St. Martin-st. Maarten
St. Martin ya da Hollandalıların diliyle St. Maarten’in; Doğu Karayipler’in kuzeygüney hattında uzanan adalar zinciri içinde bu kadar popüler olmasının ve bizim yazılı/görsel basınımızda bolca yer almasının nedeni Tanrı’nın pek çok açıdan inanılmaz derecede cömert davrandığı bir ada olması. Bu nedenle; iyi planlama, yoğun bir program dahilinde iki kez konakladığım ama meraklılarının da epey bilgi sahibi olduğu bu güzel adayı kendi gözümden fark yaratarak aktarmaya çalışırken ne kadar zor bir işe giriştiğimi biliyorum.
Nasıl gidilir?
St. Martin Adası’na Avrupa’dan; Hollanda ve Fransa’dan planlı seferlerle ulaşmak mümkün. Adanın Hollanda kesiminde Prenses Juliana Uluslararası Havaalanı var. Bölgesel uçuşlar için de Fransız kesiminde pervaneli uçaklar için küçük bir havaalanı mevcut. Ayrıca yakın adalara taksi bot ve feribot seferleri yapılıyor. Burada önemli bir hususu vurgulamak isterim. St. Martin Adası’na gidebilmek için Hollanda Konsolosluğu’ndan vize almak gerekiyor. Eğer daha önce alınmış Schengen vizeniz varsa, vize süresi içinde ilave bir vizeye ihtiyaç duymadan giriş yapabiliyorsunuz. Ayrıca yeşil pasaport sahipleri de vize almadan girebiliyor.
Ada hakkında
St. Martin iki kesimli bir ada. Kuzey kesimi Fransa’ya güney kesimi ise Hollanda’ya ait. Adanın tarihçesine kısaca göz atarsak; yaklaşık 5.000 yıllık bir yerleşim söz konusu. İlk sakinleri Ciboney yerlileri ve sonradan Venezuela’dan kanolarla gelen Arawakslar olarak biliniyor. Daha sonra 1493’te Kristof Kolomb’un adayı keşfetmesi ile Avrupalılar’ın varlığı başlıyor. Adada İngilizce ve Fransızca’nın yanı sıra bölgesel diller de konuşuluyor. Para birimi olarak dolar ($) ve euro (€) geçerli. Son sayıma göre nüfus 78.000 ve 120 değişik milletten insan bir arada yaşıyor. Bu nedenle ada aynı zamanda “Dostluk Adası/friendly Island” olarak da anılıyor. Tabii ki turizm sezonlarında adanın nüfusu dört beş katına çıkacak şekilde artıyor. St. Martin Adası’nda yaşayan Türkler arasında kumarhaneler işleten tanınmış bir işadamı da bulunuyor. Küçük bir ada olmasına rağmen adanın etrafında bembeyaz kumları ve masmavi deniziyle 37 plaj mevcut. Ayrıca adanın içinde lagün dediğimiz denizin ada içlerine girmesiyle oluşmuş büyük bir göl var. Zaman farkı Fransa ile altı saat, Türkiye ile sekiz saat. Adada tropikal iklim mevcut ve hava sıcaklığı yıl boyunca 27 ile 31˚C arasında değişiyor. Adanın herhangi bir su kaynağı yok, bu nedenle su fiyatları oldukça yüksek.
Adayı keşfedelim
Bu geziye katıldığım arkadaşlarımla beraber adayı denizden ve karadan dolaşma niyetimizi önceden belirlediğimiz için ilk önce bir harita çalışması yapıp adada ne var ne yok öğrendikten sonra turizm bürosuna gidip denizden dolaşmamızda sakıncalı yerler olup olmadığını öğrenmek istedik. Aldığımız cevap hepimize örnek olabilecek nitelikteydi. (Özellikle geçen sene motor arızası nedeniyle Boğaz’da bir yalının önüne kısa süre bağlamak zorunda kalan arkadaşıma yalı sakinlerinin bir tek silah çekmedikleri kalmışken.) Bu adada çok lüks konutların, sitelerin ve otellerin bulunduğu koylarda bütün plajlar herkesin kullanımına özgürce açık. Tek sakınacağınız şey doğal hayata zarar vermemek ve koruma bölgelerinde avlanmamak. Bu nedenle dalış ve avlanma bölgeleri de belirlenmiş durumda.
St. Martin daha önce de belirttiğim üzere iki kesimli bir ada ancak; Fransız tarafından ve Hollanda tarafından karşılıklı geçişler serbest. Fransız tarafında ada yerlilerinin yanı sıra çok
sayıda Fransızca konuşulan ülkelerden göç etmiş insanlar mevcut. Bunların arasında St. Martin’in güneyinde bulunan Fransa vilayeti statüsündeki Guadeloupe ve Martinique gibi adalardan, Kuzey Afrika ülkelerinden gelenler, Ortadoğulu Araplar bol miktarda bulunuyor; buna karşılık, daha gelişmiş gibi görünen ve özellikle yaşam standardının yüksek olduğu Hollanda bölgesinde ise Güney Amerikalı, Orta Amerikalı ve Dominik, Haiti, Porto Riko, Jamaika ve benzeri adalardan gelen göçmenler yer alıyor. Nüfus çoğunlukla, Fransız kesimindeki Marigot ve Hollanda kesimindeki Philipsburg civarında kümelenmiş durumda. Issız bir koyda sahile çıktığınızda lisan bilmeyen bir Çinli bakkala ya da yolda bir şey sormak için durdurduğunuz arabada bir Lübnanlı’ya rastlamak çok olağan.
St. Martin’in plajlarına gelirsek; 37 plaj 37 cennet gibi yer demek. Her burnu döndüğünüzde karşınıza irili ufaklı bir marina ve kristal suları, bembeyaz kumsallarıyla bir plaj çıkması kaçınılmaz. En popüler olanlar; doğu sahilinde yaklaşık 2 kilometrelik kumsalı ile Orient Beach, kuzeybatıda bulunan Grand Case, Philipsburg’da bulunan Great Bay, uzun kumsalı ile Simpson Bay ve küçücük bir plaj olmasına rağmen Maho Bay Plajı. Çünkü bu plajın hemen 20-30 metre yanında havaalanı başlıyor ve uçaklar plajdaki insanları adeta yalayarak iniş yapabiliyorlar. Bu da uçakların iniş ve kalkış anını fotoğraflamak isteyen meraklılarla dolmasına neden oluyor. Philipsburg’da ise büyük gemilerin yanaşıp kalktığı bir liman bulunuyor.
Tamamını denizden ve karadan dolaşma imkanı bulduğumuz St. Martin Adası’nda en beğendiğim yerin adanın kuzeybatısındaki Grand Case Bölgesi olduğunu söyleyebilirim. Burası tek sıra evleri, küçük bar ve restoranları, kumsalları ile 70’li yılların Bodrumunu andırıyor. Burada açık havada mangallarda pişirilen iri ıstakozları ve çeşitli balıkları tadabilir, seyyar satıcıların yanınızda bir delik açıp pipetle elinize tutuşturdukları, yöre halkının antiviral ve antioksidan olduğuna inandığı taze hindistan cevizinin suyunu içebilirsiniz. Adanın bir diğer yerleşim yeri olan Philipsburg ise sokaklarında latin müzikleri çalınan ve dans edilen, garsonların bile dans ederek servis yaptığı, güzel otelleri ve kumsalları ile ünlü bir bölge. Asıl eğlence merkezleri ise Maho Bay ve Simpson Bay civarında toplanmış durumda. Adanın yerlileri pek varlıklı insanlar değil ama mutlular, bunu hissedebiliyorsunuz ve ister istemez size de yansıyor.
St. Martin’in en büyük marinası Simpson Bay bölgesindeki açılır kapanır köprülerden girilen lagünde yer alıyor; biz gittiğimizde Volvo Ocean Race teknelerinin çoğu bağlı durumdaydı. Tabii havaalanındaki 100’e yakın özel uçak ve marinalarda, alargada bulunan (meraklı olanların medyadan aşina olduğu) devasa yatlar yüksek sosyetenin çok tercih ettiği bir yer olduğunu anlatmaya yetiyor da artıyor bile…
Sonuç olarak; gezegenimizin bize uzak bu egzotik bölgesini gezip, gördükten sonra insanın kendi kendine “Cennet bu değilse nedir?” diyesi geliyor.
Dönüş yolunda da hoş bir an yaşadık; hoşgörünüze sığınarak aktarayım. Fransız Havayolları bizi aktarma için Paris’te altı saat bekletince; sevgili arkadaşım Sena Er havaalanı terminalinde bulunan piyanonun başına geçerek, hem bize, hem de diğer yolculara kısa bir resital verdi, salonda yankılanan Türkçe melodilerle keyif aldık, gururlandık. Adamların terminalin orta yerine millet gelsin çalsın diye piyano koyması ise bir başka ilginç nokta tabii. Her türlü sorunuz için; narinch@hotmail.com