyen boyutuyla yoldan gelen, önünden geçen veya onu görmeye, içinde yaşamaya gelen insana kendini sezdirecek, bütününü algılatacak, anıtsal iç mekânını merak ettirecek ve içine çekip o dışarıdan tam olarak anlaşılmayan büyüklüğünü anlatacak boyut ve perspektif olanaklarını verebilmesi amaçlandığı” vurgulanmıştı. Çünkü aynı rapora göre “işçi emeği ülke ekonomisinde kişisel dolayısıyla toplumsal yücelmeyi ve alçakgönüllülükle sürdürülen bir gücü simgelemektedir”.10 Anlaşılan 1960 ve 1970’li yıllarda mimarlıkta olduğu kadar anıt tasarımında da toplumsal sorunlara odaklanılmıştı.
çevresel sanata doğru, modernlik ilkesi ve kaidenin topografyada erimesi
Güngören’in Başoğlu’yla birlikte tasarladıkları düzenleme, arkitektonik ve soyut geometrik biçimlenme dilinin anıt-heykele yansıtıldığı bir örnek olarak günümüze ulaşmıştı. Soyutlama meselesi bir yerde Türkiye’deki sanatçıların klasik anıt plastiğinin Cum-
huriyet ideolojisiyle bağlantısını kavramsal düzeyde anlatmalarının, figürden bağımsız kılmalarının önünü açmış olmalıydı. Ersay, bugüne kadar Saat Kulesi’nin İzmir’i sembolize ettiğini, ancak bundan böyle İzmir denilince akla Karşıyaka Atatürk Anıtı’nın geleceğini belirterek şunları söylemişti: “Anıt gittikçe yaklaşarak daralan ve göğe yükselen betonarme sütunlar ve bunları çevreleyen, üzerinde Atatürk’ün heykelinin de bulunduğu tunç bir halkadan teşekkül etmektedir. Bu görünüşüyle de anıt, milli kültürü unutturulmuş, medeni nitelikleri kaybettirilmiş asil bir milletin yerden göğe yükselişini anlatmaktadır. Bunu sağlayan Atatürk ise tunç bir bağ olarak milli birliği ayakta tutmaktadır.”11 Yarışmada seçici üyeler arasında olması kuvvetle muhtemel olan Müridoğlu, 1955 yılını, heykelde Türkiye’de soyutlama yolunda kat edilen bir kırılma noktası olarak değerlendirmişti.12 Aynı dönemde Güngören’in Ali Teoman Germaner ile birlikte tasarladıkları ancak kısmen uygulanabilen İzmit’teki Kocaeli Üniversitesi anıt-park düzenlemesinde (1972-73) Atatürk figüratif olarak ele alınmış, ancak yine de liderin ekspresyonist plastiği insan ölçeğine çekilmişti.
Kadın Hakları Anıtı moderndi de; çünkü hem sanatlar arası birlik ilkesini yerine getirmekteydi hem de ezber bozmaktaydı. Ayakları arasında kalan dairesel alanı çevreleyen düşey plaklar, klâsik dönem
tapınaklarının ana tektonik unsurlarından kolonun mekânsal özellik kazanarak boy atmasıyla tunç rölyefleri taşıyan başlıksız bir sütuna evrilmiş; feneri de andıran soyut plastiğiyle evrensel nitelik kazanmıştı. Krauss’a göre modernist dönemde heykel toprakla giderek de yerle bağlantısını kaybetmişti.13 Bu anıtta da kaide anıt-heykele dönüşürken onun erimesi türü bir durum çıkmıştı ortaya. Anıtın modernliğinin bir diğer göstergesiyse tümel tasarım ilkelerine göre düzenlenmesinden kaynaklanmaktaydı: Çizimler arasında oturma grupları türü elemanlara kadar tek ve aynı tasarlama prensibiyle vücut bulmuştu. Taraksız beton dikitlerin kesiti oturma gruplarının taşıyıcı-ayaklarının biçiminde de yansımasını bulmuştu.
1960’lı yıllar devlet erkinin ideolojilerini anıtlar yoluyla düzenlerken bireyi de denetlemesinin, toplumsal bilincin artması ve anıtların çevreye yayılarak ölçek değiştirmesiyle bir anlamda çözüldüğü yıllardı. Giedion gibi Krauss da Batı’da bu dönüşümü modernleşmeye ve Rodin’e temellendirmekteydi.14 Bu anıtta da çevresel sanat ilkeleri izinde bu denetlemenin kısıtlanması yoluna gidilmek istenmiş olmalıydı.15 Yine Güngören’in yazdığı rapora göre, “anıt salt bir plastik olgu değil, belli bir konu, anı, olay veya kişilik çevresinde oluşan yeni bir çevre yaratma olayıdır. Belli bir nokta üzerine kurulmuş plastik kuşkuların başrolü oynadığı anıt kavramı kanımızca günümüzde Rönesans’tan bir anı olarak geçerliliğini yitirmiştir. İnsanların gerçek gereksinmelerini göz önüne almayan, kısacası eylemlerini saptamayan ve programlamayan psikolojik ve fiziki çevreyle organik bağlarını kurmamış dünya güzeli bir plastik kurgu ‘Anıt’ olamayacaktır.”16
Bildiğimiz kadarıyla ülkemizdeki literatürde çevresel sanatın Türkiye’deki örnekleriyle ilgili çalışma azdır. Öte yandan anıtın yalnızca heykeltıraşın eseri olduğu genel kanısı da halen sanat tarihi yazınında hükmünü sürdürmektedir. Ne var ki, Kadın Hakları Anıtı yakın geçmişimizde mimar - heykeltıraş - mühendis ortaklığında geliştirilen tasarımlardandı. Ve bu gerçek de onun ICOMOS Türkiye Mimari Mirası Koruma Bildirgesi 2013’te sayılan değerlerden özgünlük ve enderlik değerini oluşturur nitelikteydi. Yani bir anlamda onun oluşum mantığı resmi mercilerce öne sürülen yıkım gerekçelerinin aksi yönündeydi.
kağıt üzerinde kalan tasarılar, ideallerin uçuculuğu
Sonuçta anıt geç modern dönemde İzmir şehrinin Karşıyaka beldesiyle özdeşleşen modernliğinin de bir göstergesi olmuştu. Canonica’yla Asım Kömürcü’nün anıtına ve İzmir Saat Kulesi’ne karşı
çağdaştı ve sembolize ettiği ilçe gibi, açılış merasimini duyuran davetiyedeki çizimden de anlaşılabileceği üzere, eski İzmir akropolünün karşısında konumlanmaktaydı. Ne de olsa Karşıyaka Zübeyde Ana’nın toprağıydı. Bünyesinde daha inşa edilirken Türkiye’nin yakın geçmişinden bugüne uzanan toplumsal ve politik hafızasının çelişkilerini barındırması nedeniyle, günümüz Türkiye’sinin halen içinde bulunduğu siyasi kimlik bunalımının da bir yerde habercisi olmuştu. O siyaseten çelişkili ve kültürel açıdan bipolar özellikler gösteren bir devrin tanığıydı.
Yıkıldığı ve yerine Dubai sendromlu replikasının inşa edildiği şu günlerdeyse babamı ebediyete uğurladığımız İstanbul Postacılar Sokak’taki bürosunda, arkasındaki panoya iliştirdiği ve aydıngere rapidoyla yazdığı bir Çin atasözünün satırları bugün kadar berrak: Duvar bittiğinde duvar ustası unutulur.