EDİRNE KIRMIZISI
Bir renk ki tüm dünyada nam salmış, casusluk hikâyelerine konu olmuş. Bir renk ki tüccarından kâşifine insanları peşinden sürüklemiş.
Halk arasında “Üç kuruş fazla olsun, kırmızı olsun.” diye bir söz vardır. Bu söz sadece kırmızıya düşkünlüğü anlatmakla kalmaz, aynı zamanda onun neden bu kadar değerli olduğunun sırrını da içinde saklar. Üç kuruş fazla vermeye gönüllü olmak; kırmızının hamurunun sevgi ve aşk ile yoğrulduğunu bilmek demektir.
Az bulunan, uğrunda emek verilen, kolay kolay ele geçirilemeyen ve çok talep edilen şeyler hep değerli olmuştur.
İşte kırmızı da, özellikle
“Edirne Kırmızısı” da böyledir. Bu renk sadece Anadolu’da değil tüm dünyada nam salmış, tüccarından kâşifine, misyonerinden zanaatkârına çeşitli mesleklerden insanları peşinden sürüklemiştir.
Doğal boyalar
Renkler üzerine söylenmiş ve söylenecek çok söz var. Renk bilgimizin temelini oluşturan doğa, aynı zamanda türlü türlü renkleri elde etmemiz için de bize büyük bir kaynak sağlar. İlk sentetik boyanın kimyager Perkin tarafından 1856 yılında keşfedilmesinden önce, tekstil üretiminde doğal boyalar kullanılıyordu. Kaynağı bitkiler, hayvanlar ve mineraller olan bu boyalar bölgelerin coğrafi özelliklerine göre dağılım gösterdiklerinden bazı yerlerde oldukça bol, bazı yerlerde ise kıt olmuştur.
Önceleri İpek Yolu vasıtasıyla yapılan ticarette, Marco Polo’nun Uzak Doğu seyahati ve Vasco da Gama’nın
Hindistan seferiyle taşlar yerinden oynamış, Avrupalılara Asya ile doğrudan ticaretin yolu açılmış, birçok malın yanında doğunun göz alıcı tekstil ürünleri ve boyalar Avrupalılarla tanışmıştır. Deniz yollarının açılmasıyla beraber daha renkli bir dünya adına girişilen serüvenler de böylece başlamıştır.
Edirne Kırmızısı (Türk Kırmızısı)
Renkli tekstil ürünlerine duyulan bu ilgi ülkeler arasında rekabete sebep olmuş; birçok