Feminist Mekansal Pratikler ve Üç Konuk
Geçtiğimiz aylarda, sözlük yayıncısı Merriam Webster 2017
Yılının Kelimesi’ni “feminizm” olarak duyurdu. Merriam Webster’ın açıklaması, 2017 yılının en çok aranan kelimesi olan feminizmin, 2016 yılına göre %70 oranında bir artışla arandığını belirtiyor. Bu artışı, kadın hakları mücadelesinin dünya gündeminde ve popüler kültürde son dönem görünürlüğüne koşut olarak görmek mümkün: ABD ve Avrupa’nın seçim sonrası atmosferindeki yükselen cinsiyetçi ve ırkçı söylemler ile hak ihlalleri, kadınların öfkesine, yeni proaktif eylem biçimlerine ve kitlesel katılımlı dünya çapında Women’s March yürüyüşlerine yol açtı. Etkin güncel hareketler Siyah Hayatlar Önemlidir ve LGBTQ ile dirsek temasındaki feminist eylemler, yıl içinde müzelerden parlamentolara sayısız alana taşındı. Yıldız isimlerin de dahil olduğu pek çok kadın, hikayelerini gazetecilerle ve birbiriyle paylaşmak için öne çıkarken, aktardıkları cinsel istismar ve taciz vakaları birbiri ardına haberlerde bomba etkisi yarattı. Bu adımlar, sosyal medyadaki #MeToo kampanyası ile birlikte yüz binlerce kadının katıldığı dünya çapında bir harekete dönüştü. “The Handmaid’s Tale” gibi TV dizilerinin ya da “Wonder Woman” gibi gişe filmlerinin kitlesel popülerliğinin de feminist meselelere dikkat çekmede etkili olduğu iddia edilebilir. Milyonlarca kişinin canlı olarak izlediği prestijli müzik, sinema, sanat etkinliklerine, sektördeki kadınların hak mücadelesine dair konuşmalar ve gösteriler damga vurdu -protestoların gerçekleştiği 75. Altın Küre Ödülleri törenindeki atmosferi Oprah Winfrey, “Ufukta yeni bir gün var” diye özetlemişti.
#MeToo’nun mimarlık alanına sıçraması da çok sürmedi; Richard Meier’in cinsel taciz skandallarının patlamasının ardından, mimarlık dünyasındaki cinsel istismar ve taciz vakalarının ifşa edildiği ve binlerce katılımcısının bulunduğu açık kaynak liste, paylaşılmaya ve büyümeye halen devam ediyor. The Architectural
Review’un senelik Mimarlıkta Kadınlar anketi, RIBA’nın “Kadınlar Neden Mimarlığı Bırakıyor?” araştırması gibi çalışmalar yaygınlaşıyor, senelik kongresine yalnızca erkek konuşmacıları dahil eden AIA (Amerikalı Mimarlar Enstitüsü) örneğindeki gibi, kadın mimarlar protesto mektupları yayımlayarak programların daha katılımcı bir anlayışta değiştirilmesini sağlıyor. Venedik Mimarlık Bienali’nin Mayıs ayındaki açılış gününde Odile Decq, Farshid Moussavi ve Manuelle Gautrand’ın örgütlemesiyle kadınlar bienalin yerleşke girişini işgal etti, meslekteki ayrımcılığa ve istismara karşı birarada mücadele çağrısında bulundukları, “we will not stand silent” (sessiz durmayacağız) isimli bir manifesto yayımladı. Merriam Webster’ın duyurusunun da işaret ettiği üzere, geçtiğimiz yıl feminizm geniş kitlelerde büyük yankı uyandırdı -ne olduğu, güncel arayışları ve biçimleri üzerine tartışmalar sıcak ve kapsamlı bir gündem oluşturdu.
“Feminizm” kelimesinin İngilizce bir sözlükte ilk boy gösterişi 1841 yılında olur: Noah Webster, feminizmi “kadınların özellikleri” olarak tanımlar. Sözlükteki bugünkü tanımı ise, “cinsiyetlerin politik, ekonomik ve sosyal eşitliği kuramı” ve “kadın hakları ve ilgileri yararına örgütlü faaliyet” biçimindedir1.
Toplumsal ve politik bir hareket olarak feminizmin kendisi de tarihi boyunca evrilir, giderek daha çoğulcu bir kavrama dönüşür. Bu evrim bir dizi “dalga” üzerinden takip edilebilir: 19. yüzyıl sonunda erkeklerin tekelindeki siyasete girmeyi ve yasal haklar edinmeyi hedefleyen ilk dalganın ardından, 1960-1970’li yılların politik ve toplumsal çalkantılarında ikinci dalga ortaya çıkar2. Emek mücadelesi ve savaş karşıtı eylemlerle beraber ilerleyen ikinci dalga, kadınları ev işlerini bırakarak sokağa çıkmaya çağırır, daha geniş bağlamlarda politik ve kültürel eşitsizliklerle mücadeleyi bünyesine katar. Psikanalizde ve post-yapısalcı düşüncede yeni çalışmaların ses getirdiği 1980’li yıllardan itibaren ise, kadınlığı ve cinsel farkı kucaklayan feminist yaklaşımlar yaygınlaşır; özellikle Luce Irigaray, Julia Kristeva, Hélène Cixous gibi Fransız post-yapısalcı isimlerin çalışmaları bu anlayışta etkili olur. Kimlik politikalarının ve etnisite, sınıf, cinsel yönelim ve cinsellik tartışmalarının çeşitlendiği 1990’lı yıllarda, post-kolonyal ve queer ifadelerle etkileşimli üçüncü dalga feminizm yeşerir. İkinci dalga feminizmin söylemlerini beyaz-orta sınıf-heteroseksüel ayrımcılığı yarattığı gerekçesiyle eleştiren üçüncü dalga, çeşitliliğe kucak açan kapsayıcı bir tavrı benimser. Kadın-erkek, kültür-doğa, kamusal-özel gibi sabitlenmiş ikili yapıları hedef alır, bu yapıların daha çoğulcu ve akışkan yeni anlayışlarını talep eder.
Feminizmin bugünkü çerçevesini çizerken, cinsiyeti yalnız biyolojik bir fark değil, aynı zamanda güç ilişkilerini işaret eden politik bir talep olarak ele aldığını, farklılıkları keşfetme ve bu farklılıklarla birarada yaşama yolları arayışında olduğunu, eleştirel düşünce, bilgi ve aktivizm yoluyla toplumsal ve etik adalet için mücadele ettiğini belirtmek mümkün. bell hooks, feminist hareketin “grupların örgütlü bir stratejiyle biraraya gelerek patriyarkayı bertaraf etmek için eyleme geçtiğinde” oluştuğunu, “patriyarkanın görmezden geldiği ya da baskı altına aldığı tüm bedenlerin, kimliklerin, seslerin ve bakış açılarının hak mücadelesini kapsayan geniş bir vizyon olduğunu” söyler3.
Cinsiyet sorunu bugünün daha kompleks bir imtiyazlar sorununun bir parçasıdır; feminist materyalist, queer, post-kolonyalist gibi perspektiflerin biraradalığı, majör figürleri kutsayan ve yoksun kesimleri göz ardı eden normatif yapılara eleştirel yaklaşımlar yaratır. Judith Butler bu yoksunluğu prekaryalık üzerinden betimler; sosyal normların belirli toplulukları “yası tutulamaz” ya da “elden çıkarılabilir” olarak belirlemesine karşı, farklı prekarya grupların biraradalığını, gücün yeşerdiği bir ittifak alanı olarak değerlendirir4.
Luce Irigaray, eğer demokrasi her bireyin kendi bireyselliğini yaşaması ve ortak bir varoluşun paylaşılması ise, o halde daha demokratik ve sürdürülebilir bir yaşamın aynılığın ya da eşliğin değil, ancak farklılığın gözetilmesi ve korunması yoluyla yaratılabileceğini söyler. Ona göre, “kişiselliğimizi, arzularımızı, mutluluğumuzu kaybedeceğimiz meçhul bir topluluğa düşmekten” kaçınmanın tek yolu budur5. Başka bir deyişle, tüm özneler birbirinden ayrı dünyalarda ayrı fiziksel, psikolojik, biyolojik, cinsel, ruhsal, tarihsel özelliklere sahiptir ve bu yüzden kurtuluşun ya da sevginin yolu ancak ötekinin varlığının farkında olmak ve farklılıkların çoklu dünyalarını korumak ile mümkündür. Irigaray mevcut yapıyı eril bir dünya olarak niteler ve bu yapı içinde yeni bir yaşamın gerekliliğini belirtir; farklı kültürleri mümkün kılacak yeni dilleri teşvik eder. Irigaray için bu, kişinin kendisine uymayan bir geleneğin hapishanesinden kaçabilmesinin ilk adımıdır6. Hélène Cixous’nun écriture
féminine, yani dişil yazın olarak adlandırdığı fikir, yeni olanaklar doğuracak bu yeni dillerin temel eleştirel araçlarından biri olarak görülebilir; yeni ifade ve algılama biçimleri yaratarak kapsayıcı ve çoğulcu biraradalık biçimlerine imkan sunduğu iddia edilebilir.
Sosyal ilişkilere etki eden mekansal üretimin bir parçası olarak mimarlık, doğası gereği politiktir; yapılı çevreyi şekillendirerek, mekanda gömülü güç ağları ile doğrudan etkileşimdedir. Irigaray, mimarların temel uğraşlarından birinin feminizmi düşünmek olması gerektiğini, bunun demokrasiyi yeniden düşünmek adına esas olduğunu belirtir7. Feminist bir bakış açısı, mimarlık mefhumunu her öznenin bireysel ifade talebine yanıt verebilecek, farklılıkların gözetilerek öteki ile sürdürülebilir birliktelikler yaratacak ortak bir zemin inşa etmek için eleştirel bir yaklaşımla ele alır.
Mimarlıkta feminist yaklaşımları benimseyen tüm dünyada giderek artan sayıda otonom ve üretken topluluk, konuşmalar, yayınlar, eylemler, müdahalelerle yeni söylemler, yeni temsil biçimleri ve yeni bilgi üretme yolları yaratıyor. Bu işbirlikçi ağlar, daha demokratik ve çoğulcu bir mimarlık düşüncesinin temellerini oluşturacak yeni diyaloglar inşa ediyor; tarihyazımından yere ve topluluğa özgü mekansal üretimlere, cinsiyete duyarlı pedagojilerden yeni muğlak roller geliştirmeye uzanan çeşitli araçlarla mevcut güç ilişkilerini hedef alarak alt üst etmeyi amaçlıyor. Bu girişimlere, yöntemlerine, etkileşimlerine, araçlarına, taktiklerine ve daha çoğulcu bir dünya için “etik mimarlıklar” taleplerine daha yakın ve eleştirel bir bakış elzem -özellikle ötekinin görünmez kılındığı, zenofobinin yükseldiği, nefret suçlarının neredeyse gündelik bir meseleye dönüştüğü bugünün dünyasında. Feminizmin daha demokratik ve sürdürülebilir bir dünya için mücadelesi, gezegenin kaynaklarının tükenişinin gölgesindeki ayrılıkçı politikaların ve insani felaketlerin gündeminde yeni birliktelikler ve yeni gelecekler için, bugün belki de daha kritik.
Çevresel, kültürel ve ekonomik olarak sürdürülebilir bir yaşam için alternatif yaklaşımlar arayışındaki feminist mimarlık girişimlerinden, son dönemde etkin çalışan ve birbirinden farklı yöntemleri, araçları ve taktikleri olan üçünü, buradaki sınırlı yerimde aktarmak isterim.
muf architecture/art
Kuruluş ilkelerini “ilginç kadınları biraraya getirmek” olarak tanımlayan muf architecture/art’ın, 20 yılı aşkın tarihi ile feminist mimarlık sahnesine katkısı kayda değer -üstelik kendisine açıkça “feminist” sıfatını atfetmediği halde. Yine de, üyelerinin de dillendirdiği üzere ince ve kurnaz bir feminist yaklaşım pratiklerinde aşikar: Özellikle politik yaklaşımı ve muğlaklık vurgusu olan projeleri, geçici etkinliklerden yazıya ya da kamusal alana müdahalelere uzanan bir çeşitlilik gösteriyor. Sıklıkla “mimarlık yapmamakla” eleştirilen muf’un “inşa etmeme” ilkesi, bilinçli bir etik duruş -bu, konvansiyonel mimarlık metodolojilerine ve yapılı çevre üretmedeki sınırlarına yönelik muf’un eleştirisi8.
1996’da Liza Fior, Katherine Clarke ve Juliet Bidgood tarafından kurulan muf, çalışma biçimini “danışma” ve “işbirliği” kelimeleri ile açıklıyor. Onlar için, bu iki kelime mutabakat belirttiği halde, gerçekte tersini yansıtıyor -kendi sözleri ile kamusal alan “asla temizce çözülemeyecek tartışmalı taleplerle ve uyuşmazlıklarla betimlenebilir”. Buna
karşı muf, kamusal alanda “geçici cömertlik ve misafirperverlik anları” öneriyor; böylece “tasarlanmış bir akıbeti olan ortak bir zemin”den ziyade, “hem fiziksel hem kavramsal olarak tüm seyirlerde emsal deneyimli mekanlar” yaratmayı amaçlıyor9. muf’un işleri, trafik yılgını Londralıların serbest zaman geçirebilmeleri için Londra caddelerini piknik masaları, çocuk oyuncakları ve büfelerle işgal etmekten, erkeklerin müdavimi olduğu bir bilardo salonu sebebiyle genç kızların rahat zaman geçiremediği bir sokağı yollarını, lambalarını ve cephelerini pembeye boyayarak “kızlar sokağı” olarak tahsis etmeye ya da Büyük Britanya Pavyonu’nda Venediklileri Venedik Bienali’nin bir parçası yaparak böylece bienali ücretsiz ziyaret etmelerini sağlamaya uzanıyor.
İşlerinde “ötekinin sesi”ni dahil etmek için çoğunlukla tasarım süreci açık, kendiliğinden ve muğlak bırakılıyor; ekip bunun “işgal üzerinden bir tür sahiplenme hissi”ne imkan sunduğuna inandıklarını belirtiyor. muf’un mimarlığın sınırlarını, rollerini, estetiklerini ve öznelerini ince yollarla tersyüz edişleri, bir tasarım projesi olarak kamusal alana ve kamusallığına karşı radikal meydan okumalar olarak değerlendirilebilir. Kendi sözleri ile bu müdahaleler “müelliflik kavramını değiştiren ve mimarın profesyonel rolünün tarafsızlığını sorgulayan, özgürleştirici bir belirsizliğin günah çıkarışı10”.
taking place
Doina Petrescu’nun Paris’te 1999 yılında düzenlediği Alterities konferansı, muf ve Matrix gibi grupların etkilediği İngiltere feminist mimarlık sahnesinde bir dönüm noktası olarak ele alınabilir. Alterities konferansı, Luce Irigaray’ın cinsel fark kavramı başta olmak üzere, Fransız post-yapısalcı feminist düşüncesinden etkilenen yeni perspektifler açar. Alterities konferansının ardından İngiltere’de kurulan girişimlerden biri de taking place’tir; temel stratejisi olarak écriture féminine’i, yani dişil yazını benimser.
Jos Boys, Julia Dwyer, Helen Stratford, Teresa Hoskyns ve Katie Lloyd Thomas tarafından kurulan grup, kendisini kadın sanatçıların, mimarların ve akademisyenlerin biraraya geldiği “müphem bir kolektif” olarak tanımlıyor; 2000 yılından beri mekansal müdahaleler, etkinlikler, yazı ve performanslar üretiyor. Feminist pratiği “formel yapıların tanımladığı mimari mekanı yeniden biçimlendiren bir pratik” olarak tanımlayan taking place, mimarlığı ve mekanın kullanımını -ismi ile müsemmabizzat “yer alarak” sorguluyor. Kendi sözleriyle taking place “mekanı yeniden icat ederek, yeniden düzenleyerek ve icra ederek, feminist teoriyi ve pratiği tartışmak için mimarlık okullarında ve diğer kurumlarda yer alıyor11”. taking place, “müphem kolektifliğinin” yeni akışkan stratejilerini oluşturmak üzere metin, süreç ve performans temelli iletişim teknolojilerini kullanıyor; onlar için bu stratejiler “mekanın deneyiminin ilişkisel ve geçici doğasını hem işaret ediyor hem de ifade ediyor12”. Örneğin, devam eden “the Other Side of Waiting” (Beklemenin Diğer Yüzü) projelerinde, “beklemek” kavramını “insanların beklemenin duyguları, politikaları ve mekanları etrafında bir söylem paylaşmalarını sağlayacak, aynı zamanda sanal, uçucu ve görünür yollarla kolektif stratejilerle karmakarışık edecek” bir fikir olarak ele alıyor13.
taking place’in işbirliğine dayalı yöntemlerinin bir parçası olarak bilgi paylaşımı üzerine, “Interstitial Breakfast” (Arayer Kahvaltısı) ismindeki bir seri projesini anmakta fayda var. Grup üyeleri konferans gibi etkinliklere konuşmacı olarak davet edildiklerinde, kahve aralarını ve kahvaltı etkinliklerini tartışmak ve bilgi paylaşmak için platformlara dönüştürüyor. Bunu da, üzerinde “Sanatta ve mimarlıkta müelliflik ve feminizm arasında nasıl bir ilişki var?”, “Toplumsal etkileşimli politik ve eleştirel pratikler bağlamında, feminizme özel olan nedir?” gibi sorular yazılı olan masa örtüleri kullanarak yapıyorlar. Masaların üzerine keçeli kalemler
bırakarak, kahvaltı ya da kahve molası süresince katılımcıların masa örtülerine yanıtlarını yazmalarını bekliyorlar. Sonraki günler molalarda katılımcılarla biraraya gelerek yanıtlarını tartışıyorlar.
Parlour: women, equity, architecture
Avustralya’da kadınların, özellikle yönetici konumlarda yetersiz temsil edildiği verilerinden yola çıkan Parlour: women, equity, architecture, 2012 yılında Brisbane’de “konuşmak için bir mekan” olarak kuruldu. Parlour mimarlıkta ve tasarımda kadın meselelerine dair araştırmaları, görüşleri ve kaynakları biraraya getirerek, imkanları ve alanları genişletmeyi amaçlıyor. Girişim, ismini ziyaretçilerin karşılanması için kullanılan odadan alıyor. Bir araştırma projesinden uluslararası katılımcılı aktivist bir gruba evrilen bu genç girişim, “mimarlıkta cinsiyet eşitliği için üyelerinin her birinin mücadelede kendi özgün bilgisini, ilgilerini, yeteneklerini ve yaklaşımlarını kattığını” belirtiyor, bu farklılıklarla yeni diyaloglar geliştirmeyi amaçlıyor14 .
Parlour’un kurucularından Gill Matthewson’ın, Avustralya’daki sistematik yapısal ve cinsiyetçi modelleri ortaya çıkaran üç yıllık araştırmasının ardından, Avustralya Mimarlık Enstitüsü bir cinsiyet eşitliği politikası geliştirir15. Daha eşitlikçi bir pratik için The Parlour Guides to
Equitable Practice yayımlanır16. Parlour’un esnek taktikleriyle dikkate şayan iki projesi WikiD ve Marion’s
List (Marion’un Listesi). ArchiteXX topluluğundan Lori A. Brown’un girişimi olan WikiD (women, design, Wikipedia / kadınlar, tasarım, Vikipedi) açık bilgi kaynaklarında tasarım dünyasından kadınların yeterince temsil edilmeyişine karşı bir proje. Melbourne merkezli
Parlour ve Berlin merkezli n-ails ile işbirliğinde, 2015 yılındaki Dünya
Emekçi Kadınlar Günü’nde bir Vikipedi düzenleme maratonu organize edilerek, Vikipedi’deki kadın görünürlüğünün artırılması ve “tarihin kim tarafından ve nasıl yazıldığı”nın sorgulanması amaçlandı17. Marion’un Listesi ise ismini, Avustralya’daki ilk lisanslı mimarlardan birisi olan Marion Mahony Griffin’den alıyor. Sanal bir platform olan liste, profesyonel kadın mimarların profillerinin ilgi alanlarına ve bölgeye göre sınıflandırılabilir bir dökümünü içeriyor, mimarların kendi profillerini yaratmalarına da açık. Parlour, bu listenin amacını hem mimarlıktaki kadınların geniş bir tablosunu çıkarmak hem de konferanslar, jüriler gibi etkinliklerde cinsiyet eşitlikçi bir ortam sağlamak üzere kullanılabilecek güncel bir veri tabanı yaratmak olarak belirtiyor18.
Notlar:
1 Merriam Webster Dictionary: [https://www.merriamwebster.com/words-at-play/word-of-the-year-2017feminism] Erişim: Ağustos 2018. 2 Krista Jacob ve Adela C. Licona, “Writing the Waves: A Dialogue on the Tools, Tactics and Tensions of Feminisms and Feminist Practices over Time and Place” NWSA, 17(1), 2005, s. 197-205. 3 bell hooks, Feminism is for Everybody: Passionate Politics, Pluto Press, Londra, 2000. Meike Schalk vd., “Introduction”, Feminist Futures of Spatial Practice: Materialisms, Activisms, Dialogues, Pedagogies, Projections, AADR, Baunach, 2017, s. 13-23. 4 Judith Butler, Notes Towards a Performative Theory of Assembly, Harvard University Press, Cambridge, 2015. 5 Luce Irigaray, “Being Two in Architectural Perspective - Interview with Andrea Wheeler, Conversations, Continuum, New York, 2008, s. 70. 6 Luce Irigaray, “How Can We Live Together In A Lasting Way?”, Key Writings, Continuum, New York, 2004, s. 123-133. 7 Luce Irigaray, a.g.e., 2008, s. 68. 8 Nishat Awan, Tatjana Schneider ve Jeremy Till, Spatial Agency: Other Ways of Doing Architecture, Routledge, New York, 2011, s. 175-176; Jane Rendell, “Critical Spatial Practices”, Feminist Practices: Interdisciplinary Approaches to Women in Architecture, ed.: Lori A. Brown, Routledge, New York, 2011, s. 24-27. 9 Melanie Dodd, “Practicing Generosity: The Hospitality of Collective Space”, Design Collective: An Approach to Practice, ed.: Harriet Edquist ve Laurene Vaughan, Cambridge Scholars Publishing, Newcastle upon Tyne, 2012, s. 54-56. 10 Feminist Practices: [http://www.feministpractices. com/bio_fior.html] Erişim: Ağustos 2018. 11 Teresa Hoskyns ve Katie Lloyd Thomas, “TAKING PLACE 8: INTERSTITIAL BREAKFAST - Making Space for Questions about Architecture and Feminism”, Field, 7(1), 2017, s. 120. 12 Julia Dwyer, “Inscription as a Collective Practice: taking place and The Other Side of Waiting”, ed.: Harriet Edquist ve Laurene Vaughan, Cambridge Scholars Publishing, Newcastle upon Tyne, 2012, s. 52-53. 13 A.e., s. 42. 14 Naomi Stead, Gill Matthewson, Justine Clark ve Karen Burns, “Parlour: The First Five Years”, Field, 7(1), 2017, s. 143-144; [archiparlour.org] Erişim: Ağustos 2018. 15 A.e., s. 143-146. 16 Parlour: [http://archiparlour.org/topics/parlourguides-to-equitable-practice] Erişim: Ağustos 2018. 17 Stead, Matthewson, Clark ve Burns, a.g.e., 2017, s. 143-146. Aynı yıl başlayan ve sanat-tasarım dünyasındaki kadınların açık bilgi kaynaklarındaki görünürlüğünü artırmayı amaçlayan, mart ayındaki senelik düzenleme maratonları halen devam eden, benim de bir parçası olduğum art+feminism oluşumuna ve düzenleme maratonlarına dair ayrıntılı bilgiyi, Arredamento Mimarlık’ın 300. sayısında yazmıştım. Bkz.: Yağmur Yıldırım, “Müşterek Bilgide Kadın Görünürlüğü. Art+Feminism’in Düzenleme Maratonu”, Arredamento Mimarlık, Nisan 2016/300, s. 150-151. 18 Stead, Matthewson, Clark ve Burns, a.g.e., 2017, s. 157.