“Farklı Kaydet” Neyi, Kimin için Koruyoruz?
Tayfun Gürkaş Dosya editörü Melis Cankara ile SALT’ın Kalebodur işbirliğiyle başlattığı “Farklı Kaydet: Dijital Olarak Üretilmiş Mimari İçeriklerin Arşivlenmesi” programının çıkış noktası ve detayları üzerine konuştuk.
Tayfun Gürkaş: SALT Araştırma, Mimarlık ve Tasarım Arşivi’nin yürütücülüğünü yapıyorsun. SALT, Türkiye için oldukça önemli bir kurum. Kuruluşundan bu yana kapsamlı mimarlık arşivlerini dijitalleştirerek kamuyla paylaşıyor. İstersen konuşmaya şuradan başlayalım: Dijital arşiv ne demek?
Melis Cankara: Dijital arşiv denilince akla ilk gelen analog belgelerin sayısallaştırılması yani basılı materyallerin uygun cihazda ve uygun çözünürlükte taranarak bilgisayar ortamına aktarılması. Öte yandan neredeyse yarım asırdır mimari projeler ağırlıklı olarak bilgisayar ortamında üretiliyor, hatta son 20-25 yıldır tamamen bilgisayar ortamında üretildiğini söylemek de abartılı olmaz sanırım. Bu içerikler, CAD, BIM ve üç boyutlu model dosyaları gibi mimari çizimlerden oluşabileceği gibi; sunum dosyaları, elektronik yazışmalar ve WhatsApp mesajlarını da kapsayabilir. Günümüzün ve dolayısıyla da geleceğin mimarlık arşivleri dijital olarak üretilmiş
(born-digital) bu içeriklerden oluşacak. Dijital arşiv denilince aklımıza iki ayrı materyal grubu gelmeli: Birincisi bilgisayar ortamına aktarılan basılı malzeme, ikincisi de dijital olarak üretilenler. Her ikisi de dijital olarak korunuyor ve erişime açılıyor; ancak birisi doğuştan dijital, diğeri ise sonradan dönüştürülüyor. İlk bakışta aynı gibi görünseler de bu içeriklerin işlenme, korunma ve saklanma biçimleri birbirlerinden çok farklı.
TG: SALT şu an sadece basılı olan materyali dijitalleştirmekle mi uğraşıyor? MC: SALT kuruluşundan beri sahip olduğu, ödünç aldığı ya da işbirlikleriyle edindiği analog arşivlerin tümünü bilgisayar ortamına aktararak çevrimiçi erişime açıyor. Dijital olarak üretilmiş içeriklerle ilgili ise, Kalebodur’un desteğiyle geçtiğimiz yıl başlattığımız, bu sayının da dosya konusuna vesile olan “Farklı Kaydet: Dijital Olarak Üretilmiş İçeriklerin Arşivlenmesi” araştırma programı var.
TG: Peki bunun sonrasında doğrudan dijital olarak üretilmiş bir arşivi kullanıcıya açmak gibi bir niyeti var mı SALT’ın?
MC: SALT, yürüttüğü bu araştırma programıyla meseleyi anlamaya çalıştığı kadar, ortada önemli bir “mesele” olduğunu da anlatmaya çalışıyor. Bu uzun soluklu bir yol. Anlamanın ve araştırmasının ötesinde niyetimiz biraz da soruyu ortaya atmak, Türkiye’deki araştırmacıların, mimarların, yazılımcıların ve teorisyenlerin konuya katılımını sağlamak. “Farklı Kaydet”, böyle bir ortam oluşturmayı hedefliyor. Ancak bu konudaki araştırmalar ve çalışmalar biriktikçe, SALT da bu soruyu kendi olanakları çerçevesinde değerlendirebilir. Bu soruya cevap vermek için erken olduğunu düşünüyorum. Bu konuda mimarlara ve genç araştırmacılara da çok iş düşüyor. TG: Ne gibi?
MC: Genç araştırmacıların bu konu üzerine yüksek lisans, doktora çalışmaları yürütmeleri ya da mimarların üretim biçimlerini ofis içerisinde standardize etmesi gibi durumları kastediyorum.
TG: Peki bu konu neden bu kadar önemli? Yüzyılları aşkın bir tecrübe var arşivlenme konusunda. Dijital arşiv de buna çok kolaylıkla eklemlenebilir diye düşünüyorum; ama anladığım kadarıyla dijital olan, düşünce biçimi olarak basılı olanın arşivlenmesinden farklı şekilde işliyor. Basılı olanı arşivlemekle, doğuştan dijital olanı arşivlemek arasındaki temel farklılık nedir?
MC: Sorunun cevabını arşivlerin toplanıp, işlenmesindeki ve çevrimiçi erişime açılmalarındaki farklılıklar olarak iki alt başlıkta ele almak mümkün. Toplanma kısmında karşımıza çıkan ilk farklılık, arşivlenecek materyale erişim zorluğu. Yazılım ve donanımlar sürekli güncellenirken, arşivlenecek içerikler bu güncellenmenin gerisinde kalabiliyor.
Yani bugün sahip olduğumuz bilgisayarla bundan 20 yıl önce üretilmiş bir çizimi açamayabiliriz. Bazı programların yeni sürümleriyle eski dosyaları açmak mümkün olmayabiliyor. Yani içeriğin kendisi güncellenmemiş olabilir. Ya da onu sakladığımız ortam bugün kullanımda olmayabilir. Benim öğrenciliğimde
flopi disketler vardı; bugün olanları açabileceğimiz bir bilgisayar yok; CD okuyucu bile pek çok bilgisayarda yok. Dolayısıyla arşivlenecek içeriğe erişememek ilk problem. Öte yandan fiziksel mekan sınırlı olduğu için, basılı olan arşivler zaman içerisinde zorunlu olarak elenir. Oysa dijital içerikler için genellikle böyle bir çalışma yapılmaz. Malzemenin çokluğu bir başka problem. Üstelik, yüzlerce dosya
içerisinden hangisinin korunacağına karar vermek arşiv uzmanının tek başına altından kalkabileceği bir durum da değil. Arşiv sahibiyle, bağışlanacak kurum arasında sürece yayılan bir diyalog olmalı. Bu noktada arşivleri işleyecek olan uzmanın interdisipliner donanıma sahip olması gerektiğinin de altını çizmek gerekir. Çevrimiçi erişime açma konusunda ise kurumların misyonları ve politikaları devreye giriyor. Ama en önemlisi bu kayıtların yaratıldıkları ortamdan koparılarak çevrimiçi erişime açılmak zorunda oluşları. Bu arada sözünü ettiğim hemen her şey teknik problemlere dahil edilebilir. Ama bunların dışında orijinallik ve telif hakları gibi farkı problemler saymak da mümkün. Üstelik bunlar sadece başlangıç aşamasındaki problemler, üzerine düşündükçe ve çalıştıkça konu karmaşıklaşıyor.
TG: Peki arşiv sahibiyle, bağışlanacak kurum arasında nasıl bir diyalogtan bahsediyorsun? Bu noktada sizin arşivleme standartlarınıza uygun bir bürodan mı bahsediyoruz yoksa zaten onlar ne üretiyorlarsa üretiyorlar, siz kendinize onlara uygun bir arşiv dili mi oluşturuyorsunuz?
MC: Bağışlama kararının verilmesiyle birlikte başlayan ve sürece yayılan bir diyalogtan bahsediyorum. Bu hem ofisi, üretim biçimlerini, kullanılan programları, iş akışlarını tanımak ve anlamak için önemli hem de zaman içerisinde karşılaşılabilecek sorunları birlikte göğüsleyebilmek için. Yani arşivi teslim almadan önce biraz birlikte yol almak gerekiyor. Ofisin belirli standartları yoksa, onların oluşturulmasına ön ayak olmak gerekir.
TG: Bir büro ömrü boyunca çalışıyor. En sonunda o büronun kurucuları ya vefat ediyor ya zaten bu işten el ayak çekiyorlar ya da aslında bir PR çalışmasının parçası olarak büronun arşivini, bir kuruma bağışlıyorlar. Onu anlayabilirim, üretim durduktan sonra arşivi paylaşıyorlar. Anladığım kadarıyla dijital olarak üretilmiş içeriklerin arşivlemesinde bağışlamayla üretimin eşzamanlı olması gerekiyor.
MC: Evet, en azından bir süre birlikte çalışabilmek çok önemli diye düşünüyorum.
TG: Bu eşzamanlı çalışma neden gerekiyor?
MC: Ofisin belirli çizim standartları, dosyalama, adlandırma, projeleri kapatma, eleme ve saklama politikaları olmalı ki arşiv işlenip erişime açılabilsin. Yani öncelikle ofis içerisinde iyi-kötü bir arşiv olması gerekir, yoksa zaten az önce de dediğim gibi baştan içeriğe erişemiyoruz… Ofis içinde şifre kullanılıp kullanılmaması, iş akış sistemleri, bazı üretimler için özel kod ya da yazılımların üretilmiş olması vs. bütün bunlar arşivi etkileyen durumlar. Bunlar dışındaki en kritik durum da formatların ve kullanılan programların sürekli değişiyor olması.
TG: Evet bu çok ilginç bir konu. Soracaktım. Bir şey dijitalse; silinmediği, başına bir şey gelmediği ya da hard diskimi kaybetmediğim sürece elimde kalacak ve ona ulaşabileceğim zannediyoruz. Ama anladığım kadarıyla dijital dünya öyle işlemiyor.
MC: Bu aslında daha çok piyasayla ilgili bir durum. Dijital olarak üretilen içeriklerde mimari kayıtların ayrıca problemli olmasının sebeplerinden bir tanesi de bu. Çünkü yazılım piyasası tamamen güncelleme ve rekabet üzerine kurulu. Programlar birbiriyle uyumlu çalışmıyor. Biri nokta tabanlıyken, biri yüzey tabanlı, bir başkası vektörelken diğeri pixel bazında çalışıyor vs. Ve hemen her ofis aslında bunların hepsini birden ya da en azından birkaç tanesini kullanıyor. Programların birbiriyle uyumlu çalışmaması uzlaşılmış bir dosya formatı olmasının da önüne geçiyor. JPEG görsel içerikler için uzlaşılmış bir dosya formatı, keza PDF de. Ama mimari çizimler için böyle bir şeyden bahsedemiyoruz. İki boyutlu bir AutoCAD çizimini PDF’e dönüştürebilirsin. Ama iki boyutlu bir AutoCAD çiziminin PDF’inden okuyacağın ile onun AutoCAD içerisindeki halinden alacağın bilgi aynı değil.
TG: DWG uzlaşılmış bir format değil mi? MC: Hayır, DWG AutoCAD’in bir uzantısı. Onun dışında kullanılan
Revit, Rhinoceros, Sketch-up, 3D Max, Photoshop, Illustrator gibi bir sürü farklı program ve uzantı var. Programlar arasında çizim aktarabiliyorsun elbette, ama aktardığın zaman kayıplar oluyor. O yüzden en iyi durum, her kaydı çalışıldığı programda arşivleyebilmek. Bu da, arşivleyen kurum için epey külfetli, maliyetli ve aynı oranda da zor bir durum.
TG: Anladığım kadarıyla o zaman bir fark da burada ortaya çıkıyor. Aslında basılı olan belgelerde sonuç ürün arşivlenirken, dijital olarak üretilmiş içeriklerde sürecin de arşivlenmesi sözkonusu.
MC: Tabii, süreci daha detaylı arşivlemeye elverişli bir durum olduğu açık. Yoksa her ikisinde de süreç arşivleniyor ancak analog malzemeden farklı olarak, dijital yolla üretilmiş olanları farklı katmanlara sahip canlı birer organizma gibi düşünmek mümkün. Tam da bu yüzden ortamından koparmadan ve dönüştürmeden korumak gerekiyor. Öte yandan, bu kadar çok verinin içinden hangisinin seçileceği de çok kritik.
TG: Ama zaten seçim kelimesini kullanmaya başladığın anda aslında bir tür koleksiyonculuk yapıyorsun demektir. Koleksiyonculuğu en azından bu anlamda arşivcilikten ayıran şeyin kendisinin de arşivin aslında ne varsa ve nasılsa o şekilde tutabilmeyi başarmakla alakalı olması gerekiyor. Ama dijital arşiv sözkonusu olduğunda, sanki her şeyi her türlü şekilde koruyabilirmişiz, bir şey atmamıza gerek yokmuş gibi düşünmek istiyoruz.
MC: Ama öyle değil. TG: Niye öyle değil?
MC: Aslında biraz da mekanla alakalı diye düşünüyorum. Tamam fiziksel bir hacimden bahsetmiyoruz ama bilgisayar ortamındaki büyüklük algımız sürekli değişiyor. 1 TB birkaç yıl önce bir ev bilgisayarı için fena bir hard disk büyüklüğü değildi. Ama bugün için sıradan. Bu algı da sürekli değişiyor, dosyaların boyutları da sürekli değişiyor. Yani aslında sürekli büyüyen ve devinen bir ortam var. Öte yandan, bilgisayarın tasarım ortağı olarak kullanılması ya da temsil aracı olarak kullanılması, iki ayrı durum. Bunların arşivlenmesi de aslında iki ayrı durum.
TG: Anladığım kadarıyla, dijital olan arşivin bu anlamda inşai bir gerçekliği olmadığı gibi, aslında bu dijital dünyanın büyüklüğünden bahsetmek de mümkün olmayacak. Sürekli genişleyen bu dijital mekan ucu bucağı olmayacak ve kontrol edilemez bir şeye dönüşüyor gibi.
MC: Aslında evet. Sürekli değişen bu ortam epey kaygan bir zemin oluşturuyor. Bir taraftan da böyle bir ortamda sadece arşiv uzmanının ya da mimarlık tarihçisinin bilgisi yeterli değil. Ciddi anlamda arşiv uzmanlarının, mimarlık tarihçilerinin, mimarların, yazılımcıların, tarihçilerin biraraya gelip bu konuyu tartışması gerekiyor. Şu anda aslında dünyanın içinde bulunduğu durum biraz böyle. Bu konuyla uğraşan kurumlar bu tür toplantılar ya da sempozyumlar düzenleyip, hem yuvarlak masalar oluşturup bilgi alışverişi yapıyorlar hem de kendi aralarında bir takım standartlar oluşturmaya çalışıyorlar.
TG: Bu konuda SALT’ın yurtdışında işbirliği yaptığı bir kurum var mı?
MC: SALT’ın bu konuda yurtdışında işbirliği yaptığı bir kurum yok. Ama bu program çerçevesinde ABD, Kanada ve Hollanda’da bulunan bazı kurumlara profesyonel ziyaretler yapıldı.
TG: Peki, bu araştırma programı nasıl başladı?
MC: Cengiz Bektaş Arşivi’nin sekiz aya yayılan toplanma sürecinde bir takım bilgisayar çıktılarıyla karşılaştığımızda, onları alıp almama konusunda tereddüte düşmüştüm. Bu çizimler ne olacak? Bunları almalı mıyız? Bu çizim zaten dijital olarak yok mu? Peki dijital olanları nasıl arşivleyeceğiz gibi sorularla boğuşurken, aslında bu konuda ne yapacağımı bilmediğimi farkettim ve Vasıf Kortun’a danıştım. Başlangıçta epey naif olan bu soru, onun ilgisi ve önerisiyle
bir araştırma programına dönüştü.
Meriç Öner’in kritik müdahaleleriyle de bugünkü halini aldı. “Farklı Kaydet” kapsamında, geçtiğimiz yıl yurtdışından katılımcılarla iki tane kamu programı düzenlendi. Bu konuşmalara SALT’ın Youtube kanalı üzerinden erişilebilir. Bunun yanısıra programın araştırmacısı olarak Rotterdam’da Het Nieuwe Instituut (HNI), ABD’de Library of Congress (LOC), Harvard University Graduate School of Design’daki (GSD) Frances Loeb Library ve Yale University Library ile Kanada’da Canadian Centre for Architecture (CCA) gibi konu üzerine çalışan kurumları ziyaret ettim ve toplamda on sekiz kişiyle görüştüm.
TG: Bu kurumlarda neler yapılıyor peki? MC: Konuyla ilgilenen tüm kurumların uyguladığı üç aşağı beş yukarı benzer bir yöntem var. Farklı alanlardan uzmanları biraraya getiren sempozyumlar, workshoplar düzenlemek ve bunların sonucunda ortak raporlar yayınlamak. Uluslararası bir tür dayanışma ve bilgi alışverişi olarak düşünebiliriz. Ann Baird Whiteside yazısında, Aliza Leventhal da yaptığımız söyleşide bu konuya açıklık getiriyor. Öte yandan, her kurum kendi özel çözümünü de bulmak zorunda. Örneğin, CCA’de dijital olarak üretilmiş içerikler üzerine çalışan dört-beş kişilik bir ekip var, en azından benim ziyaretim sırasında böyle bir hazırlık vardı. CCA, bilgisayarın tasarım ortağı olarak kullanıldığı projeleri arşivlerine dahil ediyor. Bu, kurumun beraberinde özel sorunları da getiren tercihi. Çevrimiçi katalog taraması yapılabilen bu içeriklere erişebilmek için randevu almak gerekiyor. İncelemek istediğiniz projeler kütüphanede size ayrılan bir bilgisayara yükleniyor. Kopyalamaya karşı tüm önlemlerin alındığı bu ortamda dosyalar üretildikleri programlarda incelemeye açılıyor. CCA dijital olarak üretilmiş içeriklere bu şekilde erişim sağlıyor. Analog olanın dijitalleştirilerek evimize geldiği bir dünyada, doğuştan dijital olanı incelemek için yer değiştirmek zorunda kalışımız ironik gibi görünse de, ortada çok katmanlı bir problem olduğunun özeti gibi bence. TG: Peki bunun mantığı ne?
MC: Sözleşmeye bağlı olarak kamuyla paylaşma yetkileri var ama kullandırma yetkileri yok.
TG: Ya da şöyle sorayım: Arşive gidip Eisenman’ın projesini istediğinde karşına ne geliyor? Eisenman o projeyi yayımladığında derginin bastığı görselden farkı ne mesela? Biz o görseli kullanabiliriz ama dijital olanı kullanamıyoruz. Neyi korumuş oluyoruz bu durumda?
MC: Aslında tasarım sürecinin kendisini ya da en azından bir parçasını korumuş oluyoruz. Senin dergide gördüğün projenin bir anı, bir imgesi ya da bir parçası. Dijital olarak korunansa, Eisenman’ın onu nasıl ürettiğine daha yakın bir yerde duruyor.
Yani o çıktıya gelene kadarki sürecinin bir ya da birkaç kesiti. Neyi koruduğumuz elbette iyi bir soru. Dijital olarak üretilmiş içerikleri arşivlerken sorulacak en kritik iki soru “neyi, kimin için” koruduğumuz.
TG: Peki o zaman senin çizdiğin resimden yola çıkarak şöyle bir şey söylemek mümkün olabilir mi? Büyük çaplı uluslararası bürolara proje yönetimi denen bir birim eklendi. Amaçları büronun eşzamanlı olarak ürettiği projelerin birbirleriyle uyumlu halde çalışabilmelerini sağlamak. Bir anlamda büronun kimliğini oluşturabilecek olan o dili yaratmak.
Senin anlattıklarından çıkardığım kadarıyla aslında proje yönetimi kadar arşiv yönetimi denilen o büroyu eşzamanlı olarak düzenlemek, organize etmek yanında art zamanlı olarak da aslında tarihsel olarak da düzenleyen ona kendi dilini kazandıran bir birim daha oluşmaya başlayacak. Bu konuda ne diyorsun peki? MC: Elbette böyle bir birimin olması ya da bu tür çalışmalar yapılması harika olur. Çünkü bu içeriklerin arşivlenebilmesi için öncelikle ofis içinde varolabilmeleri gerekir. Kaldı ki, kurumlar öznel problemleriyle esas o noktada karşılaşacak. Çünkü bu içeriklerin bir kurum tarafından erişime açılması demek, kurumun misyonu ve standartlarıyla meselenin üzerine bir katman daha eklemek demek. Mesela HNI tasarım sürecini önemseyen bir kurum. MVRDV’nin arşivini düzenlerken çalışma maketleriyle dijital çizimlerin arasında bir bağ kurarak seçim yapıyorlardı. Bunun dışında, birbirinden farklı standartları olan ofislerin arşivlerini aynı ortamda erişime açmaya çalışmak da bir problem, çünkü hem herbirini kendi ortamından koparıyorsun hem de farklı standartları biraraya getirmeye çalışıyorsun.
TG: Mimarlık üzerine yapılan araştırmaların da formatını değiştirecek bir durumdan söz ediyoruz. Sonuç odaklı, ürünler üzerinde yapılmış mimarlık araştırmalarından süreç odaklı araştırmalara dönecek ki bu mimarlığı konuşma biçimimizi de değiştirecek.
Bir yandan ilginç ve heyecan verici de geliyor doğrusu. Belgenin kendisinin bir zamansallığı var, evet belirli bir kullanımı da var basılı olanın. Ama dijital olan içeriklerde sanki kullanıcısı ile birlikte gelişen bir durum daha fazla var. Çünkü kullanıcısı da arşive her ulaştığında, incelediği kaydın bir parçası olarak izini de bırakacak ve bu da ilginç bir süreci oluşturacak. Karşımızda başka türlü bir tarih yazımı da var gibi duruyor. Örneğin bir belgenin kullanıcısından bağımsız serüvenini konuşmaya çok alışığız. Öte yandan dijital olan, zorunlu olarak kullanıcısı ile birlikte yazılması gereken yeni bir tarih yazımının izlerini de bulabileceğimiz ve bu izlerin peşinden gidebileceğimiz bir şey bırakıyor bize galiba.
MC: Tabii, bence de bu iyi bir yaklaşım ve önemli bir yenilik. Gerçi mimarlık arşivlerinin genel olarak sürece dönük okumalara olanak sağladığını söyleyebilirim. Ama dijital olan içeriklerin kullanıcıya yönelik seçimi ve katmanlı yapılarının yeni bir tarih yazımına vesile olacağı da aşikar. Bugün seninle daha çok problemler üzerinden konuşmuş olsak da, teorisyenlerin, tarihçilerin ve arşiv uzmanlarının konuya dair düşüneceği çok fazla kavram ve durum var. Orijinallik tanımından arşiv fikrine; arşiv uzmanının donanımından çalışma biçimine kadar uzanan bir değişim sözkonusu. Dolayısıyla konuşmaya daha yeni başlıyoruz demek de mümkün.
TG: SALT’ın Mayıs 2017’de başlattığı “Farklı Kaydet” dijital olarak üretilmiş içeriklerin arşivlenmesi programı nasıl devam edecek?
MC: Kasım ayı içerisinde birkaç mimarlık ofisiyle biraraya gelerek yapacağımız bir konuşma olacak. Niyetimiz, mimarların konuya ilgisini çekip, katılımını sağlamanın yanısıra Türkiye’deki mimarlık ofislerinin üretim biçimlerine aşina olabilmek. Bu içeriklerin geleceğe aktarılabilmesi için mimarların desteği öncelikli. Diğer yandan piyasadaki programların sürüm lisanslarıyla ilgili olarak da ilk muhatap onlar.
Onların baskısıyla yazılım firmalarının tavrı değişebilir. Bunun dışında bazı üniversitelerdeki yüksek lisans ve doktora öğrencileriyle buluşmayı planlıyoruz. Buradaki temel motivasyonumuz da genç araştırmacıları heyecanlandırıp, konuyu derinlemesine çalışmalarına vesile olabilmek. Umarım birilerini kışkırtabiliriz.
TG: Umarım öyle olur.