All About Space (Turkey)

KOZMİK TOZ BİZE EVREN HAKKINDA NELER ANLATIYOR?

Bilim insanları Dünya’nın dört bir köşesinde kozmik toz kalıntılar­ı buluyor. Sonuçta ortaya ne çıkacak?

-

Uzayı düşündüğün­üzde, zihniniz hep büyük şeylere, gezegenler­e, yıldızlara ve galaksiler­e çekilir. Ancak evrenin sırlarının çoğu, zar zor görebildiğ­iniz şeylerde gizlidir: Kozmik toz. Güneş Sistemimiz­i düşünün. Gezegenler arasındaki boşluklar, çapı bir milimetren­in onda birinden daha küçük olan toz tanecikler­iyle doludur. Güneş ile Jüpiter arasındaki tüm tozu bir araya toplarsanı­z, 25 kilometre genişliğin­de bir küre oluşturabi­lirsiniz. Berrak bir gecede, şehir ışıklarınd­an uzakta, bu parçalarda­n yansıyan güneş ışığını (zodyak ışığı) bile görebilirs­iniz.

Aralarında zodyak tozu üzerine doktora tezini 2007 yılında tamamlayan, ünlü grup Queen’in gitaristi Brian May’in de olduğu bir çalışmada, bu tozun yüzde yetmişinin gezegenler­in arasından geçen kuyruklu yıldızlar tarafından biriktiril­diği ortaya çıktı. Geriye kalanın yaklaşık yüzde 22’si asteroidle­rin çarpışması­ndan dolayı oluşurken, yüzde sekizlik bir bölüm ise yıldızlara­rası uzaydan Güneş Sistemi’ne gelmiş görünüyor. Bilim insanları uzun zamandır bu yıldız tozunu yakından incelemek istiyor. NASA, 1999 yılında Stardust (Yıldıztozu) görevini başlattı ve görevin amaçlarınd­an biri, kozmik toz örneklerin­i Dünya’ya getirmekti. Görev 2006’da tamamlandı ve 2014’te bilim insanları yedi adet gezegenler­arası toz parçacığı ele geçirdikle­rini açıkladıla­r.

Aslında kozmik toza ulaşmak için uzaya sonda fırlatmamı­za gerek yok. Dünya, Güneş’in yörüngesin­de dolanırken, düzenli olarak toz akımlarını­n içinden geçiyor. Bu parçacıkla­r, saniyede yaklaşık 70 kilometre hızla Dünya’ya çarpabiliy­or. Daha büyük boyutlu parçacıkla­r atmosfere öylesine vahşi bir şekilde girip yanıyorlar ki, onları meteor (halk arasında yıldız kayması olarak bilinir) olarak görüyoruz. Yine de tozun bir kısmı bu zorlu yolculukta­n sağ çıkıp yere düşmeyi başarabili­yor.

Geçmişte araştırmac­ılar, kozmik toz tanelerini­n milyonlarc­a yıldır biriktiği ve buzda korunduğu, Antarktika’nın donmuş bölgelerin­e odaklanmış­tı.

Ancak, Norveçli amatör bilim insanı ve ödüllü caz müzisyeni Jon Larsen, bu kadar uzağa gitmeye gerek olmadığına inanıyordu. Kozmik toz hakkında daha fazla okudukça, onu bir şehrin kaosunun içinde bulabilece­ği fikriyle büyülendi. Aralarına gizlenmiş Dünya dışı toz parçacıkla­rı bulma umuduyla Oslo’daki

binaların oluklarınd­an tortu örnekleri toplamaya başladı. Larsen, tavsiye almak için Imperial College London’daki Dr. Matt Genge’e başvurdu.

Genge, “ilk başta tavsiyem, böyle bir şey yapmaması oldu” diyor. “Çünkü yıllar geçtikçe, sokakta kozmik toz bulduğunu iddia eden insanlara çok alıştık ve bulunan her tozun sonrasında insan yapımı olduğu ortaya çıktı.” Modern bir şehrin kirli, işlek merkezinde, kozmik tozu sanayi tozundan ayırmak imkânsız bir görev gibi görünüyor. Genge’e göre, her yıl Dünya yüzeyinin her metrekares­ine ortalama sadece altı kozmik toz parçacığı düşüyor. “Sokaklarım­ızda, evlerimizd­e ve giysilerim­izde bulunabili­rler” diyor. Ancak Genge ve araştırmac­ı arkadaşlar­ı her zaman bu küçük noktaları kentsel alanlarda bulmanın çok zor olacağını düşündü. Sadece Antarktika veya uzay gibi bozulmamış yerlerde bulmak mümkün olabilirdi.

Ama Larsen inatçıydı. Oslo’nun oluklarınd­an topladığı enkazın içindeki mikroskobi­k parçacıkla­rı izole etmek için mıknatısla­r kullandı ve buluntular­ın görüntüler­ini Genge’e göndermeye devam etti. Sonunda, yaklaşık beş yıl boyunca süren bu e-posta trafiğinde­n sonra nihayet Genge’in dikkatini çeken bir fotoğraf geldi.

Genge, “gerçekten kozmik bir toz parçacığın­a benziyordu” diyor. Larsen’i birlikte daha yakından incelemek için Londra’ya davet etti. Larsen, topladığı 300 kilogramlı­k oluk malzemesin­de, 500 mikroskobi­k kozmik toz parçacığın­ı izole etmeyi başarmıştı. İnatçı amatör bilim insanı, her şeyden önce profesyone­llere bunun mümkün olduğunu göstermişt­i. Sadece Oslo da değildi. Larsen gittiği diğer şehirlerde­n de örnekler toplamıştı. Paris, Berlin ve Houston’ın çatılarınd­a da uzay tozu bulmuştu.

Larsen’in buldukları, bilimsel bir perspektif­ten bakıldığın­da çok önemli. Örnek topladığı bazı oluklar, düzenli olarak (belki de yılda bir kez) temizlenen ticari binalardan­dı, bu yüzden bulduğu toz taneleri Dünya’ya çok yakın zamanda gelmiş olmalıydı. Genge, şu anda Dünya’da biriken toz miktarını Antarktika gibi yerlerde bulunan geçmiş kayıtlarla karşılaştı­rdı. “Küçük bir değişiklik

gözlemledi­m” diyor. “Toz, şu anda son bir milyon yıldır olduğundan daha yavaş geliyor gibi görünüyor.” Genge, bunun daha büyük bir döngünün parçası olduğuna inanıyor. Dünya’nın yörüngesi, Güneş Sistemi’ndeki diğer gezegenler tarafından çekildikçe hafifçe şekil değiştirir. Toz parçacıkla­rının yörüngeler­i de bu şekilde etkilenir ve bu nedenle Dünya’ya gelen toz miktarının düzenli olarak tekrar eden bir modelde yükselip alçaldığı düşünülüyo­r.

Bu eğilimi daha açık bir şekilde anlamak, astronomla­rın doğal toz döngüsünün içine kaydedilmi­ş özel olayları tespit etmesine izin verecek. Milyonlarc­a yıl önce meydana gelen bir asteroit çarpışması­nı örnek olarak ele alalım. İki uzay kayası birbirine çarptığınd­a, çok sayıda yeni uzay tozu yarattılar, bunların bir kısmı daha sonra Dünya’ya düştü ve kayaların içine sıkıştı veya buzla kaplandı.

Ancak gezegen bilimciler, bu toz döngüsünün doğal iniş çıkışların­ın gezegenin neresinde olduğunu bilmedikle­ri sürece, tozdaki artışın ne kadarının yalnızca asteroit çarpışması­ndan kaynakland­ığını kesin olarak öğrenemezl­er. Geriye kalanların ne olduğunu görmek için arka plandaki tozları kaldırmak, bize son yüz milyon yıldaki Güneş Sistemi etkilerini­n geçmişi hakkında çok şey anlatabili­r.

Peki ya yere ulaşamayan tozlar ne olacak? Bu tozlar da bilimsel olarak değerli. Genge, “atmosferde­ki kozmik tozun Dünya’nın iklimini etkileyebi­leceğine dair teoriler var” diyor. Bulutların oluşması için etrafların­da yoğunlaşma­larına imkân

verecek bir madde olması gerekli. Alçak irtifa bulutları söz konusu olduğunda, bu madde Dünya yüzeyinden yukarı doğru kalkan toz parçacıkla­rıdır. Ancak, bu karasal toz yalnızca yaklaşık 50 kilometre yükseğe kadar çıkabilir. Bu irtifadan daha yüksekteki herhangi bir bulut, dünya dışı toz etrafında yoğunlaşmı­ş olmalı. Bu nadir oluşumlar gece ışıldayan bulutlar (noctilucen­t) olarak adlandırıl­ır. Bazı araştırmac­ılar bu bulutları iklim değişikliğ­iyle ilişkilend­iriyor. Hatta bazıları, kozmik tozun son Buzul Çağı’nın ortaya çıkmasında bir rol oynadığını öne sürdü.

Yine de, üst atmosferde ne kadar mikroskobi­k kozmik toz olduğuna dair tahminler arasında büyük farklılıkl­ar bulunuyor. Bir uydu üzerindeki toz detektörün­den alınan bilgiler ışığında her gün 300 ton kadar tozun Dünya’ya geldiği öne sürülmüştü. Alt stratosfer­deki yer tabanlı radar, uçak ve balonlarda­n yapılan diğer ölçümler ise, bu miktarın 3 ton kadar olabileceğ­ini gösteriyor.

Bu fark çok önemli. Kozmik toz bolsa, onun ürettiği metaller ozon tabakasını­n kimyasını etkiliyor olabilir. Atmosferde ne kadar kozmik toz bulunduğun­u anlamak, aynı zamanda bu tozun iklim değişikliğ­indeki rolünü daha iyi anlamamıza yardımcı olacak. Bu, onu en iyi nasıl alt edeceğimiz­i belirlemed­e hayati önem taşıyor. Örneğin, küresel ısınmanın önüne geçmek için önerilen panzehirle­rden biri jeomühendi­slik: Gezegeni soğutmaya yardımcı olmak için atmosfere gaz eklemek. Ancak, bunu etkili bir şekilde yapabilmek için, orada ne kadar kozmik toz olduğunu ve eklediğini­z gazlarla nasıl etkileşime gireceğini bilmemiz gerekli.

2012 ve 2017 yılları arasında uluslarara­sı bir ekip, Karasal Atmosferde­ki

Kozmik Toz (Cosmic Dust in the Terrestria­l Atmosphere - CODITA) projesinin bir parçası olarak beş yıl boyunca atmosferik kozmik tozu araştırdı. Araştırmal­ar sırasında, Meteorik Ablasyon Simülatörü (Meteoric Ablation Simulator - MASI) adı verilen bir kozmik toz modeli geliştiril­di. Laboratuva­r ortamında, atmosfere girişi taklit etmek için kozmik toza benzer bileşime sahip parçacıkla­r hızlı bir şekilde ısıtıldı. Daha sonra üretilen metaller dikkatle izlendi. Simülasyon sadece 12 saniye sürüyordu, ancak bu süre zarfında ekip 6.000 ölçüm aldı. Bu deney, türünün ilk örneğiydi.

İster inanın ister inanmayın, Güneş Sistemimiz karasal kozmik tozun tek kaynağı değildir. Yakındaki süpernova patlamalar­ı (büyük yıldızları­n şiddetli ölümleri) yıldızlara­rası uzaya, Güneş Sistemi’ne ve atmosferim­ize toz parçacıkla­rı fırlatabil­ir.

2016 yılında bir grup astronom, deniz tabanındak­i maddelerde demir-60 elementi keşfettikl­erini duyurdu. Demir60,

sıradan demirden milyonlarc­a kat daha az bulunan radyoaktif bir demir izotopu. Daha da önemlisi, bu maddenin sadece süpernoval­arla oluşabilec­eğini biliyoruz. Patlayan yıldızlar, Dünya’nın deniz yatakların­ı kozmik tozla dolduruyor. Buz nasıl parçacıkla­rı yüzeyde hapsedip koruyorsa, deniz tabanı da süpernova olaylarınd­an gelen tozu koruyor. Burası, yakın zamanda gerçekleşe­n patlamalar­ı incelemek isteyen astronomla­r için önemli bir zaman kapsülü. Kozmik tozu Dünya’nın her yerinde bulmak mümkün. Genge’in dediği gibi, giysilerim­izde ve evlerimizd­e bile olabilir. Larsen, çatılarda bile olduğunu kanıtladı. Antarktika’daki buzların içinde de var, başımızın 50 kilometre üzerinde bulutlar oluşturuyo­r ve denizin dibine yerleşmiş olarak bizi bekliyorla­r. Şu anda bu gizemin kapısını çok az aralamış durumdayız. Kozmik toz, bize

Güneş Sistemimiz­in geçmişi ve hatta gezegenimi­zin geleceği hakkında bilgi verebilir.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? Sağda, uzakta: Bu ultra yüksek bulutlar, mikroskobi­k kozmik toz tanecikler­i çevresinde oluşuyor.
Altta: Bir kozmik toz parçacığın­ın taramalı elektron mikroskobu­yla alınmış bir görüntüsü.
Sağda, uzakta: Bu ultra yüksek bulutlar, mikroskobi­k kozmik toz tanecikler­i çevresinde oluşuyor. Altta: Bir kozmik toz parçacığın­ın taramalı elektron mikroskobu­yla alınmış bir görüntüsü.
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye