Anılarda Bruno Taut1
Ömer H. Gülsen ■ Bundan yıllar önce, Mimar Sinan Üniversitesi’nde değerli hocam Bülent Özer’in başkanlığında uluslararası sempozyumlar düzenler, dönemin ünlü mimarlarını İstanbul’a davet ederdik. Yanılmıyorsam 1982 veya 1983 yılında yine böyle bir toplantı için üniversitemize gelen Kristiana Hartmann ile tanışmıştım. Kendisi benden ülkemizde geçirdiği iki sene süresince birlikte çalıştığı Türk meslektaşlarından Bruno Taut ile olan anılarını derlememi rica etmişti. Mimarlık eğitimimi aldığım (İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi) ve daha sonra da 27 sene eğitmen olarak çalıştığım kurumumda (şimdiki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) hocalık da yapmış olan Taut üzerine belge niteliğindeki böyle bir çalışmayı yapacak olmam beni o dönemde çok heyecanlandırmıştı. Hocalarımla sohbetler ederek anılarını dinlemiştim. Daha sonra derlediğim anılar Almanya’da yayınlanmıştı2. Bugün hiçbiri hayatta olmayan değerli hocalarımın belge niteliğindeki hatıralarının genç kuşak meslek araştırmacılarına yararlı olacağını temenni ederim3.
Kemal Ahmet Aru (1912-2005):
“Ben Bruno Taut’un atölyesinde dördüncü projemi yaptım. Kendisi o sıralarda bakanlığın imar dairesinde devlet memurları için düşünülen mahallenin (Rüştü Saraçoğlu Mahallesi) projesini yürütüyordu. Biz öğrencilerine de proje konusu olarak aynı problemi vermişti. Bu davranış benim üzerimde büyük bir etki yaratmıştır. Zira öğrencilik hayatımızda ilk defa gerçekleştirilecek somut bir konuyla çalışma imkanı bulacaktık. Daha önceleri hocalarımız, serbest mimar olarak yürüttükleri projeleri, belki de temkinli olma kaygısıyla bizlere proje konusu olarak vermemişlerdi. Prof. Taut’un bize verdiği programda ekonomi, yoğunluk ve aile büyüklüğü ile yapı tipleri arasındaki uyum ön plana çıkan faktörler olmuştu. Sözkonusu yerleşim Türkiye’deki ilk sosyal konut projesiydi. Üçlü dörtlü öğrenci grupları olarak ilk önce vaziyet planı daha sonra konut tipleriyle uğraşmıştık. Yetersiz Almancama rağmen hocama yaklaşma fırsatı bulmuştum. Bruno Taut son derece kibar ve duygusal bir kişiliğe sahipti. Kırk yıldan fazla bir süredir eğitim hayatı içindeyim. Öğrencilerimin benimle gurur duyup duymadıklarını bilmiyorum. Ama şahsen ben eğitimimin son iki yılında kendisinin öğrencisi olmaktan dolayı hep gurur duydum.”
Sedad Hakkı Eldem (1908-1988):
“Bruno Taut 1936 yılında Türkiye’ye ve Akademi’ye geldiğinde kendisine asistan olarak tayin edildim. O dönemde yapı kürsüsü başkanıydım.
Prof. Taut Japonya’dan ayrıldığı için daima hüzün duyardı. Sözkonusu ülkeden ne denli etkilendiğini Ortaköy’de inşa ettiği pagodayı andıran evinden anlamak mümkündür (Resim 2). Ancak kısa sürede geleneksel mimarimize büyük bir ilgi duymuştur. Bu yönüyle Bruno Taut aynı yıllarda Türkiye’de çalışan yabancı meslektaşlarından hemen ayrılır. O dönemde Akademi’de çalışan Prof. Ernst Egli ile daima bir çatışma içinde olmuştur. Zira pragmatik bir kişiliğe sahip olan
Prof. Egli sanata gerekli önemi vermezdi. Sanatı ön planda tutan Taut ise tamamen aksi görüşü savunurdu. Öğrencileri de bu yeni eğitim şekline uyum sağlamakta zorluklar çekmişlerdir. Benzer zorluklar şantiyede de yaşanmaktaydı. O dönemde Ankara’daki Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi binasının planlanması Prof. Taut’a verilmişti. Mimarın sözkonusu yapıda geleneksel Türk mimarisinden etkilendiği görülür. Sonuçta bu yapı o döneme kadar Ankara’da geçerli olan mimarinin hoş bir örneği olmuştur. Diğer yabancı mimarlar gibi Prof. Taut da Mimar Sinan’ın eserlerine büyük bir hayranlık duyardı. Kendisiyle Ortaköy’deki evinde sık sık buluşur sohbet ederdim. Ancak aramızdaki yaş farkından olsa gerek kendisine yakınlaştığımı pek söyleyemem. Kanımca Bruno Taut 30’lu yıllarda Türk mimarisinin gelişimine katkı sağlayan, ona etki eden önemli isimlerden biri olmuştur.”
Rebii Gorbon (1909-1993):
“Ben Bruno Taut’u Milli Eğitim Bakanlığı (o dönemdeki adıyla Kültür Bakanlığı) Mimarlık Bürosu’nda tanıdım. Kendisiyle 6-7 ay birlikte çalışma imkanı buldum. O dönemde büronun en önemli projesi Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi binası projesiydi. Projenin hemen hemen bütün yükü benim üzerimdeydi. Prof. Taut gündüzleri bizim çizdiklerimizi düzeltir, geceleri ise kendi başına çalışırdı. Çok temiz ve titiz çizimler istediğinden, benim çalışmalarımdan hiçbir zaman mutlu
olmamıştır. İstediği sonucu elde edebilmek için kurşun kalemle çizmeye başlamıştım. Birgün bu sorunu çözebilmek için kendisine akıl danışmaya karar verdim. Prof. Taut Japonya’dan çok etkilendiği için, onların bu sorunu nasıl ustaca hallettiklerini sordum. Ertesi gün elinde bıldırcın kuşunun kafasının arkasında bulunan bir tüyle geldi. Tüyün ucu virgül şeklinde kıvrıktı. Japonların bu tüyü bir borunun ucuna takarak çalıştıklarını anlatmıştı. Bize çok yabancı olan bu tekniği kendisinin kullanıp kullanmadığını sorduğumda, cevabı “hayır” olmuştu. Birlikte çizmeye uğraştık ama sonunu getiremedik. Prof. Taut Japon mimarisinden çok etkilenmiş olmasına rağmen, kısa sürede geleneksel mimarimize uyum sağlamıştır. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin konferans salonunun duvarlarında geleneksel Türk mimarisinin özelliklerine rastlamak mümkündür. Kendisiyle birkaç defa Ankara’ya gittim. O dönemde yapılar mavi, yeşil ve kiremit renginde boyanırdı. Sözkonusu renkler kendisinin hoşuna gittiğinden, Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’nin taşla kaplı olmayan arka cephesinin renkli boyanmasını istemiştir. Altı ay sonra kazandığım proje yarışması dolayısıyla Taut’un bürosundan ayrıldım. Ancak daha sonra tesadüfen Atatürk Lisesi inşaatında şantiye şefi olarak tekrar biraraya geldim. Kanımca Türkiye’de daha uzun süre yaşayabilmiş olsaydı, ülke mimarlığına büyük katkılarda bulunabilirdi. Prof. Ernst Egli’nin talebeleri olarak bizler, daha ziyade teknik ve konstrüksiyon konularına sıkı sıkıya bağlı bir nesli temsil ediyorduk. Bruno Taut bize mimaride başka değerlerin de olduğunu öğretmişti. Sakin bir kişiliğe sahip olan Prof. Taut zaman zaman espriler de yapardı. Birgün büroya yeni bir sekreter alınacaktı. Alman Lisesi’ni bitirmiş bir kadın arkadaşımız iş başvurusunda bulundu. Prof. Taut’un arkadaşımıza bakıp müstehzi bir edayla ‘Biz Alman değil Türk çalışan arıyoruz’ dediğini hatırlıyorum.”
Mehmet Ali Handan (1915-1990):
“Prof. Bruno Taut bize mimarinin ne demek olduğunu öğretmiştir. Derslerde bize sık sık kitabından bölümler okurdu (Resim 3).
O yıllara kadar çatının ne şekilde kapanacağına dikkat ederdik. Bizim için mimaride temel problem buydu. Çatı ve konstrüksiyon. Akademi’deki bilinçli mimarlık eğitiminin Prof. Taut ile birlikte başladığını söylemek pek yanlış olmaz. Bizler (benim neslim) ilk defa onun döneminde eskiz çalışmasını alışkanlık haline getirmiştik. Daha önceleri böyle bir kavramdan haberimiz yoktu. Atölyede dokuz öğrenciydik. Ders yılının başında hep birlikte bir proje üzerinde çalışacağımızı söylemişti. Proje konusu Fatih’te bir yerleşmeydi. Kendisi bize Berlin’de gerçekleştirdiği yerleşmelerden örnekler göstermişti. Bizler ilk defa bir proje üzerinde grup olarak çalışacaktık. Bu da Akademi eğitimine getirdiği yeniliklerden biriydi.
Hep birlikte tramvaya binip araziyi tanımak için Fatih’e gittik. Ertesi gün bize vaziyet planını dağıttı ve bütün gün eskiz çalışması yapmamızı istedi.
Benim Prof. Taut ile usta-çırak seviyesinde ilişkim olmuştur. Mimarlık üzerine sohbet etmek için kendisini evinde sık sık ziyaret ederdim. Genellikle pazar günleri buluşur, sohbet sırasında çay içerdik. Zaman zaman bana içini dökerdi. Bir keresinde, ‘Sizler Mustafa Kemal Atatürk gibi bir askeri deha çıkarmış bir milletsiniz. Çok sağlam bir mimari geçmişiniz olduğu için, ileride çok başarılı mimarlar da çıkaracaksınız’ demişti. Bugün öğrencilerime verdiğim nasihatler, Prof. Taut’tan öğrendiğim prensiplere dayanmaktadır. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi binasında ben de kendisiyle çalıştım. Özellikle giriş holü ve konferans salonu projelerinde görev aldım. Kendisi her önemli karardan önce benimle görüşürdü. Bu durum beni hep gururlandırmıştır. Sözkonusu yapının planlama safhasında İstanbul’daki geleneksel mimarimizi yakından görmek ve tanımak için sık sık birlikte dolaşırdık. Mesela Taut’a göre Zeynep Sultan Camisi, yapımızın cephesine ilham kaynağı olmalıydı (Resim 4).
Prof. Taut küçük küçük kağıtlara detayları notlar şeklinde yazar, daha sonra onların eskizlerini büyük çizimler halinde hazırlardı. Öğrencilik yıllarımda Edirne’ye bir ziyaret yapmıştık. Selimiye Camisi’ni gezerken, arkadaşımla konuştuğumu gören Taut eliyle susmamı işaret etmişti. “Ne muhteşem bir yapı” şeklindeki mırıldanışı hala kulaklarımdadır.
Prof. Taut Ernst Egli’nin ardından gelmişti. Ancak onun çalışma tarzına ve sistemine uyum sağlamakta zorluklar çekmiştir. Bu durumdan dolayı her zaman yakınmıştır. Prof. Egli’nin başladığı okul projelerini istediği gibi sonlandıramamıştır. Sözkonusu yapılar kritik edilirken bu gerçek gözardı edilmemelidir.
Hayranı olduğu Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra, onun katafalkının hazırlanması görevi kendisine verilmişti
(Resim 5). O dönemde Prof. Taut’un iki bürosu vardı. Tasarımların yapıldığı büro İstanbul’daydı. Katafalkın mümkün olduğunca çabuk hazırlanmasını isteyen büro ise Ankara’da bulunmaktaydı. Bruno Taut o akşam beni evine davet etti. Kapıda hazırlanacak katafalk çizimlerini Ankara’ya götürecek polis memuru bekliyordu.
Ben önce bir aksonometrik perspektif hazırladım. Kendisi sabahın üçüne kadar tasarım üzerinde çalışıp, çizimleri tamamladı. Aynı gece kapıda bekleyen memur projeyi alıp Ankara’ya hareket etmişti. Ertesi gün Prof. Taut da Ankara’ya gitti. O günlerde kazandığım bir bursla Avrupa’ya gitmeye karar verdim. Ancak Bruno Taut gitmemi istemiyordu. Bana opera binasını birlikte tasarlamamızı teklif etti. Ondan sonra kendisinin sağlayacağı bir bursla beni Avrupa’ya yollayacağını söyledi. Ancak ne yazık ki buna zamanı olmadı. Prof. Taut’un kalbi zayıftı. Bir de bunun üstüne Akademi’nin giriş merdivenlerinde düşerek ayağını kırmıştı. Bakımını komşusu Prof. Nissen üstlendi. Kendisi bana yaşlı insanlarda kemik kırılmalarının emboli sorunları yaratabileceğini, kendisinin de bu sebepten endişeleri olduğunu ifade etmişti. Ben vefatının emboli neticesinde gerçekleştiğine inanıyorum. Bruno Taut Prof. Nissen’in de bulunduğu bir ortamda kendisinin bir Türk mezarlığına gömülmek istediğini söylemiş. Bu son arzusunun yerine getirilmesi işi bana verilmişti.
Naaşı Akademi’nin deniz yönüne bakan çıkmalarından birine getirildi. Nika Amar isimli Musevi kemancı J.S. Bach’tan kısa bir parça çalmıştı. Hüzünlü bir seremoniden sonra Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verdik. Daha sonra ben Avrupa’ya gittim. Oralarda kendimi Auguste Perret, Le Corbusier gibi çok ünlü mimarlara Bruno Taut’un talebesi olarak tanıtırken hep gurur duydum. Bugün hala aynı gururu taşıyorum.”
Eyüp Asım Kömürcüoğlu (1910-1996):
“1937’de Berlin Teknik Üniversitesi’nde mimarlık eğitimimi tamamladıktan sonra tekrar Türkiye’ye döndüm. Prof. Bruno Taut’u Milli Eğitim Bakanlığı proje bürosunda çalışmaya başladığımda tanıdım. Almancam oldukça iyi olduğu için kendisine asistanlık yapmamı istemişti. Ders günleri bürodaki işlerime ara verip, kendisiyle birlikte Akademi’ye giderdim. Taut’la Atatürk Lisesi projesinden sorumlu mimar olarak birlikte çalıştım (Resim 6).
Prof. Taut modern teoriye sempati duyan bir mimardı. Öğrencilerine Japon mimarisini anlatmaktan zevk alır, onlara Japonya’da gerçekleştirdiği çalışmalarını gösterirdi. Süleymaniye Camisi’ne hayrandı. Ancak Selimiye Camisi’ni muhakkak görmek istediğini söylerdi. Bu sebepten öğrencileriyle birlikte Edirne gezisi yapmıştık. Ancak yine de Süleymaniye Camisi’nin daha etkileyici olduğunu ifade ederdi. Prof. Taut planladığı yapılarının çevresiyle uyumlu olmasına çaba gösterirdi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi binasında kullanılan taş ve tuğla malzeme sözkonusu anlayışa örnektir. Böylelikle cephe daha canlı ve sıcak bir görünüme kavuşturulmuştur. Bruno Taut son derece sakin ve duygusal bir karaktere sahipti. Daima sabrına hakim olurdu. Çalışma arkadaşlarına sadakatle bağlıydı. Onlara çalışma konularında belirli bir hareket özgürlüğü tanırdı. Kendisinin çalışanlarına karşı vefa duygusu yaşadığımız şu olayla daha iyi anlaşılacaktır: Birgün meslektaşlarımızdan biri aniden vefat etti. Yanılmıyorsam adı Aris idi. Ertesi gün büroya gelen Prof. Taut hep birlikte ailesini ziyaret edip mezarlığa kadar gideceğimizi söylemişti. Bu davranışı beni derinden duygulandırmıştır. Kendisi Türk yaşam gelenekleriyle yakından ilgiliydi. Eğer Türkiye’de daha uzun çalışabilseydi konut alanında çok başarılı olabilirdi. Her türlü projeye fonksiyondan hareket ederek başlar, daha sonra sanatsal etki arardı.
Çok dramatik bir anımı da anlatmadan geçemeyeceğim. Benim Berlin’de eğitim gördüğüm savaş yıllarında hocalarımız üniforma giyerlerdi. Birgün yanıma yaklaşan bir profesör, Bruno Taut’un Akademi’de çalıştığını öğrendiğini, Türkiye’ye döndüğümde kendisini tabancayla öldürmemi telkin etmişti. O zaman böyle bir konuşmadan çok etkilenmiş ve büyük üzüntü duymuştum.
Prof. Taut beklenmedik bir biçimde vefat etmişti. Daha sonra eşinden öğrendiğime göre, o akşam birlikte sinemaya gitmişler. Filmin adını şimdi hatırlamıyorum ama eşi Taut’un filmi çok beğendiğini söylemişti. Eve döndüklerinde Prof. Taut eşine kendisini yorgun hissettiğini ve uzanmak
istediğin söylemiş. Gerçekten de birkaç dakika sonra da son nefesini vermiş.”
Asım Mutlu (1912-1997):
“Akademi’deki eğitimimi tamamladıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın bürosunda çalışmaya başladım. O dönemde Prof. Egli bürodan ayrılmış, [Türkiye’ye gelmesi planlanan] Prof. Poelzig ise vefat etmişti. Büronun idaresi sanatsal sorunlardan ziyade, teknik konularla ilgilenen Bay Zimmermann’a kalmıştı. Sözkonusu gelişmelerin hemen arkasından Prof. Taut İstanbul’a geldi. Bizleri daha önce başladığımız işleri tamamlamamız için serbest bıraktı. Kendisi de Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi projesini çalışmaya başladı. Yardımcıları olarak Bay Hillinger ve Bay Grimm’i hatırlıyorum. Prof.
Taut onların dışında bilhassa da Türk meslektaşlarıyla çalışmayı çok severdi. Geleneksel mimarimize hayrandı.
Temelde kolay etki altında kalabilen bir karaktere sahipti. Japon mimarisinden çok etkilenmişti. Ortaköy’deki evi buna güzel bir örnektir. Ayrıca Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin giriş saçağında da uzak doğu izleri hissedilir.
Ancak kısa bir süre sonra Türk mimarisi Bruno Taut’u etkisi altına almıştır. Fakat ülkemizdeki kısa çalışma süresi, kısıtlı motiflerle sınırlı kalmasına, bunları daha da derinleştirmesine imkan tanımamıştır. Ben Bruno Taut ile bir sene boyunca çalıştım.
İstanbul Üniversitesi binalarıyla ilgileniyordum. Bir öğrenci yemekhanesi inşa edilmişti. Taut birgün sözkonusu yapıya ait, kurşun kalemle gayet özenle hazırlanmış iç ve dış görünüş çizimlerini getirmişti. Pencere ve kapı üstlerinde geleneksel mimarimizde sıkça rastlanan ahşap latalar uzanmaktaydı. Benden eskizlerin oranları bozulmadan 1/100 ölçeğinde çizilmesini istemişti. Eskizler oldukça detaylı hazırlanmıştı. Örneğin aynı ahşap latalar elbise askılıkları için de düşünülmüştü. Ancak yükseklikleri (210220 cm) Avrupalılardan daha kısa boylu olan Türkler için biraz yüksek olduğundan kendisine iki farklı teklif sunmuştum.
Tabii oranlar bozulmuştu. Sözkonusu değişikliği kendisine izah ettiğimde biraz mahcup olduğunu hatırlıyorum. Daha sonra zaten bu detaydan vazgeçilmişti. Bu konu kendisiyle yaşadığım enteresan anlardan biridir. Bruno Taut vefat ettiğinde ben de Akademi’ye gittim. Türk bayrağına sarılı tabutu etrafında oldukça kalabalık bir topluluğun birikmiş olduğunu hatırlıyorum.”
Zeki Sayar (1905-2001):
“Bruno Taut’u ilk defa Akademi’deki proje jürisinde tanıdım. Daha sonra kendisiyle sık sık görüştüm. Proje jürilerinde birlikte çalıştım. Benim için Prof. Taut’un mimarisi kendi karakteriyle büyük bir paralellik gösterir. Yumuşak ve duyarlıdır.
Birgün bana Japon işadamı için gerçekleştirdiği evin resimlerini göstermişti. Çok kısıtlı sayıdaki işçiyle yavaş yavaş tamamladığını ifade ettiği yapı Japon mimarisinin tipik özelliklerini taşıyordu. O zaman yerel mimariden ne denli fazla etkilendiğini farketmiştim. Sözkonusu etki daha sonra İstanbul’da inşa ettiği evinde fazlasıyla hissedilir. Hiç kuşkusuz Türkiye’deki en enteresan binası Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’dir. Bu yapıda E. Egli ve C. Holzmeister’de gördüğümüz “kuruluk” tan söz edilemez. Sözkonusu yapı, geleneksel mimarimizin etkisiyle daha sıcak, insani ve duyarlı bir karakter sergiler.
Bruno Taut’un Akademi’de açtığı kişisel sergisini hatırlıyorum. Gerçekleştirdiği projeler yanında tasarladığı mobilya, aydınlatma elemanları ve hatta kumaş desenlerine yer vermişti. İlk defa o zaman bir mimarın kumaş desenleri de tasarlayabileceğini görmüştük.
Çok hoşumuza gitmişti. Prof. Taut Türkiye’de Mimarlık Bilgisi başlıklı bir kitap yayınlamıştı (Resim 7,8). Kitabın bazı bölümlerini Arkitekt dergisinde yayınlamıştım.
Son olarak Prof. Taut ile ilgili özel bir anımı anlatmak istiyorum: Akademi’deki bir proje jürisi sırasında öğle arası verilmişti. Kendisi beni evine yemeğe davet etmişti. Yemek sırasında bol bol sohbet edip keyifli anlar geçirmiştik. Bu arada zamanın nasıl geçtiğini farketmemiştik. Alelacele Akademi’ye vardığımızda bütün jüri üyeleri yerlerini almış bizi bekliyorlardı. Bize epeyce kızdıklarını hatırlıyorum.” ■ Ömer H. Gülsen, Y. Mimar, Prof.Dr.; Yeditepe Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Dekanı
Notlar:
1 Mimarın tam adı Bruno Julius Florian Taut’tur. 2 “Erinnerungen an Bruno Taut”, Bauwelt, sayı 39, 1984, s.1675-1684. 3 Hocalarım soyadlarına göre sıralanmıştır.