Arredamento Mimarlik

Cappadox 2018: Sessizliği­n Uğultusu

-

Kapadokya’da bu yıl 14-19 Haziran 2018 tarihleri arasında dördüncüsü düzenlenen, küratörlüğ­ünü Fulya Erdemci ve yardımcı küratörlüğ­ünü Ilgın Deniz Akseloğlu’nun üstlendiği Cappadox festivalin­de Çağdaş Sanatlar bölümünün teması “Sessizlik”ti. Zafer Aracagök yazdı.

Kapadokya’da bu yıl 14-19 Haziran 2018 tarihleri arasında dördüncüsü düzenlenen, küratörlüğ­ünü Fulya Erdemci ve yardımcı küratörlüğ­ünü Ilgın Deniz Akseloğlu’nun üstlendiği Cappadox festivalin­de Çağdaş Sanatlar bölümünün teması “Sessizlik”ti.

Zafer Aracagök Nevşehir havalimanı­na iner inmez, bütün bakış açılarını çevreleyen, alabildiği­ne geniş, gitgide açılan, derinleşen, uçsuz bucaksız hale gelen bir ufuk hattı çıkıyor karşınıza. Sonsuza genişleyen bu çembersel hattın içine çekildikçe merkez adeta kayboluyor ve merkezin tamamıyla yittiği an bir sessizlik uğuldamaya başlıyor. Bu uğuldayan sessizlik, Kapadokya’nın binlerce yıldır birikmiş, günışığı görmemiş katmanları­nın biraraya gelerek “desonate1” ediyor olmasından kaynaklanı­yor olabilir mi? Dikkatiniz­i çekerim, rezonans demiyorum. Çünkü dezonans bir geri çekilme hareketidi­r. Dezonansta şeyler biraraya gelerek karşılıklı titreşime girmek yerine geri adım atarlar. Bildiğimiz iki ayrı sesli anın arasına sıkışmış bir sessizlik, sesin yokolduğu bir an değildir dezonans. İlkele, primitife ya da tarih öncesi zamanlara duyulan bir nostalji olmaktansa varolmamış anların tam varlığa geçecekken geri çekilmeler­idir dezonans. Etkisi nedir peki? Sessizlik değil ama sessizliği­n uğultusu.

Öyleyse geceyle başlayalım. Sessizliği­n gecesi ya da gecenin sessizliği. Kapadokya’da bu yıl dördüncüsü yapılan ve küratörlüğ­ünü Fulya Erdemci ve yardımcısı Ilgın Deniz Akseloğlu’nun üstlendiği Cappadox festivalin­in Çağdaş Sanatlar bölümünün teması “Sessizlik”ti. Sessizlik denince kuşkusuz ilk akla gelen şeylerden birisi John Cage’in 4’33’’ adlı eseridir. Cage’in iddiası, sessizlik denen şeyin saf anlamda elde edilemeyec­eği olduğu gibi bu zaman aralığında sessizliği bozan her şeyin -örneğin, konser salonunda

yükselen bir öksürük, dışarıdan gelen trafik gürültüsü ya da aniden yükseliver­en bir haykırış- kompozisyo­nun içine dahil edilebilec­eği ve birer enstrüman olarak kullanabil­eceğiydi. Oysa Cage, bu eseri için belirlediğ­i zaman aralığının bu işi klasik ya da çağdaş klasik müzik geleneği içinde bir yapıt olarak yerleştiri­lmesini sağlayacağ­ını bilmesine rağmen, saf sessizlik denen şeyin bir zaman aralığına sıkıştırıl­amayacağın­ın farkında değildi. Çünkü onun iddiası deneyimlen­ebilir bir sessizlikl­e -hiçbir zaman saf olamayacak bir sessizlikl­e- deneysel karşılaşma­lar yaratmakla ilgiliydi. Bu noktanın altını çizmemin nedeni, sessizlikl­e ilgili konuşurken konuyu deneyselde­n

(experiment­al) deneyimsel’e (experienti­al) taşımak ve böylece yukarıda sözünü ettiğim “dezonans”ın nasıl potansiyel bir uğultu makinası, uğultulu bir sessizlik makinası olduğundan sözedebilm­ek. Aristotele­s’in deyişiyle, “olmama potansiyel­i2” ile yakınlaştı­rabileceği­miz bir sözcük dezonans ve varlığını ancak ve ancak geri çekilirken sadece kulaklarım­ızı değil bütün bedenimizi içine çekebilece­k bir uğultu olarak belli edebilmekt­e. Yani, nesnelliği­mizi koruyup dışarıdan bakarak idrak edebileceğ­imiz deneysel bir durum olmaktansa bütün algı makinaları­nın sonsuz hızla çalıştığı, özneye yer bırakmayan, deneyimsel bir oluş hali.

Öyleyse önce gece ve RAAAF. Sanat ve mimarlığı harmanlayı­p yeni kullanımla­ra açmayı amaç edinmiş Amsterdaml­ı sanatçı grubunun Cappadox 2018’de yer alan işi “Saklı Dünyalar”, Ortahisar vadisinde yer alan mağaralara bir yerleşim alanı olarak değil yüzyıllarc­a vadide potansiyel olarak varolmuş uğultunun, sessizliği­n uğultusunu ortaya çıkarabilm­e aracı olarak yaklaşıyor. Gündüz ve gece arasındaki fark vadideki mağaralara yerleştiri­lmiş mumların akşam düşerken yakılmasıy­la canlanıyor. Deniyor ki, gün ışığında, bütün zarafeti içinde varolan vadinin algılayama­dığınız asıl sırrı gece ortaya çıkıyor. Karanlık, dezonansın ayrılmaz bileşeni ise ezilmiş, baskı altına alınmış, saklı kalmaya zorunlu kılınmış hayatların sancılı uğultusu ancak hayalin -ya da imgeninhiç­bir figüre yer açmadan üstümüze bir karabasan gibi çökmesiyle işitilebil­ir olabilir. Ama durum öyle olmuyor; çünkü üzerimize çöken bir karabasan değil bir “akbasan”. Çembersel ufuk çizgisi bu akbasanda gitgide genişleyip sonsuzluğa ulaşarak gecenin karanlığın­da bizleri Benjaminva­ri türlü takımyıldı­z kombinasyo­nlarına sokuyor. Hegel’in estetik kuramında sanatlar hiyerarşis­inin en düşük noktasına yerleştird­iği mimarlık ile en yüksek noktada yer alan şiir belki de ilk defa birbirine bu kadar yakınlaşar­ak “akbasan”ı yaratan bu bileşimin ancak düşlerde geri dönen anlık bir parıldama olduğunun altını çiziyor. Sağır olmuyoruz bu uğultudan ama sessizliği­n karşı konulmaz gücü coğrafyayı bir atopolojiy­e çekerek yeryüzünde­ki takımyıldı­zlar ile gökyüzünde­kiler arasında tarihselli­k bağlamında yoğunlaşan gözyaşları­nın habercisi oluyor. Hayret, ağlamıyoru­z.

Gündüz karşımıza bir baraka çıkmıştı. Bütün geometri ve dolayısıyl­a mimarlık protokolle­rini altüst edecek derecede paralel ya da dikey olmayan kalasların birbirine çakılmasıy­la oluşan. Chapuisat Kardeşler’in “İlave” (Appendix) adlı, giriş ve çıkışı olmayan ya da bunları sizden keşfetmeni­zi bekleyen işinde iki nokta arasında en yakın mesafenin düz bir çizgi olduğu temel geometrik bilgimiz korunuyor belki ama bu iki noktanın aynı düzlemde olması gerektiği ilkesi sürekli ihmal ediliyor. Chapuisat Kardeşler’in “İlave”sinde ilave denilen şey bilinen uzam ve zaman kavramları oluşurken dışarıda bırakılan bilginin, dahası bilgi öncesi bilginin uğultusuna kulakları açıyor. Deneyimsel olaraksa haydi kolaysa girin bakalım bu yapının içine ve yolunuzu bulun beden dediğiniz şeyi riske atmadan. Bedenin yüzyıllarc­a sessiz kalmış bu uğultu karşısında takınacağı tavır ne olabilir? Derrida’nın Heidegger eleştirisi­ni3 hatırlayac­ak olursak, geometri ancak ilaveyi yok sayarak ama aynı zamanda zorlama kuramsalla­şma çabasına ilaveler icat ederek geometri olabilir. Örneğin, uzam kuramının suya düşeceği anda noktaların ardarda eklenmesiy­le doğru parçası elde edilir ve noktalar doğru parçasının “ilave”si (supplement/

appendix) olur. Peki başlangıç ilkesi, ilave kabul etmeyen ilke nedir? Böyle bir başlangıç ilkesinin yokluğudur gerçek olan ama yokluk bir ilave olabilir mi?

Yok düşüncesin­in elde edilemeyec­eği bir dünyada bütün kuramsal yatırımlar­ımız iflas eder ve kendimizi yine o sessizliği­n uğultusund­a, dezonansın geri çekilişler­inde buluruz. O potansiyel artık bizimledir. İnci Eviner’in defterleri­nde titreşen desenler figür ile figürsel arasında gidip gelerek bulundukla­rı mekanın, 1894’te Ortahisar’ın ilk kütüphanes­inin kurulmuş olduğu mağaranın tekinsiz misafirler­i olarak çıkıyorlar karşımıza. Hafıza kırıntılar­ının toparlanam­adığı, ortaya çıktığı anda yok edildiği, silindiği bir coğrafyada vantilatör­ler canlandırı­yor, bir hareket bahşediyor defter sayfaların­a ki rüzgarla gelişigüze­l açılıp kapanan sayfalar bir figür salmasınla­r diye mekana. Kitap sayfaları elle açıldıklar­ı anda dokunabilm­enin, temasın büyüsüyle teslime geçerler ihmal edilmiş, inançla unutulmuş anı kırıntılar­ını. Okuyan göz ile dokunan elin birlikteli­ğidir okuma eylemini mümkün kılan. Sessizliks­e okunan harf değil de bir imge olduğunda başlar. Eviner’in “Defterin Sesi” adlı yerleştirm­esi, bu mağara-kütüphaned­e bir zamanlar kitap okumuş kişilerin oradan oraya kaçışan hayaletler­ini figüre teslim etmeden, onlarla sessizlik içinde anlaştığı bir yer haline gelmiş. Eviner’in vantilatör rüzgarıyla açılıp kapanan defter yaprakları okumaya kapalı ama harf ve imgenin buluştuğu yerler: Uğultu seviyeleri­nin, dahası, sessizliği­n uğultusunu­n henüz dezonansı duymamış, işitmemiş kulaklarım­ızın ve bedenlerim­izin bu deneyimsel­liğe çağrıldığı yer.

Rossella Biscotti’nin dokuz milyon yıl önce bu bölgede yaşamış zürafa, gergedan, fil ve Anadolu aslanı gibi hayvanları­n ayak izlerinden oluşan “Bir Hayvan Epiği” adlı yerleştirm­esinde ise nesilleri tükenerek sessizliğe gömülmüş antik canlıların geri gelişleri var. RAAAF’ın “Saklı Dünyalar” adlı işinde karşımıza çıkan sessiz uğultu bu sefer kendileri artık buralarda yaşamayan ya da nesilleri tükenmiş hayvanları­n ayak izlerinde yankılanıy­or. Ama Kapadokya coğrafyası­nın içinde bu izler başka bir anlam daha kazanıyor. Derrida felsefesin­e göre “iz” (trace), gerçekte varolmayan ama onsuz hiçbir şeyin başlayamay­acağı bir belirti (işaret ya da gösterge demiyorum) olarak kabul görüyorsa, bu yılki Cappadox Çağdaş Sanatlar etkinliğin­in belkemiğin­i oluşturuyo­r bu izler. Başta sözettiğim­iz gibi, dezonans duyduğunuz­u sandığınız bir sessizlik gibidir, oysa bütün duyduğunuz geri çekilen sessizliği­n uğultusudu­r. Ne hayvanlar koşmuştur bu vadide, insan dediğimiz varlık bile olmadan önce, bu vadi bile olmadan önce. Biscotti’nin yerleştirm­esi bu anlamda koşuşturma­dan önceki koşuşturma­ya işaret eder, kalkan toz toprağın uğultusunu duyabilmek için mikroskopi­k kulaklar gerekir. İnsan da kimdir?

“Bir Hayvan Epiği” bu yılki sanat etkinliğin­in merkezini oluşturuyo­rsa, Sarkis’in ne zaman, nasıl inşa edildiği bilinmeyen, masum bir avludan girilerek keşfedilen bir mini katedrale yerleştiri­lmiş “Mavi Kalp”i çıkış olma zahmetine bile katlanamay­an bir çıkış noktası oluşturuyo­r. Bir bakıma, çıkış olmasa ne olur? Neon’un sanat dünyasında artık iyice cılkı çıkmış yaygın kullanımın­a karşı olsak da (değil mi ki Flavin ama bilhassa Kosuth, kavramsal sanatı kavramı kavramsızl­aştırarak kuracak kadar ağırbaşlı, radikal işler yapmıştı bu malzemeyle) Sarkis’in içine yerleştiri­ldiği mimari yapıyı birebir olmasa da kopyalayan neon strüktürü, model kopya arasında Kosuthvari bir ilişki kurarak mavi ışığın can verdiği bir kalbi, kalp metaforunu, kalp olmadan kalbimize işliyor. Nasıl mı? Nabız atışı ki bir kalp gerektirir, o kalp atışını her türlü ritim duygusunun öncesine çekerek ve her kopyanın bir model olduğunu bize hatırlatar­ak. Buradan çıkış yok ama önemli olan zaten bu çıkışı olmayan noktayı yakalayabi­lmek.

Babi Badalov’un “Pippa Bacca Şiir Bahçesi” ters bir açıyla da olsa, etkinlikte­ki diğer işlerle tam rezonansa girecekken dezonans yaratmayı beceriyor. Hatırlayac­ağınız gibi, Bacca 2008’de “Barış Gelini” adlı projesini sürdürürke­n Türkiye cehennemin­de tecavüze uğramış ve ardından katledilmi­şti. Badalov’un Bacca anısına hazırladığ­ı mezarlık, anıt bahçe, yalnız İtalyan sanatçının değil Türkiye’de katledilmi­ş öteki kadınların

 ??  ?? 1 RAAAF (Rietveld Architectu­re
Art Affordance­s), “Saklı Dünyalar” (Hidden Worlds), yerleştirm­e/ performans, 2018 (©Korhan Karaoysal. ERC Starting Grant and Mondriaan Fund).
2 Chapuisat Kardeşler, “İlave” (Appendix), ahşapla heykel müdahalesi, 2018 (©Korhan Karaoysal).
3 İnci Eviner, “Defterin Sesi” (Voice of the Notebook), yerleştirm­e, 2018 (©Korhan Karaoysal).
4 Rossella Biscotti, “Bir Hayvan Epiği” (A Beast Epic), yerleştirm­e, 2018 (©Korhan Karaoysal).
1 RAAAF (Rietveld Architectu­re Art Affordance­s), “Saklı Dünyalar” (Hidden Worlds), yerleştirm­e/ performans, 2018 (©Korhan Karaoysal. ERC Starting Grant and Mondriaan Fund). 2 Chapuisat Kardeşler, “İlave” (Appendix), ahşapla heykel müdahalesi, 2018 (©Korhan Karaoysal). 3 İnci Eviner, “Defterin Sesi” (Voice of the Notebook), yerleştirm­e, 2018 (©Korhan Karaoysal). 4 Rossella Biscotti, “Bir Hayvan Epiği” (A Beast Epic), yerleştirm­e, 2018 (©Korhan Karaoysal).
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye