Türkiye’de Kadın Mimar Olmak Ne Anlama Gelir?
Söylemlerin eylemlerle örtüşme olasılıklarının çok zayıf ve seyrek olduğu Türkiye düşünme sistemi içinde, kadının toplumsal açıdan nasıl konumlandırıldığı önemli bir mesele. Bu durumun mimarlık geleneği içinden nasıl okunabileceğinin, somut veriler üzerinden ele alınmasını içeren bu metin, kadın toplumsal kimliğinin algılanma biçiminin bir uzantısı olarak, mimarlık disiplinin kadın meselesine yaklaşımını netleştirmeyi hedefliyor1.
Dünyada çok hızlı bir değişim yaşanmasına, yeni kavramlar ve bakış açılarının gündeme gelmesine karşılık, yüzyılların biyolojik odaklı kadın yapısı çerçevesinde kurulan “cinsiyet söylemi” anlatılarında önemli bir değişim yaşandı mı, yoksa mevcut yapılar ve yeni dünya ekonomik düzeniyle beraber siyasal kurallar ve pratikler değişirken “kadın”a yönelik bakış açısı ve kadına yüklenen temel toplumsal roller hala geçen yüzyılla aynı mı? Daha önemlisi burada, durumu açıklayan kavramların nasıl bir değişim yaşadığı ve ne şekilde kullanıldığından ziyade; gerçek hayatta kadın kimliğine ilişkin çeşitli pratiklerin cinsel kimlik söylemlerinin tanımladığı şeyle aynı olup olmadığı araştırılıyor.
Bu sorular eşliğinde düşünüldüğünde, modern dünya düzeninde sıklıkla karşılaştığımız bir mesele olan kamusallık üzerinden kadının, kamusallaşma, görünebilme ve temsiliyet bulabilme durumlarının ne düzeyde olduğu önemli bir araştırma meselesi. Kadınların erkeklere kıyasla toplumsal alanda nasıl temsil edildiği, sadece fiziksel olarak değil aynı zamanda entelektüel anlamda ne denli görünürlük kazanabildiği bu bağlamda kamusallığın davranış biçimlerini ve düşünme hallerini de deşifre etmekte. Bu çerçevede yeni ve yaygın bir kamusallık biçimi olan kadın görünürlüğü, salt bir fiziksel görünürlükten ziyade, Habermas’ın üstünde çokça durduğu akıl yürütme, tartışma, müzakere etme ve çözüme kavuşturma potansiyelleri taşıyan farklı bir kamusallığa işaret ediyor2.
Burada kadın kimliği entelektüel bir varlık olarak görünürlük kazanıyor. Klasik kadın erkek eşitliğinin fizikselliğinden çıkıp, pratik anlamda cinsler açısından nasıl bir temsiliyete denk düştüğünü görmek bugünün koşullarında gerçek bir kamusallığın göstergesi. Çünkü gerçekte varolmalarına rağmen sanki yokmuşlar gibi düşünmek, toplumsal düzlemde kadın katılımcılığını teşvik etmemekte. Aksine bu durum sadece toplumda hakim durumda olan (erk olan) grupları yeniden iktidar pozisyona taşırken, oluşan bu iktidara bağımlı durumdaki kadınlar ve diğer topluluklar açısından ise daha derin bir bağımlılık halini ortaya koyuyor.
Mimarlık ve mimarlığın toplumsal cinsiyet rollerinin irdelenmesi ve görünürlüklerinin ele alınması; bahsi geçen yapılı çevrenin kadına ve dolayısı ile topluma bakışını da deşifre edebilecek zemini oluşturmakta. Yazı bu bağlamda eril kodların mimarlık ve yapılı çevrede ne kadar etkin olduğunun; söylemi “kadın” üzerinden şekillenen her metin, proje ya da kentsel planlamanın “kadın yok” gerçeğine neden dönüşmediğini veya bu gerçeğin neden görülmek istenmediği ile de ilgilenmektedir.
Türkiye modernleşmesinin erken dönemi yeni bir ulus devlet kurma süreci ile birlikte, siyasal ve sosyal alanda değişim tahayyülü ile gerçekleşti. Cumhuriyet ile başladığı öngörülen Türkiye modernleşmesinin kurucu öğelerinden biri -ki bu aynı zamanda en yaygın resmi söylem olabilir- kadın hakları da dahil olmak üzere her türlü demokratik ve özgürlükçü hakkın Atatürk tarafından verildiğidir. Cumhuriyetin modernleşme hareketi, o zamana değin topluma atfedilen “cahil” göndermesinden kurtuluşu kadının cahillikten kurtuluşu olarak algılamış ve yeni kadınlık durumları yaratma eğilimine girmiştir. Yeni modern Türk kadının cahillikten kurtulması için okullarda yetiştirilmesinin istendiğini bilinir. Bu ideolojinin işletilmesi için gerek devlet düzeyinde gerekse de toplum düzeyinde mekansal üretimler de yapılmıştır. Okullar açılmış, yasal düzenlemeler yapılmış ve bu doğrultuda istihdam politikaları geliştirilmiştir. Tüm bu olumlu adımların asıl olarak iktidar eliyle yapılmış olması ve toplumun bu durumu içselleştirmesinin önemsenmemiş olması kadın toplumsal kimliğinin uzunca bir süre bir araştırma başlığı olarak ele alınmamasına neden oldu. Hatta bu durum 1980’lere gelinceye değin, kadınların kurucu özne tarafından “kurtarıldığına” işaret edildiği ve bir anlamda kutsallaştırıldığı için, tartışılması bile pek mümkün olmayan bir durumdu. Tartışma zemini yaratmayan bu algının kadın kimliğinin varlık ve görünürlük meselesini gündeme taşımakta oldukça geciktirici bir yanının olduğu görülmelidir. Hatta Nilüfer Göle’nin söylediği gibi, kadınlar hem Kemalizm’in hem de Kemalizm karşıtı hareketlerin adeta “bayrağı” olmuşlardır3.
Bu durumun eleştirel değerlendirmelerinde kadınlarının ancak “sembolik” olarak önemsendiği vurgulanır. Bu bağlamda Türkiye’de olan yenilenme ve dönüşme faaliyetlerinin hepsinin hem yandaş hem de karşıtlar açısından iktidar odaklı otoriter bir modernleşme tavrına işaret ettiği açıktır.
Burada ayrıca kadının mimarlık piyasası içindeki farklı ve eşitsiz konumunun hem üretim örgütlemesinin mantığı çerçevesinde hem de toplumsal olarak üretilen iktidar ve güç ilişkileri bağlamında incelenmesi gerektiğini de vurgulamak isterim. Diğer bir deyişle, kadın-erkek kimliklerinin eşitliği üzerinden konuşulup normalleştirilmeye ve meşrulaştırılmaya çalışılan her söylemin eşitsizlik durumlarını derinleştirdiği ve kadının, emek piyasasındaki durumunu araçsallaştırdığını tartışmaya açmak gerektiği üzerinde özellikle durulmalı.
Nitekim 1980’li yılların başından itibaren toplumsal cinsiyet eşitsizliğini irdelemeyi hedefleyen radikal, sosyalist veya feminist kuramların, toplumsal cinsiyetin mimari/mekansal boyutları üzerinde odaklanmadığı açıktır. Bu kuramlar toplumsal cinsiyete dair açıklamalarını kendi epistemolojik kabulleri çerçevesinde yaparlar; sosyal ve mekansal ilişkileri vurgulu değildir. Dahası öncelikle Cumhuriyet rejimiyle gündeme gelen ve devamında 1960’lı yılların sosyal hareketlerinden ivme alarak, 1970’li yıllarda etkinlik kazanan özgürlükçü ve eşitlikçi söylemlerin öznesi olan cinsiyet kavramı, kadın ve erkeğin yaratılışından kaynaklanan biyolojik farklılıkları referans almakta. 1980 sonrası dönemde yaygınlaşan toplumsal cinsiyet kavramı ise tanımı gereği, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin sosyal boyutuna referans veriyor; ancak hala sosyo-mekansal/mimari boyutu gündeme gelemiyor. Burada bahsi geçen mekansallığın salt mekandan daha fazlasını kapsadığı ve kadının bu mekansallıkta, görünebilme potansiyellerinin yeniden ele alınışını ve toplumsal kabullerin işleyişinin yıllar içinde değişimini -daha doğrusu değişemeyişini- okumak gerekir.
Mimarlar Odası’nın 2014 yılında hazırlamış olduğu “Kadın Mimarlar4” adlı çalışma burada üzerinde durduğum meseleler kapsamında oldukça açıklayıcı veriler edinmemizi sağlamakla beraber, bir şekilde dikkati çeken ve görünür kılmaya çalışacağım durumları kanıtlayan bir delil niteliğinde.
Bu bağlamda verilerin cinsiyet odaklı okunması mimarlık pratiğinin inşai, akademik ve ekonomik boyutlarına da açıklık getiriyor. Bu verilerden biri 2000-2012 yılları arasında Oda’ya kayıt olan kadın ve erkek sayılarını gösteriyor (Tablo-1). Buna göre kadınlar 2005 yılına kadar erkeklerden daha az oranda odaya kayıt yaptırırken, 2007 yılından sonra kadınların oranının erkeklerden daha fazla olduğu görülmekte. Bu tablo, mezun olduğu halde odaya kayıt yapmayan kadınların varlığını gösterirken mimarlık mesleğinin eşitlikçi paylaşımı açısından bir soruna işaret ediyor. Mesleği icra etme noktasında kadınların belirli problemlerle karşılaştığı halde erkeklerin görece aynı problemlerle yüz yüze gelmediği söylenebilir.
Tablo-2’de ise 2010-2013 yılları arasında odaya kayıtlı olup ve serbest piyasada mimarlık yapacak olan kişilerin aldığı büro tescil belgesini edinen kadın ve erkek oranları kıyaslanıyor. Bu oran ayrıca kadınların bireysel olarak büro kurma oranlarını ve tekil bireyler olarak iş yapabilme durumunu da göstermekte. Buna göre büro tescil belgesi alan kadınların oranının hiçbir yıl %30’un üzerine çıkmadığı gözleniyor. Bu durum kadınların mimarlık eğitimi aldığı halde yalnızca %30’luk bir kısmının serbest piyasada, mimarlığın inşai faaliyetleri ile ilgili bir alanda iş yapabildiğini gösteriyor; aynı zamanda mimarlık pratiğinin inşai ve tasarım alanının ağırlıklı olarak erkeklerin egemenliğinde olduğunu ve dolayısı ile toplumsal kabullerin bunun üzerinden şekillendiğini de kanıtlıyor. Oysa Tablo1’deki oranlar incelendiğinde mimarlık okullarında tüm 2000’li yıllar boyunca Oda’ya kaydolanların %53 ila %66 arasındaki kesimi kadınlardan oluştuğu görülüyor. Fakat yine Oda’ya kaydolan kadınların yarısından fazla bir bölümü mimari-tasarım hizmetlerini kendi kimlikleri ile verebilir durumda değiller.
Bir diğer araştırma ise İTÜ, ODTÜ, YTÜ, Gazi, Kocaeli ve Atılım Üniversiteleri mimarlık bölümlerindeki tam zamanlı ve yarı zamanlı kadro sayılarının kadın ve erkek oranlarını karşılaştırmakta (Tablo-3). Buna göre; tam zamanlı kadrolardaki kadın sayısının erkeklerden hayli fazla olduğu görülürken, yarı zamanlı kadrolarda durumun tam tersi olduğu ve kadınların oldukça düşük düzeylerde kadro edinebildikleri okunabiliyor. Bu veri serbest piyasada çalışamayan kadınların daha çok tam zamanlı akademik kadrolara yöneldiğine ve son yıllarda bu yönelişin, araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi kadrolarında daha yoğun olduğuna işaret ediyor. Bu durum kadınların akademik dünyada yer edinmelerinin tamamen kendi tercihleri olmak yerine mesleğin cinsiyetçi bakışından ötürü zorunluluk haline geldiğini düşündürtüyor.
Öğretim görevlisi kadro oranlarının belirleyici olduğu yarı zamanlı kadrolarda ise serbest piyasada çalışma durumunun etkisi, elde edilen oranlarda görülmektedir. “Yarı zamanlı öğretim görevlileri, genelde eğitim–uygulama bütünleşmesini sağlamak için mimarlık pratiğindeki deneyimli mimarlardan oluşturulmaktadır. Bu grup içinde erkeklerin önemli bir yoğunluk göstermesi, kadın mimarların meslek uygulamasında nitel açıdan daha az etkin olduğu şeklinde bir yoruma elverişlidir5.” Erkeklerin serbest piyasada kadınlardan daha çok yer edinmesi ve üniversitelerin bu tür kadrolar için daha çok tanınmış mimarları tercih etmeleri önemli bir faktör. Yarı zamanlı kadrolar geçici sözleşmelere bağlı olarak, devamlılık konusunda çalışana garanti vermeyen sosyal bir düzene gönderme yaptığı için, kadınlar tarafından tercih edilememekte. Çünkü kadınlar genellikle mimarlığı “memur” disiplininde bir meslek olarak icra edebilecekleri alanlarda daha çok yoğunlaşma ihtiyacı içerisine girmekteler. Çünkü toplumsal kabuller içinde yetişen kadın, bu rol modelleri sürdürebileceği mesleki koşullara yönelme ihtiyacı duyuyor. Bu durum tam zamanlı kadroların oranını arttırırken, akademik açıdan daha az bağlayıcılık üstlenmiş olan yarı zamanlı kadrolarda yer edinememelerine neden oluyor.
Tablo-4’te her iki yılda bir Mimarlar Odası Genel Merkezi tarafından düzenlenen Ulusal Mimarlık Ödülleri ve Sergisi kapsamında ödül alan kişilerin cinsiyete göre oranları gösteriliyor. Bu çerçevede “Mimar Sinan Büyük Ödülü” dalında verilen 13 ödül arasından herhangi bir kadının ödül almadığı ve toplamda yapılan 4 anma programı içinde hiçbir kadın mimar için anma programının düzenlenmediği görülüyor. Bu, metinde detaylı bir şekilde yer almamasına rağmen, Arkitekt dergisinin
“Kaybettiklerimiz6” adlı köşesinde hiçbir kadının yer almamasının yarattığı problemle eşdeğer nitelikte. Kadınlar anma programını gerektirecek kadar değerli görülmemiş, hiçbir zaman böyle bir girişimde bulunulmamıştır.
Bunun yanında “Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülleri” dalında ise kadınların yalnızca %13 oranında ödüllendirildiği görülmekte. 23 ödülden sadece 4 tanesi kadınlara verilmiş, ödül verilen dört kadın sırasıyla, Afife Batur (2000),
Ayla Ödekan (2006), Jale Erzen (2008) ve Mualla Eyüboğlu Anhegger’dir
(2008). Bu durum kadınların erkekler karşısında ne kadar az oranda ödüle layık bulunduğunu göstermekle beraber, mimarlığa katkı sağlayacak yetkinlikte görülmediklerini de açıklıyor. Ayrıca 199 ödülün verildiği “Başarı Ödülleri” dalında kadınlar sadece 48 defa ödül almış ve dolayısı ile toplam içinde %24 oranında ödüllendirilmişler. Aynı dönemde
Oda’ya kayıtlı mimar sayısının 30.000’i aştığı göz önünde bulundurulduğunda kadın mimarların, mimarlık gündemini belirleyen nitelikle projelerde yeteri kadar yer almadığı sonucuna varılabilir7. Kadınların bu alanlarda yeteri oranlarda ödüllendirilememiş olması gerçekten kadınların başarısız olmalarıyla mı ilişkili; yoksa sistematik olarak mimarlık pratiğinde kadınların faaliyet göstermemesi için yapılan bir tür caydırma mı? Bu sorunun cevabı muhtemelen oldukça karmaşık ve bunların dışında birçok nedeni kapsayacak problemli bir sonuca işaret ediyor. Fakat tüm bu ödülleri değerlendirdiğimizde görünen o ki kadınlar gerçek anlamda mimarlığın birer öznesi olmanın dışında tutuluyor ve kısmen yok sayılıyorlar.
Buna ek olarak; ödül alan gruplara yakından bakıldığında, kadınların yarışmaya büyük çoğunlukla eşleri ile katıldıkları görülebilir. Kesin sayı vermek gerekirse; ödül alan toplam 48 kadından 18’i yarışmaya eşleri ile birlikte katılmış. Bu bilgiler yüzeysel olmakla birlikte; kadınların bireysel başarılarından çok gruplar halinde başarı kazandıkları; bu grupların genellikle evlilik bağı ile oluşturulduğu; bireysel olarak ise mimari üretimde baskın olmadıkları sonucuna varılabilir8.
Tablo-5 ise 2012-2013 yılında yapılan 10 yarışmada görev alan asil ve yedek jüri üyesi oranlarını veriyor. Buna göre kadınlar, asil jüri üyesi olarak yalnızca %20 oranında görev yapabiliyorken, yedek jüri üyesi olarak %46 oranında görev yapmışlar. Bu sonuç aslında kadınların yarışmaları değerlendirebilecek yetkinlikte görülmediklerinin bir kanıtı durumunda. Aynı zamanda mesleği icra etme noktasında tecrübeli ve bu konuda yetkin insanların seçildiği jüri üyeliği alanı, kadınların meslek pratiği içinde de yeterince yetkinleşemediğini gösteriyor. Bunun yanında 1980 yılına kadar olan tüm sayılarını incelemiş olduğumuz Arkitekt dergisinde de benzer durumla karşılaşıldığından, kadınların değerlendirme kurulu üyeleri arasında yer almakta erkeklerle eşit koşullara sahip olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim kadınlar 2013 yılının verilerinde bile çok az oranlarda jüri üyeliği yapabilir durumda ise bunun arka planında yatan karmaşık nedenleri görmek ve bu konuyu konuşabilir duruma getirmek gerekiyor.
Kadınların laik sistemin önemli bir bileşeni olarak görüldüğü ve bu açıdan mimarlık okullarında eğitime başlanmasına vesile olan Cumhuriyetin modernleşme hareketi, 1934’de ilk kadın mimarların Leman Tomsu ve Münevver Belen’in diplomalarını almaları ve mesleki pratiklerine başlamalarına tanıklık eder. Bu dönemde mezun olan kadınların genel olarak kamu sektöründe veya eşleriyle beraber ortak işlerde çalışmış olmaları bugünden bakılınca, o dönemin kadınların mimarlığın gerçek tasarımsal/ teknik boyutlarıyla tanışamadıkları bir aralık olduğuna işaret ediyor. Çünkü halihazırda erkeklerin mimarlığın inşa boyutuyla ilgilendikleri ve dolayısı ile kadınların bu alana sızabilmelerinin yine ancak bir erkek vasıtası ile mümkün olabileceği, kadınların eşleriyle çalışmaları vesilesiyle kolayca kanıtlanabiliyor.
Bu çalışmada sunulan her veri grubunun, ayrı araştırma konuları olarak ele alınabileceği ve burada yer verilen gözlem ve değerlendirmelerin çok ötesinde değerlendirmelere konu olabileceği ortada. Bu tablolar, “kadın mimarlar yok denecek kadar az” veya “kadın mimar oranı gitgide artıyor” gibi bir çırpıda söylenen, manşetlere çıkarılan ancak sayısal verilerle desteklenmeyen argümanların yeniden ele alınması gerektiğini gösteriyor.
Kadının entelektüel etkinlik gösterme ve görünme durumlarının ne kadar kısıtlı veya dolaylı olduğu gerçeği burada araştırılan her veride ve diğer birçok araştırmada tekrar tekrar doğrulanabilmekte. Bu sonuçlara göre, kadınların görünememe durumlarının altında yatan nedenler çok çeşitli olmakla beraber, sonuç her durumda kadınlar aleyhine sonuçlanan bir görünememe durumuna denk geliyor. Bu sonuç da en çok mimarlık pratiği için yapılan araştırmalarla deşifre edilmiş olsa bile, diğer birçok veriyle desteklenerek; durumun salt mimarlık problemi olmadığı, mimarlığın da eklemlendiği bir dizi toplumsal algılama ve düşünme sisteminin çıktısı olduğu söylenebilir.
Kişisel kanaatim, kadınların bu metnin tamamında çeşitli nedenlerle açıklanan ve kantitatif olarak saptanan görünememe ya da az görünebilme nedenlerinin daha detaylı araştırılmasının yeterli olmayacağı. Asıl sorulması gereken, ancak benim metinde sormayı ve yanıtlamayı denemediğim mesele, görünme/kamusallaşma fırsatları dönemlere göre sürekli artsa da hala epey kısıtlı görünebilen kadınların, neden mimarlık öğrenimi görmeye bu denli hevesli oldukları çelişkisi. Kadınlar daha mezuniyet öncesinde bile adeta umutsuz gözüken bu akademik uğraşa, bu çıkmaz yola yine de girmekteler. Önlerinin önemli ölçüde kapalı olduğunu
bilmediklerini iddia etmek zor gözüküyor. O halde neden hala mimarlık okullarına yönelik yüksek bir kadın talebinin varolduğu sorulabilir. Daha da önemlisi, bu çelişki nedeniyle kadınların mesleki pratik ve mesleki entelektüel üretim alanlarını şimdiye kadar neden yeterince zorlayamadığını tartışmak gerekiyor. Her iki alanda da bir türlü eşitliğe yaklaşan bir pozisyon edinemeyenlerin neden daha aktif çabalar göstermedikleri, neden eşitlik beklentili mücadeleler yapamadıkları merak konusu olmalı. Hızlı bir gözlem bile, mimarlık okullarından mezun olan kadın çoğunluğunun kendi kısıtlı mesleki kaderlerine razı olduklarını düşündürtüyor. Türkiye’de öğretimin tamamlanması, mimari kariyerin de çoğu zaman sonunu tanımlayan bir eşik gibidir. Asıl tartışılması gereken, diploma verme merkezli örgütlendiği izlenimi veren Türkiye akademik ortamının ve diploma alma merkezli olarak biçimlenmiş gözüken eğitim talebinin toplumsal mekanizmaları. Daha açık bir anlatımla, okullar diploma vererek, öğrenciler de diploma alarak mesleki etkinliklerinin en ağırlıklı kesimini tamamlamış olduklarını varsaymaktalar9.
Notlar:
1 Bu metin Uğur Tanyeli danışmanlığında hazırlanan ve 2018 Haziran itibariyle biten “Türkiye Mimarlık Dergilerinde Kadın Toplumsal Kimliğinin İnşası” adlı yüksek lisans tezinden alınmış bilgileri içermektedir.
2 J. Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.
3 N. Göle, Modern Mahrem: Medeniyet ve Örtünme, Metis Yayınları, İstanbul, 1991.
4 “Kadın Mimarlar 2014”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Arge Mesleki Bilimsel Çalışma Kurulu, basılı olmayan belge. Tüm tablolar bu kaynaktan alınmıştır.
5 A. e., s. 23.
6 Arkitekt, sayı 1-377, yıl 1931-1980, Mimarlar Odası Arkitekt veri tabanı: [http://dergi.mo.org.tr/detail. php?id=2] Erişim: Mayıs 2016- Aralık2017.
7 “Kadın Mimarlar 2014”, s. 26.
8 A. e., s. 27.
9 N. Temel, Türkiye Mimarlık Dergilerinde Kadın Toplumsal Kimliğinin İnşası, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Mimarlık Tarihi, Teorisi ve Eleştirisi Yüksek Lisans Programı, 2018.