Uzaylılarla temas kurduğumuzda ne olacak?
Dünya, insanlık tarihinin en büyük keşfine nasıl hazırlanıyor?
Ağustos 2016’da tüm Dünya, uzaylı bir medeniyetten bir sinyalin alındığı haberi ile sarsıldı! Bir Rus radyo teleskobu tarafından yakalan bu sinyali keşfedenler sinyalin yapay olduğunu anlamışlardı ancak başka hiçbir açıklamaları yoktu. Bu yüzden, bunun uzaylı yaşamın ilk işareti olabileceğini öne sürdüler. Ne yazık ki, bir süre sonra yanıldıkları ortaya çıktı. Sinyal, daha önce alınan pek çok hatalı sinyal gibi, bir parazitti, büyük olasılıkla yörüngedeki bir uydudan gelmişti. Ancak bu olay, önemli bir noktaya dikkat çekilmesini sağladı. Dünya dışı (Extra Terrestial - ET) yaşamın bulunması kamuoyu için büyük önem taşıyor ve bu gerçekleştiğinde muhtemelen insanlık tarihindeki en büyük keşif olacak.
Zeki uzaylı yaşamı arayışlarımızın çoğu ilkel yöntemler kullanıyor ve yetersiz finans kaynağına sahip. Şu anda bu işle belki de en ciddi şekilde uğraşan kuruluş, Allen Teleskop Dizisi olarak bilinen bir anten topluluğu ile aramalar yapan California merkezli SETI (Dünya Dışı Zeka Arama Search for Extraterrestrial Intelligence) Enstitüsü’dür. Ancak Dünya çapında bu ava katılan başka gruplar ve kuruluşlar da var. Çoğunlukla küçük bir topluluklardan oluşuyorlar. Bilgi paylaşılıyor, tartışmalar yapılıyor ve olası bir keşfin sonuçları değerlendiriliyor.
Yakın dönemde Rus milyarder Yuri Milner, teleskop zamanı satın almak ve uzayda yaşam arayışını hızlandırmak isteyen, on yıllık bir girişim olan Breakthrough Listen projesine 100 milyon dolar yatırım yaptı. Ancak şu anda rahatsız edici gerçek, onlarca yıllık aramaya rağmen hiçbir şey bulamamış olmamız. Galaksimizdeki çoğu en az bir gezegene ev sahipliği yaptığı düşünülen 100 ila 400 milyar yıldız bulunuyor. Yani uzayda yaşam için büyük bir potansiyel var. O halde bu uzaylılar, nerede?
SETI Enstitüsü Araştırma Merkezi direktörü Gerry Harp, “birkaç kez bizi heyecanlandıran şeyler oldu” diyor. “Ancak uzaylılardan gelen bir sinyalle uzaktan yakından alakalı bir şey keşfedebilmiş değiliz.”
Bunun bariz nedeni, henüz yeterince dikkatli bakmamış olmamız. SETI, ilk günlerinde aramaları yönlendirmek için HabCat adı verilen, potansiyel olarak yaşanabilir birkaç bin sistemden oluşan bir kataloğa güveniyordu. Ancak NASA’nın Kepler uzay teleskobunun 2009’da göreve başlamasından bu yana, bazıları Dünya’ya benzeyen binlerce gezegen bulundu. Bir zamanlar Dünya benzeri gezegenlerin nadir olduğu düşünülüyordu, ancak şimdi bunların evrende yaygın, hatta bol olduğunu biliyoruz.
Baktığımız yıldızlar da değişti. Başlangıçta aramalar kendi Güneş’imiz gibi yıldızlara odaklanmıştı. Sonuçta, Dünya’nın yaşamı desteklediğini biliyoruz, “neden bizimkine benzer bir gezegen aramayalım ki?” diyorduk. Ama şimdi biliyoruz ki, çok daha küçük yıldızlar, evrendeki yıldızların yüzde 80’ini oluşturuyor ve onların yaşamı destekleme ihtimali olabilir. Bu yüzden arama listesine onlar da eklendi. Uzay,
radyo veya elektromanyetik yayınları bile affetmiyor. Dışarıda akıllı bir yaşam varsa, onlardan gelecek sinyalleri duymak için daha büyük ve daha güçlü teleskoplara ihtiyacımız var.
Ufukta görülen Square Kilometre Array gibi projeler bilgimizi daha da artıracak ve bizi birçok kişinin heyecanla beklediği bir keşfe yaklaştıracak.
Astronomlar sinyal aramak için teleskoplarını uzak yıldızlara çeviriyor ve radyo dalgalarına odaklanarak ayrı frekanstaki düzensiz kalıpları dinliyor.
Bir anormallik bulunursa, sinyal tekrar gözleniyor. Eğer kaybolursa, Dünya’daki bir şeyden, muhtemelen bir uydudan gelmiş olmalı. Eğer aynı noktadan beş kez duyulursa, işler ilginçleşiyor. Bu noktada sinyalin Dünya dışı kökenli olma ihtimali göz önüne alınıyor. SETI Enstitüsü, saatte sadece yüzde onu ilk aşamayı geçen binlerce sinyali incelemek için otomatik bir sistem kullanıyor. Elbette bunların hiçbirisi şimdiye kadar son aşamayı geçemedi, ancak yıllar boyunca tahmini 300 milyon ilginç sinyal bulundu.
SETI’nin katı protokolleri nedeniyle, bilgi halka sızdırılmadan önce genellikle uzaylılardan gelme ihtimali sıfırlanıyor. Ama bir gün bir sinyal bu testleri başarılı bir şekilde geçebilir. Bu keşfin geniş kapsamlı sonuçları olacağı açık, ancak neredeyse kesinlikle diğer bilimsel bulgular gibi ele alınacak. Yavaş yavaş çeşitli kurum ve kuruluşlar alarma geçirilecek ve ardından eğlence başlayacak. Harp, “sinyali ilk anlayanın kim olacağını belirlemek için bir yarış yaşanacak” diyor. “Sinyalin ne anlama geldiğini çözen, kesinlikle Nobel Ödülü’nü alacak. “
İlk adım, sinyalin Dünya’dan her gün gönderdiğimiz radyo yayınları gibi sadece genel bir gürültü mü yoksa bir mesaj içeren yönlendirilmiş bir sinyal mi olduğunu belirlemek olacak. sinyal gürültü ise bize yalnız olmadığımızı ve belki de bu uzak uygarlıktan başka gürültü sinyalleri alabileceğimizi söyleyecek. Eğer sinyal bir mesaj ise, bu durumda içinde şifresini çözmemize yardımcı olabilecek, gizlenmiş bir çeşit anahtar aramaya başlayacağız.
İngiltere SETI Araştırma Ağı üyesi olan, araştırma kariyerinin çoğunu uzaylı sinyalini nasıl deşifre edeceğimizi bulmakla geçiren, Leeds Beckett Üniversitesi’nden John Elliott, “Eğer bir anahtarı varsa, yönlendirilmiş bir mesajı, başka bir uygarlıktan gelen merhaba mesajı bile olsa, onu deşifre etme şansımız çok yüksek” diyor. “Bu biraz, Amazon yağmur ormanlarında, dış dünya ile hiç teması olmamış bir kabileden gelen biriyle tanışmaya benziyor. Bu kelimenin o nesne anlamına geldiğini anlamaları için sadece bir ağacı işaret etmeniz ve “ağaç” demeniz veya bir kayayı işaret edip “kaya” demeniz yeterlidir. Mesajdaki anahtarın yapması gereken de bu.”
Keşfettiğimiz mesajı deşifre edebileceğimizi varsaydığımızda, işler gerçekten ilginçleşiyor. Tepki verip vermememiz konusunda hemen hararetli bir tartışma yaşanacağı kesin. Bu madalyonun her iki tarafı da defalarca tartışıldı. Bazıları varlığımızı açığa