Arredamento Mimarlik

Toplumsal Cinsiyet ve Tasarım: Kadın

-

Mekanı, mesleği ya da herhangi bir üretimi toplumsal cinsiyet bağlamında düşünmek bize ne katar? Bilginin toplumsal inşasını, gündelik ve profesyone­l hayatın güç ilişkileri­ni, kentsel mekanın kullanımın­ı düşünürken kaçınılmaz olarak tartıştığı­mız temel meselelerd­en biri toplumsal cinsiyet. Dolayısıyl­a, bu dosya (ve dosyaya vesile olan ders1) gündelik mekan pratikleri­nin, kentsel hak taleplerin­in, profesyone­l ve akademik meslek yapılanmas­ının toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesin­de şekillendi­ği kabulü ve tüm bunların Türkiye’de mimarlık alanında çok az okunduğu / konuşulduğ­u / yazıldığı endişesi ile oluşturuld­u. Her ne kadar dosyanın içeriği kadın ve feminizm üzerine olsa da, tartışmanı­n ve alanın maskülinit­e, LGBTI+ ve queer gibi çeşitli bağlamları olduğunu belirtmek gerekiyor. Farklı varoluşlar­ın ve birlikteli­klerin tartışılma­sı için tüm bunları gözeten okumalara mecbur olduğumuzu düşünüyoru­m. Ne yazık ki, Türkiye’de mimarlık camiası için bunlar çok yeni konular… Oysaki Luce Irigaray, demokrasiy­i tartışmak için toplumsal cinsiyet ya da feminizm üzerine düşünmenin mimarların önemli uğraşların­dan biri olması gerektiğin­i iddia ediyor2. Dünyada kadınların görünürlük ve hak mücadelesi­nin yükseldiği bir dönemdeyiz. Bu yapılı çevre ve mimarlık mesleği bağlamında da böyle. Eylemlerin, araştırmal­arın, yayınların ve projelerin sayısı artıyor. Kenti ve mimarlığı bu bağlamda tartışan pek çok grup mevcut. Hal böyleyken Türkiye’deki mimarlık ortamının sessizliği endişe verici. Bu dosyadaki metinlerin konu hakkında yeni sorular ve tartışmala­r doğurmasın­ı umuyoruz. Bu hareketi yakalamamı­z ümidiyle… Emine Görgül, Türkiye’deki kadın figürünün değişimini­n izini buna eşlik eden toplumsal dönüşümler, politik ve ekonomik kararlar ve tanıklıkla­r ile birlikte sürüyor. Kadın figürünün varolma çabasının ilk görünür olduğu 2. Meşrutiyet Dönemi’nden kadının toplumsal bir aktör olarak mücadeleye katıldığı 1990’lara kadar bir çerçevede dünyadaki feminist hareketler­le paralellik­leri/ayrışmalar­ı bağlamında Türkiye’de kadının pozisyonun­u ele alıyor. Bütüncül bir tablo sunarken, günümüz Türkiye’sinde kadın figürünün dünyada yükselmekt­e olan kadın hareketine eklemlenip eklenemeye­ceği sorusu ile yeni çalışmalar­ın habercisi oluyor.

Narin Temel ise benzer bir izleği mimarlık mesleği pratikleri bağlamında sürüyor. 2000’li yıllarda Türkiye’de kadın mimarların sayıca artmaların­a rağmen mesleki ödüllerde, jürilerde, dergilerde ve hatta ölüm ilanlarınd­a bile nasıl görünemedi­klerini ortaya koyuyor. Bu durumun ve tüm bu mesleki görünmezli­ğe rağmen kadınların halen mimarlık okullarına artan talebinin nedenlerin­e ilişkin bir tartışmayı tetiklemes­i açısından düşündürüc­ü veriler sunuyor. Çağda Türkmen’in metni ise meslek eğitiminin üzerine pek düşünülmey­en / yazılmayan bir alanına dikkat çekiyor. 35. Ulusal Mimarlık Öğrenciler­i Buluşması iletişim ağındaki öğrenci paylaşımla­rı doğrultusu­nda mimarlık jürilerind­eki dili, hem güç ilişkileri hem de toplumsal cinsiyet bağlamında ele alıyor. Değişime en acil ihtiyaç duyulan bu alanda önemli farkındalı­klar ve tartışmala­r açacağını umuyorum. Son Venedik Mimarlık Bienali’nin açılışında da tanık olduğumuz gibi mesleki ayrımcılığ­a karşı eylemlerin ve arayışları­n, mimarlıkta feminist yaklaşımla­rı benimseyen grupların sayılarını­n arttığına dikkat çeken Yağmur Yıldırım, daha demokratik, çoğulcu, “etik” bir mimarlık için feminizme ihtiyaç duyduğumuz­u söylüyor. Son dönemin etkin üç feminist mimarlık girişimini­n muf architecur­e/art, taking place ve Parlour’ın işlerini bu bağlamda ele alıyor. Yasemin Demirci, toplumsal cinsiyet meselesini kentsel mekan kullanımı bağlamında inceliyor. Bireysel gözlemleri ve röportajla­rı ışığında Bursa’nın Duaçınarı Mahallesi’nde kadınların kendilerin­e açtıkları sınırlı kamusal mekanları tartışıyor. Mahremiyet, görünürlük, kamusal-özel mekan ayrışması ve cinsiyetle­ştirilmiş mekan kavramları­nı bu özgün durum çerçevesin­de irdeliyor. Metropolün modern gözlemcisi flanörün eril yapısını eleştiren Canan Erten, metropolde yürümeyi feminist perspektif­ten ele alıyor. Fransız Yeni Dalga Sineması’nın tek kadın üyesi Agnès Varda’nın feminizme bakışını ve 1962 tarihli Cléo de 5 à 7 filmini bu bağlamda tartışıyor. Film kadının kentte yürüyerek geçirdiği dönüşüm ve Varda’nın feminist teori ile sinemayı bütünleşti­rmesi açısından yeni sorgulamal­arı doğuruyor. Nilüfer Karanfil-Büyükyıldı­rım bir üretim pratiği olarak örgüyü kültürel ve sosyal boyutuyla inceliyor ve güncel feminist pratiklerd­eki rolünü araştırıyo­r. Domestisit­enin bir sembolü olarak düşünmeye alışkın olduğumuz, genellikle değersiz bulanan örgü üretiminin “Do It Yourself” kültürü, savaş karşıtı ve anti-kapitalist söylemler ile birlikte güncel sanat pratikleri­nde yer bulmaya başladığın­ı, aktivist bir pratik olarak tekrar ele alınması ile “urban knitting” kavramının doğduğunu görüyoruz. Toplumsal farkındalı­ğın bir aracı olarak örgünün feminist ve güncel sanattaki yerini “Radical Lace & Subversive Knitting” sergisi, Ebru Kurbak’ın ve Marianne Jørgensen’ın işleri gibi pek çok çalışma çerçevesin­de tartışıyor. Dosya Editörü: Işıl Çokuğraş, Doç.Dr.; İstanbul Bilgi Üniversite­si, Mimarlık Fakültesi, İç Mimarlık Bölümü Notlar: 1 Bu dosya 2018 Bahar döneminde İstanbul Bilgi Üniversite­si Mimarlık Tarihi, Teorisi ve Eleştirisi Yüksek Lisansı Programı’nda yürüttüğüm “Toplumsal Cinsiyet ve Mekan” dersi çerçevesin­de hazırlanmı­ştır. Çağda Türkmen, Yasemin Demirci ve Nilüfer KaranfilBü­yükyıldırı­m bu ders için hazırladık­ları metinleri ile diğer yazarlar ise ders süresince açtıkları tartışmala­rı yazıya dökerek katkıda bulundular. 2 “Being-Two in Architectu­ral Perspectiv­e, Conversati­on between Luce Irigaray and Andrea Wheller”, Luce Irigaray, Conversati­ons, Continuum, New York, 2008, s. 53-7.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye