Güneş Sistemi Hakkında Her Şey
Evimiz dediğimiz gezegen sisteminde beraber bir tura çıkalım HAKKINDA BILMENIZ GEREKEN HER ŞEY
Evimiz dediğimi gezegen sisteminde gezintiye çıkıyoruz.
GÜNEŞ SISTEMI’NI TANIYALIM
Güneş Sistemi, ara sıra dışarıdan gelen yıldızlararası ziyaretçiler dahil, Güneş’in kütle çekimi etkisi altında olan her şeyi içeriyor. Sistemde Güneş dışında 8 gezegen, 5 cüce gezegen, bu 13 cismin uyduları ve halkaları ve asteroit, kuyrukluyıldız, meteorit olarak adlandırdığımız kaya ve buzdan oluşan sayısız cisim bulunuyor. Bu cisimlerin büyük bir çoğunluğu Güneş’in ekvatoru ile aynı düzlemde ve Güneş’in dönüş yönünde (Güneş’in kuzeyinden bakıldığında saat yönünün tersine doğru) yörüngede dolanıyorlar.
En içteki 4 gezegen çoğunlukla yoğun kaya ve metalden oluşuyor. Dünya bu ‘kayaç’ gezegenlerin en büyüğü, Venüs Dünya’ya çok yakın bir boyutta, Mars daha küçük ve Merkür en küçüğü. Mars yörüngesi ile 11,2 Dünya çapına sahip olan en büyük gezegen Jüpiter’in yörüngesi arasında genişçe bir boşluk bulunuyor. Satürn, Jüpiter’e göre daha küçük. En dışta bulunan, neredeyse birbirinin ikizi olan Uranüs ile Neptün ise 4 Dünya çapı boyuta sahipler.
Güneş Sistemi, yüz milyarlarca yıldız barındıran sarmal bir galaksi olan Samanyolu’nun içinde yer alıyor. Merkezden 26.000 ışıkyılı uzakta olan evimiz, galaksi etrafında bir turunu kabaca 230 milyon yılda tamamlıyor.
KÖKENLERI
Asteroitlerden alınan kaya örneklerine göre Güneş Sistemi yaklaşık 4,57 milyar yıl önce oluşmaya başladı. Her yıldız gibi Güneş de bir gaz ve toz bulutunun çökmesi ile oluştu. Bulutun merkezi ısınıp yoğunlaştıkça daha hızlı dönmeye başladı. Bu esnada etrafta kalan madde ise dönerek bir disk halini aldı.
Güneş parlayacak kadar sıcaklığa ulaşınca, günümüzde Asteroit Kuşağı’nda bulunan ‘buz çizgisi’ne kadar yer alan, erime noktası düşük olan kimyasallar buharlaştı. Bununla eş zamanlı olarak, yeni doğan Güneş’ten yayınlanan iyonize parçacıklardan oluşmuş Güneş rüzgârı, gazı sistemin dışına doğru itmeye başladı. İç tarafta kalan cisimler çoğunlukla kuru kayalardan oluşurken daha dışarıda kalanlar ciddi miktarlarda buzdan oluştu. Dev gezegenler ise güçlü kütle çekimleri sayesinde yoğun gaz atmosferlerine sahip oldular.
GÜNEŞ
Yıldızımız Güneş Sistemi’nde olan her şeyi kontrol altında tutuyor. Güneş, 1,39 milyon km çapı ile tüm sistemin kütlesinin %99,8’ini oluşturuyor ve ağırlıklı olarak hidrojenden oluşuyor; evrendeki en hafif ve en basit gaz.
Güneş nükleer füzyon sayesinde ışık saçıyor. Bu süreç Güneş’in merkezindeki hidrojenin birleşerek helyuma dönüşmesini sağlıyor. Böylece yüksek enerjili fotonlar ortaya çıkıyor ve yavaş yavaş Güneş’in üst katmanlarına doğru ilerlerken enerji kaybederek iç katmanları ısıtıyorlar. Güneş’in akkor haldeki yüzeyi (ışık küre), içeriğindeki gazın saydam hale gelebileceği kadar seyrek olduğu katmanı. Görünür ışık, kızılötesi ışık ve morötesi ışık bu bölgeden dışarıya kaçabiliyor. Yüzeyin ortalama sıcaklığı 5.500 santigrat derece fakat sıcaklığın birkaç bin derece daha düşük olduğu, karanlık gibi görünen Güneş lekeleri de mevcut.
Işık kürenin üzerindeki katmanlar, 11 yıllık döngüye sahip Güneş lekeleri gibi şiddetli aktivitelere ev sahipliği yapıyor. Bu döngü Güneş’in üst atmosferi olan taç tabakasını şekillendiriyor ve görünür çapını attırıyor.
KAYAÇ GEZEGENLER
Kayaç gezegenlerin evrimini etkileyen çok fazla etmen var. Bunlardan ön plana çıkanları boyutları, bileşenleri ve Güneş’ten olan uzaklıkları. Genel olarak bir gezegen ne kadar büyükse çekirdeği o kadar sıcak kalır; bu da daha kompleks bir yapı ve eriyik metal bir çekirdek oluşmasını sağlar. Boyut ve kütle bir gezegenin kütle çekimini belirler. Kütle çekimi ile birlikte
“GÜNEŞ PARLAYACAK KADAR SICAKLIĞA ULAŞINCA ERİME NOKTASI DÜŞÜK OLAN KİMYASALLAR BUHARLAŞTI”
bir manyetik alanın varlığı, o gezegenin atmosferi olup olmaması için belirleyici bir faktördür. Bu faktörler yüzeydeki kimyasalları da etkilerler.
İçteki dört kayaç gezegenin, henüz oluşum dönemlerinde buzul cisimlerin bombardımanına uğradığı ve böylece suyun bu gezegenlere taşındığı düşünülüyor.
Venüs ve Mars bir zamanlar sıvı su okyanuslarına sahipti ancak Venüs’teki kontrolsüz sera etkisi, çölden beter, cehennem gibi bir dünya oluşmasını sağladı. Mars’ın düşük kütle çekimi ve koruyucu bir manyetik alanının olmaması atmosferinin ve yüzeyindeki suyun çoğunun uzaya kaçmasına neden oldu. Bunun sonucu olarak yüzey, kalan suyun donarak kutuplarda hapsolacağı kadar soğudu. Venüs ve Mars geçmiş jeolojik aktivitelere dair izler taşıyor ancak bunlar büyük ihtimalle sadece volkanizma formunda. Dünya’da ise jeolojik aktiviteler çok daha karmaşık.
GAZ VE BUZ DEVLERI
Güneş Sistemi’nin dev gezegenleri iki temel kategoriye ayrılıyor: hidrojence zengin olan daha içteki gaz devleri Jüpiter ve Satürn ve metan, amonyak, su gibi daha karmaşık moleküllerden oluşmuş olan buz devleri Uranüs ve Neptün. Bu gezegenlerin dördü de kendi hava durumlarına sahip olan derin atmosferler barındırıyor. Devasa boyutlarına rağmen bu gezegenler çok hızlı dönüyor ve bu hızlı dönme ekvatorlarında kasırgalar oluşmasını sağlıyor.
Jüpiter ve Satürn’ün aktif atmosferinin altında hidrojen, üst katmanların basıncı ile sıvı ve hatta sıvı-metalik forma geçiyor. Bu durum çok güçlü manyetik alanlar oluşturuyor. Uranüs ve Neptün’ün alt katmanları sıvı formdaki buzlu kimyasallardan oluşuyor. Kütle çekimi kaynaklı iç katmanların yavaşça büzülmesi, üç dev gezegende iç ısı oluşmasını sağlıyor. Böylece hava durumları için enerji sağlamış oluyorlar ancak Uranüs bu konuda gizemli bir istisna.
Devlerin büyük kütle çekimi her birini kendi büyük uydu sistemlerinin merkezine yerleştirmiş durumda. Dördü de gezegen oluşum sürecinden arta kalan maddeden oluşmuş ‘düzenli’ uydular ve sonradan gezegenin etrafına çekilmiş ‘düzensiz’ uydular barındırıyor. Ayrıca her bir dev gezegen, eş merkezli yörüngelere dağılmış parçacıklardan oluşan halka sistemlerine sahip. Bu halkalar en yoğun bir şekilde Satürn’de bulunurken, Jüpiter’in halkası seyrek bir toz bulutu, Uranüs ve Neptün’ün halkaları ise yoğun ve belirgin yaylar şeklinde.
CÜCE GEZEGENLER
Cüce gezegen tanımlaması Güneş Sistemi sınıflamaları arasına 2006’da dahil edildi ancak bazıları bu terimin ortalığı daha çok karıştırdığını söylüyor. Cüce gezegenler, Güneş etrafında bir yörüngede dolanan, küresel olmalarını sağlayacak kadar kütle çekimine sahip ancak yörüngesi civarını diğer cisimlerden temizleyememiş cisimler.
Cüce gezegenlerden ilk olarak 1801 yılında Ceres, ikinci olarak ise 1930 yılında Plüton keşfedildi. Her ikisi de keşfedildikleri dönemde, küçük boyutlarına rağmen gezegen olarak kabul edildi. Ceres kısa süre içerisinde Asteroit Kuşağı’nda daha fazla benzer cisim keşfedilince gezegenlikten çıkarıldı. Plüton’un durumu 1990’larda sorgulanmaya başladı çünkü Kuiper Kuşağı’nda benzer cisimler keşfedilmeye başlanmıştı. Bu sorun, 2005 yılında, 2003 yılındaki veriler incelenirken Eris’in keşfedilmesi ile daha ciddi hale geldi.
Gezegenlerin sayısının giderek artacağını düşünen astronomlar yeni bir sınıflama ortaya koyarak Plüton’u gezegenlikten çıkardı ve Ceres’i de cüce gezegen sınıfına aldılar. Cüce gezegenlerin sınıflandırılması için temel kriter şekilleri olunca ve bazı uzak dünyaların şekli henüz net olmayınca hangi cisimlerin cüce gezegen olabileceği tartışması başladı. Uluslararası Astronomi Birliği şimdilik beş cismi cüce gezegen olarak kabul ediyor: Ceres, Plüton, Haumea, Makemake ve Eris.
KAYAÇ ENKAZ
İç Güneş Sistemi’nde, Güneş Sistemi’nin oluşumundan arta kalan çok sayıda kaya ve toz parçası bulunuyor ve bunların büyük bir çoğunluğu
Mars ile Jüpiter arasındaki
Asteroit Kuşağı’nda yer alıyor. Jüpiter’in kütle çekimi ve Güneş Sistemi’nin erken dönemlerindeki göçü, burada beşinci bir kayaç gezegen oluşumunun önüne geçti.
Günümüzde asteroit kuşağında 1 kilometre çapın üstünde 1,1 ila 1,9 milyon asteroit olduğu düşünülüyor.
Çok geniş bir alana yayıldıkları için bu kuşağı geçmek çok kolay ancak daha uzun zaman ölçeklerinde çarpışmalar gerçekleşmesi kaçınılmaz. Bu durum, benzer kimyasal bileşenlere ve yörüngelere sahip asteroit ailelerinin ortaya çıkmasını sağladı. Asteroitlerin kimyasal bileşenleri Güneş Sistemi’nin doğumundan arta kalan karbon yapıda olanlardan, sonradan parçalanmış antik dünyaların parçaları olan silikat mineralleri ve hatta demirce zengin olanlara kadar değişiklik gösteriyor.
Çarpışmalar asteroitleri diğer gezegenlerin yörüngesini kesen eliptik yörüngelere yönlendirebiliyor. Bunların bazıları, bizim için tehlike arz eden Dünya’ya yakın cisimleri veya, İngilizce kısaltması ile NEO’ları oluşturuyor. NEO yörüngeleri uzun zaman ölçeklerinde kararsız. Ya bir gezegenle çarpışıyorlar ya da (çoğunlukla) bir yakın geçiş sonrası daha uzağa fırlatılıyorlar.
BUZUL GEZGINLER
Güneş Sistemi’nde daha dışarı doğru baktıkça kayaç bileşenlerle bir araya gelmiş daha fazla buzul (sadece su buzu değil aynı zamanda metan gibi diğer uçucu moleküller) cisimler karşımıza çıkıyor. Bu buzul cisimler Asteroit Kuşağı’nda da bulunuyor ancak en yaygın bir şekilde dev gezegenlerin etrafında, Kuiper Kuşağı’nda ve Neptün ötesinde karşımıza çıkıyor.
En bilindik buzul cisimler ise kuyrukluyıldızlar. Bu buzul gezginler yaşamlarının çok uzun bir aralığını
Kuiper Kuşağı cisimleri arasında veya
Oort Bulutu’nda donmuş bir şekilde geçiriyorlar. Bu cisimler tüm güzelliklerini, şans onları Güneş’e doğru giden eliptik bir yörüngeye yerleştirdiğinde gösteriyorlar.
Kuyrukluyıldızların katı çekirdekleri ısındıkça içindeki gazlar buharlaşıp önce koma adı verilen dağınık bir atmosfer oluşturuyor sonra ise Güneş rüzgarları ile savrulan bu gazlar Güneş’in zıt yönüne doğru bir kuyruk oluşturuyor.
İç Güneş Sistemi’ni ziyaret eden kuyrukluyıldızların yörünge periyotları birkaç yıldan on binlerce yıla kadar değişkenlik gösteriyor. Ancak arka arkaya gerçekleşen her bir ziyaret buzlarını ve gazlarını tamamen tüketmelerini sağlıyor ve geriye (yörüngelerine de bağlı olarak) asteroitlerden ayrıştırılamayan karanlık ve sakin cisimler kalıyor.
SINIRLARI ZORLAMAK
Dünya’nın farklı yerlerinden birçok astronom Güneş Sistemi’nin limitlerini, Güneş’in etkisinin cisimler üzerindeki en baskın etki olmayı bıraktığı noktaya kadar tanımlıyor. Bu tanıma göre, Güneş Sistemi’nin sınırı gündurgun olarak tanımlanıyor: Güneş’ten yayınlanan Güneş rüzgarlarının, diğer yıldızlardan gelen rüzgarların basıncı ve yıldızlararası ortam (yıldızlararasında dağınık gaz bulutlarının bulunduğu bölge) nedeniyle durduğu bir duvar.
Bu bölge Neptün’ün uzaklığının 4 katına veya Dünya-Güneş mesafesinin 120 katına karşılık geliyor. Şu ana kadar bu sınırı geçmiş olan 4 araç bulunuyor (Pioneer 10 ve 11, Voyager 1 ve 2) ve bunlardan sadece Voyager’lar sinyal göndermeye devam ediyor.
Gündurgun yaygın olarak Güneş Sistemi’nin sınırı olarak kabul edilmesine rağmen, bu noktanın ötesinde Güneş etrafında dolanan cisimler bulunuyor. Bunların büyük çoğunluğu dağınık diskte, Kuiper Kuşağı’nın uzantısında veya Oort Bulutu’nda yer alıyor. En geniş tanımlaya göre ise Güneş Sistemi Oort Bulutu’nun sınırına kadar uzanıyor ki bu kabaca 1 ışıkyılı uzaklığa denk geliyor.
“BU BUZUL GEZGİNLER YAŞAMLARININ ÇOK UZUN BİR ARALIĞINI DONMUŞ BİR ŞEKİLDE GEÇİRİYORLAR”