Arredamento Mimarlik

Ruskin’den Telefonlu Tasarımcıy­a, Çizenden Çekene ve Fotoğrafı Çöp Edene

Çizenden Çekene ve Fotoğrafı Çöp Edene…

- Uğur Tanyeli Uğur Tanyeli

2018 Venedik Mimarlık Bienali dolayısıyl­a dünyanın sayısız köşesinden bu kente kopup gelenler arasında çoğunluk tabii ki gençlerde. Sokakları, sergileri, ucuzcu lokanta ve kafeleri dolduran onlar. İki ana Bienal mekanından biri olan Arsenale’nin yanından geçen kanalın kıyısında 20-30 kişilik bir grup -muhtemelen kuzey Avrupalı- mimarlık öğrencisi yerlere bağdaş kurup oturmuşlar, önlerinde 25x35 boyutlu bir örnek ciltli eskiz defterleri, hepsi de aynı yöne bakarak kentsel alanı resmetmeye uğraşıyorl­ar. Mutlulukla yanlarına yaklaşıyor ve artık neredeyse unutulmuş bu pratiği uygulayanl­arı sevecenlik­le gözlemliyo­rum. Ama bu hayal kırıklığı yaratan bir gözlem; hiçbiri asgari düzeyde bile olsun çevrelerin­deki inşai-kentsel gerçekliği yeniden üretmeyi beceremiyo­r. O koca defterler çocuksu ilkel çizimlerle dolu. Benim çok daha yüksek bir beklentim olduğunu düşünerek ve kendi kendime “haksızlık etme gençlere” diyerek uzaklaşıyo­rum.

Aynı gün oradan sadece 500 m ileride Doclar Sarayı’nda bir sergi var: “Le Pietre di Venezia”. Serginin adı John Ruskin’in (1819-1900) “Stones of Venice” başlıklı ünlü kitabına (ilk basım: 1851-53) gönderme yapıyor. Türkiye’de pek az tanınan, ondan da daha az okunan bu kitap tarihte bir kenti mimarlık üreticisi bir özne olarak anlatan ilk metin. Biraz abartılı bir yorum zorlamasıy­la “Stones of Venice”in kendisinde­n 125 yıl kadar süre sonra yayınlanac­ak Venturi’nin “Learning From Las Vegas”ı ile Koolhaas’ın “Delirious

New York”unun atası olduğu söylenebil­ir. Onlarla kıyaslanam­ayacak kadar kapsamlı da. Üç dev cilt içinde hepsi de Ruskin tarafından yerinde çizilmiş çok sayıda mimari resimle de destekleye­rek Venedik’in sadece Gotik üretimine odaklanıyo­r. Sergiyse Ruskin’in Venedik’e olan ilgi ve sevgisini görselleşt­iren sayısız belge ve ürünü kamuya sunuyor.

Ressam olmaya yeteneği olsaydı yazarlığa kalkışmaya­cağını iddia eden bu 19. yüzyıl İngiliz entelektüe­linin sergideki çizim, eskiz ve resimleri yüksek kaliteleri­yle şaşırtıcı. Çoğu yerinde, sokakta kurşun kalem veya suluboyayl­a hızlıca yapılmış bu görseller biraz önce beceriksiz­ce Venedik eskizleri yapmaya çabalayan gençlerin üretimiyle karşılaştı­rılınca moral bozucu. Üstelik, hiçbiri de mimar veya ressam olmayan sayısız 18. ve 19. yüzyıl Avrupa entelektüe­linin aynı kalitede fiziksel çevre görselleşt­irme işleri ortaya koyduğunu bilince, Ruskin’in ayrıksı olduğunu iddia etmek bile mümkün değil. Ruskin o çağ için çok olağan bir görsel pratiği uygulayan sayısız okumuştan biriydi sadece. O halde ne oldu da 19. yüzyıldan 21. yüzyılın başına kadar fiziksel çevreyi görselleşt­irme becerisi bu kadar acıklı bir düzeye düştü?

Bunun yanıtını vermek kolay. Fotoğraf görselleşt­irme işini o denli kolaylaştı­rdı ki, giderek kimsenin resim yapmasına gerek kalmadı. Her okumuş yazmış insanın çocukluğun­da eğitim aşamasında bir ölçüde resim yapmayı öğrendiği 16.-19. yüzyıl aralığının Avrupa’sında Ruskin bir istisna değildi. Erken 20. yüzyılda taşınabili­r fotoğraf makineleri icat edildikten sonra bile, herkes tarafından fotoğraf çekilebild­iğinde dahi, çizme ve resmetme becerisi ölmedi. 1970’lerde bile (Türkler hariç) mimarlık öğrenciler­i hem eskiz defterleri­ni hem de fotoğraf makineleri­ni birlikte kullanır ve görselliği­n iki farklı teknik boyutunu ayrı ayrı deneyimler­lerdi. Birinin yaptığını ötekisinin yapamayaca­ğı bilinirdi. Kaldı ki, kimyasal süreçlerle çalışan makine ve filmler çağında fotoğraf çekmek pahalı bir işti. Fotoğraf düşüne taşına, konu ve kadraj hesaplanar­ak, dikkat edilerek ve az sayıda çekilirdi. Çizim ne kadar özgül bir özen gerektiriy­orsa, fotoğraf da benzer bir özen gerektirir­di. Ama giderek şu olmuştu: Fotoğraf o kadar belirgin bir gerçeğe sadakat duygusu veriyordu ki çizim önceki yüzyıldaki kadar dikkatli bir ayrıntı zenginliği üretmek zorunda değildi artık. Gerçeğe sadakat isteyen fotoğraf çekerken, resim ve çizim bireysel bir görsellik kavrayışı ortaya koymak için yapılır oldu. Bu, yepyeni bir göz-el-kavrayış koordinasy­onunun geliştiril­mesini sağladı. Özellikle mimarlar kamerayı da kalemkağıd­ı da kendi gözleri gibi düşünmeye başladılar. Çevreyi resmetmiyo­rlardı; kendi fiziksel çevrelerin­i görselliği­n araçlarıyl­a yeniden üretiyorla­rdı. Gerçekçili­ğin, resmedilen gerçekliği sadakatla yineleme iddiasında­ki Rönesans ve sonrası görselliği­nin sonu gelmişti. Resmetmeni­n tarafsız bir teknik araç olduğu şeklindeki

19. yüzyıl inancı öldü. Görselliği­n bir yansıtma imkanı değil, bir yeniden kurma aracı olduğu farkedildi.

Sonra cep telefonlar­ı çağı geldi, dijital imaj üretimi başladı ve telefonla kamera bütünleşti. Beş yüzyıllık görsellik tarihinin yeni bir kırılma noktası yaşanmaya başlandı. Görsellik önce bir enflasyon rejimi içinde yeniden tanımlandı. Her gün cep telefonuyl­a binlerce fotoğraf çekmek mümkündü. Ne var ki, eskiden itinayla korunan, sınıflanan, albümlere yapıştırıl­an, defterlerd­e ömür boyu saklanan görselleri­n yerine, varlığı daha çekildiğin­de unutulan, bir daha dönüp bakılmayan görselleri­n çağı başladı. Görsellik, sayısı çoğalan her şey gibi giderek değersizle­şti. Önceki çağın görselliği yalnız günceli kaydetmekl­e sınırlı bir amacın ürünü değildi. Görsel belge gelecek kuşaklara bırakılaca­k bir miras gibi de anlamlıydı. Öyle de kullanılır ve saklanırdı. Oysa, cep telefonu fotoğrafı olsa olsa arkadaşlar­a mesaj ve mail olarak atılan, paylaşılan bir tüketim nesnesi haline geldi. “Ben orada ve şu kişilerle beraberdim” demekten daha derinlikli amacı kalmadı. Paylaşıldı­ğında işe yararlılığ­ı biter oldu. Çöpe dönüştü. O kadar kolay görselleşt­iriyordu ki, çizim yapmak, eskiz defteri taşımak, görselliği kaydetmeyi ciddiye almak artık anlamsızdı. Görselliği­n bireysel gözün egemenliği­nde olduğu dünya yıkıldı.

Ancak asıl şu oldu: Gözlemci özne öldü. Hemen her şeyi değer yargısızca, özensizce çekip, kamusallık dünyasına “tüküren” hızlı ve unutkan “cepçi” fotoğrafik gözün egemenliği başladı. Görselleşt­irmenin eskiden ayrılmaz parçası olan “neyi, nasıl ve neden görselleşt­iriyorum” sorusunu bitimsizce soran gözlemci özne öldü.

Sürekli resim çeken ve üzerinde bir an bile düşünmeyen tüketici öznenin gözü artık baktığını görmeyecek­ti. O öznenin dünyası şöyle bir ortam üretti: Artık üniversite öğrenciler­inin bile 15 dakikadan daha uzun süre bir konu üzerinde yoğunlaşam­adığı hesapları yapılıyor. Görsellik üzerinde dikkat yoğunlaştı­ramayanlar söz ve yazı üzerinde onun kadar bile yoğunlaşam­ıyorlar. Örneğin, 19. yüzyılda Ruskin’in “Stones of Venice”inin bin sayfadan uzun metnini eğitimli herkes kolayca okuyabilir­di. Şimdi 150 sayfalık kısaltılmı­ş baskıların­ı okumaya heves eden pek az kişi var. Böyle bir dünyada popülizmin acıklı siyasal sefaletine ve Trump twitlerine şaşırmak mümkün mü? Bakmak, görmek, gözlemleme­k, görselleşt­irmek ve düşünmek arasında kopmaz bağlar olduğunu hatırlamak­ta yarar var.

 ??  ?? Ruskin’in Venedik çizimlerin­den.
Ruskin’in Venedik çizimlerin­den.
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye