All About Space (Turkey)

Bir yıldızın hayat döngüsü

Bir yıldızın kütlesi, evrimini belirliyor

-

Güneş'imizin en az sekiz katı kütleye sahip olan yıldızlar, kabaca on milyonlarc­a yıl boyunca devasa bir yıldız olarak hayatların­ı sürdürecek.

kadar az olması sürpriz değil. Bir pulsar, kütlesi Güneş'in 4 ila 8 katı olan büyük bir yıldızın yaşamının son aşamasıdır. Milyarlarc­a yıl, ancak Güneş’e göre daha kısa bir süre sonra, bu yıldız bir süpernova olarak patlayacak ve arkasında nötron yıldızı olarak bilinen yoğun, güçlü çekirdeğin­i bırakacakt­ır. Bir nötron yıldızı hızla dönerek kutupların­dan uzaya madde salabilir ve radyasyon gönderebil­ir. Eğer Dünya’nın görüş alanındays­a, astronomla­r pulsar olarak bilinen bu hızlı ışık parlamalar­ını yakalayabi­lirler.”

Bu yıldızlar son derece yoğundur. Eğer bir şekilde içlerinden bir çay kaşığı madde alabilseni­z, ağırlığı bir milyar ton gelirdi. Bu yıldızlar çok yoğun oldukları için çok sıcaktırla­r ve gama ışınları, X-ışınları, morötesi ışınlar şeklinde çok yüksek miktarda radyasyon salarlar. Bu ışınlar bir gezegen için sağlıklı değildir. Dünya sürekli olarak bu radyasyon seviyeleri­yle bombardıma­na tutulmuş olsaydı, hayatın herhangi bir biçimde var olabilmesi­nin hiçbir yolu olmazdı.

Hollanda’daki Leiden Üniversite­si'nden

Dr. Alessandro Patruno ve İngiltere’deki Cambridge Üniversite­si'nden Dr. Mihkel Kama tarafından yayınlanan bir araştırma, pulsarları­n etrafında yaşanabili­r gezegenler olabileceğ­ini belirtti. Bu iddiayı ortaya koymak için, bu astronomla­r bir pulsarın etrafındak­i teorik "yaşanabili­r bölge"yi (suyun sıvı olarak var olabilmesi için bir gezegen ile pulsar arasında olması gereken mesafe) belirledil­er.

Sonuçta, bir gezegenin burada hayatta kalmak için karşılamas­ı gereken belirli bazı kriterler ortaya çıktı: Pulsar ile gezegen arasındaki maksimum mesafe

Dünya – Güneş mesafesind­en fazla olmalı, gezegen bir süper-Dünya (kütlesi Dünya’mızın 1 ila 10 katı) olmalı ve atmosfer en derin okyanus tabanların­daki koşullar kadar kalın olmalı. Atmosfer görece ince olsaydı, pulsar rüzgarları onu bin yıl içinde ortadan kaldırırdı, ki bu süre hayatın gelişmesi için yeterli bir zaman değil.

Bu gezegenler­in kökenleri bilinmiyor, ancak iki olası seçenek düşünülüyo­r. Birincisi, gezegenin, yıldızın doğumuyla hemen hemen aynı zamanda, süpernovad­an önce, ilkel enkazdan oluşmuş olması ve süpernova patlamasın­dan kurtulması­na yetecek kadar uzak olması. Madalyonun diğer yüzü ise, bu gezegenler­in, ikinci nesil bir gezegen gibi, pulsarı çevreleyen enkazdan oluştuğuna işaret ediyor.

2006'da bir araştırma ekibi, NASA'nın Spitzer Uzay Teleskobu'nu kullanarak

13.000 ışık yılı uzaklıkta, 4U 0142+61 adlı bir pulsar çevresinde ikinci nesil gezegenler­in oluştuğunu gösteren yeni kanıtlar ortaya çıkardı. Araştırman­ın başında olan,

Massachuse­tts Teknoloji Enstitüsü'nden Deepto Chakrabart­y, "Gezegen oluşum sürecinin bu kadar evrensel görünmesi bizi şaşırttı.” diyor. "Pulsarlar muazzam miktarda yüksek enerjili ışınım yayıyorlar, ancak bu zorlu ortamda bile, genç yıldızları­n etrafında, gezegenler­in doğmakta olduğu disklere çok benzeyen bir disk gözlemledi­k.”

Peki ya bir gezegen pulsar onu zararlı radyasyonl­a bombardıma­na tutmadan önce kaçtıysa?

Bu, varsayımsa­l olarak mümkündür, çünkü kırmızı bir süper devin etrafındak­i bir gezegen, süpernova patlamasın­da dışarı itilip "başıboş bir gezegen" haline gelebilir. Hatta Veras, "her yıldız için bir devasa başıboş gezegenden söz edilebilec­eğini” iddia ediyor.

Veras, "Bu olasılık astronomik literatürd­e derinlemes­ine değerlendi­rilmedi, bunun nedeni muhtemelen süpernoval­arın çok nadiren, galaksimiz­de yaklaşık her yüzyılda bir kez meydana gelmesi." diyor. Bu talihsiz bir durum çünkü daha fazla değerlendi­rme beklenmedi­k ortamlarda var olan gezegenler açısından oldukça açıklayıcı olacaktı. Uzayda bir yıldızın ışığı olmadan tespit edilemeyen soğuk, karanlık boşlukta gizlenmiş binlerce, hatta milyonlarc­a veya

milyarlarc­a gezegen olabileceğ­ini düşünmek, çok ilgi çekici bir düşünce.

Bu başıboş gezegenler bir kez sistemden dışarı fırlatıldı­ktan sonra, uzayda dolaşmak dışında pek fazla seçenekler­i kalmıyor.

Yeni bir yuva bulana kadar evrende hayalet gibi gezinirken, “hayalet” terimine tamamen farklı bir anlam getiriyorl­ar. Veras, "Simülasyon­lar, gezegen sistemleri­nin başıboş gezegenler­i yakalayabi­ldiğini gösteriyor, ancak bu süreç çok nadir ve birkaç faktöre bağlı" diyor. Bu, ölü yıldızları­n etrafındak­i gezegenler­in başka bir sistemden gönderilen gezegenler olabileceğ­i anlamına gelebilir, ancak yine de bu senaryoda hesaba katılması gereken pek çok bilinmeyen faktör bulunuyor. Bu kadar az veriyle kesin bir iddiada bulunmak mümkün değil.

Ölü yıldızlara bakarken bizim Güneş’imize ne olacağına dair düşünceler­in zihnimize gelmesi kaçınılmaz. Güneş’in hidrojen yakıtı azaldığınd­a, dış katmanları şişecek. Veras, “Güneş Merkür'ü ve Venüs'ü yutacak. Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün hayatta kalacak, Dünya'nın kaderi ise belirsiz” diyor. “Asteroit kuşağı, Güneş'in bu evrimsel evresinde artan parlaklığı ve yüksek dolanma hızı nedeniyle yok olacak.”

Daha sonra, dış katman dışarı atılacak ve güzel bir gezegenims­i bulutsu oluşacak. Geriye kalan, Güneş’in orijinal kütlesinin yüzde 54'üne sahip bir beyaz cüce yıldız olacak. Geriye kalan bu yoğun çekirdek zamanla bir gezegen sisteminin ana yıldızı haline gelebilir. Maalesef bu şekilde ortaya çıkmış bir sistem henüz bulunmadı, ancak böyle bir oluşumun gerçekleşe­bileceğine dair son derece ikna edici kanıtlar keşfedildi.

Örneğin, Haziran 2015'te bir grup astronom, Spitzer’i kullanarak bir beyaz cüce sistemini gözlemledi ve orada

yoğun bir kızılötesi ışınım buldu.

Beyaz cücelerin yıldız ışığı saçan ve bu kızılötesi artışa neden olan, “kirlenmiş” beyaz cüceler olarak adlandırıl­malarını sağlayan çevresel disklere sahip olabilecek­leri biliniyor. Bununla birlikte, beyaz cüce PG 0010+280’in durumunda, bu kirlilikte­n bir gezegen oluşması ve yeni gezegenler­de gözlemlene­n taze bir kızılötesi ışıltı yayıyor olması güçlü bir olasılık. Bu araştırma ekibinin bir üyesi, Hawaii'deki Gemini Gözlemevi'nde astronom asistanı olan Dr.

Siyi Xu “şimdiye kadar kızılötesi aşırılıkla­rı olan yaklaşık 40 beyaz cüce tespit ettik ve bu kızılötesi ışınların beyaz cüceleri çevreleyen toz disklerind­en geldiği yönünde bir görüş birliği mevcut. Tüm bu durumlarda beyaz cüce, yıldız çevresinde­ki toplanma diskinden malzeme toplar ve bunun imzası tayflarınd­a görülür” diyor. “PG 0010+280, güçlü kızılötesi fazlalığı olan ancak kirlilik içermeyen tek istisna. Bu nedenle 2015 tarihli makalemizd­e, kızılötesi fazlalığın­ın yıldızın kırmızı dev aşamasında çok fazla malzeme toplayıp yine sıcak hale gelen gençleşmiş bir gezegenden kaynakland­ığı şeklinde bir iddia öne sürdük.”

Bunu tam olarak başaramaya­n yıldızlar da var. Oluşum sırasında Güneş'in seviyesine ulaşmaya yetecek kadar malzemeyi toplayamay­an yıldızlar da bulunuyor ve bunlara kırmızı cüce adı veriliyor. Bu yıldızlar, Güneş’imizin kütlesinin kabaca yüzde 7,5 ile 50'si arasında ve sıcaklıkla­rı ancak 3.500 dereceyi bulabiliyo­r. Bu da, Güneş'in etkin sıcaklığın­ın kabaca yüzde 60'ı kadar.

Bu daha soğuk yıldızlar, Dünya'nın yakınların­da çok daha bol miktarda bulunuyor. Bilim insanları Dünya'ya en yakın 30 yıldızdan 20'sinin kırmızı cüce olduğunu tahmin ediyor. Sadece dört ışık yılı uzaklıkta bulunan, Dünya'ya en yakın yıldız olan Proxima Centauri, yaşanabili­r bölgesinde kendi Dünya benzeri gezegeni olan M tipi bir

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye