TEKNOLOJI OTOMOTIV ENDÜSTRISINE FENA ÇARPTI!
Hayatın her alanını etkileyen teknoloji, sadece ilk günden beri değişmeyen içten yanmalı motorlara alternatifleriyle değil, endüstrinin tamamına büyük bir etkide bulundu ve bulunmaya devam ediyor. Sürücüsüz otomobillere doğru giden yolda daha birçok yenilik var!
Bakmayın siz söze eleştirel bir yaklaşımla içten yanmalı motorlardan hayıflanarak başladığımıza; esasen otomotivin tarihine baktığımızda teknolojilere en açık endüstrilerden biri olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Bir önceki yüzyılın başında ilk seri üretim otomobil olan Ford'un yol almaya başlamasından bu yana teknoloji endüstriyi üretim, çalışma ve bakım açısından sürekli dönüştürdü. Gazla beslenen ve içten yanmalı motorun yerini alacak yeni itici güçler de hayatımıza girdi nihayet.
Fosil yakıtlardan elektrikli, hibrit ve alternatif enerji formlarına doğru hızla yol alıyoruz.
Elektrikli araçlar her ne kadar çağımızın teknolojisi gibi dursa da ilk elektrikli otomobiller 1890’larda yola çıkmıştı. Ne var ki gelişimi ve verimliliği için doğru zamana ulaşması adına
100 yıldan fazla geçmesi gerekti. Tesla bu konuda bayrağı taşırken tüm büyük markalar yakın geleceğin itici gücü olan elektrikli araçlarla ilgili büyük bir uğraş veriyor. Sürücüler ve yolcular için teknolojinin endüstriye etkisi elbette sadece üretim ve bakım alanında kalmadı. Sonunda 80’lerin hit televizyon dizisi “Kara Şimşek” gibi kendi kendine yol alabilen araçlarla da tanıştık: Otonom Sürüş. Iggy Pop’un o şahane “The Passenger” parçasında söylediği gibi, arabaya sadece yolcu olarak binmek artık mümkün.
“Kara Şimşek” Teknolojisi
Gösterildiği yıllarda 2000’lerde yollarda “Kara Şimşek” gibi araçların olacağını hayal ediyorduk. Bu hayallerimizin gerçekleşmesi 20 yıl kadar gecikti ama yapay zekânın (ve beraberinde dijital ekosistemin) kazandığı ivmeye baktığımızda çok
daha kısa sürelerde, çok daha akıl almaz yeniliklerle tanışabileceğimizi öngörüyoruz. Arabalar sadece kendine akıllı değil, birbirleriyle de iletişimde olarak, yoldan bilgi alarak, şehirden bilgi toplayarak ve geri bildirimde bulunarak çok daha gelişmiş bir dünyanın oluşmasını sağlayacak. Otonom sürüş sonrası otomobil sahipliği de farklılaşacak. Paylaşım ekonomisi mantığında bir üreticiden araba kiralayarak sizin olduğunuz yere belirli bir dakika içinde gelecek otomobillere binilebilecek. Lüks otomobil kullananlar aynı markalardan araç kiralayarak aynı lüksü sürdürebilecek veya orta sınıf bir otomobil tercih edenler yine bu sınıf model sunan bir markanın aracını kiralayarak istediği an otomobil hizmeti alabilecek. Yollarda sürücüsüz yüzlerce otomobil göreceğiz ve bunlar akıllı şehirlerin damarlarında dolaşan mobil veri istasyonları gibi çalışacak ve başka yeni teknolojilerin gelişmesini, yeni verimlilik imkânlarının sunulmasını sağlayacak.
Günümüzün teknolojilerine dönersek, artık Avrupa Birliği’nde bir otomobil satmak istediğinizde belirli otonom güvenlik standartlarını sunma zorunluluğu bile teknolojinin otomobillere etkisini ortaya koyuyor. Teknolojik fren sistemi dediğimizde aklınıza sadece ABS ve EBD gibi sistemler gelmesin.
Artık aklımıza ilk olarak
AEB gelebilir. Günümüzde birçok yeni araçta standart olan AEB (Autonomous Emergency Braking Otonom Acil Frenleme) yolu değerlendiriyor ve potansiyel çarpışmaları kamera, radar ve lidar teknolojisini kullanarak önlüyor. AEB ve benzeri sistemler önce sürücüyü potansiyel bir kazayı önlemesi için uyarıyor,
sürücüden tepki gelmezse saliseler içinde devreye girerek fren yapıyor.
Standart Donanım: Güvenlik
Benzer şekilde, yolu izleyen güvenlik sistemleri şeritten çıkınca şeride sokuyor, kör noktada bir araç varsa yan kameralardan bilgi alarak sürücüyü uyarıyor ve geri giderken bir nesne varsa hem arka kameradan aldığı görüntüyü ekranda göstererek hem de sensörlerden aldığı bilgilere dayanarak sesle uyarıyor. Hatta yola gösterdiğiniz tepkilere dayanarak uykunuzun gelip gelmediğini anlayıp bir kahve molası vermenizi dahi isteyebiliyor. Tüm bunlar sürücülerin yola daha fazla konsantre olmasını ve dolayısıyla hem konforlu hem de mümkün olan en güvenli yolculuğu sağlamak adına, gelişen teknolojinin nimetleri sayesinde gerçekleşiyor.
Teknoloji devlerinden Google’ın arabası için geliştirdiği sistem ise yoldaki diğer sürücülerin ortak yol davranışlarını yorumlamak için programlanarak otonom sürüşün daha güvenli ve konforlu olmasını sağlayacak şekilde öngörü elde etmesini, daha akıllı yol almasını sağlıyor. Lazer sensörlerle donatılmış sistem, çevresinde yol alan araçların hızlarına ve hareket düzenlerine göre otomobil, bisiklet veya motosiklet olup olmadığını tanımlayabiliyor. Apple’ın sır gibi sakladığı otomobilinin de çarpıcı yeni teknolojiler sunacağı muhakkak. Sürücülerin hayatını yollarda kolaylaştıran bir diğer teknolojinin adı ise adaptive cruise control (uyarlanabilir seyir kontrolü). Farklı markaların sunduğu adaptif sistemler içinde, örneğin Audi’nin sistemi, dur-kalk işlevine sahip aracın çevresini analiz etmek için 30 ayrı kontrol ünitesi kullanıyor
ve 250 kilometre hıza kadar otomobilin önündeki araçla arasındaki mesafesini koruyarak ilerlemesini sağlayabiliyor. Tam otonom bir sistem değil ancak akan veya yavaş ilerleyen trafik şartlarında sürücü için büyük kolaylık sunuyor. Sistem, aracın önündeki iki radar sensörünün ölçümlerine göre çalışıyor. Bu tip gelişmiş cruise control sistemlerinin ve yine kendi kendine park edebilen sistemlerin çoğalması bizi otomotiv endüstrisinin yeni hedefine yaklaştırıyor: “tam otonom sürüş sistemleri”.
Yol Bilgisayarından Fazlası
Eskiden sadece yol bilgisayarı olarak gösterge panelinde gördüğümüz bilgisayar eserleri, günümüzde otomobillerde çok daha merkezî bir hâle geldiğinden, kullanıcı etkileşimi için de çok daha büyük bir kullanım alanı oluşturdu.
Günümüzde üretilen her otomobilin geniş bir işlev yelpazesini kontrol eden bir tür onboard bilgisayarı var. Kullanıcı etkileşimini arttıran bu sistemler aracın birçok özelliğini, dış etkenler hakkında bilgiyi ve birçok araç özelliğiyle birlikte egzoz emisyonlarını bile kontrol etmesini sağlayabiliyor. Ayrıca özellikle akıllı telefonların hayatımıza girmesiyle birlikte arabalarla konuşabilen ve multimedya seçeneklerini otomobilin müzik sistemine yansıtabilen yeni sistemler her geçen gün daha gelişmiş ve daha kullanışlı bir şekilde kokpitlerimize giriyor.
Apple CarPlay ve Google Android Auto gibi platformlar, sürücülerin telefonu eline almak zorunda kalmadan, daha geniş bir ekranda daha az zaman harcayarak kullanabilecekleri telefon işlevselliğini sunuyor. Ancak
bunun bile zaman zaman yeterli olmadığı, böyle bir etkileşimin yol güvenliğini etkileyeceğini düşünen üreticiler dokunmadan, el hareketleriyle kullanılabilen sistemler geliştirdi. Böylece elinizle örneğin “geç” işareti yaparak müzik dinlerken radyonun kanalını değiştirebilir, bir sonraki şarkıya geçebilir, sesi yükseltip kısabilir, telefon görüşmelerini elinizi sağa ve sola kaydırarak cevaplayabilir ya da reddedebilirsiniz.
Yakın gelecekte araç içi eğlence sistemleri, belki de şu an içinde bulunduğunuz uçaklardakilere benzer şekilde ekranlarla (hatta daha büyük olanlarıyla), birçok film veya müzikle, bilgisayar veya tabletlerdeki oyunlarla dolacak. Yapılan araştırmalara göre pazarlama dünyası açısından insana dair en önemli iki kayıp zamandan biri uykuda geçen zaman, diğeri ise otomobillerde geçen zaman! İşte bu anları daha verimli ve daha kârlı hâle getirmenin yolu da araçların otonom olmasından ve araç içi eğlence sistemlerinin daha zengin, daha yetenekli, daha eğlenceli olmasından geçiyor. Daha gelişmiş araç içi eğlence sistemleri ile otomotiv markaları bugün araç üreticisi olarak karşımızda olmasına rağmen, çok geçmeden bir “medya” şirketi olarak karşımızda yerini alacak. Örneğin bir Nissan’a bindiğinizde Nissan kanalını ve benzer şekilde her markanın kendi medyasından filmleri, haberleri izleyecek, oyunları oynayabilecek ve o sırada hedefinize doğru ilerleyebileceksiniz. Böylece arabayı değil, gerçek anlamda arabanın keyfini süreceksiniz!