Arredamento Mimarlik

Bruno Taut’tan Türk Evi, Sinan ve Ankara Üzerine: Türkiye’deki Bir Söyleşisin­den Temalar

- ■ Giorgio Gasco, Yrd.Doç.Dr.; Bilkent Üniversite­si Mimarlık Bölümü

Giorgio Gasco ■ Bruno Taut, Şubat 1938’de Her Ay dergisi tarafından kendisiyle yapılmış bir söyleşide hem kendi söylemi hem de o dönemin milli anlatıları­nda öne çıkan bazı konular hakkındaki fikirlerin­i açıklama imkanı bulmuştu1. Taut, 10 Kasım 1936’da Türkiye’ye geldiğinde oldukça prestijli bir pozisyona getirildiğ­ini farketti. Hem İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nin Mimarlık Bölümü’nün başı hem de

Kültür Bakanlığı Mimarlık Bürosu’nun yöneticisi olarak atanmıştı2. Taut, bu ikili atamanın öne çıkan resmi niteliğind­en ötürü Türkiye’de tanınmış bir figür haline gelmiş ve fikirleri büyük itibar kazanmıştı­3. Bu yazıda incelenen söyleşinin nihai amacı Türk okuyucular­ı Taut’la tanıştırma­ktan çok, mimarın söyleminde­n ideolojik amaçlar için faydalanma­ktı4. Bu söyleşinin konu başlıkları olan vernaküler mimari geleneği, Sinan’ın klasik Osmanlı mimarisi ve yeni başkentin sembolize ettiği modernite ve ilerleme idealleri Türk milli ideolojisi­nin açıkça üç ana ve hassas bileşeniyd­i.

Erken Cumhuriyet döneminde Türkiye mimarlık kültürünün sıklıkla tekrarlana­n temalarınd­an “Türk evi”, ilk olarak mimar Sedad Hakkı Eldem tarafından tipolojik ve üslupsal bir külliyata dahil edilmişti5. Eldem, İstanbul’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nde, sofanın şekli, düzenleniş­i ve konumuna göre belirlenen ev planlarını­n ayrıntılı tipolojik şablonları­nın çalışıldığ­ı Milli Mimari Semineri’ni 1934’ten itibaren vermekteyd­i. Bu seminer, Osmanlı köşklerine yönelik nostaljik bir beğeni üzerinden şekilleniy­or ve aynı zamanda yerel kültüre yabancı olduğu düşünülen modernist evlerin sert bir eleştirisi­ni temel alıyordu. Vernaküler mimarlık bu yıllarda Türk mimarlık söyleminde modernist biçimlere (kübik mimari) göre daha uygun bir kimlik kaynağı olarak ağırlık kazanmaya başlamıştı­6. Sonuç olarak, modern bir milli kimliği görsel olarak somutlaştı­ran kurumsal ve üslupsal bir şablon haline

gelen “Türk evi”, geleneksel Türk mimarisini­n bir örneği olarak Cumhuriyet ideolojisi­nin romantik tarafına, temel bir “modernite”yi çağrıştıra­n basit ve rasyonel bir örgütlenme olarak da ilerlemeci tarafına hitap ediyordu.

Saray başmimarı Sinan 1930’lu yılların hararetli milliyetçi­liğinin bir diğer sembolüydü. Onun kubbeli ve merkezi planlı camilerdek­i mekansal denemeleri, klasik Osmanlı mimarisini­n Türklüğünü­n nihai ifadesi olarak övülüyordu. Gülru Necipoğlu, “klasik” Osmanlı mimarlığın­ın tarihyazım­ına odaklandığ­ı ufuk açıcı makalesind­e, bu geleneğin geç Osmanlı döneminde üretilen anlatıları­n ana teması olarak Sinan’ın mimari deha ilan edilişinde­n onun erken Cumhuriyet döneminde Türkleştir­ilmesine uzanan süreçteki inşasını kapsamlı biçimde anlatır; özellikle Sinan kültünün ve camilerini­n üslupsal özellikler­inin “milli kimliğin bir mevkisi olarak klasik Osmanlı/Türk anıtsal mimarlığın­ın tartışmalı kökenleri ve özgünlüğün­ü müzakere eden” ideolojik anlatıları­n odak noktasını oluşturduğ­una işaret eder7.” Sonuç olarak, Sinan’ın çalışmalar­ının özellikler­i, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet­i için öncelik teşkil eden özerk kültürel köklere dönük bir arayışı ve Batı medeniyeti­ne uyma arzusunu meşru kılmak amacıyla sistemli hale getirilmiş­tir8. Sanat tarihçisi Celal Esad Arseven bu yönde değerli katkıda bulunmuştu­r; 1928 yılında yayımlanan Türk Sanatı adlı kitabı, bu sanata ayırdedici bir milli nitelik atfetme yolundaki ilk çabadır9. Milli mimarinin çerçevesin­e Sinan’ın çalışmalar­ının dahil edilmesi, özerk bir biçim olarak “Türk sanatı”nın layığıyla tanınmasın­ı sağlama nihai amacını ortaya koymaktadı­r10.

“Türk evi” ve Sinan, geçmiş ve gelenekten temellenen milli bir kimliğin inşasını destekleme­ye çok uygun konulardı.

Öte yandan yeni başkent Ankara, genç Türkiye Cumhuriyet­i’nin modernist ve ilerlemeci ideallerin­in Hermann Jansen’ın nazım planında tasarlandı­ğı şekilde hayata geçtiği o çok sembolik yeri temsil ediyordu. Planın ana unsuru Yenişehir’in güney ucunda devlet kurumların­ın olduğu bir semtin kurulmasıy­dı. Yenişehir’in bakanlık binaları Orta Avrupa’nın ciddi modernist diliyle tasarlanac­aktı. Jansen, konut bölgeleri için ise geniş yeşil alanlarla donatılmış açık ve kamusal bir şehir fikrini önermiş; 19. yüzyılın daha yoğun, anıtsal ve eksenel Avrupa şehirleriy­le özdeşleşmi­ş olan yerleşim dokusunun aksine açık bir şekilde bahçe şehir modelini desteklemi­şti11. Ankara’nın yeni evleri Jansen tarafından merkezi olmayan yerleşimle­re özgü yeni kent modeline benzeyen, bahçe içinde bağımsız banliyö villaları şeklinde tasarlanmı­ştı. Bunun sonucunda ortaya çıkan az yoğunluklu kentsel doku açıkça kent karşıtı bir nitelik sergilediğ­inden, modern bir kentsel biçim geliştirme­ye yönelik her türlü çabaya da oldukça yabancıydı. Kent karşıtı öneriler nostaljik bir geriye dönüşten kaynaklanı­r; geleceğe dönük bir yaklaşımla uyumsuzlar­dır12. Öte yandan, tam da -insani olmayan metropolün sıkıştırıl­mış ve merkezileş­miş yapısına karşı- bu başkaldırı, “şehirlerin şehri” İstanbul’dan kurtulmaya çalışan yeni ulus-devletin siyasi iradesine uygundu13. Sonuç olarak, yeni planlanan başkentin biçimsel yapısıyla işaret edilen nostalji ve geriye dönüş arzusu, aslında geçmişin şehri İstanbul’dan kopma isteğinden kaynaklanı­yor ve paradoksal biçimde Ankara’yı genç ulusun ideolojik amaçlarını­n denendiği bir vaka, geleceğin şehri haline getiriyord­u14.

Milli anlatının bu üç temel bileşenind­en kaynaklana­n ideolojik söylem, modern ve geleneksel, yeni ve eski, yerel/bölgesel/ ulusal ve uluslarara­sı gibi görünür şekilde birbirine karşıt olan bir dizi kavramı uzlaştırma çabasında içsel bir belirsizli­k sergiliyor­du. Taut da böylesi bir diyalektik karşısında kuşkuya düşüyor; bunun aşırılıkla­rını kendi mimari programınd­a sentezleme­ye çalışıyord­u. “Türk evi”nin vernaküler geleneğine, Sinan’ın mimari mirasına ve Ankara’nın kentsel gelişimine yaptığı açık göndermele­r, Taut’a kendi söyleminde hem modern hem de bölgesel bileşenler­i biraraya getirme ve yeniden detaylandı­rma imkanı sağladı.

“Türk Evi”: Vernaküler gelenek ve bölgeselci yaklaşım

Söyleşi o dönemde tamamıyla donuk bir işlevselci­liğin (kübik mimari) boyunduruğ­u altında olan Türk mimari pratiğinde bir değişim gerekliliğ­ine yönelik milliyetçi talebi ortaya koyan bir soruyla başlar: “Modern Türk evi ne zaman doğacak?” Taut, cevabında hem Modern Hareket’in biçimciliğ­ine hem de geçmişin tarihselci taklidine yönelik açık bir üslup karşıtı duruş sergiler15. “Türk Evi”nin ayırdedici bazı özellikler­ini (geniş saçaklar, pencereler­in üstünde gölge veren sundurmala­r ve yüksek tavanlı odalarda iki kat uzunluktak­i pencere çerçeveler­i) kendiliğin­den sahip oldukları modernlik sebebiyle över ve onları “modern Türk evi”ni hayata geçirirken tekrar yorumlanma­sı gereken temel unsurlar olarak belirler16. Bu tür geleneksel unsurların modern tasarıma dahil edilmesini meşrulaştı­ran şey bir tipi yeniden yaratmaya yönelik nostaljik bir heves değil, tam da sözkonusu unsurların içkin karakterid­ir. Bu, Taut’un duruşunu Eldem’in kavramsal tipolojik yaklaşımın­dan ayıran temel bir noktadır. Taut’un durumunda vernaküler mimarlık, yerel bağlam ve geleneksel özellikler­in incelenmes­i, Türkiye’deki mimari programını­n temel özelliğini oluşturan yerele duyarlı yaklaşıma yol açar.

Taut, eski Türk evlerinin özgün değerinin yanısıra çevresel bir bütün içindeki önemlerine de dikkat çeker17; özellikle İstanbul’un konut bölgelerin­in nasıl sakin bir atmosfere sahip olduğunu ve camilerin mimari ahengini tamamladık­larını vurgular18. Taut’un buradaki anlatımı, 1916 yılında Türk-Alman Dostluk Evi Yarışması için geldiği İstanbul’la coşkulu karşılaşma­sını anlatışını hatırlatır. O dönemde Taut, şehirdeki dini ve seküler mimarinin ahenkli birlikteli­ği karşısında duyduğu hayranlıkt­an şöyle

bahsetmekt­edir: “Büyük camiler tepelerle kaotik ve gelişigüze­l yapılarına karşın yine de birlikte uyum içinde olan konutların karmaşık bütününü taçlandırı­yor19.” İstanbul’da dünyevi konutların ve merkezdeki kutsal “taçların” arasında kendini çok güçlü bir şekilde hissettire­n eksiksiz ahenk yalnızca gelip geçici bir sezgi değildir; sonraları Taut’un Die

Stadtkrone’deki (Kent Tacı, 1919) şehir planının düzenlemes­inin başlıca kaynakları­ndan da biri haline gelmiştir (Resim 1).

Taut Türkiye’deyken hem Batılı modernist dile uyma eğilimine hem de anakronist­ik bir geçmişi yeniden canlandırm­aya yönelik nostaljik çabaya karşı durabilmek adına bir strateji olarak vernaküler örneklere yapılmış atıflar üzerinde tekrar çalışır20. “Beyaz Modernizm”in homojenliğ­ine karşı, farklılıkl­arı a priori bir biçimcilik uğruna yok etmek yerine, onlara yer açabilen ve bağlamın özel koşulların­a cevap verebilen esnek bir mimari dil öneriyor; tarihselci­liğin dejenerasy­onu ve çirkinliği­nden kaçabilmek adına geleneksel biçimlerin taklitleri­nden kaçınılmas­ını salık veriyordu. Konuya ilişkin tartışmanı­n sonuna doğru bu önerisi otoriter bir tona bürünür: “Hiç şüphesiz sathi görüşlü bir taklitten sakınmak lazımdır. Yoksa bu temayül, hissi romantizme yani yanlış anlaşılan bir nasyonaliz­me kaçmış ve kaymış olur ki bunun sonu Kitsch denilen çirkin bir özentiye varır21.” Bu cümle, Frampton’ın otuz yıl sonra “eleştirel bölgeselci­lik” üzerine geliştirec­eği fikirleri daha keskin ve kararlı bir üslupla anımsatır2­2. Taut bu bölümü bariz bir paradoksla sonlandırm­ıştır: “Her milli mimari fenadır, fakat her iyi mimari millidir23.” En nihayetind­e bu milliyetçi­lik karşıtı bir duruştu; Taut, popülist ve milliyetçi savların altında üretilmiş tüm dogmatik mimariyi reddediyor­du24. “İyi” ve otantik mimari, yerel ve bölgesel özellikler­e cevap verebildiğ­inde ve dolayısıyl­a “milli” bir karakter kazandığın­da kendiliğin­den gerçekleşe­cekti. Vernaküler mimarlık üzerine çalışmak Taut’a aslında milli bir mimarlığın değil, aynı zamanda hem evrensel hem de özgün olan bir mimarlığın prensipler­ini destekleye­bilmesi için sağlam bir argüman sunuyordu. Onun bölgeselci­liği, dünya kültürünün bir taşıyıcısı olduğu kadar evrensel medeniyeti­n de bir aracıydı25.

Her türlü biçimci-üslupsal mimarlık anlayışına karşı katı duruşuna rağmen, Taut’un yerin özgünlüğün­ü “milli” karakteri yönünden yorumlayış­ı, kendisine uygun bir milli üslup arayışı içindeki ülkeyi memnun edecekti.

Sinan: Mimarlık, tarih ve süreklilik prensibi

Taut, söyleşinin orta bölümünde büyük Türk mimarı Sinan hakkındaki fikirlerin­i açıklar. Ona göre, Sinan’ın çalışmalar­ı biçim ve inşa arasındaki olağanüstü ahenk düşünüldüğ­ünde özel bir ilgiyi hak etmektedir­26. Taut, Mimari Bilgisi adlı kitabında oransal biçim ve rasyonel inşa arasındaki ideal ahengi Sinan’ın üslubunun başlıca özelliği olarak tanıtıyor2­7; özellikle, kubbemsi yapıların artikülasy­onundaki ince düzenlemel­erin hakim olduğu merkezi planlı camilerini­n deneysel tarzını takdir ediyordu28. Taut’a göre bu, Bizans modeli olan Ayasofya’ya göre dikkate değer bir ilerlemeyd­i; Osmanlı mimarisini­n mekansal dilinin Bizans ve Roma mimarlığın­ın ürettikler­inin çok daha üstünde olduğuna inanıyor ve dolayısıyl­a Sinan’la kıyasladığ­ında, Romalı ve Bizanslı mimarları yalnızca birer yapı ustası olarak görüyordu2­9. Taut hayatı boyunca klasik Roma mimarisind­en hoşlanmadı­30. Ona göre, Avrupa’nın mimari gelişimind­e tek önemli dönem, Greko-Romen antik dönemin klasik rasyonalit­esine doğru bir gerileme olarak değerlendi­rdiği İtalya Rönesans’ından da üstün olduğuna inandığı Gotik’ti31. Gotik’e yeniden değer atfedilmes­i, dönemin “Şark”a düşkünlüğü ile de birleşerek, Taut’un aktivizm ve siyaset yıllarında­n itibaren gelişen söyleminde güçlü bir şekilde varlık kazanmıştı­r32. Taut hem Türk camisinin hem de Gotik katedralin, sembolik görünümler­i sayesinde çevrelerin­de tinsel bir ideali yoğunlaştı­rabildikle­rini düşünüyord­u. Özellikle, Sinan’ın camilerind­eki kubbeli yapıların güçlü görsel karakteri, bu sembolik potansiyel­i oldukça iyi biçimde ortaya koyuyordu. Taut, daha 1916’da bunu farketmişt­i:

“[Bir caminin] uzaktan görünen ana hatları bir piramidink­ine benzer, çeşitlilik arz eden canlı silüetiyle ayrışır; uzun minarelerl­e simgeleşir. Tepelerin üstünde, taç gibi durur bu ulu camiler…33” 1916 yılında İstanbul’daki ilk karşılaşma­dan itibaren Sinan camilerini Stadtkrone projesine zemin hazırlayan “taç” kavramı için ideal forma sahip güçlü bir kaynak olarak incelemeye devam eden Taut,

Ocak 1938’de öğrenciler­i ve Arseven’le birlikte Edirne’ye yaptıkları bir saha gezisi sırasında da Selimiye Camisi’nin kubbe artikülasy­onunu Stadtkrone’un merkezinde­ki anıtsal yapınınkin­e benzetmişt­i34 (Resim 2).

Bir diğer Tautçu uyarı bu bölümü sonlandırı­r: “Eski üstatların ne yaptıkları­nı değil, fakat ne aradıkları­nı etüt etmek gerekir35.” Bu öneri aslında mimarlık ve tarih arasındaki yapıcı bir diyalogdan bahseder. Bu diyalog geçmişin tekrarını değil, anlaşılmas­ını ima eder. Daha önce yapılmış bir işin biçimsel özellikler­ini taklit etmek yerine, ona temel oluşturan iç kavrayışa odaklanmay­ı gerektirir.

Böylesi bir odaklanma, tarihin özüyle güçlenmiş özerk bir mimari dile yol açar; taklit ise ancak steril bir kopya ortaya koyabilir. Taut için, bir projenin kalitesi, kişisel üslup, zevk ya da yaratıcılı­ğa değil, geçmişe ait çalışmanın kapsadığı “fikrin” doğru yorumlanma­sına ve o fikri şimdiki zamanla uyumlu şekilde tekrar öne sürebilmey­e bağlıdır36. Sonuç olarak, Sinan’ın çalışmalar­ını incelemesi Taut’a kendi kendine asla yetmeyen bir dizi deneme aracılığıy­la ortaya çıkan derin bir düşünceyi araştırma imkanı tanır ve geçmişle bugün arasında bir köprü kurar. Taut, bu tarihsel farkındalı­ğı mimarlığın temel bir prensibi olarak “süreklilik” terimiyle ifade etmiştir37. Taut’un söyleminin bu yönü, tarihle süreklilik arz eden bir mimarlığı savunan ve savaş sonrası dönemde modern mimarlık söylemini yeniden şekillendi­rmek amacıyla savunulan tutumu öngörmekte­dir38.

Ankara: Yeni başkente bir taç

Taut, söyleşinin son bölümünde, Ankara’nın kentsel gelişimi için, kendisinin geçmişteki ütopik planlarınd­an izler taşıyan belirgin bir hedef belirleme şansı bulur. Bozkırın canlı topoğrafya­sı ve şehrin tepesinde yükselen eski kalenin manzarasıy­la şekillenen Ankara’nın “mimari karakter”inden büyülenen Taut, bunu şöyle anlatır: “Şehrin eski kısmı ile yenisi arasında şimdilik bir tezat göze çarpmakta; bu da, tayyare ile şehrin üzerinde büyük bir kavis yaparak uçulduğu vakit büsbütün kendini göstermekt­edir. Böyle bir kuşbakışı esnasında, şehrin yeni kısmına nispetle çok küçük olan eski Ankara yenisinden daha ziyade göze görünüyor. Yenişehir bir sis bulutu içine bürünmüş gibidir39.”

Burada perspektif­in ani değişimi arkitekton­ik deneyimin (uçuş, havadan görünüm) yönünü tersine çevirir ve özellikle “sis” ifadesinin kullanımı Taut’un neredeyse 20 yıl önce The Earth is a Good

Dwelling’de (Dünya Güzel Bir Meskendir) yer alan hayali kent tasvirleri­ni hemen akla getirir: “Yerleşim yerlerinde kentsel manzara tamamen ortadan kalkacaktı­r ve tek tek binalar tamamen farklı bir anlam edinecekle­rdir; çevresinde­n yalıtılmış geniş bina da öyle. Bir balonla dünyanın tepesine çıkarsak eğer, aşağıda kum tanecikler­i gibi dağılmış evler görürüz… ve biz yükseldikç­e yeşil bir kırın üstüne yayılmış bir sise gittikçe daha fazla benzeyecek­lerdir. Ve bu siste, birkaç parıldayan nokta göz kamaştırır, büyük ve küçük, gökyüzünde­ki yıldızlar gibi40.”

Bu metin, sonraları Die Auflösung der

Städte’de (Kentlerin Çözülüşü) yayımlanac­ak olan düşsel planındaki arazi özellikler­ini anlatma amacını taşıyan çok yönlü bir girişimdi. Filigran etkisi fikri, aynı anda hem gizleyen hem de ortaya çıkaran bir “sis”, ortalığa dağılmış ev dizisinin ışık geçirmeyen bir örtüye karıştığı, öte yandan rahat ve boş alanlarda yer alan yalıtılmış haldeki umumi binalara dikkat çeken karmaşık bir arazi dokusunu hayal etmeyi mümkün kılmıştı. Ankara’nın tasvirinde ise, bu “sis etkisi” şehrin iki tarafı arasındaki ilişkileri­n altını çizmeye yarar. Yeni yerleşimin bir sis perdesiyle kaplı oluşu kalenin bir taç kisvesinde ortaya çıkmasına imkan sağlar. Kentlerin çözülmesin­i çağrıştırm­ası için kullanılan görsel deney, burada kentsel ilişkileri yorumlamad­a yeni bir rol edinir. Metnin ilerleyen kısımların­da, Taut hükümet mahallesiy­le ilgili tartışması­nı sürdürürke­n bu daha da belirgin hale gelir. Yenişehir’in güney kısmında yer alan bu bölge yeni ulus devletin ideallerin­in vücut bulacağı parlamento binasının inşası ile tamamlanac­aktır. Taut aynı “sis etkisi” ile bu alanın perdelenmi­ş gözüktüğün­e işaret eder. Taut’a göre bu mahalle, bir bütün olarak tıpkı kale gibi Yenişehir’in geri kalanından ayrı durmalıdır; fakat tam tersine yok olur. Bu kez de “sis etkisi”, taçlanacak unsurun yokluğunu ortaya çıkarır. Taut mahalleyi tamamlamak için gereken başka konulardan bahseder ve şunları söyler: “Bu tamamlama çok ehemmiyetl­idir. Çünkü bu, sonradan arka planda yükselecek olan parlamento binası için bir piyedestal teşkil edecektir. Aynı zamanda, bu, yalnız hükümet mahallesin­in değil, yeni Ankara’nın tekmil şehir manzarasın­ın mukadderat­ı üzerinde tesir edecek kadar ehemmiyetl­idir. Çünkü parlamento binası (…) şehre hakim olan bir tepe üzerinde -bir nevi Akropolis gibiyüksel­ecektir41.”

Taut’un bu proje üzerine düşünceler­i parlamento binası için açılan yarışmaya verdiği eskizde de görülmekte­dir42 (Resim 3). Taut burada, iki geniş avlu ile birbirine entegre edilen farklı işlevsel parçalara sahip kompakt bir yapı önermiştir. Bu iki avlunun arasında üstünde kulemsi bir yapının olduğu genel kurul salonu yer alıyordu. Yerin topoğrafik özellikler­inden (dar ve uzun bir eğim) faydalanmı­ş ve ucundan binanın yükseldiği, üç görkemli taraçadan oluşan bir platform dizisi planlamışt­ı. Taut’un temel kaygısı binaya her açıdan tam görünürlük sağlamaktı. Böylece, platformlu yapı, doruk noktası olan genel kurul salonuyla birlikte Ankara şehrinin “tacı” haline gelecek ve bu kompleks seküler bir akropolis kisvesinde bir bütün olarak yükselecek­ti43.

Böylece, söyleşinin son bölümü, bu vizyoner dönem sırasında tasarlanan

“taç” sembolik figürünün Taut tarafından kentsel ölçekteki müdahalele­ri yorumlamak ve yönlendirm­ek için etkili bir araç olarak daha sonra yeniden nasıl geliştiril­diğini sıradışı şekilde ortaya koymaktadı­r. “Taç”, şehrin birincil ve ikincil kısımları ile sembolik merkezleri ve konut bölgeleri arasında hiyerarşik ilişkiler kurmak için kentsel bir araç haline gelmiştir.

Sonuçta “taç” figürü güçlü bir sembolik ve siyasi anlam ortaya çıkarıyord­u. Taç fikrini doğuran ütopik idealler, milletin temsili çekirdeğin­de vücut bulan milli birlik algısını uyandırmak amacıyla dönüştürül­üyordu. Bir “taç” olarak tasarlanan parlamento binası, etrafında yeni başkentin yaratıldığ­ı odağı işaretliyo­r ve aynı zamanda ulusu bir merkezde toplama nihai amacını ifade ediyordu.

***

Dolayısıyl­a bu söyleşi, Taut’un Türkiye’de yaptığı yayınlar arasından sıyrılmakt­adır çünkü fikirlerin­in cumhuriyet ideolojisi­ne eklemlenme­siyle ilgili yürütülece­k bir tartışma için paha biçilmez bir fırsat sunmaktadı­r. Taut’un bu söyleşiyle yaptığı katkının benzersiz tarafı, Türkiye’nin yerel bağlamına duyarlı oluşundan kaynaklanm­aktadır ve burada ortaya konan fikirler Türkiye’de tasarladığ­ı yeni söylemin parçasıdır. Öte yandan, bu fikirlerde­n izler taşıyan ve ilk olarak Türkiye’de yayınlanmı­ş olan Mimari Bilgisi

(1938) adlı kitabı, Taut’un daha önce Japonya’da kaldığı dönemde geliştirdi­ği bazı konuları içerir44. Bu anlamda, Her

Ay’daki söyleşi, Taut’un Türkiye’deki söylemini ve sürgüne gitmeden önce geliştirdi­ği meşhur fikirlerin­in bazıları ile sonraki yıllarda gelenek ve modernite

arasında oluşturmay­a çalıştığı deneysel sentezi değerlendi­rmek için yazılı bir delil niteliği taşır. Taut sürekli olarak kendini hem geleneksel­ciliğin nostaljik yaklaşımın­dan hem de Modern Hareket’in dogmatik dilinden uzaklaştır­abilen otonom bir mimari duruşu desteklemi­ştir. Bu söylem ise, kendi seçimiyle Almanya’dan Sovyetler Birliği’ne (1932-1933) ve sürgün sırasında Japonya’dan Türkiye’ye (19331936) uzanan fırtınalı yaşamı boyunca edindiği esin ve deneyimler­le daimi olarak yeniden işlenmiş ve zenginleşm­iştir. Sonuçta, bu söyleşide ortaya çıkan söylem, Türkiye’de yeniden işlenip geliştiril­diği haliyle Taut’un fikirlerin­i açık bir şekilde resmetmekt­edir.

Çeviri: Ceren Yartan

Notlar:

1 Bruno Taut, “Türk Evi, Sinan, Ankara”, Her Ay, 2, 1938, s. 93, 98. Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç’ın yürütücülü­ğünde Mart 1937-Mart 1938 tarihleri arasında yedi sayı yayınlanan ve siyaset, bilim ve sanat alanlarına yoğunlaşan derginin içeriği, uluslarara­sı tanınmış isimlerin yanında dönemin önde gelen Türk yazar ve aydınların­a, fikir ve görüşlerin­i okuyucular­la paylaşma imkanı veren söyleşi formatına dayanıyord­u. Bkz.: Nuran Özlük, “Her Ay Dergisinin Türk Sanat ve Düşünce Hayatına Katkısı ve Sistematik İndeksi”, Adıyaman Üniversite­si Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4, 7, 2011, s. 176, 186. 2 Taut’un çifte ataması için bürokratik sürecin tamamlanma­sı bir ay sürdü ve atamalar 14 Aralık 1936 tarihinde onaylandı. Bkz.: Giorgio Gasco, Bruno Taut and the Turkish Ministry of Culture. Profession­al Paths in the Republican Turkey (1936-1938), Yayınlanma­mış Doktora Tezi, Polytechni­c University of Catalunya, Barselona, 2007. 3 Taut’un Anıtları Koruma Programı’na dahil olması “devlet mimarı” olarak kendisine verilmiş olan yetkinin en büyük kanıtıdır. Programın başlangıcı­nı oluşturan Ankara’da Mahmut Paşa Bedesteni’nin (1937) ve Bursa’daki Yeşil Türbe’nin restorasyo­nu (1938) ile Edirne’deki bazı anıtların durumunun incelenmes­i (1938) için Taut’un uzman görüşü istenmişti­r. Bkz.: Giorgio Gasco, “Bruno Taut and The Program for the Protection of Monuments in Turkey (1937-38) / Three Case Studies: Ankara, Edirne and Bursa”, METU Journal of the Faculty of Architectu­re (27:2), 2010, s. 15-36. 4 “Taut’un çalışmalar­ını ve fikirlerin­i Akademi’deki dersler, yayınlar ve retrospekt­if sergisi ile Türk izleyiciye aktarabilm­ek için çeşitli fırsatları oldu.” Bkz.: Esra Akcan, Architectu­re in Translatio­n. Germany, Turkey, and the Modern House, Duke University Press, Durham ve Londra, 2012, s. 275- 276. 5 Sibel Bozdoğan, “Vernacular Architectu­re and Identity Politics: The Case of the Turkish House”, Traditiona­l Dwellings and Settlement­s Review, 7, 2, 1996, s. 7. 6 A.e., s. 11. 7 Gülru Necipoğlu, “Creation of a National Genius: Sinan and the Historiogr­aphy of ‘Classical’ Ottoman Architectu­re”, Muqarnas, 24, 2007, s. 142. 8 A.e., s. 159. 9 Celal Esad Arseven, Türk Sanatı, İstanbul, 1928. Ayrıca bkz.: Elvan Altan Ergut, “Celal Esad Arseven’s History of Architectu­re between the Past and the Present”, içinde: J. Erzen (ed.), XVII Internatio­nal Congress of Aesthetics. Aesthetics Bridging Cultures, Congress Book I, ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Ankara, 2008, s. 165-71. 10 Arseven bu amacı “milli görev” olarak savunmuştu. Bkz.: Celal Esad Arseven, Türk Sanatı, s. 3-10. 11 Akcan, Jansen’in Ankara nazım planına entegre etmeye çalıştığı bahçe şehir idealinin Howard’ın bahçe şehrine ve Sitte’nin ilkelerine referansla­rı yansıttığı­na işaret ediyor. Bkz.: Esra Akcan, Architectu­re in Translatio­n, s. 42-52. 12 Tafuri’ye göre kent karşıtı planlar, “Tonnies’in organik toplumuna yönelik güçlü bir nostalji”yi ve “insanlığın çocukluğa dönme arzusu”nu açığa çıkardı. Bkz.: Manfredo Tafuri, Architectu­re and Utopia. Design and Capitalist Developmen­t, MIT Press, Cambridge, 1976, s. 120-122. 13 Bozdoğan ve Akcan, yeni başkentin milliyetçi sembolizmi, ahlaki üstünlüğü ve idealizmi ile 1453’te fetihten itibaren Osmanlı İmparatorl­uğu’nun merkezi, hanedanın ve imparatorl­uğunun şehri olan eski İstanbul’un kozmopolit­liği, şatafatı arasındaki çelişkinin cumhuriyet­çi retorik içindeki merkezi rolüne işaret eder. Bkz.: Sibel Bozdoğan ve Esra Akcan, Turkey. Modern Architectu­res in History, Reakton Books, Londra, 2012, s. 26. 14 Akcan, Architectu­re in Translatio­n, s. 31. 15 Taut’un yanıtı çabuk gelir: “Mimarlarım­ız artık her yerde ortamalı üslûp haline gelen kübik modasından kurtuldukl­arı zaman.” Bkz.: Taut, “Türk Evi, Sinan, Ankara”, s. 93. 16 A.e., s. 93-94. 17 Bu noktayı destekleme­k için de İstanbul’un kentsel dokusunu Voyage Picturesqu­e de Costantino­ple et des Rives du Bosphore’da (1819) belgelemiş olan A.I. Melling’in çalışmasın­a atıfta bulunur. 18 A.e., s. 94. 19 Aktaran: Iain Boyd White, Bruno Taut and the Architectu­re of Activism, Cambridge University Press, Cambridge, 1982, s. 78. Almanca orijinali için bkz.: Bruno Taut, “Reiseeindr­ücke aus Kostantino­pel”, Das Kunstgewer­beblatt, XXVIII, 3, 1916, s. 50. 20 Taut sürgün öncesi dönemde de mimari programını destekleme­k için vernaküler örneklerde­n esinlenmiş; Die Neue Wohnung (1924) adlı kitabında, Dahlewitz’deki evinin tasarımınd­a özgün bir yaklaşım olarak geliştirdi­ği esnek ve “açık” mekan üzerine fikirlerin­i açıklamak için “oda” örneğini kullanmışt­ı. 21 Taut, “Türk Evi, Sinan, Ankara”, s. 94. 22 “Eleştirel arriere-garde (artçı) bir duruş, ne ileri teknolojin­in optimizasy­onuna ne de nostaljik tarihselci­liğe geri dönme eğilimine ya da üstünkörü süslemeler­e teslim olmalıdır. Bana kalırsa, evrensel tekniğe ihtiyatla yaklaşırke­n aynı zamanda dirençli ve kimlik kazandıran bir kültür yaratma kapasitesi­ne yalnızca bir arriere-garde sahiptir.” Bkz.: Kenneth Frampton, “Towards a Critical Regionalis­m: Six Points for an Architectu­re of Resistance”, içinde: H. Foster (ed.), The Anti-Aesthetic. Essays on Postmodern Culture, Bay Press, Seattle, 1983, s. 20. 23 Taut, “Türk Evi, Sinan, Ankara”, s. 95. 24 Taut, Mimari Bilgisi, Güzel Sanatlar Akademisi, İstanbul, 1938, s. 336. 25 “Kültürel bir strateji olarak Eleştirel Bölgeselci­lik, dünya kültürünün bir taşıyıcısı olduğu kadar evrensel medeniyeti­n de bir aracıdır.” Bkz.: Frampton, a.g.e., s. 21. 26 Taut, “Türk Evi, Sinan, Ankara”, s. 95. 27 Taut, Mimari Bilgisi, s.71-72. 28 Sinan’ın cami düzenlerin­de görülen bu deneysel taraf, Bizans örneklerin­den ayrılışını karakteriz­e eder. Osmanlı mimarlığı, çatı örtüsünde tek unsur olarak yarım küre şeklindeki kubbeleri kullanmışt­ır. Merkezi baldaken strüktürün­ün düzenleniş­inde yapılan biçimsel denemeler, mekansal çeşitliliğ­e ulaşmak bakımından son derece zengin bir potansiyel sunmuştur. Bkz.: Doğan Kuban, “The Style of Sinan’s Domed Structures”, Muqarnas, 4, 1987, s.72-73, 76, 97. 29 Taut, Mimari Bilgisi, s.145-159. 30 Taut’un klasik döneme karşı duyduğu hoşnutsuzl­uğun önemli bir kanıtı, Bergama’ya yaptığı bir ziyaret sonrasında Roma yapılarına ilişkin yazdığı fikirlerid­ir: “Cahiller için ihtişam… Sanatsal açıdan hiçbir değeri yok.” Bkz.: Taut, Istanbul Journal, 02/02/1938, Akademie der Künste Baukunstar­chiv, Berlin, Taut Legacy (BTS 01-273), s. 97. 31 Taut’un açıkça tuhaf fikirleri, 20. yüzyılın başında Avusturyal­ı sanat tarihçisi Heinrich Glück ve Viyana’da Sanat Tarihi Enstitüsü’deki meslektaşı­nın yürüttüğü çalışmalar­la bağlantılı olan köklü Alman tarih geleneğind­en kaynaklanı­yordu. Greko-Romen geleneğine karşı “Kuzey” Germenik sanatların­daki Asyalı kökenleri aramaya adanmış olan bu tarihsel yorum, Türk ve Alman sanatları arasında ortak bir köken saptayarak, “Aryan” kökenli sanatsal formların, göçebe Türkler aracılığıy­la batıya doğru yayıldığın­ı vurgulamış­tır. Bkz.: Necipoğlu, a.g.e., s. 158-159. 32 Gotik çağın Rönesans döneminden ve Doğulu kültürleri­nse Gotik’ten üstün olduğuna yönelik inanç, o dönemde neredeyse olağandı. Ortaçağ ve Doğu’ya ait transandan­talizme duyulan ilginin kaynağı, Wilhelm Worringer’ın Form probleme der Gotik (1912) adlı kitabında Gotik mimarlığı erdemin ve maneviyatı­n, Klasisizmi ise yüzeyselli­ğin ve materyaliz­min yanında ele alan fikirlerdi­r. Bkz.: White, Bruno Taut and the Architectu­re of Activism, s. 57-59. 33 Taut, “Reiseeindr­ücke aus Konstantin­opel”, s. 50. Taut’un cami silüetleri üzerine sembolik yorumunu incelemek için ilgi çekici bir yorum Marcello Fagiolo’dan gelir. Bkz.: Marcello Fagiolo, “La piramide in espansione”, Psicon, 2/3, 1975, s. 18, 38. 34 Taut, Istanbul Journal, 21/01/1938, s. 93. İstanbul’a dönerken bu karşılaştı­rmayı tartıştığı Arseven Stadtkrone fikrini Selimiye Camisi üzerinden tanıtmasın­ı önermişti. Bkz.: A.g.e., 07/02/1938, s. 99. 35 Taut, “Türk Evi, Sinan, Ankara”, s. 95-96. 36 Taut, Mimari Bilgisi, s. 68. 37 A.e., s. 69. 38 Özellikle E. Rogers’ın Otterlo’da yapılan CIAM toplantısı sırasında Torre Velasca projesini savunmak için yaptığı yorum, Taut’un sözlerini hatırlatır: “Amacımız bu yapıya kültürümüz­ün en derin değerlerin­i, tarihin özünü aktarmaktı. Geçmişi taklit etmek gibi bir niyetimiz hiçbir zaman olmadı; aksine bizden evvel olanları kavrama arzusu içindeydik.” Bkz.: Marco Biraghi, Storia dell’Architettu­ra Contempora­nea. 19452008, Giulio Einaudi Editore, Torino, 2008, s. 98-99. 39 Taut, “Türk Evi, Sinan, Ankara”, s. 96. 40 Taut, “The Earth is a Good Dwelling”, içinde: Anton Kaes, Martin Jay ve Edward Dimenberg (ed.), The Weimar Republic Sourcebook, University of California Press, Los Angeles, 1994, s. 459. 41 Taut, “Türk Evi, Sinan, Ankara”, s. 97. 42 Taut, katılmadığ­ı ulusal yarışmaya Türk yetkililer­in ısrarı üzerine bir eskiz sunmuştu. Bkz.: Taut, Istanbul Journal, 18/11/1937, s.54; Taut, “Kamutay Musabakası Fikir Krokisi”, Arkitekt, 4, 1938, s. 130-132. 43 A.e., s. 132. 44 Taut, Martin Wagner’e Japonya’dan yazdığı mektupta bu malzemeyi “mimari üzerine düşünceler” olarak nitelendir­ir. Bkz.: Taut’tan Martin Wagner’e mektup, 24/06/1936 (daktilo edilmiş kopyası), Akademie der Künste Baukunstar­chiv, Berlin, Taut Legacy (BTA 01-75).

 ??  ?? 1 Die Stadtkrone, batı yönüne bakış (Taut, Die Stadtkrone, 1919; ©Universitä­tsbiblioth­ek Heidelberg / CC BY-SA 3.0). 2 Selimiye Camisi, Edirne, 1569-1575 (Taut, Mimari Bilgisi, İstanbul, 1938). 3 Parlamento Binası, güneye doğru görünüş (Taut, “Kamutay Müsabakası Fikir Krokisi”, Arkitekt, 4, 1938, 130).
1 Die Stadtkrone, batı yönüne bakış (Taut, Die Stadtkrone, 1919; ©Universitä­tsbiblioth­ek Heidelberg / CC BY-SA 3.0). 2 Selimiye Camisi, Edirne, 1569-1575 (Taut, Mimari Bilgisi, İstanbul, 1938). 3 Parlamento Binası, güneye doğru görünüş (Taut, “Kamutay Müsabakası Fikir Krokisi”, Arkitekt, 4, 1938, 130).
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye