MARS’A İNİŞ
İki haftalık bir karantina, üç
COVID-19 testi ve yüzümde maske, yüz siperi, ellerimde eldivenlerle geçtiğim iki havalimanı içeren zorlu bir yolculuktan sonra (teşekkürler, koronavirüs salgını) Hawaii’ye geldim, Mars’ta beraber yaşayacağım beş kişilik mürettebatla aceleyle tanıştım, çantamı HI-SEAS minibüsünün arkasına attım ve içeri girip kemerimi bağladım. Tam olarak ne yaptığımı bile anlayamayacak kadar yorgun düşmüştüm.
İki saat boyunca minibüsün camında Hawai manzarasını izledim. Mürettebatla sohbet ettik, deneyim sonunda “Hawaii’de iki hafta: Beklentiler ve gerçekler” başlığı ile yapacağımız sosyal medya paylaşımları düşünerek güldük ve eğlendik. Camdan görünen manzara yemyeşil bir vadiden sonsuz bir kırmızı volkanik kaya denizine dönüşmeye başlamıştı. HI-SEAS’e vardık ve gerçeklik ortaya çıktı:
Bir yanardağın kenarındaki bu küçük kubbe, önümüzdeki iki hafta boyunca evim olacaktı. Fütürist beyaz kubbeden gözlerimi ayırdığımda, doğal arazinin güzelliği beni şaşırttı. Gerçekten de Mars’a benziyordu, Olympus Mons (aslında Mauna Kea) uzakta gururla yükseliyordu. Şimdi, habitattaki yaşam hakkında birkaç şey öğrenmemiz gerekiyordu.
En önemlisi, kova duşu, kompost tuvaleti ve pisuarı olan banyoda nasıl davranacağımızı öğrenmekti. İdrar, geçmişte kompostlama tuvaleti ile sorunlara neden olduğu için pisuar ortak kullanılıyordu. Zihnimi iki hafta boyunca Mars’ta yaşamaya alıştırmaya çalışırken, bir taraftan da ben ve tümü kadınlardan oluşan ekibimin geri kalanı pisuarı kullanmayı öğreniyordu.
Sonunda uykuya dalarken uzaktan gelen patlama sesleriyle irkildim. Yakındaki bir askeri üste “Uzay Kuvvetleri” Mars’ta patlayıcı kullanımını test ediyordu!