Kerem Piker
1-2 Mimarların kamusal alandaki üretimleri son derece sınırlı. Herhalde bunun en önemli sebebi kamunun temsilcilerinin nitelikli mimarlık talep etmek konusundaki isteksizlikleri. Bu isteksizlik lafı önemli, çünkü nitelikli mimarlık nitelikli bir mimarlık ofisinin kabiliyetleri ile çerçevelenmiş bir yetkinliğin fazlasını gerektiriyor. İstek ise bir temennide bulunmanın ötesinde, birtakım koşulların sağlanması için çaba göstermek anlamına geliyor. Her şeyden önce iyi bir zaman ve bütçe yönetimi, süreç kontrolü, nitelikli mühendis ve danışmanlık hizmeti desteği sağlanması, doğru iletişim modellerinin oluşturulması gibi bütüncül bir paket, işleri daha akılcı ve gerçekçi yönetmeyi mümkün kılacak dahi olsa, alışkanlıkların ve bu alışkanlıklarla birlikte sürekli öne sürülen mevzuat engelinin karşısında ayakta kalamıyor. Bunun kaçınılmaz sonucu ise isteksizlik, tereddüt ve yılgınlık. Böyle olunca da kamusal alanda nitelikli proje hizmeti alamayan bir kentin gündemindeki bütün kamusal yapılar yapanın ya da kapanın elinde kalıyor.
Peki camiler de bu süreçten nasibini alıyor mu? Esasında prosedürel olarak denilebilir ki camiler kamu kurumları aracılığı ile değil, sivil inisiyatifler aracılığı ile inşa ediliyorlar. Ancak kamu iradesinin herhangi bir yapıdan daha baskın olduğunu, daha çok söz hakkı olduğunu hissettiren bir yapı tipi olduğunu söyleyebiliriz. Belki de bu sebeple herhangi bir kamu yapısı olsun ya da olmasın cami de tıpkı kent meydanı gibi, kültür merkezi gibi yapma alışkanlıklarına yenilip arzu ettiğimiz mimari ve kentsel kalitenin uzağında kendi tekrarlarından türeyen tipolojiler üretiyor.
3 Zamanın ruhuna ayak uydurmak ilginç bir konu. İnsan düşünmeden edemiyor, bu zamanın ruhuna nasıl ayak uydurulabilir? Tarihsel olarak kabul görmüş şemaları yaşatmak belki de tam da bu demek. Eğer öyleyse, zamanın ruhuna tereddütle yaklaşmak belki de daha anlamlı.
Şunu gözden kaçırıyor olabiliriz; biz hep cami diye bir tür tekil yapıyı ve onun her ortama uygulanabilirliğini konuşuyoruz. Oysa camilerin de zamanı, yeri ve koşulları var. Bu koşullar ve koşullara bağlı sonuçlar çeşitleniyorlar. Çoğu kez bu yapıların gündelik hayata katılım paylarının bile yeterince sorgulanmadığını düşünüyorum. Bayramda gittiğiniz cami ile cumaya gittiğiniz cami aynı olmayabilir. Benim izlediğim kadarıyla genel yaklaşım neredeyse her camiyi klasik dönem Selatin camisinin ölçeklendirilmiş bir varyasyonu olarak görmek, buna uyum sağlamak ya da reaksiyon göstermek üzerine. Cami var cami var. Mekansal olarak da böyle; Bir tür inziva duygusu ile kişinin kendi iç dünyasına çekildiği mekanlar üretenler olduğu kadar, epeyce ümitkar, aydınlık, neredeyse içerisi ışıkla yıkanmış camiler de var. Cami çok. Tek bir doğrusu da yok. Hangi camiyi tartışıyoruz, onu iyi tartmak gerekiyor.
Bir tasarımcı olarak, eğer imkan bulabilseydim, mahalle arasındaki bir camiyi tasarlamak isterdim. Böyle bir yapı gündelik hayatın, yaşantının bir parçası olmaya muktedir bir yapı. Koşulları bunu önceliyor. Böyle bir yapının koşulları üzerinden denemeler yapmak mümkün olabilir miydi, bunu daha çok merak ediyorum.
Buna karşın ülkenin en civcivli meydanlarından birinde yapılan bir cami yenilikçi bir cami denemesi olarak üretilebilir miydi? Yoksa yenilikçi bir cami denemesi talep edecek kesim zaten böyle bir meydanda bir cami siparişi vermez miydi? Caminin imgesi, caminin bütün diğer özelliklerinden daha önemliyse bu imgeyi yeniden inşa etmek midir mesele, yoksa tanıdık bir imgeyi yeniden üretmek mi? Açıkçası her iki talebin de karşılığı olabileceğini düşünüyorum. Benim izlediğim kadarıyla Dalokay’ın Kocatepe Camisi önerisi bu koşulları tecrübe etmiş bir vaka; imgeyi inşa etmekten çekinmeyen, ancak bunu eskiyi tekrara düşmeden gerçekleştiren bir proje. Bu tutumu esasında kimseye yaranamamasının da sebebi; bir tarafta bu imgeyi reddeden bir kesim, bir taraftaysa bu imgeyi ancak eski suretiyle kabullenen taraf. Zor konu. 4 Bu türden denemeler çok az. Olanların inandırıcı bulunmaması ise başlı başına bir sorun. Neden sözgelimi Ando’nun tasarladığı bir kiliseyi hayranlıkla izleyen bir mimar ya da mimarlık öğrencisi benzer bir etkileşimi bir cami yapısı ile kurmakta zorlanır? Nitelikli bir cami tasarımının kodlarını kilisenin kodlarını bildiği kadar okumayı bilmediğinden olmasa gerek.
Öte yandan, muhafazakar bir çevrenin modernist biçimlerle üretilmiş bir camiyi kabullenmek istemeyeceği ön kabulü aslında pekala anlaşılabilir bir reflekstir. Zira muhafazakar dünya kavrayışının yeni ile her karşılaşması muhafazakar bakışa göre eski ve kıymetli olana bir tehdit olarak algılanabilir. Dolayısıyla bu türden bir tepkinin tutarlı bir yanı olduğu dahi söylenebilir.
Bu iki örnekleme ister istemez iki kutuplu bir dünya tasviri getiriyor. Yıllar önce katıldığımız bir Ulusal Mimarlık Yarışması’nı hatırlıyorum, camiyi konu edinen az sayıda yarışmadan bir tanesi. Neredeyse katılımcıların tamamının önerisi kübik camilerden ibaretti. Kolokyumdan adımınızı dışarı attığınız anda karşılaştığımız on caminin dokuzu kubbeli. Neden böyle? Neden muhafazakar kesim kendi kavrayışına uygun, nitelikli örnekler üretemiyor ya da neden mimarlar bu kesimin kodlarını okuyamıyor. Bu üzerinde düşünülmeye değer bir tartışma konusu.
5
Bilmiyorum konu oralara varıyor mu. İzlediğim kadarıyla çoğu kez mimar bir tasarım problemi olarak camiyi, kent meydanını, kültür merkezini, tiyatroyu, konu bile edemiyor. Ben yakın çevremde, bir cami projesi alıp işveren istekleri kendi tasarım anlayışı ile örtüşmediği için bırakmak noktasına gelen bir örneğe şahit olmadım. Böyle bir talep yok. Dolayısıyla bir tür fikri tartışma, çekişme, çatışma ya da öğrenme gibi bir süreç de yok. Mimarlar çoğunlukla bir kentin belediye hizmet binasını, o da inşa edileceği şüpheli bir yarışmanın 120’de bir seçilme ihtimali olan yarışmanı olarak projelendiriyorlar. İnşa edebilirlerse ne ala.
6
İyimser olalım. Cemaat yok, cemaatler var. Muhakkak yenilik talebi olan bir cemaat mevcuttur. Karşılaşmaları ve buluşmaları üretecek zemini sağlamak belki de nasıl bir cami diye tartışmaktan daha değerli. En azından şimdilik.