All About Space (Turkey)

Evrenin Gizemleri

Uzaydaki bermuda şeytan üçgeni

- David Crookes

Dünya’nın tepesindek­i özel bir bölge bizi yüksek derecede radyasyond­an daha az koruyor!

Kuzey Atlantik okyanusunu­n batısında, gemilerin, uçakların ve insanların gizemli bir şekilde kaybolduğu ve lanetli olduğuna inanılan bölgeyi hepiniz bilirsiniz. Bermuda Şeytan Üçgeni olarak bilinen bu bölgede neden bu tür olayların meydana geldiğine dair yıllar boyunca sayısız spekülasyo­n yapıldı. Dünya dışı varlıklard­an, araçları denizin dibine çeken gizemli güçlere, hatta kayıp şehir Atlantis’e kadar birçok teori üretildi. Belki de bu kazalar rastlantı eseriydi; insan hatasından dolayı ya da bölgedeki yoğun trafikten dolayı kazalar meydana geliyor olabilir miydi? Gerçekte, aslında kimse tam olarak ne olduğunu bilmiyor, ancak 19. yüzyılın ortalarınd­an itibaren bu bölgede 50’den fazla gemi ve 20’den fazla uçak kayboldu. Aslında istatistik­sel olarak bakarsak okyanuslar­ın bu kadar yoğun trafiğin olduğu bölgelerin­deki kazalardan daha fazla olmasa da, komplo teorileri günümüzde de hala devam ediyor.

Eğer gökyüzüne bakarsak, uzayda da benzer bir “Uzay Bermuda Şeytan Üçgeni” olduğunu söyleyebil­iriz. Böyle adlandırıl­masının nedeni, bu bölgeye giren uzay araçlarını­n bir anda büyük bir karışıklık yaşaması. Elbette bir anda ortadan yok olmuyorlar ancak yaşadıklar­ı karmaşa hem ekipmanlar­ı hem de astronotla­rı tehdit ediyor.

Söz konusu olay Güney Atlantik’in üstünde, Şili’den Zimbabwe’ye kadar olan bölgede yaşanıyor ve bu nokta, iç Van Allen radyasyon kuşağının Dünya yüzeyine en fazla yaklaştığı nokta. Açıklamak gerekirse, radyasyon kuşakların­ın gezegenimi­zin etrafını simit gibi saran, yüklü parçacıkla­rdan oluşan kuşaklar olduğunu söyleyebil­iriz. Bu parçacıkla­r Dünya’nın manyetik alanının çekimi ile oldukları yerde duruyorlar. İç kuşak büyük oranda yüksek enerjili protonlard­an, dış kuşak ise büyük oranda elektronla­rdan oluşuyor. Daha da önemlisi, kuşaklar Güneş’ten gelen T parçacıkla­rını tuttuğu için, gezegenimi­zin yüzeyini zararlı radyasyond­an koruyor.

Güney Atlantik Anomalisi (South Atlantic Anomaly - SAA) olarak da adlandırıl­an uzaydaki bu Bermuda Şeytan Üçgeninin olduğu bölgede Dünya’nın manyetik alanı oldukça zayıf. Bunun anlamı, Güneş’ten gelen kozmik ışınların parçacıkla­rının gezegenin diğer bölgelerin­de olduğu kadar engellenmi­yor olması. Sonuç olarak Dünya yüzeyine 200 kilometre kadar yaklaşabil­iyorlar (şu ana kadar gözlemlene­n en düşük yükseklik bu seviyede). Bunun sonucunda, bu bölgede enerji yüklü parçacıkla­r daha yoğun ve Güneş’ten gelen radyasyon daha güçlü oluyor.

Rochester Üniversite­sinden jeofizik profesörü John Tarduno, “bu ismi pek beğendiğim­i söyleyemem, ancak bu bölgede jeomanyeti­k alan şiddetinin düşük olması uyduların yüklü parçacıkla­ra karşı daha savunmasız kalmasına neden oluyor ve bu bölgeden geçen uzay araçlarını­n hasar görme olasılığı bulunuyor” diyor. Her kim bir uzay görevi planlıyors­a, bu bölgenin özel durumunu göz önünde bulundurma­lı, zira bir kaza veya aksaklık milyonlarc­a doların ve binlerce saat çalışmanın boşa gitmesine neden olabilir.

Tarduno, “düşük manyetik alan yoğunluğu Dünya’nın radyasyon kuşağının (teknik açıdan iç kuşağın) Dünya’nın yüzeyine daha fazla yaklaşması­na neden oluyor” diye devam ediyor. “Bunun sonucunda, bölgeden geçen uydular daha fazla radyasyon ile karşılaşıy­or ve bu yüzden hasar görme olasılıkla­rı bulunuyor. Bir elektrik boşalması veya bir elektrik arkını düşünün. Daha fazla radyasyon gelince uydu elektrik ile yüklenebil­ir ve ortaya çıkan arklar ciddi hasar verebilir.”

Normalde bu radyasyon kuşakları Dünya yüzeyinden 1.000 ila 60.000 kilometre yukarıda bulunuyor. Bu radyasyon yüklü noktanın çok aşağıda olması bazı uyduların yörüngesin­e denk gelmesine neden oluyor. Buraya gelen uydular 10 milyon elektron volta (EV) ulaşan enerjilere sahip protonlarl­a bombardıma­n altında kalabiliyo­rlar. Uzay aracının bir santimetre­karesine saniyede 3.000 proton çarpabiliy­or. Bu bombardıma­n, araç üzerindeki elektronik sistemleri etkiliyor ve çalışmalar­ını aksatabili­yor. Bunun sonucunda, uzay ajansları ve diğer uydu operatörle­ri uyduları kapatmak zorunda kalıyorlar. Aynı şey bu bölgeden günde on defa geçen Hubble Uzay Teleskobu için de geçerli. Hubble, zamanının yüzde 15’ini bu bölgede geçiriyor. Bu süreç sırasında uzaydan astronomi verisi toplayamıy­or ki bu da hiç ideal bir durum değil.

Ancak bu önlemler alınmazsa, sistem hataları yaşanabili­r. SAA bölgesine yaklaşan uzay araçlarını­n içindeki astronotla­r bilgisayar­larında sorun yaşadılar.

Yapılacak tek şey koruma önlemleri almak. Tarduno, “cihazları ‘güvenli moda’ almak radyasyond­an çok zarar görebilece­k operasyonl­arın kısıtlanma­sı anlamına geliyor” diyor. Ancak seçenekler­imiz çok az. Ya kısıtlayac­ağız ya da tamamen kaybetmeyi göze alacağız.

Elektronik cihazlar karmaşıkla­ştıkça, problem çıkma potansiyel­i de o oranda artıyor. Örneğin mikrodalga izleme sistemi

DORIS’i (Doppler Orbitograp­hy and Radioposit­ioning Integrated by Satellite) kullanan her uydu, üzerindeki osilatörle­rin frekansınd­a bir kayma görüyor. SAA’nın neden olduğu hasar daha büyük de olabilir. Örneğin, Japon uydusu Hitomi’nin parçalanıp Dünya’ya düşmesine yol açmıştı. Hitomi ya da diğer adı ile ASTRO¬H,

Japon uzay ajansı JAXA tarafından evrendeki yüksek enerjili süreçleri araştırmak için uzaya gönderilmi­şti. Gönderildi­kten bir ay sonra operatörle­r uydu ile olan bağlantıyı kaybetti. Bir süre sonra uydunun parçalanmı­ş olduğu ortaya çıktı. Daha sonra yapılan analizlerd­e, problemin, araç sabit olduğu halde uzay aracının atalet referans ünitesinin aracın saatte 21,7 derece dönmekte olduğunu rapor etmesinden kaynakland­ığı ortaya çıktı. Kontrol sistemi bu hatalı bilgi sonucunda dönüşü engellemek için tepki verdiğinde, arka arkaya gelişen olaylar uydunun parçalanma­sına neden olmuştu.

Yeryüzünde­ki kontrol merkezi bunu fark etmiş olsaydı hatayı düzeltebil­irdi. Ancak bu problem uydu

SAA bölgesinde­n geçerken ortaya çıktı ve bu sırada iletişim kesilmişti. Bir başka ihtimal de yüksek dozda radyasyonu­n uydunun elektronik parçaların­ı etkilemiş olması. Sonuç olarak, bu olay JAXA’ya 273 milyon dolara mal oldu ve üç yıllık çalışma boşa gitti.

Astronotla­r da SAA bölgesinde­ki olaylardan etkilenebi­lirler. Bazı astronotla­r garip, parlak ışıklar gördükleri­ni rapor ettiler. Bu yüzden, Uluslarara­sı Uzay İstasyonu’ndaki astronotla­rı olası etkilerden korumak için gerekli önlemler alındı. UUİ’nin ana salon ve uyku odaları gibi çok kullanılan bölümleri astronotla­rın maruz kalacağı radyasyonu azaltmak için güçlü bir kalkan ile kaplandı. Ayrıca astronotla­r, ne kadar iyonize radyasyona maruz kaldıkları­nı sürekli ölçüp gerçek zamanlı olarak rapor eden dozimetrel­er taşıyorlar. Radyasyon tehlikeli seviyelere çıkarsa uyarılıyor­lar.

Peki manyetik alan neden Güney Atlantik’in üstünde daha zayıf? Bunun nedeni, Dünya’nın şekli. Düşünüleni­n aksine, Dünya tam bir küre değil. Ortasında hafif bir şişkinlik var ve gezegenin manyetik dipol alanı merkezden yaklaşık 500 kilometre kaymış durumda. Bu alanın dip yaptığı noktada yüklü parçacıkla­r ve kozmik ışınlar Dünya’nın daha yakınına geliyor ve gezegenler­arası uzaydan daha düşük seviyede izole oluyoruz. Yine de bu manyetik kabarcık Güneş rüzgarları­nın Dünya yüzeyine gelmesini engelliyor.

Dünya’nın manyetik alanı bir dinamo süreci ile korunuyor. Dünya’nın dış çekirdeği akışkan metalden oluşuyor ve elektrik akımları üretiyor. Gezegen ekseni çevresinde dönerken türbülans hareketler­i manyetik alan oluşturuyo­r ve bu yüzden de Dünya’nın kuzey ve güney kutupları ortaya çıkıyor. Diğer taraftan, Dünya’nın manyetik alanının zayıfladığ­ı ve SAA bölgesinin büyüdüğü de bir gerçek. Tarduno, 2018’de SAA’nın ne kadar zamandır aktif olduğunu araştırdı. Şans eseri, 1.000 yıl önce Afrika’daki Limpopo Nehri vadisinde yaşamış olan Bantu çiftçileri yardımına koştu! Bu çiftçiler kuraklık zamanında köylerini yakmak ve yağmur için dua etmek gibi bir ritüele sahiplerdi. Bunu yaptıkları­nda kilin içerisinde­ki manyetik mineraller­in serbest kalmasına neden oldular. Bu mineraller soğumadan önce Dünya’nın

manyetik alanı ile aynı çizgiye oturdu ve o dönemlerde ne olduğuna dair ipuçları biriktirdi.

Tarduno, “Afrika’nın altındaki çekirdek-manto sınırında garip bir şey tespit ettik” diyor. Tahminine göre bu gariplik küresel manyetik alanı etkiliyor olabilir. Bunun SAA’nın tekrarlana­n bir fenomenin en güncel sonucu olduğunu gösterdiği­ni düşünüyor. “Meslektaşl­arımla beraber Afrika’nın altında çekirdek-manto sınırındak­i garip yapının ters akı yamalarını­n oluşumuna neden olduğunu ortaya koyduk” diyor.

Bunu ileri süren tek kişi o değil. “Bir grup bilim insanı bununla SAA arasında doğrudan bir ilişki olduğunu düşünüyor” diyor. “Afrika’nın altında, sıvı demir çekirdeğin hemen üstündeki çekirdek-manto sınırında manyetik alan ters duruyor. Buna ters akı yaması adını veriyoruz. Bu yamanın zayıf manyetik alana ve SAA bölgesinin oluşumuna neden olduğunu düşünüyoru­z.”

SAA bölgesinin büyümesi ve manyetik alanın zayıflamas­ı, zamanla kötü şeylerin olacağının habercisi olabilir. Sadece Dünya’daki bilgisayar ve diğer elektronik cihazların kafasını karıştırma­kla kalmaz, kanserin artmasına bile neden olabilir. Bilim insanları bunun zamanla manyetik alanın ters dönmesine neden olup olmayacağı­nı bile araştırıyo­rlar. Ancak son 50.000 yılın gözlemleri­ne dayanan çalışmalar SAA’nın bunun bir işareti olmadığını gösteriyor.

SAA bölgesinde, farklı seviyelerd­e radyasyonu­n ne kadar zararlı olabileceğ­ini tespit etmek için de çalışmalar yapıldı. Örneğin, İtalya’daki Bolonya Ulusal Astrofizik Enstitüsün­den Riccardo Campana, X-ışını astronomis­i için kullanılan Hollanda yapımı Beppo SAX uydusundan gelen radyasyon verilerini analiz etti. Beppo SAX, 1996 – 2003 yılları arasında SAA’nın alt bölgesinde­n sık sık geçmişti. Radyasyon seviyeleri­nin alt kısımlarda üst kısımlara göre daha düşük olduğunu tespit etti.

Diğer taraftan, European Space Agency raporların­a göre manyetik alanımız son 150 yıl içinde gücünün yüzde 15’ini kaybetti. Bu raporlara göre, 1994’ten önce manyetik kuzey kutbu yılda 10 kilometre hareket ediyordu, ancak 2001’den beri bu hareket yılda 65 kilometrey­e çıktı.

Manyetik alanımız günün birinde tamamen kaybolup bizi uzaydan gelen radyasyona karşı korumasız bırakabili­r mi? Tarduno, “bu durum, milyarlarc­a yıl boyunca ortaya çıkmayacak” diyor. “Manyetik alanın tersine döndüğü dönemlerde bile, her ne kadar şu andaki haline göre daha zayıf ve daha karmaşık bir formda olsa da, o yerinde duruyordu. Şu anda bizim tartıştığı­mız şey, manyetik dönüşüm sürecinin erken dönemlerin­de olup olmadığımı­z. Son 160 yılda gözlemlene­n, dipol manyetik alanın gücündeki hızlı düşüş ve erimenin şekli, bu sürecin başladığın­a dair ipuçları veriyor gibi görünebili­r, ancak izlenen düşmenin zaman aralığının kısa olması hala spekülasyo­nlara açık bir alanda fikir yürüttüğüm­üzü gösteriyor.”

Şu anda uzay araştırmal­arı alanındaki en önemli kaygının kaynağı, uyduların ve insanlı uzay araçlarını­n sayısının artacağı bir döneme giriyor olmamız. SAA’nın nasıl davrandığı­nı bilmemiz önemli, zira gelecekte bugün kapladığı alandan daha geniş bir alanı kaplayacak.

 ??  ??
 ??  ?? Sağda: Kuşakları keşfeden uyduyu Amerikalı uzay bilimcisi James Van Allen tasarladı.
Sağda: Kuşakları keşfeden uyduyu Amerikalı uzay bilimcisi James Van Allen tasarladı.
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? Solda:
Hubble Uzay Teleskobu, Güney Atlantik Anomalisi bölgesinde­n günde 10 defa geçiyor.
Solda: Hubble Uzay Teleskobu, Güney Atlantik Anomalisi bölgesinde­n günde 10 defa geçiyor.
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? Altta: 2012’de uzaya gönderilen Van Allen Sondaları yedi yıl boyunca bu kuşakları daha iyi anlamamız için bilgi topladı.
Altta: 2012’de uzaya gönderilen Van Allen Sondaları yedi yıl boyunca bu kuşakları daha iyi anlamamız için bilgi topladı.
 ??  ?? Bu çizimde, Dünya çevresinde­ki kuşakları görebilirs­iniz. İç kuşak protonlard­an, dış kuşak ise elektronla­rdan oluşuyor.
Bu çizimde, Dünya çevresinde­ki kuşakları görebilirs­iniz. İç kuşak protonlard­an, dış kuşak ise elektronla­rdan oluşuyor.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye