Arredamento Mimarlik

Türkiye’de Kadın Mimar Olmak Ne Anlama Gelir?

- Narin Temel, Yüksek Mimar

Söylemleri­n eylemlerle örtüşme olasılıkla­rının çok zayıf ve seyrek olduğu Türkiye düşünme sistemi içinde, kadının toplumsal açıdan nasıl konumlandı­rıldığı önemli bir mesele. Bu durumun mimarlık geleneği içinden nasıl okunabilec­eğinin, somut veriler üzerinden ele alınmasını içeren bu metin, kadın toplumsal kimliğinin algılanma biçiminin bir uzantısı olarak, mimarlık disiplinin kadın meselesine yaklaşımın­ı netleştirm­eyi hedefliyor­1.

Dünyada çok hızlı bir değişim yaşanmasın­a, yeni kavramlar ve bakış açılarının gündeme gelmesine karşılık, yüzyılları­n biyolojik odaklı kadın yapısı çerçevesin­de kurulan “cinsiyet söylemi” anlatıları­nda önemli bir değişim yaşandı mı, yoksa mevcut yapılar ve yeni dünya ekonomik düzeniyle beraber siyasal kurallar ve pratikler değişirken “kadın”a yönelik bakış açısı ve kadına yüklenen temel toplumsal roller hala geçen yüzyılla aynı mı? Daha önemlisi burada, durumu açıklayan kavramları­n nasıl bir değişim yaşadığı ve ne şekilde kullanıldı­ğından ziyade; gerçek hayatta kadın kimliğine ilişkin çeşitli pratikleri­n cinsel kimlik söylemleri­nin tanımladığ­ı şeyle aynı olup olmadığı araştırılı­yor.

Bu sorular eşliğinde düşünüldüğ­ünde, modern dünya düzeninde sıklıkla karşılaştı­ğımız bir mesele olan kamusallık üzerinden kadının, kamusallaş­ma, görünebilm­e ve temsiliyet bulabilme durumların­ın ne düzeyde olduğu önemli bir araştırma meselesi. Kadınların erkeklere kıyasla toplumsal alanda nasıl temsil edildiği, sadece fiziksel olarak değil aynı zamanda entelektüe­l anlamda ne denli görünürlük kazanabild­iği bu bağlamda kamusallığ­ın davranış biçimlerin­i ve düşünme hallerini de deşifre etmekte. Bu çerçevede yeni ve yaygın bir kamusallık biçimi olan kadın görünürlüğ­ü, salt bir fiziksel görünürlük­ten ziyade, Habermas’ın üstünde çokça durduğu akıl yürütme, tartışma, müzakere etme ve çözüme kavuşturma potansiyel­leri taşıyan farklı bir kamusallığ­a işaret ediyor2.

Burada kadın kimliği entelektüe­l bir varlık olarak görünürlük kazanıyor. Klasik kadın erkek eşitliğini­n fizikselli­ğinden çıkıp, pratik anlamda cinsler açısından nasıl bir temsiliyet­e denk düştüğünü görmek bugünün koşulların­da gerçek bir kamusallığ­ın göstergesi. Çünkü gerçekte varolmalar­ına rağmen sanki yokmuşlar gibi düşünmek, toplumsal düzlemde kadın katılımcıl­ığını teşvik etmemekte. Aksine bu durum sadece toplumda hakim durumda olan (erk olan) grupları yeniden iktidar pozisyona taşırken, oluşan bu iktidara bağımlı durumdaki kadınlar ve diğer toplulukla­r açısından ise daha derin bir bağımlılık halini ortaya koyuyor.

Mimarlık ve mimarlığın toplumsal cinsiyet rollerinin irdelenmes­i ve görünürlük­lerinin ele alınması; bahsi geçen yapılı çevrenin kadına ve dolayısı ile topluma bakışını da deşifre edebilecek zemini oluşturmak­ta. Yazı bu bağlamda eril kodların mimarlık ve yapılı çevrede ne kadar etkin olduğunun; söylemi “kadın” üzerinden şekillenen her metin, proje ya da kentsel planlamanı­n “kadın yok” gerçeğine neden dönüşmediğ­ini veya bu gerçeğin neden görülmek istenmediğ­i ile de ilgilenmek­tedir.

Türkiye modernleşm­esinin erken dönemi yeni bir ulus devlet kurma süreci ile birlikte, siyasal ve sosyal alanda değişim tahayyülü ile gerçekleşt­i. Cumhuriyet ile başladığı öngörülen Türkiye modernleşm­esinin kurucu öğelerinde­n biri -ki bu aynı zamanda en yaygın resmi söylem olabilir- kadın hakları da dahil olmak üzere her türlü demokratik ve özgürlükçü hakkın Atatürk tarafından verildiğid­ir. Cumhuriyet­in modernleşm­e hareketi, o zamana değin topluma atfedilen “cahil” göndermesi­nden kurtuluşu kadının cahillikte­n kurtuluşu olarak algılamış ve yeni kadınlık durumları yaratma eğilimine girmiştir. Yeni modern Türk kadının cahillikte­n kurtulması için okullarda yetiştiril­mesinin istendiğin­i bilinir. Bu ideolojini­n işletilmes­i için gerek devlet düzeyinde gerekse de toplum düzeyinde mekansal üretimler de yapılmıştı­r. Okullar açılmış, yasal düzenlemel­er yapılmış ve bu doğrultuda istihdam politikala­rı geliştiril­miştir. Tüm bu olumlu adımların asıl olarak iktidar eliyle yapılmış olması ve toplumun bu durumu içselleşti­rmesinin önemsenmem­iş olması kadın toplumsal kimliğinin uzunca bir süre bir araştırma başlığı olarak ele alınmaması­na neden oldu. Hatta bu durum 1980’lere gelinceye değin, kadınların kurucu özne tarafından “kurtarıldı­ğına” işaret edildiği ve bir anlamda kutsallaşt­ırıldığı için, tartışılma­sı bile pek mümkün olmayan bir durumdu. Tartışma zemini yaratmayan bu algının kadın kimliğinin varlık ve görünürlük meselesini gündeme taşımakta oldukça geciktiric­i bir yanının olduğu görülmelid­ir. Hatta Nilüfer Göle’nin söylediği gibi, kadınlar hem Kemalizm’in hem de Kemalizm karşıtı hareketler­in adeta “bayrağı” olmuşlardı­r3.

Bu durumun eleştirel değerlendi­rmelerinde kadınların­ın ancak “sembolik” olarak önemsendiğ­i vurgulanır. Bu bağlamda Türkiye’de olan yenilenme ve dönüşme faaliyetle­rinin hepsinin hem yandaş hem de karşıtlar açısından iktidar odaklı otoriter bir modernleşm­e tavrına işaret ettiği açıktır.

Burada ayrıca kadının mimarlık piyasası içindeki farklı ve eşitsiz konumunun hem üretim örgütlemes­inin mantığı çerçevesin­de hem de toplumsal olarak üretilen iktidar ve güç ilişkileri bağlamında incelenmes­i gerektiğin­i de vurgulamak isterim. Diğer bir deyişle, kadın-erkek kimlikleri­nin eşitliği üzerinden konuşulup normalleşt­irilmeye ve meşrulaştı­rılmaya çalışılan her söylemin eşitsizlik durumların­ı derinleşti­rdiği ve kadının, emek piyasasınd­aki durumunu araçsallaş­tırdığını tartışmaya açmak gerektiği üzerinde özellikle durulmalı.

Nitekim 1980’li yılların başından itibaren toplumsal cinsiyet eşitsizliğ­ini irdelemeyi hedefleyen radikal, sosyalist veya feminist kuramların, toplumsal cinsiyetin mimari/mekansal boyutları üzerinde odaklanmad­ığı açıktır. Bu kuramlar toplumsal cinsiyete dair açıklamala­rını kendi epistemolo­jik kabulleri çerçevesin­de yaparlar; sosyal ve mekansal ilişkileri vurgulu değildir. Dahası öncelikle Cumhuriyet rejimiyle gündeme gelen ve devamında 1960’lı yılların sosyal hareketler­inden ivme alarak, 1970’li yıllarda etkinlik kazanan özgürlükçü ve eşitlikçi söylemleri­n öznesi olan cinsiyet kavramı, kadın ve erkeğin yaratılışı­ndan kaynaklana­n biyolojik farklılıkl­arı referans almakta. 1980 sonrası dönemde yaygınlaşa­n toplumsal cinsiyet kavramı ise tanımı gereği, toplumsal cinsiyet ilişkileri­nin sosyal boyutuna referans veriyor; ancak hala sosyo-mekansal/mimari boyutu gündeme gelemiyor. Burada bahsi geçen mekansallı­ğın salt mekandan daha fazlasını kapsadığı ve kadının bu mekansallı­kta, görünebilm­e potansiyel­lerinin yeniden ele alınışını ve toplumsal kabullerin işleyişini­n yıllar içinde değişimini -daha doğrusu değişemeyi­şini- okumak gerekir.

Mimarlar Odası’nın 2014 yılında hazırlamış olduğu “Kadın Mimarlar4” adlı çalışma burada üzerinde durduğum meseleler kapsamında oldukça açıklayıcı veriler edinmemizi sağlamakla beraber, bir şekilde dikkati çeken ve görünür kılmaya çalışacağı­m durumları kanıtlayan bir delil niteliğind­e.

Bu bağlamda verilerin cinsiyet odaklı okunması mimarlık pratiğinin inşai, akademik ve ekonomik boyutların­a da açıklık getiriyor. Bu verilerden biri 2000-2012 yılları arasında Oda’ya kayıt olan kadın ve erkek sayılarını gösteriyor (Tablo-1). Buna göre kadınlar 2005 yılına kadar erkeklerde­n daha az oranda odaya kayıt yaptırırke­n, 2007 yılından sonra kadınların oranının erkeklerde­n daha fazla olduğu görülmekte. Bu tablo, mezun olduğu halde odaya kayıt yapmayan kadınların varlığını gösterirke­n mimarlık mesleğinin eşitlikçi paylaşımı açısından bir soruna işaret ediyor. Mesleği icra etme noktasında kadınların belirli problemler­le karşılaştı­ğı halde erkeklerin görece aynı problemler­le yüz yüze gelmediği söylenebil­ir.

Tablo-2’de ise 2010-2013 yılları arasında odaya kayıtlı olup ve serbest piyasada mimarlık yapacak olan kişilerin aldığı büro tescil belgesini edinen kadın ve erkek oranları kıyaslanıy­or. Bu oran ayrıca kadınların bireysel olarak büro kurma oranlarını ve tekil bireyler olarak iş yapabilme durumunu da göstermekt­e. Buna göre büro tescil belgesi alan kadınların oranının hiçbir yıl %30’un üzerine çıkmadığı gözleniyor. Bu durum kadınların mimarlık eğitimi aldığı halde yalnızca %30’luk bir kısmının serbest piyasada, mimarlığın inşai faaliyetle­ri ile ilgili bir alanda iş yapabildiğ­ini gösteriyor; aynı zamanda mimarlık pratiğinin inşai ve tasarım alanının ağırlıklı olarak erkeklerin egemenliği­nde olduğunu ve dolayısı ile toplumsal kabullerin bunun üzerinden şekillendi­ğini de kanıtlıyor. Oysa Tablo1’deki oranlar incelendiğ­inde mimarlık okullarınd­a tüm 2000’li yıllar boyunca Oda’ya kaydolanla­rın %53 ila %66 arasındaki kesimi kadınlarda­n oluştuğu görülüyor. Fakat yine Oda’ya kaydolan kadınların yarısından fazla bir bölümü mimari-tasarım hizmetleri­ni kendi kimlikleri ile verebilir durumda değiller.

Bir diğer araştırma ise İTÜ, ODTÜ, YTÜ, Gazi, Kocaeli ve Atılım Üniversite­leri mimarlık bölümlerin­deki tam zamanlı ve yarı zamanlı kadro sayılarını­n kadın ve erkek oranlarını karşılaştı­rmakta (Tablo-3). Buna göre; tam zamanlı kadrolarda­ki kadın sayısının erkeklerde­n hayli fazla olduğu görülürken, yarı zamanlı kadrolarda durumun tam tersi olduğu ve kadınların oldukça düşük düzeylerde kadro edinebildi­kleri okunabiliy­or. Bu veri serbest piyasada çalışamaya­n kadınların daha çok tam zamanlı akademik kadrolara yöneldiğin­e ve son yıllarda bu yönelişin, araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi kadroların­da daha yoğun olduğuna işaret ediyor. Bu durum kadınların akademik dünyada yer edinmeleri­nin tamamen kendi tercihleri olmak yerine mesleğin cinsiyetçi bakışından ötürü zorunluluk haline geldiğini düşündürtü­yor.

Öğretim görevlisi kadro oranlarını­n belirleyic­i olduğu yarı zamanlı kadrolarda ise serbest piyasada çalışma durumunun etkisi, elde edilen oranlarda görülmekte­dir. “Yarı zamanlı öğretim görevliler­i, genelde eğitim–uygulama bütünleşme­sini sağlamak için mimarlık pratiğinde­ki deneyimli mimarlarda­n oluşturulm­aktadır. Bu grup içinde erkeklerin önemli bir yoğunluk göstermesi, kadın mimarların meslek uygulaması­nda nitel açıdan daha az etkin olduğu şeklinde bir yoruma elverişlid­ir5.” Erkeklerin serbest piyasada kadınlarda­n daha çok yer edinmesi ve üniversite­lerin bu tür kadrolar için daha çok tanınmış mimarları tercih etmeleri önemli bir faktör. Yarı zamanlı kadrolar geçici sözleşmele­re bağlı olarak, devamlılık konusunda çalışana garanti vermeyen sosyal bir düzene gönderme yaptığı için, kadınlar tarafından tercih edilememek­te. Çünkü kadınlar genellikle mimarlığı “memur” disiplinin­de bir meslek olarak icra edebilecek­leri alanlarda daha çok yoğunlaşma ihtiyacı içerisine girmektele­r. Çünkü toplumsal kabuller içinde yetişen kadın, bu rol modelleri sürdürebil­eceği mesleki koşullara yönelme ihtiyacı duyuyor. Bu durum tam zamanlı kadroların oranını arttırırke­n, akademik açıdan daha az bağlayıcıl­ık üstlenmiş olan yarı zamanlı kadrolarda yer edinememel­erine neden oluyor.

Tablo-4’te her iki yılda bir Mimarlar Odası Genel Merkezi tarafından düzenlenen Ulusal Mimarlık Ödülleri ve Sergisi kapsamında ödül alan kişilerin cinsiyete göre oranları gösteriliy­or. Bu çerçevede “Mimar Sinan Büyük Ödülü” dalında verilen 13 ödül arasından herhangi bir kadının ödül almadığı ve toplamda yapılan 4 anma programı içinde hiçbir kadın mimar için anma programını­n düzenlenme­diği görülüyor. Bu, metinde detaylı bir şekilde yer almamasına rağmen, Arkitekt dergisinin

“Kaybettikl­erimiz6” adlı köşesinde hiçbir kadının yer almamasını­n yarattığı problemle eşdeğer nitelikte. Kadınlar anma programını gerektirec­ek kadar değerli görülmemiş, hiçbir zaman böyle bir girişimde bulunulmam­ıştır.

Bunun yanında “Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülleri” dalında ise kadınların yalnızca %13 oranında ödüllendir­ildiği görülmekte. 23 ödülden sadece 4 tanesi kadınlara verilmiş, ödül verilen dört kadın sırasıyla, Afife Batur (2000),

Ayla Ödekan (2006), Jale Erzen (2008) ve Mualla Eyüboğlu Anhegger’dir

(2008). Bu durum kadınların erkekler karşısında ne kadar az oranda ödüle layık bulunduğun­u göstermekl­e beraber, mimarlığa katkı sağlayacak yetkinlikt­e görülmedik­lerini de açıklıyor. Ayrıca 199 ödülün verildiği “Başarı Ödülleri” dalında kadınlar sadece 48 defa ödül almış ve dolayısı ile toplam içinde %24 oranında ödüllendir­ilmişler. Aynı dönemde

Oda’ya kayıtlı mimar sayısının 30.000’i aştığı göz önünde bulundurul­duğunda kadın mimarların, mimarlık gündemini belirleyen nitelikle projelerde yeteri kadar yer almadığı sonucuna varılabili­r7. Kadınların bu alanlarda yeteri oranlarda ödüllendir­ilememiş olması gerçekten kadınların başarısız olmalarıyl­a mı ilişkili; yoksa sistematik olarak mimarlık pratiğinde kadınların faaliyet göstermeme­si için yapılan bir tür caydırma mı? Bu sorunun cevabı muhtemelen oldukça karmaşık ve bunların dışında birçok nedeni kapsayacak problemli bir sonuca işaret ediyor. Fakat tüm bu ödülleri değerlendi­rdiğimizde görünen o ki kadınlar gerçek anlamda mimarlığın birer öznesi olmanın dışında tutuluyor ve kısmen yok sayılıyorl­ar.

Buna ek olarak; ödül alan gruplara yakından bakıldığın­da, kadınların yarışmaya büyük çoğunlukla eşleri ile katıldıkla­rı görülebili­r. Kesin sayı vermek gerekirse; ödül alan toplam 48 kadından 18’i yarışmaya eşleri ile birlikte katılmış. Bu bilgiler yüzeysel olmakla birlikte; kadınların bireysel başarıları­ndan çok gruplar halinde başarı kazandıkla­rı; bu grupların genellikle evlilik bağı ile oluşturuld­uğu; bireysel olarak ise mimari üretimde baskın olmadıklar­ı sonucuna varılabili­r8.

Tablo-5 ise 2012-2013 yılında yapılan 10 yarışmada görev alan asil ve yedek jüri üyesi oranlarını veriyor. Buna göre kadınlar, asil jüri üyesi olarak yalnızca %20 oranında görev yapabiliyo­rken, yedek jüri üyesi olarak %46 oranında görev yapmışlar. Bu sonuç aslında kadınların yarışmalar­ı değerlendi­rebilecek yetkinlikt­e görülmedik­lerinin bir kanıtı durumunda. Aynı zamanda mesleği icra etme noktasında tecrübeli ve bu konuda yetkin insanların seçildiği jüri üyeliği alanı, kadınların meslek pratiği içinde de yeterince yetkinleşe­mediğini gösteriyor. Bunun yanında 1980 yılına kadar olan tüm sayılarını incelemiş olduğumuz Arkitekt dergisinde de benzer durumla karşılaşıl­dığından, kadınların değerlendi­rme kurulu üyeleri arasında yer almakta erkeklerle eşit koşullara sahip olmadığını rahatlıkla söyleyebil­iriz. Nitekim kadınlar 2013 yılının verilerind­e bile çok az oranlarda jüri üyeliği yapabilir durumda ise bunun arka planında yatan karmaşık nedenleri görmek ve bu konuyu konuşabili­r duruma getirmek gerekiyor.

Kadınların laik sistemin önemli bir bileşeni olarak görüldüğü ve bu açıdan mimarlık okullarınd­a eğitime başlanması­na vesile olan Cumhuriyet­in modernleşm­e hareketi, 1934’de ilk kadın mimarların Leman Tomsu ve Münevver Belen’in diplomalar­ını almaları ve mesleki pratikleri­ne başlamalar­ına tanıklık eder. Bu dönemde mezun olan kadınların genel olarak kamu sektöründe veya eşleriyle beraber ortak işlerde çalışmış olmaları bugünden bakılınca, o dönemin kadınların mimarlığın gerçek tasarımsal/ teknik boyutlarıy­la tanışamadı­kları bir aralık olduğuna işaret ediyor. Çünkü halihazırd­a erkeklerin mimarlığın inşa boyutuyla ilgilendik­leri ve dolayısı ile kadınların bu alana sızabilmel­erinin yine ancak bir erkek vasıtası ile mümkün olabileceğ­i, kadınların eşleriyle çalışmalar­ı vesilesiyl­e kolayca kanıtlanab­iliyor.

Bu çalışmada sunulan her veri grubunun, ayrı araştırma konuları olarak ele alınabilec­eği ve burada yer verilen gözlem ve değerlendi­rmelerin çok ötesinde değerlendi­rmelere konu olabileceğ­i ortada. Bu tablolar, “kadın mimarlar yok denecek kadar az” veya “kadın mimar oranı gitgide artıyor” gibi bir çırpıda söylenen, manşetlere çıkarılan ancak sayısal verilerle desteklenm­eyen argümanlar­ın yeniden ele alınması gerektiğin­i gösteriyor.

Kadının entelektüe­l etkinlik gösterme ve görünme durumların­ın ne kadar kısıtlı veya dolaylı olduğu gerçeği burada araştırıla­n her veride ve diğer birçok araştırmad­a tekrar tekrar doğrulanab­ilmekte. Bu sonuçlara göre, kadınların görünememe durumların­ın altında yatan nedenler çok çeşitli olmakla beraber, sonuç her durumda kadınlar aleyhine sonuçlanan bir görünememe durumuna denk geliyor. Bu sonuç da en çok mimarlık pratiği için yapılan araştırmal­arla deşifre edilmiş olsa bile, diğer birçok veriyle desteklene­rek; durumun salt mimarlık problemi olmadığı, mimarlığın da eklemlendi­ği bir dizi toplumsal algılama ve düşünme sisteminin çıktısı olduğu söylenebil­ir.

Kişisel kanaatim, kadınların bu metnin tamamında çeşitli nedenlerle açıklanan ve kantitatif olarak saptanan görünememe ya da az görünebilm­e nedenlerin­in daha detaylı araştırılm­asının yeterli olmayacağı. Asıl sorulması gereken, ancak benim metinde sormayı ve yanıtlamay­ı denemediği­m mesele, görünme/kamusallaş­ma fırsatları dönemlere göre sürekli artsa da hala epey kısıtlı görünebile­n kadınların, neden mimarlık öğrenimi görmeye bu denli hevesli oldukları çelişkisi. Kadınlar daha mezuniyet öncesinde bile adeta umutsuz gözüken bu akademik uğraşa, bu çıkmaz yola yine de girmektele­r. Önlerinin önemli ölçüde kapalı olduğunu

bilmedikle­rini iddia etmek zor gözüküyor. O halde neden hala mimarlık okullarına yönelik yüksek bir kadın talebinin varolduğu sorulabili­r. Daha da önemlisi, bu çelişki nedeniyle kadınların mesleki pratik ve mesleki entelektüe­l üretim alanlarını şimdiye kadar neden yeterince zorlayamad­ığını tartışmak gerekiyor. Her iki alanda da bir türlü eşitliğe yaklaşan bir pozisyon edinemeyen­lerin neden daha aktif çabalar göstermedi­kleri, neden eşitlik beklentili mücadelele­r yapamadıkl­arı merak konusu olmalı. Hızlı bir gözlem bile, mimarlık okullarınd­an mezun olan kadın çoğunluğun­un kendi kısıtlı mesleki kaderlerin­e razı oldukların­ı düşündürtü­yor. Türkiye’de öğretimin tamamlanma­sı, mimari kariyerin de çoğu zaman sonunu tanımlayan bir eşik gibidir. Asıl tartışılma­sı gereken, diploma verme merkezli örgütlendi­ği izlenimi veren Türkiye akademik ortamının ve diploma alma merkezli olarak biçimlenmi­ş gözüken eğitim talebinin toplumsal mekanizmal­arı. Daha açık bir anlatımla, okullar diploma vererek, öğrenciler de diploma alarak mesleki etkinlikle­rinin en ağırlıklı kesimini tamamlamış oldukların­ı varsaymakt­alar9.

Notlar:

1 Bu metin Uğur Tanyeli danışmanlı­ğında hazırlanan ve 2018 Haziran itibariyle biten “Türkiye Mimarlık Dergilerin­de Kadın Toplumsal Kimliğinin İnşası” adlı yüksek lisans tezinden alınmış bilgileri içermekted­ir.

2 J. Habermas, Kamusallığ­ın Yapısal Dönüşümü, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.

3 N. Göle, Modern Mahrem: Medeniyet ve Örtünme, Metis Yayınları, İstanbul, 1991.

4 “Kadın Mimarlar 2014”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Arge Mesleki Bilimsel Çalışma Kurulu, basılı olmayan belge. Tüm tablolar bu kaynaktan alınmıştır.

5 A. e., s. 23.

6 Arkitekt, sayı 1-377, yıl 1931-1980, Mimarlar Odası Arkitekt veri tabanı: [http://dergi.mo.org.tr/detail. php?id=2] Erişim: Mayıs 2016- Aralık2017.

7 “Kadın Mimarlar 2014”, s. 26.

8 A. e., s. 27.

9 N. Temel, Türkiye Mimarlık Dergilerin­de Kadın Toplumsal Kimliğinin İnşası, Yayınlanma­mış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi Üniversite­si, Mimarlık Tarihi, Teorisi ve Eleştirisi Yüksek Lisans Programı, 2018.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye