VAN’DA BIR MÜZE
Leziz kahvaltılar için uçağa atlayıp Van’a gidenlere bir müjdemiz var: Uzun bir hazırlık sürecinden sonra tamamlanan Van Müzesi ziyaretçilere kapılarını açtı. Hazır buraya kadar gelmişken yüzyıllar önce, Van ahalisinin kahvaltısını hangi kap kacak içinde yaptığını da görebilirsiniz.
Heybetli dağlarla çevrili
Van Gölü’nün doğusundaki bereketli ovadaydı Urartu Krallığı’nın başkenti Tuşba. Deniz büyüklüğündeki bu gölün kenarındaki dümdüz arazide yerkabuğunu yırtarcasına yükselen kaya kütlesinin üzerine bir kale kurmuşlardı.
Bu dağ hem göle hem ovaya hâkim hem de kayaların dibinde lezzetiyle dillere destan olmuş, yaz-kış akan bir pınarı var. Urartu’nun kurucusu Kral I. Sarduri’nin MÖ 9’uncu yüzyılda krallığının ilk ve en önemli kalesini inşa etmek için burayı seçmesi şaşırtıcı değil. Urartuların buraya ilk yerleşen medeniyet olmadığını Kale Dağı’nın kuzey cephesindeki höyükte yapılan arkeolojik kazılardan anlıyoruz. Bölgeyi katman katman inceleyen arkeologlar, Kale Dağı etrafının 5 bin yıl önce iskân edildiğini,
Erken Tunç Çağı’na ait yapı kalıntılarını gün ışığına çıkararak tespit etti.
Öte yandan I. Sarduri’nin kalesine Urartulardan sonra hangi medeniyetlerin yerleştiği konusunda çok fazla bilgimiz yok. Fakat onu mevcut hâline getirenlerin Osmanlılar olduğu kesin. Onların bıraktığı, Kale Dağı’nı bir taç gibi çevreleyen güçlü ve muhkem duvarların görüntüsü bugün bile son derece etkileyici.
Kale Dağı’nın kuzeyinde yer alan yeni Van Müzesi’nin aynalı cephesi ziyaretçilerini işte bu muhteşem manzarayı yansıtarak karşılıyor. Görkemli girişi kadar müzenin kendisi de tarih meraklılarını heyecanlandıracak nitelikte: 23 ayrı holde başarılı bir ışıklandırma ile birçok seçkin eser sergileniyor. Modern müzeciliğin tüm imkânlarından
faydalanılmış: açıklayıcı panolar, projeksiyonlar ve canlandırmalar sayesinde Paleolitik Çağ’dan günümüze kadar bölgenin tarihi ve etnografyası gözler önüne seriliyor.
Müzenin bir sergi holü,
1998 yılında Hakkari kent merkezinde bir rastlantı sonucu bulunan, insan kabartmalı 13 stele ayrılmış. Anlamları hâlâ gizemini koruyan bu çıplak insan figürlerinin etrafında hayvan, silah ve çadırların resmedildiği, uzunluğu 3 metreye kadar varan steller MÖ 2’nci binyılın ortalarına tarihleniyor.
Müzenin ana teması Urartu Medeniyeti. Urartuların kendi yazıları yokmuş, çivi yazısını ebedî rakipleri Asurlulardan alıp kendi dillerine göre geliştirmişler. Muhteşem çivi yazılı taş blokları ayrı bir holde sergileniyor. Ziyaretçiler Urartuların maden işleme sanatındaki ustalığını ve takılarının çeşitliliğini de keşfedebilirler.
Urartu kalelerini yerinde görmenin cazibesi tabii ki ayrı, ancak yıkık durumda oldukları için eski ihtişamını hayal etmek güç. Van Müzesi devasa taş bloklardan inşa edilmiş Çavuştepe Kalesi’nin girişini bizim için canlandırıyor. Bu salonda ayrıca Urartu’da gündelik hayat, tarım, ekonomi, sulama, dokumacılık ve gıdaların muhafazası gibi konularla ilgili birçok bilgi veriliyor.
Müzeyi gördükten sonra hemen yanındaki Van Kalesi’ni gezmeden ayrılmak olmaz elbette. Duvarlarla koruma altına alınan kale alanına girince geleneksel Van mimarisinin örneklerinden kerpiç evlerle karşılaşacaksınız. Kale Dağı’nın dibindeki çeşmeden ise Vanlılar içme sularını temin ediyor. Çeşmeden akan suyu takip ederek dev kesme taşlarından inşa edilmiş, tam olarak ne işe yaradığına karar verilemeyen Sardur Burcu’nu ve bu yapının her köşesine Akadca ve Asur çivi yazısı ile kazınmış kitabe metnini göreceksiniz. Kale Dağı’nın güneybatı cephesine oyulmuş, Urartu kralları Argişti,
II. Sarduri ve Menua’nın kaya mezarları ise özellikle yaptıkları kahramanlıkları anlatan devasa çivi yazılı kaya duvarından dolayı görülmeye değer.
Parke taşlı yürüyüş yolundan ilerleyerek, surları renkli Ahlat taşından inşa edilmiş kapıdan geçerek tepeye doğru bir yol kıvrılıyor.
Çıkış biraz yorucu olsa da muhteşem bir manzara size bütün yorgunluğunuzu unutturacak. Göl batıya doğru göz alabildiğine uzuyor.
Kuzey sahilinde Süphan Dağı’nın karlı, konik tepesi yükseliyor. Güneyde Artos Dağı’nın kudretli zirvesi selam veriyor. Modern Van doğuya doğru iki üç kilometre uzakta görünüyor.
Zamanında Kale Dağı’nın güney cephesine kurulmuş olan Eski Van şehrinden bugüne engebeli bir arazi dışında pek bir şey kalmamış. Eski Van’ın 1915’teki yıkımından sonra Ulu Camii ve Kızıl Minareli Camii günümüze harap hâlde ulaşmış. Mimar Sinan’ın eseri olan Hüsrev Paşa Camii büyük bir tadilat görmüş, beyazkahverengi çizgili Kaya Çelebi Camii ise tamamen yeniden inşa edilmiş.
Havanın iyi olduğu bir günde, Van’ın Gevaş ilçesindeki Akdamar Kilisesi sizi muhteşem bir gezintiye
davet ediyor. Düzenli sefer yapan gezi tekneleri sizi Ermeni Kralı I. Gagik tarafından Akdamar Adası’nın güneydoğu ucuna yaptırılmış Kutsal Haç Kilisesi’ne götürür. Kapsamlı bir restorasyondan geçirilen 1000 yıllık yapı, bütün ihtişamı ile her geleni büyüler. Kilisenin bütün dış duvarlarını kaplayan zengin taş kabartmaları sanki bir çocuğun hayal gücünden fırlamış gibi: İncil’den motifler avlanma sahneleri ile iç içe geçmiş ve asma yapraklı bordürün içinde saklanmış türlü türlü figürler ziyaretçileri kendine hayran bırakıyor. Hele yolunuz ilkbaharda, badem çiçeği zamanında adaya düşerse ziyaretiniz tam bir peri masalına dönüşecektir.
Van tarihine yapacağınız yolculuk öncesi meşhur
Van kahvaltısı ile enerji toplamanızı mutlaka tavsiye ederim. İskele Caddesi’nde veya Edremit istikametinde göl manzaralı büyük tesisleri tercih edebileceğiniz gibi, çarşıdaki geleneksel kahvaltı salonlarında da bu yöresel lezzetler eşliğinde güne başlayabilirsiniz. Van kahvaltısının olmazsa olmaz ögeleri otlu peynir, süt kaymağı, yoğurt kaymağı, yöresel bal, kavurmalı yumurta, murtuğa ve kavut (dövülerek un hâline getirildikten sonra kızgın tavada tereyağında kızartılan kavrulmuş buğday).
Hoşap Kalesi, Ayanis, Toprakkale ve Çavuştepe Urartu kaleleri, Yedi Kilise veya diğer bir adada bulunan Çarpanak Kilisesi de Van’ın görülmeye değer tarihî eserlerinden. Bunlara bir de harika et lokantalarını, İskele Mahallesi’nin eğlence mekânlarını, Edremit’in plajlarını ekleyin göreceksiniz ki Van sizi her mevsimde, her açıdan memnun edecek!