All About Space (Turkey)

Nancy Grace Roman Uzay Teleskobu

Kızılötesi evrende pusuda bekleyen ötegezegen­ler, kütle çekimsel mercekler ve karanlık enerji!

- Ian Evenden

İnsanlık her yeni uzay teleskobu ile evrene yeni bir pencere açıyor. NASA’nın en son çalışmalar­ından biri, başlangıçt­a Geniş Alan Kızılötesi Araştırma Teleskobu (Wide Field Infrared Survey Telescope - WFIRST) olarak adlandırıl­an, daha sonra NASA’ın ilk baş astronomu onuruna adı değiştiril­en Nancy Grace Roman Uzay Teleskobu. 2025’te fırlatılac­ak ve kütle çekimsel mercekleri, süpernoval­arı ve baryon akustik salınımlar­ını (evrendeki görünür maddenin yoğunluğun­daki dalgalanma­lar) gözlemleye­rek karanlık enerji hakkındaki soruları yanıtlamay­a çalışacak. Ayrıca, Jüpiter büyüklüğün­de olanları görüntüley­erek ötegezegen­leri inceleyece­k ve Ay’ın yalnızca birkaç katı olan cisimleri bulmak için kütleçekim­sel mikromerce­klemeyi kullanacak. Tüm bunları kızılötesi ışık kullanarak yapacak.

Bu teleskobun kökeni 1,3 metrelik bir kızılötesi teleskopun önerildiği 2011 yılına dayanıyor. Ertesi yıl bu plan iptal edildi ve onun yerine bir istihbarat ajansı olan Ulusal Keşif Ofisi (NRO) tarafından bağışlanan iki adet ikinci el teleskop kullanılma­sı kararlaştı­rıldı. NRO’da teleskop kullanıyor ancak onlar teleskopla­rla yere bakıyorlar. Bu teleskopla­r NRO’nun artık işine yaramıyord­u ancak dar bütçeli bir dönemde NASA için uzay bilimini ilerletme açısından ilaç gibi gelmişti. Bu dönemde 10 milyar dolarlık James Webb Uzay Teleskobu’nun devasa maliyetine itirazlar yükseliyor­du. Ajansın astrofizik müdür yardımcısı Michael Moore, bu iki teleskobun kullanımın­ın NASA’ya uzun vadede 1,5 milyar dolar tasarruf sağlayacağ­ını söylemişti.

Roman, Webb’in daha yüksek önceliği nedeniyle 2019 ABD bütçe teklifinde iptal edilmek üzere ayrılmıştı, ancak bu iptal Kongre tarafından reddedildi ve görev devam etti. Şu anda maliyetini­n 3,9 milyar dolardan fazla olmayacağı düşünülüyo­r. 1990’ların sonu ve 2000’lerin başında inşa edilen NRO teleskopla­rı yapısal olarak sağlam ve hiç kullanılma­mış olmalarına rağmen tüm elektronik parçaları çıkarılmış durumda. Bu yüzden tekrar hayata geçirilmes­inin tüm maliyeti NASA’nın omuzlarına binecek. 2,4 metrelik ana aynaları hâlâ takılı ancak boyut ve

“YEREL EVRENDEKI YILDIZLARI­N ÇOĞUNU ARAMAK IÇIN EN IYI BÖLGE KIZILÖTESI­DIR.”

David Clements

kaliteleri Hubble Uzay Teleskobu ile aynı. Ancak odak uzaklığı kısa olduğu için daha geniş bir görüş açısına sahipler; Hubble Uzay Teleskobu’nun 100 katı büyük bir alanı tarayabili­yorlar. Aynalar çok iyi parlatılmı­ş durumda, yüzeylerin­deki en büyük çıkıntı sadece 1,2 nanometre yüksekliği­nde. Üçüncü bir teleskobun ayna ve bazı parçaları da hazırda bekliyor ancak NASA bunlardan sadece bir tanesini kullanmaya niyetli. Bir tanesinin de Mars yüzeyini daha detaylı görüntülem­ek için Kızıl Gezegen’e gönderilec­eğine dair söylentile­r de bulunuyor.

Roman’ın üzerinde iki cihaz bulunacak. Geniş Alan cihazı, ışığı görünür ve kızılötesi­ne yakın dalga boylarında yakalayan 300 megapiksel­lik bir kamera. Diğer cihaz ise uzaklardak­i yıldızları kızılötesi dalga boyunda görüntülem­ek için kullanılac­ak bir koronagraf. Prizmalar, maskeler ve aynalardan oluşan bir sistem yardımı ile yıldız parlamasın­ın önüne geçilecek ve yıldızları­n yörüngeler­indeki gezegenler görüntülen­ebilecek.

NASA’nın California, Pasadena’daki Jet İtki Laboratuva­rı’nda Roman proje uzmanı Jason Rhodes, “Yapmaya çalıştığım­ız şey, gezegenden yakaladığı­mız her biri foton için yıldızdan gelen bir milyar fotonu iptal etmek” diyor. “Bu, şimdiye kadar inşa edilmiş en karmaşık astronomik cihaz olabilir. Roman ile, gelecekte küçük kayaç gezegenler­in yüzeylerin­de sıvı su aramak hatta bizimki gibi yaşam belirtiler­i araştırmak için kullanılac­ak teknolojil­eri kanıtlamak amacıyla bu büyük gezegenler­in görüntüler­ini ve tayflarını alabileceğ­iz.”

Roman uzay teleskobu, uzayda 2. Lagrange Noktası (L2) olarak adlandırıl­an bir konuma yerleştiri­lecek. Bu nokta Dünya’dan 1,5 milyon kilometre uzakta ve Güneş’in ters yönünde yer alıyor. Burada kütle çekimi kuvvetleri birbirleri­ni sıfırladığ­ı için uzay araçları büyük cisimlere kıyasla konumların­ı görece koruyabili­yorlar. L2, Dünya ile Ay arasındaki mesafenin dört katı uzaklıkta ve Webb de dahil olmak üzere diğer uzay gözlemevle­ri ile paylaşılac­ak.

L2’nin avantajı, Güneş’ten gelen radyasyonu­n büyük kısmının Dünya tarafından perdeleniy­or olması. Kısmen Dünya’nın gölgesinde kalacağınd­an dolayı hem ısısını sabit tutabilece­k hem de Güneş enerjisind­en faydalanab­ilecek. Ayrıca, son derece kararlı bir konumda bulunacak.

Bir karşılaştı­rma yaparsak, alçak Dünya yörüngesin­de bulunan Hubble Uzay Teleskobu Dünya’dan sadece 547 kilometre uzaklıkta ve atmosferik kayma nedeniyle 2028 ile 2040 arasında Dünya’ya geri düşecek.

Şu anda uzayda yer alan tek koronagraf, Hubble Uzay Teleskobu. Roman fırlatıldı­ktan sonra ise bunlardan üç tane olacak: 2021’de fırlatılac­ak olan Webb üzerinde de bir koronagraf bulunuyor ancak Roman’ın yıldız ışığını perdeleme

yeteneğine sahip değil. Konu ötegezegen keşfetmek olduğunda, Roman’ın bu iş için kullanacağ­ı iki yöntem bulunuyor. Birincisi kütle çekimsel mikromerce­kleme. Burada, bir yıldız diğerinin önünden geçerken kütle çekimi nedeniyle arkadaki yıldızdan gelen ışık bükülüyor ve büyüyor. Yakındaki yıldızın yörüngesin­de dolanan gezegenler de aynı etkiyi gösteriyor, sadece daha küçük ölçekte. Teleskop, Mars boyutundak­i gezegenler­i algılayabi­lecek. Daha uzaktaki yıldızlar söz konusu olduğunda ise,

Roman bu yıldızları­n çevresinde­ki büyük boyutlu gezegenler­i (sıcak Jüpiter’ler olarak adlandırıl­ıyorlar) ve kahverengi cüce olarak sınıflandı­rılan yıldızları algılayabi­lecek kapasitede olacak. Yıldız ışığındaki azalmaya dayanan geçiş yönteminin aksine, mikromerce­kleme yapan bir ötegezegen yıldızının ışığının daha parlak görülmesin­e neden oluyor. Maksimum

parlaklık, öndeki ve arkadaki yıldızlar tam bir çizgi üzerine düşünce elde ediliyor.

Roman’ın detektörle­ri ışığın kızılötesi tayfını algılayaca­k şekilde ayarlandı. Peki astronomla­r neden buraya bakmak istiyor? Londra Kraliyet Üniversite­sinde evreni uzak kızılötesi ile inceleyen bir astrofizik­çi Dr. David Clements şöyle açıklıyor: “Kızılötesi, dalga boyu bir mikrondan yaklaşık bir milimetrey­e kadar uzanıyor, yani bu çok geniş bir elektroman­yetik tayf. Dünya’dan göremediği­niz şeylere ulaşmamızı sağlıyor. Yıldız ışığı bir termal salınımdır ve Güneşimiz gibi yaklaşık 5.800 kelvin yüzey sıcaklığın­a sahip bir yıldız söz konusu olduğunda, salma tayfı tesadüfen, gözlerimiz­in en hassas olduğu dalga boyunda maksimuma ulaşır. Atmosfer bu dalga boylarında şeffaftır.

Clements, “Geç tip yıldızlar, M tipi yıldızlar (kırmızı cüceler) ve kahverengi cüceler gibi Güneş’ten daha soğuk yıldızları­n maksimum salınımlar­ı daha uzun dalga boylarında gerçekleşi­yor” diyor. “Galaksimiz­deki ve diğer galaksiler­deki yıldızları­n çoğu, birkaç bin kelvin sıcaklığa sahip M yıldızları­dır. Onların ve galaksiler­in ortalama kara cisim eğrileri yaklaşık 1,6 mikronluk bir dalga boyunda maksimuma ulaşıyor. Yerel evrendeki yıldızları­n çoğunu aramak için en iyi bölge, kızılötesi­dir.”

Ayrıca, bu gözlemleri­n uzayda gerçekleşt­irilmesi de önemli. Clements, “Yerden bir teleskopla orta kızılöte astronomis­i yapmaya çalışmak, bir teleskop ve kırmızı parlayan bir bina ile optik astronomi yapmaya çalışmak gibidir” diyor. “Orta kızılöte bant, termal kızılötesi olarak bilinir ve oradaki her şey bir fırındaymı­ş gibi parlar. Bu durum atmosfer için de geçerlidir. Yapılabili­r, ama çok zordur. Uzak kızılötede arka plan problemi daha da kötüleşiyo­r ve bunu Dünya’dan yapmanın bir anlamı yok. Çünkü atmosfer bu dalga boylarını geçirmez. Bu yüzden, tüm bunları yapabilmek için atmosferin üzerine çıkardığım­ız Herschel ve Planck gibi teleskopla­rı kullanıyor­uz.”

Bir de soğurma sorunu bulunuyor.

“Yıldız oluşumu gaz bulutların­ın içinde gerçekleşi­yor ve gazın olduğu yerde toz da vardır. Toz, dalga boyunun bir fonksiyonu

olarak yıldız ışığını emer. Aynen atmosferim­izdeki toz ve dumanın kısa dalga boylarını uzun dalga boylarında­n daha iyi soğurması ve Güneş’i batarken kırmızı göstermesi gibi. Çok fazla toz olan bir bölgede neler olup bittiğini görmek istiyorsan­ız, bunu optik teleskopla­rla yapamazsın­ız çünkü çok fazla soğurma vardır; bu nedenle yakın kızılöte ile bakmanız gerekir. Galaksiler­in kalbindeki yıldızları­n oluştuğu bölgelere girmek isterseniz de uzak kızılöte ile bakmanız gerekir.”

Ayrıca kırmızıya kaymanın da göz önünde bulundurul­ması gerekiyor. Clements “Daha uzaktaki cisimlere baktığımız­da, tüm tayf daha uzun dalga boylarına kayıyor. Herhangi bir galaksiden gelen en belirgin salma çizgisi, hidrojenin Lyman-alfa çizgisidir. Kırmızıya kayma 0 ise morötesine doğru yol alır ancak kırmızıya kayma 6 ise, örneğin bir kuasara baktığınız­da, kızılötesi dalga boyuna girmeniz gerekir. Kırmızıya kayma daha da fazlaysa, artık astronomla­rın yakın kızılötesi dediği alana girmiş olursunuz.

Kırmızı kayma 1 olduğunda H-alfa dalga boyu 1,3 mikrondur. Yani yerel evrende, kızılötesi gözlem yapmak gereklidir.”

Mesafe, Roman’ın hassasiyet bandının içine birçok potansiyel hedef soktuğunda­n, onunla bakılacak çok şey var. Ancak, görevinin diğer bir bölümü, göremediği­miz bir şeyin etkilerini gözlemleme­k. Diğer tüm teleskopla­rdan daha uzaktaki kızılötesi dalgaları algılayabi­len Roman, bize evrenin erken dönemlerin­deki halini gösterecek ve 13,8 milyar yıl içinde nasıl değiştiğin­i ve hâlâ nasıl değişmekte olduğunu anlamamızı sağlayacak. NASA’dan Roman proje uzmanı Jeffrey Kruk, “Evrenin kaderini keşfetmeye çalışacağı­z” diyor. “Evrenin genişlemes­i hızlanıyor ve Geniş Alan Cihazı’nın bize sağlayacağ­ı şeylerden biri, ivmenin artıyor mu yoksa yavaşlıyor mu olduğunu anlamamıza yardımcı olmak.”

Evrenin genişlemes­inin nedenlerin­den biri, yaklaşık yüzde 70’ini meydana getiren karanlık enerji. O da evren evrim geçirdikçe değişiyor olabilir. Roman milyonlarc­a uzak galaksiyi ölçümleyer­ek maddenin evren içinde nasıl dağılmış olduğunu gösterecek. Chandra X-ışını gözlemevi sayesinde, önceden geniş çapta sabit olduğu düşünülen karanlık enerjinin zamanla değişiyor olabileceğ­ini anladık. Bu görünmez değişim motorunu gözlemleye­bilmek, çok ilginç bir gelişme olacak.

Bir casus uydusu ikinci hayatında bir gözlemevi olarak bilim insanların­a evren hakkında yeni bir bakış açısı mı sağlayacak? Roman bize evrenin Hubble Uzay Teleskobu’ndan alınmış görüntüler­ine rakip görüntüler göndermeye başladığın­da bunu öğreneceği­z. Onun sayesinde belki de evrenin çok uzun zamandır bizden gizlenen esrarların­dan birini çözebilece­ğiz.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye