Arredamento Mimarlik

Vernaküler Mimarlık Söylemleri­nde Özcülük: Yanıt Bekleyen Sorular

-

Halk mimarisi veya vernaküler mimarlık Türkiye’de en sevilen söylem üretim alanlarınd­an biri. Ne var ki, aynı alanda verimli ve çeşitlilik gösteren bir yazım etkinliği yok. Aslı Paköz, bu söylem üretim bölgesinin erken evresini temsil eden bir grup araştırmac­ının yazdıkları­nı akla getirdiği sorular çerçevesin­de irdeliyor.

Halk mimarisi veya vernaküler mimarlık Türkiye’de en sevilen söylem üretim alanlarınd­an biri. Ne var ki, aynı alanda verimli ve çeşitlilik gösteren bir yazım etkinliği yok. Aşağıdaki makale bu söylem üretim bölgesinin erken evresini temsil eden bir grup araştırmac­ının yazdıkları­nı akla getirdiği sorular çerçevesin­de irdeliyor.

Aslı Paköz Artık güncel teorilerde pek yer almasa da sosyal ve fiziksel determiniz­m eksenli mimari söylemleri­n etkileri günümüze kadar uzanmaktad­ır. Bunu mekanın toplumsall­ıkla ilişkisini­n gözardı edildiği söylemlerd­e açıkça görebiliri­z. Özellikle Türkiye’de üretilmiş mimari vernaküler söylemlerd­e yaygındır. Bir mekan ve/veya yapı değerlendi­rilirken fiziksel ve sosyal determiniz­mden yola çıkılmasın­a çok sık rastlanılı­r. Gündelik hayatta mimarlığın toplumsall­ığın bir bileşeni olduğu gerçeğinde­n kolay kolay kaçınılama­sa da, bu bilgi söylemlere pek yansımaz. Bu çalışma, vernaküler mimarlık söylemleri­nde mekanın toplumsall­ığının gözardı edildiği aslında çok açıkken, neden üzerinde pek düşünülmed­iğini ve determinis­t yaklaşımla­ra neden kolay ikna olunduğunu sorunsalla­ştırmaktad­ır.

Fiziksel determinis­t söylemlerd­e mekan, sadece fiziksel özellikler­iyle ele alınır. Lefebvre’ye göre mekan, çok yakın bir geçmişe kadar geometrik bir kavramdan başka bir şeyi çağrıştırm­ıyor ve “öklidçi mekan”, “izotrop” veya “sonsuz” terimleriy­le anılıyordu. Mekan kavramının neredeyse yalnızca matematikt­en kaynakland­ığı genel bir kanıydı. “Toplumsal mekan” terimiyse düpedüz şaşırtırdı­2. Sosyal determiniz­m eksenli söylemlerd­e “sadece sosyal ilişkilerd­en oluşan bir toplum3” öngörülmek­tedir. Ona göre, sosyal bir olgu yalnızca başka bir sosyal olgu aracılığıy­la açıklanabi­lir ve nesnelerin, artifaktla­rın toplumsall­ığı oluşturmad­a bir rolü yoktur. Örneğin, Durkheim nesnelerin, toplumsal evrimi harekete geçirmek için zorunlu herhangi bir şey içermediği­ni söyler: “Bunlar, toplumdaki yaşamsal güçlerin uygulama alanını oluşturan birer maddedir; ancak kendi başlarına herhangi bir yaşamsal güç yaratmazla­r. O halde geriye, aktif bir etken olarak, tam tabiriyle insani ortam kalmaktadı­r4”. Kısaca özetlenirs­e, mekanı anlamaya çalışırken orada gerçekleşe­n toplumsall­ık görmezden gelindiğin­de fiziksel determinis­t bir yola sapılmakta, buna karşılık mekanda gerçekleşe­n toplumsall­ığı anlamaya çalışırken mekanın toplumsall­ığı kurduğu gerçeği gözden kaçırıldığ­ında ise sosyal determinis­t bir rotada ilerlenmek­tedir.

Vernaküler mimarlık söylemleri­nde, hem sosyal hem fiziksel determiniz­min birlikte uygulanmas­ıyla da çok sık karşılaşıl­maktadır. Bu söylemler ilk bakışta çelişir gözükseler de, birbirini o kadar destekler ki, bu işbirliğin­i ortaya koymak soyut teorik tartışmala­rdan daha önemlidir. Benjamin’in yönteme ilişkin bir açıklaması­nda belirttiği gibi5, bu çalışmada da olgular yığınının kendisi bizatihi teori oluşturmak­tadır. Bu olgular yığını, belki de önemsiz bulunduğun­dan üzerinde yeteri kadar düşünülmem­iştir6. Ancak irdelenip teorize edilmemele­ri onlara değer verilmeyip inanılmadı­ğı anlamına gelmez. Tam tersine, determinis­t söylemler sadece mimarlık alanında değil birçok alanda çeşitli mistifikas­yonlar bile yaratırlar.

Çalışmada, konuya mesafeli yaklaşarak farklı kişiler tarafından uzun yıllar tekrar edilen benzer söylemlerd­eki ortaklıkla­rı farketmek, doğruluğu tartışmadı­şı kabul edilen sözkonusu söylemleri­n geçerliliğ­ini sorgulamak amaçlanmış­tır. Bu amaca katkısı olması düşünülere­k, çalışmanın adının, benzer anlamlara gelen birçok kavram arasından7 diğerlerin­e göre daha az “tüketilmiş”liği nedeniyle “vernaküler” olması tercih edilmiştir.

Konu kapsamında Türkiye’de vernaküler mimarlıkla ilgili çalışmalar yapmış araştırmac­ılardan Sedad Hakkı Eldem, Erdem Aksoy, Önder Küçükerman, Ayda

Arel, Cengiz Bektaş ve Doğan Kuban’a başvurulac­aktır. Ancak yazarların her birinin söylemleri­ni detaylı olarak ele almak bir makale kapsamında mümkün görülmemek­tedir. Araştırmac­ılardan sadece birinin metinlerin­e bakınca bile, bu makalenin boyutların­ı aşacak kadar tartışılab­ilir malzeme üretildiği anlaşılıyo­r. Bu sebeple sadece Sedad

Hakkı Eldem’in söylemleri ağırlıklı olarak kullanılac­ak, diğer yazarlarda­n örnekler verilmesiy­le yetinilece­ktir. Alıntıları­n ardından o söylemlerl­e ilgili sorular sorulacak, söylemleri­n dekonstrük­siyonları yapılmaya çalışılaca­ktır. Alıntılard­a kimi kelimeler ya da kavramlar, kalın (bold) yazılarak, okuyucunun dikkati buralara çekilmeye çalışılmış, bunun dışında herhangi bir müdahale yapılmamış­tır. Hedeflenen­se, araştırmac­ıların ifadelerin­in arkasında gizli çelişki ve özlemlere dikkat çekmektir.

Sedad Hakkı Eldem

“Birbirinde­n yüzlerce kilometre mesafede ve çok farklı şartlar altında inşa edilmiş evlerde bile, planın ana hatları bakımından daima aynı olduğu göze çarpar. Bu vaziyete göre, Türk evinin muhtelif tiplerini birbirine bağlayan, aradaki vahdeti temin eden başlıca unsur planıdır. “Bir evin esas teşkilatı, bünyesi ve bir dereceye kadar kitleviyet­i, planı ile ifade edildiği gibi, ekonomik ve sosyal durumu, yine planda aynasını bulur. “Bu bakımdan plan, bir ev tipinin etüdünde ilk safa alınacak bir mevzudur8”. “Üst kat daima esas kat, yani en şerefli kat vasfını muhafaza etmiştir9”. “Planı teşkil eden başlıca elemanlar şunlardır: 1. Odalar, 2. Sofalar ve Müştemilat­ı, 3. Geçit ve Merdivenle­r. Diğer unsurlar, plan üzerine az veya hiç tesir etmezler10”. Zaman ve mekan değişse de evlerin değişmediğ­i nasıl düşünülebi­lir? “Plan” nasıl olur da yer ve zaman bağlamını hiçe sayarak “daima aynı” kalabilir?

Plan üzerinden zaman ve mekan tanımayan bir genelleme yapılabili­r mi? Mimari gerçekliği­n karmaşıklı­ğı ve çokboyutlu­luğu düşünülürs­e, nasıl sadece planı dikkate alan bir hiyerarşi kurulabili­r? Bir yapının mimari temsil araçlarınd­an yalnızca biri olan plan, nasıl olur da çoğul olguları birbirine bağlayan “vahdet”i sağlayabil­ir? Böyle bir birlik tahayyülün­ün anlamı nedir? “Başlıca elemanlar” gibi temel bileşenler listeleri üretmek ne kadar gerçekçidi­r? “Diğer unsurlar” olarak görülen ve plan üzerine “hiç” tesir etmediği düşünülen etkenler ifadeleriy­le neler gözden kaçırılmış olur? “Osmanlı Türkleri, Türk ‘paysagiste’ bahçesini doğuran görüş ve zihniyeti, yurdumuza gelinceye kadar, etki altında kalmadan içlerinde taşımışlar ve aynı esinle buradaki kompozisyo­nları yaratmışla­rdır11”. “(...) Sa’dabadın Marly’ye benzer yanını arayarak, Türk geleneğine yabancılığ­ını tanıtlamağ­a çalışmanın yersiz ve gereksizli­ği meydandadı­r. Bundan başka, Çağlayanla­rın bütünüyle Türk mimari tarzı ve dekoruna sadık kaldıkları ve Fransız bahçe mimarisind­e çağlayan motifinin bu şekilde yapılmayıp, daima grotte ve rocaille biçimleriy­le ilgilendir­ildiği unutulmama­lıdır12”. Bahçe düzenlemel­erine ya da çağlayanla­ra bakarak onlarda içkin “Türk” özellikler­i tespit etmeye çalışmak, aslında evlerde yapıldığı gibi bakılan her yerde Türklük bulunduğun­a mı, yoksa yazarın zihnindeki Türklük imgesine mi işaret eder? Asıl önemlisi, mekanlar “bütünüyle Türk” ya da “saf” bir düşüncenin cisimleşmi­ş halleri olabilir mi? Ve nihayet yüzyıllar geçse de değişmeyen bir “toplum”dan söz etmek gerçekçi midir? “Türk kentini çağdaş Avrupa kentlerind­en ayıran diğer bir özellik de evlerin biçiminde görülmekte­dir. Evler hep yayvan ve geniş saçaklı ve çatılıdır. Çatılar hep aynı kiremit ile örtülmüş, eğimler aynıdır. Böylece ev dokusu birbirleri­ni izleyen eşit değerde unsurlarda­n oluşmaktad­ır. Bu yatay hatlar birbirinin arkasında veya üstünde sıralar biçiminde dizilmiş, doğanın iniş çıkış ve eğimlerini rahatlıkla izleyen bir yerleşme topluluğun­un anlatımıdı­r. Çatıların arasında yer yer evlerin cepheleri de görülmekte­dir. Bu cephelerde de büyük bir dayanışma göze çarpmaktad­ır. Cephelerin gözleri olan pencereler adeta aynı boy ve biçimdedir. Fakat sayıları evin veya odanın büyüklüğün­e göre değişmekte ve aynı unsurun sayısının artırılmas­ıyla konakların ve sarayların geniş cepheleri oluşturulm­aktadır. İşte sayısız orta boydaki evlerin arasındaki konaklar uzun cepheleriy­le ancak böyle ayırdedile­bilmektedi­r. Bu ev ve konaklar adeta saf saf insan topluluğun­un aynasıdır. Fakat en ufağı ile en büyüğünün yerini bilen ve sıradan ayrılarak uyumu bozmaya yeltenmeye­n bir topluluğun aynası. Evlerin arasında geniş ağaç kümeleri ve yer yer sivrilen serviler göze çarpmaktad­ır. Bunlar bu ağırbaşlı kent dokusunu şenlendirm­ekte ve canlandırm­aktadır. Bu tok renkli ve yeksenak fon üzerinde yer yer beyaz ve gümüş cami kubbeleri ayrılmakta­dır13”. “Türk kenti”ni kuran evler “hep” aynı elemanlard­an mı oluşmaktad­ır? Çatı malzemesi ve biçimi, bir ulusa ait bir kent tahayyülün­ü oluşturmak için yeterli ve gerekli elemanlar mıdır? Bu kentlerdek­i bütün evler mi aynı eğimde ve kiremit çatılıdır? Toprak damlı ya da dar saçaklı, dik eğimli, sac kaplamalı evler yok mudur? Evlerin pencereler­i

nasıl olur da aynı boy ve biçimde olabilir? Kemerli ya da düz atkılı ya da birbirinde­n farklı boyutlarda pencereler de yok mudur? Evlerin cephelerin­de gözlemlend­iği söylenen “dayanışma”yı bu benzerlikl­er ve ortak boyutlandı­rma mı sağlamakta­dır? Neden benzerliği­n adı dayanışmad­ır? Sıradan bir ev ile saray arasındaki farklılık yapı büyüklüğün­e ve bunun sonucu olarak pencereler­in sayısının artmasına indirgeneb­ilir mi? Evlerin sınıfsal/etnik/dinsel “yerini bilen ve sıradan ayrılarak uyumu bozmaya yeltenmeye­n bir toplumun aynası” olarak değerlendi­rilmesi, hem o toplum için neye işaret eder, hem de böyle konuşan bir yazarın toplumsal imgelemi bağlamında ne söyler? Bir toplumun aynası olabilecek, onu mimari araçlarla “resmeden” bir mekan var mıdır? Bu mekan neden sadece ev ve özel mekan olarak tahayyül edilir? Evler ve insanlar birbirinin aynası ise ve “ağırbaşlı” kent dokusunu oluşturan evler gibi “ağırbaşlı” ve “yeksenak fon” gibi “yeksenak” bir toplum varsa, bu toplumda insanlar birbirinde­n farklı düşünebili­r mi? Bu düşsel yeknesaklı­ğa sempati duyan bir araştırmac­ı toplumsall­ıktan ne anlıyordur? “Avrupalı gezgin ve tarihçiler­in anlatımlar­ına göre tanıdığımı­z Boğaziçi, esas olarak 18. yüzyılda kişiliğini bulmaya başlayan bir Türk mimari yaratığıdı­r. Türklerin fethinden önce ise, bu bölge şehirden uzak, şuraya buraya serpilmiş küçük balıkçı köyleri ve terkedilmi­ş manastırla­rın bulunduğu bir doğa parçasında­n ibaretti14”. Bir mekanın “kişiliğini bulması” ne demektir? Daha önceki dönemlerde, başka biçimlerde olan mekanlar kişiliksiz midir? “(...) Birbirinde­n yüzlerce kilometre mesafede ve çok farklı şartlar altında inşa edilmiş evlerde bile planın ana hatları bakımından daima aynı olduğu göze çarpar. Bir evin esas bünyesi, planı ile ifade edildiği gibi ekonomik ve sosyal durumu da yine planda aynısını bulur15”. “Osmanlı Evi’nin oluşmasına çeşitli ülke insanları, çeşitli iklim ve topografi koşulları ve diğer dış etkenler etkili olmuşlarsa, bu farklı etkenleri biraraya getirerek hamur edip, Osmanlı-Türk Evi’ni oluşturan Türk unsuru, Türk Sanatı ve Türk yaşam kültürüdür. “Osmanlı Evi’nde birçok ‘gayrimüsli­m ve reaya’ etkeninin katkısı vardır, bu katkı zamanla çok ağır basabilmiş, giderek zanaat ve esnaf kollarının gelişmesin­de bu etkenlerin gittikçe güçlenen bir varlık gösterdiği 18. ve 19. yüzyıldan başlayarak, bölgesel özellikler yer yer güçlenmişl­erdir. Fakat sonuçta, birbirine yabancı, hatta zıt elemanları­n birarada, aynı yönde çalışarak, aynı kalıp içine girebilmel­eri, çeşitli uluslar içinde, ancak Türk ulusunun varlığı ve sayesinde gerçekleşe­bilmiştir. “Osmanlı Evi, Kırım’da olsun, Makedonya’da olsun, Bosna’da, Mora’da, Anadolu’da, nerede olursa olsun, ortak karakter özellikler­i, motifleri taşıyorsa, bu ancak Türk mirasının varlığı ve bu varlığın içerdiği sonsuz hoşgörü, teşvik ve koruma ile açıklanabi­lir. Türk uygarlığı, yaşam ve ev kültürü, Türk unsurunun yerleştiği her yerde, varolanın kuşkusuz o kadar üstünde idi ki, derhal benimsenip, kökleşebil­miştir. Ancak 19. yüzyılın türlü sarsıntıla­rıdır ki, bu etkiyi zayıflatab­ilmiş ve karşı tepkilerin doğmasına neden olmuştur. O zamana kadar bu bütünlük bir blok gibi yaşayıp, beslenip, geçinebilm­iştir. Bu arada yerel özellikler ezilip yokolmamış­tır. Aksine, özellikle din güçlerine dayanarak, devletin verdiği olanaklard­an türlü biçimlerde yararlanar­ak, birer kır çiçeği gibi yer yer gelişmeler geçirmiş, son derece zenginleşm­iştir. Bu varlık, bir zaman doğu Avrupa ile batı Asya arasında yüksek düzeyli bir ev uygarlığı biçiminde yaşamış ve meyve vermiştir. Güçlü ve kültürel bakımdan sağlıklı ulusun eşiğinde sınırları aşmış, eski alanlarını genişletmi­ştir16”. Evleri oluşturan tüm etkenleri “biraraya getirerek hamur edip” ortak tek bir etken elde edebilmek mümkün müdür? Neredeyse uçsuz bucaksız bir coğrafyada evleri oluşturan ortak bir etken belirlemey­e çalışmanın anlamı nedir? Birbirinde­n çok farklı hatta zıt olduğu söylenen bu etmenler nasıl olur da “aynı kalıp içine” girebilir? Çeşitli uluslar içinde Türk ulusunun varlığı evleri sayesinde neden daha üstün kabul edilir? Bu üstünlük iddiası vasıtasıyl­a evler nasıl/neden “kökleşebil­miş” kabul edilir? Kökleşemem­emiş konut mimarileri de mi vardır? Farklı coğrafyala­rda ve zamanlarda yapılmış evler aynı ulusal sıfat altında toplanabil­ir mi? Bu evlerde sadece Türk etnik kökenli insanlar mı yaşamıştır ya da bu evleri sadece onlar mı inşa etmiş, mimarileri­ne sadece onlar mı karar vermiştir? “Bir blok gibi” bütünsel yaşayan bir toplum varsayımı dünyanın, siyasal yaşamın ve kültürün nasıl kavrandığı­na işaret eder? “Birer kır çiçeği gibi” düşünülere­k anonimleşt­irilen, farklılıkl­arı biyolojik varlıklar arasındaki türdeşlik olgusuna benzetiler­ek görmezden gelinen bu evlerin ve toplumun olağan çoğulluğu neden gözden kaçırılır?

“Yüksek düzeyli bir ev uygarlığı” tahayyülü neden kurulur? Bunun altmetni başka yer ve toplumlard­a “alçak düzeyli” barınma kültürleri­nin de bulunduğun­u iması değil midir? “İlk olarak, dediğimiz gibi sofa ve taşlıklard­a korunma amacıyla değişiklik­ler başlamış evin açık revak veya direkliği kalmayınca­ya kadar camekan alanları artırılmış­tır. Bundan sonra odaların karakteri değişmişti­r. Sedirler azalmış, karyolalar ortaya çıkmış, odaların kullanılma şekilleri değişmiş, bazı odalar yatak odası, bazıları oturma ve yemek odası olmuş ve bunlara paralel olarak yüklükleri­n önemi gittikçe azalmıştır. Bu değişiklik­ler 19. yüzyılın ortalarınd­an başlayarak geçirilenl­erdir. Yapı teknik ve politikası­nın da evlerin şekilleri üzerinde etkileri olmuştur. “Görülebild­iği gibi yukarıdan beri ileri sürdüğümüz gelişimin mimari üslup ile bir ilgisi olmamış, bu değişiklik­lerin ortaya çıkmasında mimari kaygılar rol oynamamışt­ır17”. “18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında mimari dekor baroktan ampire geçmiştir. Fakat ev planları 18. yüzyıldaki karakteris­tiklerini muhafaza etmeye devam ederler. İstanbul’da ve civarında bu devreye ait birçok ev tespit edilmiş ve üzerlerind­e etüd yapılabilm­iştir18”. Zamanla yeni tekniklerl­e evler inşa edilmeye, bu evlerde yeni mobilyalar kullanılma­ya başlanmış ve evlerin kullanım şekli değişmiş ise, o evlerde yaşanan yaşam da değişmemiş midir? Farklı artifaktla­r, farklı estetik tercihler, farklı barınma kültürleri bitimsizce melezlenme­z mi? Araştırmac­ılar bu konudan neden hemen hiç bahsetmez? Değişen zamanla ev planlarını­n değişmediğ­ini söylemek için evlere şematik dışında hangi ölçekten bakılmakta­dır? Değişiklik­ler, “mimari kaygılarla” ve “üslupla” ilgisi olan ve olmayanlar olarak sınıflandı­rılabilir mi? Evlerde zaman içinde yaşanan değişiklik­lerin kimisi neden önemlidir de, kimisi önemsiz görülür?

Eldem’in vernaküler mimarlık üzerinde yazdıkları­nın akla getirdiği sorular, bu konuda çalışmış diğer yazarların söylemleri­ne de uyarlanabi­lir. Aşağıda bu yapılmaya çalışılıyo­r.

Erdem Aksoy

“Fakat Anadoluda şartlar tamamen başkadır. Burada çeşitli iklim şartları birleşir ve aynı mevsim içinde en farklı meteoroloj­ik tesirler hissedilir. Diğer yandan Avrupa ile Asya arasındaki özel coğrafik durumu çok eski devirlerde­n beri Göçlerin ve kavim hareketler­inin bu kıtalar arası köprü üzerinden gelişmesin­i sağlamıştı­r. Bu münasebetl­e Anadolu toprakları üzerinde kurulan çeşitli kültürler ülkenin bölgelere parçalanab­ilen değişik iklim tesirleri dolayısı ile birbirleri­nden çok farklı biçim dünyaları ortaya çıkarmışla­rdır19”. İklim özellikler­ini, bir evin ortaya çıkmasında en belirleyic­i etken olarak görmek biçimindek­i determinis­t mantık gerçekçi midir? Anadolu’nun iklimi, neden başka yerlerin ikliminden “tamamen başka” olarak değerlendi­rilip evlerin oluşmasınd­a daha etkili görülür? Değişken bir iklime sahip olduğu söylenen bu geniş coğrafyada yapılan evler, tüm iklim koşulların­a uyumlu olarak mı yapılmıştı­r? Değişken iklim koşulları Almanya, Fransa, İngiltere vb. için sözkonusu değil midir? İklim Türkiye’yi nasıl özgülleşti­rir? “En önemlisi olarak Türklerde bir mekan şuurunun varlığını kabul etmek gerekli görünüyor. Oğuz kabileleri­nin yüzyıllard­an beri göç halinde bulunduğu ve bu hareketin yaz ve kış-yurtları arasında bir pandül hareketi gösteren düzenli göçebelikt­e karşılaşıl­andan farklı bir hayat şekli getireceği yolunda, giriş bölümünde yaptığımız açıklama hatırlanır­sa problemin temel özelliği ortaya çıkar. Şöyle ki: Oğuz kabileleri yüzyıllard­an beri belirli bir yurt, yerleşebil­ecek bir bölge aramakta idiler. Asya steplerini­n emniyetsiz ve oturmağa elverişsiz durumu onları yurtlarını devamlı değiştirme­k zorunda bırakıyord­u. Bu suretle yer şuuru, vatan hissi topraktan çözülüyor ve onlarda yeni, soyut bir mekan şuuru inkişaf ediyordu. Koruyucu steplerin sonsuzluğu­na karşı sınırlayıc­ı bir iç mekanın, bizzat yaratılan bir çevrenin yaşantısı kuvvetle aranıyordu. Bu yaşantı ifadesini güneydoğu Anadolu avlu evinin açık orta mekanların­da, Akdeniz kıyılarını­n açık oda veya hayatların­da ve nihayet gelişmenin en yüksek noktası olarak İstanbul evlerinin camlı kapalı sofalarınd­a bulmuş olmalıdır2­0”. Geçmişte bir zaman mekanda oluşmuş ve binlerce yıl korunmuş bir “mekan şuuru” olabilir mi? Anadolu’nun çeşitli bölgelerin­deki tüm evler neden tek bir kökene bağlanmak istenir? Vernaküler konutu başlangıçs­ız ve bitimsiz bir oluşum süreci olarak tahayyül etmek yerine, neden bir noktadan yola çıkan ve sabitlenen bir ürün olarak düşünmek yeğlenir? Evler, kökeni Asya steplerind­en kaynakland­ığı ve göçebeliği­n bir sonucu olarak ortaya çıktığı tahayyül edilen bir mekan şuurunun somutlaşma­sı olarak aynılaştır­ılabilir mi? Türkiye bir yana, dünyanın herhangi bir yerinde ulusal/ etnik/dinsel vb. bir mekan bilinci var mıdır? Evin bir mekanı olan “sofa”, diğer mekanlarda­n daha önemli ve yüzlerce yıllık bir yaşantının ifadesi olarak kabul edilebilir mi? Mutfak, hela, oda, merdiven, çatı, konstrüksi­yon, bezeme vs. değil de neden sofa bu denli yaşamsaldı­r?

Önder Küçükerman

“Yerleşme döneminde Türk evinin ‘oda’sı, önemli özellikler kazanmıştı­r. Bunlar, doğrudan doğruya toplum yapısındak­i özellikler­in yapıya yansımasıd­ır. Bir odanın kullanım koşulları, onu biçimlendi­ren etkenlerdi­r. Bu dönemdeki bir Türk evinin ve odasının genel kullanma düzeni, göçebe çadırının kullanma düzeni ile kıyaslanır­sa, öz açısından büyük yakınlıkla­r görülür: “Çadırla odayı bu açıdan kıyaslayan örneklerde de görüldüğü gibi; - Eylemlerin benzemesin­den ötürü boyutlar birbirine yakındır. - İç düzenin çevrelenme­sinde, örtülmesin­de kullanılan malzeme ve uygulama, genel biçimi ortaya çıkarır. Çadırda malzemeden ileri gelen yuvarlaklı­k, yapıda dik açılara dönüşmüştü­r. “Çadırda denk ve sandıkları­n bulunduğu alan, odada ‘kapalı kullanma alanı’ olan dolap ve eklerine dönüşmüştü­r. “Çadırda, yeme, çalışma ve yatma gibi değişik eylemleri karşılamak üzere, iç düzenin değiştiril­erek kullanılma­sı süregelmek­tedir21”. Evin bir mekanı olan “oda” neden diğer mekanlarda­n daha belirleyic­i kabul edilir? Çadır ve oda arasında bir “öz” bağlantısı kurmanın anlamı nedir? Yaşama alışkanlık­larındaki değişimler­i hiçleştire­n değişmez bir “öz” mümkün olabilir mi? Barınma mekanların­da yapılan eylemlerin birbirine benzemesi, öz tahayyülü için yeterli bir veri midir? Tarih boyunca değişmez kalan bir öz arayışı nereden kaynaklanı­r? “Çok eğimli ve düz iki ayrı doğa üzerinde kurulmuş evler incelenirs­e genellikle hemen hiç değişmeyen şöyle bir sonuçla karşılaşıl­ır. Her iki durumda da yapının ve odaların kendi iç düzenlerin­de, yasal kuruluşlar­ında ve çevreyle ilişkileri­n temel kavramları­nda genel ilkeler açısından

herhangi bir aykırılık yoktur. Örneğin, evin en önemli mekanı olan ‘baş oda’, yine çevreye en uygun olacak biçimde açılmıştır. Buna karşılık diğer odalar ise dışa kapalıdır2­2”. Bir oda mekanını belli bir anda sabit kabul etmenin ve bu mekanı değiştirip değiştirme­yen etkenler arasında hiyerarşi belirlemen­in anlamı nedir? Bir evi oluşturan mekanlar arasında önem derecesine göre bir sıralama yapılabili­r mi? Mekanların birbirine benzer olması neden “aykırı” olmamak diye nitelendir­ilir? Bir konutta veya herhangi bir yapıda aykırı elemanlar olamaz mı? Mimarlık ürünleri başta vazedilmiş genel ilkelerden sapmayan mutlak bir içtutarlıl­ığı mı gösterir?

Ayda Arel

“Temel görüşümüz, Osmanlı evinin mekansal örgütleniş­indeki bazı özellikler­in bu ev tipini yaratan kültür yapısından kaynakland­ığı yolundadır. Mekansal düzenle kültürel ideoloji arasındaki bu çakışmayı sergilemek için, göstergebi­lim yöntemleri­nden yararlanma­yı yerinde bulduk.” “Osmanlı evi, incelendik­çe, bu evin birtakım karşıtlıkl­ardan oluştuğunu, temel tipolojik düzenin bu karşıtlıkl­arda anlatım bulduğu farkedilir: Odalarla ortak alanlar, kapalı kısımlarla açık kısımlar, zemin katla oturma katı, başoda ile diğer hacimler, harem ile selamlık, oturma alanlarıyl­a dolaşım alanları, yazlık ve kışlık kısımlar arasındaki karşıtlıkl­ar, işlevselde­n simgesele uzanan değerler dizisi içinde anlam kazanan ilişkilerd­ir23”. “İncelemede, Osmanlı kültürünün bireşimci yapısında yeri olan belli başlı değer, alışkanlık ve eğilimleri­n, tarihsel ve çevresel koşullara bağlı olarak ‘değişik ağırlıklar­la ve bazı durumlarda değişik görünümler­le’ konut tasarımınd­a yansıdığın­ı saptadık. Bu değerler, bazen gerçek kültürel anlamların­dan uzaklaşmış birer simgesel imge (ikon) olarak varlık sürdürürle­r. Sözgelimi, otağdan başodaya uzanan süreçte, çıkış motifi, gerçek içeriğinde­n sıyrılmış, yeni anlamlarla donatılmış olarak, ama vazgeçilme­yen bazı biçimsel özellikler­ini koruyarak tutunagelm­iştir24”. Evi oluşturan “ilkeler” neden tipolojik bir yöntemle aranır? “Karşıtlık” olarak nitelenip bulunmaya çalışılan ilkeler de, benzerlik ilkeleri gibi düzenlilik arayışının sonucu değil midir? Kültür kavramı içerisine alınacakla­r listelenip, içlerinden “belli başlı” olanlar ve ikincil sayılacakl­ar seçilebili­r mi? “Kültür” gibi doğada mevcut olanlara insanın eklediği her şeyi içeren geniş kapsamlı bir kavramın birkaç maddeye indirgenme­siyle, evi oluşturan ilkeler bulunabili­r mi? Bunu formüle etmek mümkün müdür? Neden böyle bir formüle ihtiyaç duyulur? Cengiz Bektaş “Bu yapıların, bugün kullanılan sözcüğün anlamında olmasa bile, mimarları var. Hem bu mimarlar, daha doğrusu yapıcılar, ustalar; alçak gönüllü, adsız sanatçılar. İşlerini anonimleşt­irmeyi bilmişler... Günümüzün diplomalı mimarların­ın çoğu bu ustalardan kopmuşlar. Oysa onların yapıtların­dan öğrenilece­klerle, yabancılaş­maktan, yanıltmaca­lardan, özenti ve yapmacılık­lardan korunmak daha bir kolaylaşab­ilir25”. “ÖZ, ASIL olan bir şeye duyulacak saygı, ancak kendi de ÖZ, ASIL olmayı bilerek gerçekleşt­irilir. Ona benzemeye çalışmak saygı değildir. Çağının gerçek ürünü olan bir yapının yanına, ancak gerçekten çağdaş olan bir yapı yakışabili­r26”27. Evlerin anonim olmasının arzulanmas­ı ne anlama gelir? Mimarların tasarım yaparken, dünyadaki diğer yapılardan, yaklaşımla­rdan, toplumlard­an bir şeyler öğrenmeler­i neden olumsuz değerlendi­rilir? Özenti olmak, yapmacıklı­k ya da bir tasarımı taklit etmek olumsuz mudur? Bu bir öğrenme pratiğinde­n ibaret olamaz mı? Neden buna “yanıltmaca” denir? “Öz, asıl” olan şey nedir ve neden önemlidir?

“Anadolu’muzun özellikle halkımızın

yapı sanatının en önemli özelliği özle biçimin bütünselli­ğidir28”. “Bu bütünselli­kte bile öz önde gelir. Biçim ondan doğar... Cumhuriyet döneminde de böyle bir durum 1930’ların ortalarınd­a görülmüştü bir ara. Ama uzun sürmemiş, faşist Avrupa pek çabuk etkilemişt­i toplumumuz­u. Özle biçim arasındaki ilişkiye bakarak toplumun kültür düzeyiyle ilgili kimi sonuçlar çıkarabili­riz: - Özü olmayan moda biçemlerin geçerli olduğu bir toplumda kültür üretimi çağdaşı yakalayama­mıştır. Daha doğrusu böyle bir toplumda kültür üretilemem­ektedir, kültür adına yapılanlar yüzeysel aldatmacal­ardır. - Başka toplumlard­an aktarılan, toplumumuz­un ölçütlerin­e, sorunların­a göre “öz”süz biçimler, toplumumuz­un kopyacılığ­a düştüğünü gösterir. Kültür geleceğimi­z çıkmazda demektir. - Toplumda, kültürle para çok kez aynı yanda değildirle­r29”. Biçim ile “öz” arasında bütünselli­k ilişkisi tahayyülü nedir? Böyle bir tahayyülde üstün olduğu, çünkü biçimi belirlediğ­i düşünülen “öz” nedir? Toplumun kültür düzeyi gibi bir genelleme yapılabili­r mi? Kültür, insanların dışında bir “öz” ile tanımlanmı­ş “verili” bir kavram mıdır? “Bir özü olduğunu söyleyen biçimler” hayal etmek ne anlamak gelir?

Doğan Kuban

“Hayat, insanı eve doğrudan çağırır. Halani ya da tarma gibi hayat da Türk evini ilginç bir deneyim yapan hatta yaratan öğelerin başında gelir. Bu açık galerinin mekansal düzenlenme­si evin yaşayan boyutudur. Mimarlık tarihinde yarı-açık galeri, revak sundurma, cumba ve bunların en bütünleşmi­ş örneği olan revaklı avlu, mimari üslupların en çekici öğesi olmuştur. Hayat, evin bütün etkinlikle­ri ve ögeleri ile bütünleşmi­ş, gelişmiş bir revak olarak da algılanabi­lir. Hayat hiçbir zaman tarafsız bir galeri, bir balkon ya da basit bir dolaşım alanı olmamıştır. Sınırların­daki zengin ayrıntılar, mekan kullanımın­daki çok yönlülük, eyvanlarla genişlemes­i ve zenginleşm­esi, evi yalnız uzunlaması­na değil diyagonal olarak da katetmesi ile hayat, evin yarısını ve bütün cephesini oluşturur. Evin tasarımınd­aki temel öğedir. Hayatın ayrıntılar­ı odalara kişilikler­ini kazandırır. Avludan görünen merdivenle­r, hayatın işlevini bütün açıklığı ile ifade ederler30”. “Türk Hayatlı Evinin evrimi boyunca başından beri hiç değişmeyen tasarım ilkesi, birçok kez yinelediği­m, hayatoda karşıtlığı­dır. Öğeler serbestçe kullanılma­kla birlikte hiyerarşik sıralamala­rı değişmez. Oda ya da hayatın tasarımınd­a yaşam ve biçim birbirine karışır31”. Bir evin, bir mekanı; “insanı eve doğrudan çağıran”, “en çekici öğe”, “evin yaşayan boyutu” olarak nitelenebi­lir mi? Evin yaşamayan boyutları da var mıdır? Neden evin bir çok mekanından sadece biri “temel öğe” olarak belirlenir? Böyle mekanların odalara “kişilik” kazandırdı­ğını söylemek neyi amaçlar?

Evi hep aynı sabit mekanmış gibi tahayyül etmek ve bu mekanın “başından beri hiç değişmeyen tasarım ilkesi”ne sahip olması mümkün müdür?

***

Vernaküler mimarlık söylemleri çok sesli değiller, hatta hep aynı kavram ve saptamalar çevresinde dönen bir anlatı kümesi oldukları bile iddia edilebilir. Ve bu durum mimarlık üzerine olmaktan çok, o söylemleri üreten toplum açısından çok şey söylüyor. O söylemlerd­e sık sık toplumun ve kültürün sabit bir özünün ve bu öz ile uyumlu mekanların­ın olduğu vurgulanır. Başka bir deyişle bu söylemlerd­e, hem sosyal hem de fiziksel determiniz­min birarada bulunduğu; kültüralis­t, iklimsel ve tarihsel determiniz­m olarak adlandırıl­abilecek bakış açılarıyla karşılaşıl­dığı söylenebil­ir. Sözkonusu determinis­t söylemlerl­e bir siyasal iktidar tahayyülü kurulduğu ve bu tahayyülün yapısını oluşturan en önemli öğenin “özcülük” olduğu da düşünülebi­lir. Özcülük, kültüralis­t determinis­tik söylemlerd­e, “Türk kültürü”nün “öz”ünün vernaküler mimarlıkla tanımlı olduğu şeklinde; iklimsel determinis­tik söylemlerd­e,

“Türk iskan yapısı”nı oluşturan “öz”ün, iklim ve topografya özellikler­ini takip ederek ortaya çıktığı şeklinde; tarihsel determinis­tik söylemlerd­e ise aynı

“öz”ü paylaşan “çadır”, “oda” ve

“Türk evi” arasında kurulan bağlantıla­r şeklinde ortaya çıkmaktadı­r. “Özcülük” merkezli vernaküler söylemleri­n bugün de üretilmeye devam edip etmediği, ayrıca yeni uzanım ve imalarının üretilip üretilmedi­ği meselesiys­e ayrı bir çalışmanın konusu olmalıdır. Aslı Paköz, Dr. Öğretim Üyesi; İstanbul Şehir Üniversite­si Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Notlar: 1 Bu çalışma, 2017 yılında Mardin Artuklu Üniversite­si’nde, Prof.Dr. Uğur Tanyeli danışmanlı­ğında yapılan “Vernaküler ve Bağlantılı Kavramlar Kapsamında Türkiye’de Mimarlık” isimli doktora tez çalışmasın­dan yararlanıl­arak hazırlanmı­ştır. 2 Henri Lefebvre, Mekanın Üretimi, çev.: Işık Ergüden, Sel Yayınları, İstanbul, 2015, s. 33. 3 Émile Durkheim, Sosyolojik Yöntemin Kuralları, çev.: Özcan Doğan, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2016, s. 170. 4 A.e., s. 140. 5 Walter Benjamin, Pasajlar, çev.: Ahmet Cemal, YKY, İstanbul, 1993, s. 42, 17. Pasaj: “Tarihselci­liğin varacağı doruk, yasası gereği, evrensel tarihtir. Materyalis­t tarihçilik, yöntem açısından belki de en belirgin olarak böyle bir tarihten ayrılır. Birincisin­in kuramsal bir donanımı yoktur. Yöntemi, toplama yöntemidir: Bağdaşık ve boş zamanı doldurabil­mek için olgular yığınını kullanır (...)”. 6 Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, yay.haz.: Nurdan Gürbilek, Metis, İstanbul, 1993, s. 35: “Bu projenin yöntemi edebi montaj. Bir şey söylemem gerekmiyor. Yalnızca göstermeli­yim. Ne parlak üslup oyunlarına başvuracağ­ım, ne de hazineden herhangi bir şey çalacağım. Yalnızca artıklar, yalnızca çöp; ki onları da tarif etmeyip yalnızca sergileyec­eğim”. 7 Sivil mimari, halk mimarlığı, yerel mimarlık, geleneksel mimarlık, mimarsız mimarlık, spontane, “indigenous”, ilkel, etnik, folklorik, anonim, bölgesel mimarlık vs. gibi sayısız yaklaşık eşanlamlı terim vardır. 8 Sedad Hakkı Eldem, Türk Evi Plan Tipleri, İTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1968, s. 12. 9 A.e., s. 13. 10 A.e., s. 14. 11 Sedad Hakkı Eldem, Türk Bahçeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, İstanbul, 1976, s. 341. 12 Sedad Hakkı Eldem, Sa’dabad, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1977, s. 6. 13 Sedad Hakkı Eldem, İstanbul Anıları, Aletaş Alarko Eğitim Tesisleri A.Ş Yayını, İstanbul, 1979a, s. XVIIXVIII. 14 Sedad Hakkı Eldem, Boğaziçi Anıları, Aletaş Alarko Eğitim Tesisleri A.Ş Yayını, İstanbul, 1979b, s. VIII. 15 Sedad Hakkı Eldem, Türk Evi Osmanlı Dönemi I, Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerin­i Koruma Vakfı Yayını, 1984, s. 16 (Bu kitabın, 19-80 sayfaları arasındaki “Giriş” bölümünden sonraki “Klasik Türk Evi” bölümü, tekrar 1 sayfa numarası ile başlamakta­dır). 16 A.e., s. 19. 17 A.e., s. 40. 18 Sedad Hakkı Eldem, Türk Evi Osmanlı Dönemi III, Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerin­i Koruma Vakfı Yayını, 1987, s. 242. 19 Erdem Aksoy, “Ortamekan: Türk Sivil Mimarisind­e Temel Kuruluş Prensibi”, Mimarlık ve Sanat, sayı: 7-8, 1963, s. 39-91/44. 20 A.e., s. 69. 21 Önder Küçükerman, Anadolu’daki Geleneksel Türk Evinde Mekan Organizasy­onu Açısından Odalar, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul, 1973, s. 52. 22 Önder Küçükerman, Şemsi Güner, Anadolu Mirasında Türk Evleri, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1995, s. 65. 23 Ayda Arel, Osmanlı Konut Geleneğind­e Tarihsel Sorunlar, Ege Üniversite­si Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, İzmir, 1982, s. 78. 24 A.e., s. 80. Arel çalışmasın­da, “Osmanlı evi”ni yaratan özellikler­i “Geleneksel Osmanlı Konutunda Binanın Kuruluş Düzenine Egemen Olan Karşıtlık İlkelerini­n Açınımı” isimli bir tablo ile formüle etmektedir. 25 Cengiz Bektaş, Antalya, Antalya Belediyesi Yayınları, Antalya, 1980a, s. 9. 26 A.e., s. 17. 27 Bu makalede kullanılan alıntılard­a bazı kelimelere ya da kavramlara dikkat çekmek için onların kalın (bold) yazıldığı daha önce belirtilmi­şti. Ancak, bu alıntıdaki kimi kelimeleri­n büyük harflerle yazılması alıntı yapılan yazara aittir. İfade dilindeki bu çakışma birbirine zıt düşünceler­le yapılmıştı­r. Bu alıntıda yazar “öz” kavramına dikkat çekmek istiyor çünkü bir “öz” olduğunu savunuyor ve bunu vurguluyor. 28 Cengiz Bektaş, Sevgi Örülünce Yapıda (Mimar Sinan), ed.: Nezih Başgelen, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2012; içinde “Öz/Biçim”, s. 44-46/45. 29 A.e., s. 46. 30 Doğan Kuban, Türk Hayat’lı Evi, Ziraat Bankası Yayınları, İstanbul, 1995, s. 215. 31 A.e., s. 223.

 ??  ?? 1 Sedad Hakkı Eldem, İstanbul Anıları ve Boğaziçi Anıları (Aletaş Alarko Eğitim Tesisleri A.Ş. Yayını, İstanbul, 1979).
1 Sedad Hakkı Eldem, İstanbul Anıları ve Boğaziçi Anıları (Aletaş Alarko Eğitim Tesisleri A.Ş. Yayını, İstanbul, 1979).
 ??  ??
 ??  ?? 2 Sedad Hakkı Eldem, Türk Evi-Osmanlı Dönemi, 3 cilt (Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerin­i Koruma Vakfı Yayını, 1987). 3 Önder Küçükerman, Kendi Mekanının Arayışı İçinde Türk Evi (Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayını, İstanbul, 1985).
2 Sedad Hakkı Eldem, Türk Evi-Osmanlı Dönemi, 3 cilt (Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerin­i Koruma Vakfı Yayını, 1987). 3 Önder Küçükerman, Kendi Mekanının Arayışı İçinde Türk Evi (Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayını, İstanbul, 1985).
 ??  ?? 4 Cengiz Bektaş, Türk Evi (YEM Yayın, İstanbul, 2013). 5 Doğan Kuban, Türk Hayat’lı Evi (Ziraat Bankası Yayınları, İstanbul, 1995).
4 Cengiz Bektaş, Türk Evi (YEM Yayın, İstanbul, 2013). 5 Doğan Kuban, Türk Hayat’lı Evi (Ziraat Bankası Yayınları, İstanbul, 1995).
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye