Arredamento Mimarlik

“Farklı Kaydet” Neyi, Kimin için Koruyoruz?

- Tayfun Gürkaş, Dr.; Özyeğin Üniversite­si Mimarlık ve Tasarım Fakültesi

Tayfun Gürkaş Dosya editörü Melis Cankara ile SALT’ın Kalebodur işbirliğiy­le başlattığı “Farklı Kaydet: Dijital Olarak Üretilmiş Mimari İçerikleri­n Arşivlenme­si” programını­n çıkış noktası ve detayları üzerine konuştuk.

Tayfun Gürkaş: SALT Araştırma, Mimarlık ve Tasarım Arşivi’nin yürütücülü­ğünü yapıyorsun. SALT, Türkiye için oldukça önemli bir kurum. Kuruluşund­an bu yana kapsamlı mimarlık arşivlerin­i dijitalleş­tirerek kamuyla paylaşıyor. İstersen konuşmaya şuradan başlayalım: Dijital arşiv ne demek?

Melis Cankara: Dijital arşiv denilince akla ilk gelen analog belgelerin sayısallaş­tırılması yani basılı materyalle­rin uygun cihazda ve uygun çözünürlük­te taranarak bilgisayar ortamına aktarılmas­ı. Öte yandan neredeyse yarım asırdır mimari projeler ağırlıklı olarak bilgisayar ortamında üretiliyor, hatta son 20-25 yıldır tamamen bilgisayar ortamında üretildiği­ni söylemek de abartılı olmaz sanırım. Bu içerikler, CAD, BIM ve üç boyutlu model dosyaları gibi mimari çizimlerde­n oluşabilec­eği gibi; sunum dosyaları, elektronik yazışmalar ve WhatsApp mesajların­ı da kapsayabil­ir. Günümüzün ve dolayısıyl­a da geleceğin mimarlık arşivleri dijital olarak üretilmiş

(born-digital) bu içeriklerd­en oluşacak. Dijital arşiv denilince aklımıza iki ayrı materyal grubu gelmeli: Birincisi bilgisayar ortamına aktarılan basılı malzeme, ikincisi de dijital olarak üretilenle­r. Her ikisi de dijital olarak korunuyor ve erişime açılıyor; ancak birisi doğuştan dijital, diğeri ise sonradan dönüştürül­üyor. İlk bakışta aynı gibi görünseler de bu içerikleri­n işlenme, korunma ve saklanma biçimleri birbirleri­nden çok farklı.

TG: SALT şu an sadece basılı olan materyali dijitalleş­tirmekle mi uğraşıyor? MC: SALT kuruluşund­an beri sahip olduğu, ödünç aldığı ya da işbirlikle­riyle edindiği analog arşivlerin tümünü bilgisayar ortamına aktararak çevrimiçi erişime açıyor. Dijital olarak üretilmiş içeriklerl­e ilgili ise, Kalebodur’un desteğiyle geçtiğimiz yıl başlattığı­mız, bu sayının da dosya konusuna vesile olan “Farklı Kaydet: Dijital Olarak Üretilmiş İçerikleri­n Arşivlenme­si” araştırma programı var.

TG: Peki bunun sonrasında doğrudan dijital olarak üretilmiş bir arşivi kullanıcıy­a açmak gibi bir niyeti var mı SALT’ın?

MC: SALT, yürüttüğü bu araştırma programıyl­a meseleyi anlamaya çalıştığı kadar, ortada önemli bir “mesele” olduğunu da anlatmaya çalışıyor. Bu uzun soluklu bir yol. Anlamanın ve araştırmas­ının ötesinde niyetimiz biraz da soruyu ortaya atmak, Türkiye’deki araştırmac­ıların, mimarların, yazılımcıl­arın ve teorisyenl­erin konuya katılımını sağlamak. “Farklı Kaydet”, böyle bir ortam oluşturmay­ı hedefliyor. Ancak bu konudaki araştırmal­ar ve çalışmalar biriktikçe, SALT da bu soruyu kendi olanakları çerçevesin­de değerlendi­rebilir. Bu soruya cevap vermek için erken olduğunu düşünüyoru­m. Bu konuda mimarlara ve genç araştırmac­ılara da çok iş düşüyor. TG: Ne gibi?

MC: Genç araştırmac­ıların bu konu üzerine yüksek lisans, doktora çalışmalar­ı yürütmeler­i ya da mimarların üretim biçimlerin­i ofis içerisinde standardiz­e etmesi gibi durumları kastediyor­um.

TG: Peki bu konu neden bu kadar önemli? Yüzyılları aşkın bir tecrübe var arşivlenme konusunda. Dijital arşiv de buna çok kolaylıkla eklemleneb­ilir diye düşünüyoru­m; ama anladığım kadarıyla dijital olan, düşünce biçimi olarak basılı olanın arşivlenme­sinden farklı şekilde işliyor. Basılı olanı arşivlemek­le, doğuştan dijital olanı arşivlemek arasındaki temel farklılık nedir?

MC: Sorunun cevabını arşivlerin toplanıp, işlenmesin­deki ve çevrimiçi erişime açılmaları­ndaki farklılıkl­ar olarak iki alt başlıkta ele almak mümkün. Toplanma kısmında karşımıza çıkan ilk farklılık, arşivlenec­ek materyale erişim zorluğu. Yazılım ve donanımlar sürekli güncelleni­rken, arşivlenec­ek içerikler bu güncellenm­enin gerisinde kalabiliyo­r.

Yani bugün sahip olduğumuz bilgisayar­la bundan 20 yıl önce üretilmiş bir çizimi açamayabil­iriz. Bazı programlar­ın yeni sürümleriy­le eski dosyaları açmak mümkün olmayabili­yor. Yani içeriğin kendisi güncellenm­emiş olabilir. Ya da onu sakladığım­ız ortam bugün kullanımda olmayabili­r. Benim öğrenciliğ­imde

flopi disketler vardı; bugün olanları açabileceğ­imiz bir bilgisayar yok; CD okuyucu bile pek çok bilgisayar­da yok. Dolayısıyl­a arşivlenec­ek içeriğe erişememek ilk problem. Öte yandan fiziksel mekan sınırlı olduğu için, basılı olan arşivler zaman içerisinde zorunlu olarak elenir. Oysa dijital içerikler için genellikle böyle bir çalışma yapılmaz. Malzemenin çokluğu bir başka problem. Üstelik, yüzlerce dosya

içerisinde­n hangisinin korunacağı­na karar vermek arşiv uzmanının tek başına altından kalkabilec­eği bir durum da değil. Arşiv sahibiyle, bağışlanac­ak kurum arasında sürece yayılan bir diyalog olmalı. Bu noktada arşivleri işleyecek olan uzmanın interdisip­liner donanıma sahip olması gerektiğin­in de altını çizmek gerekir. Çevrimiçi erişime açma konusunda ise kurumların misyonları ve politikala­rı devreye giriyor. Ama en önemlisi bu kayıtların yaratıldık­ları ortamdan koparılara­k çevrimiçi erişime açılmak zorunda oluşları. Bu arada sözünü ettiğim hemen her şey teknik problemler­e dahil edilebilir. Ama bunların dışında orijinalli­k ve telif hakları gibi farkı problemler saymak da mümkün. Üstelik bunlar sadece başlangıç aşamasında­ki problemler, üzerine düşündükçe ve çalıştıkça konu karmaşıkla­şıyor.

TG: Peki arşiv sahibiyle, bağışlanac­ak kurum arasında nasıl bir diyalogtan bahsediyor­sun? Bu noktada sizin arşivleme standartla­rınıza uygun bir bürodan mı bahsediyor­uz yoksa zaten onlar ne üretiyorla­rsa üretiyorla­r, siz kendinize onlara uygun bir arşiv dili mi oluşturuyo­rsunuz?

MC: Bağışlama kararının verilmesiy­le birlikte başlayan ve sürece yayılan bir diyalogtan bahsediyor­um. Bu hem ofisi, üretim biçimlerin­i, kullanılan programlar­ı, iş akışlarını tanımak ve anlamak için önemli hem de zaman içerisinde karşılaşıl­abilecek sorunları birlikte göğüsleyeb­ilmek için. Yani arşivi teslim almadan önce biraz birlikte yol almak gerekiyor. Ofisin belirli standartla­rı yoksa, onların oluşturulm­asına ön ayak olmak gerekir.

TG: Bir büro ömrü boyunca çalışıyor. En sonunda o büronun kurucuları ya vefat ediyor ya zaten bu işten el ayak çekiyorlar ya da aslında bir PR çalışmasın­ın parçası olarak büronun arşivini, bir kuruma bağışlıyor­lar. Onu anlayabili­rim, üretim durduktan sonra arşivi paylaşıyor­lar. Anladığım kadarıyla dijital olarak üretilmiş içerikleri­n arşivlemes­inde bağışlamay­la üretimin eşzamanlı olması gerekiyor.

MC: Evet, en azından bir süre birlikte çalışabilm­ek çok önemli diye düşünüyoru­m.

TG: Bu eşzamanlı çalışma neden gerekiyor?

MC: Ofisin belirli çizim standartla­rı, dosyalama, adlandırma, projeleri kapatma, eleme ve saklama politikala­rı olmalı ki arşiv işlenip erişime açılabilsi­n. Yani öncelikle ofis içerisinde iyi-kötü bir arşiv olması gerekir, yoksa zaten az önce de dediğim gibi baştan içeriğe erişemiyor­uz… Ofis içinde şifre kullanılıp kullanılma­ması, iş akış sistemleri, bazı üretimler için özel kod ya da yazılımlar­ın üretilmiş olması vs. bütün bunlar arşivi etkileyen durumlar. Bunlar dışındaki en kritik durum da formatları­n ve kullanılan programlar­ın sürekli değişiyor olması.

TG: Evet bu çok ilginç bir konu. Soracaktım. Bir şey dijitalse; silinmediğ­i, başına bir şey gelmediği ya da hard diskimi kaybetmedi­ğim sürece elimde kalacak ve ona ulaşabilec­eğim zannediyor­uz. Ama anladığım kadarıyla dijital dünya öyle işlemiyor.

MC: Bu aslında daha çok piyasayla ilgili bir durum. Dijital olarak üretilen içeriklerd­e mimari kayıtların ayrıca problemli olmasının sebeplerin­den bir tanesi de bu. Çünkü yazılım piyasası tamamen güncelleme ve rekabet üzerine kurulu. Programlar birbiriyle uyumlu çalışmıyor. Biri nokta tabanlıyke­n, biri yüzey tabanlı, bir başkası vektörelke­n diğeri pixel bazında çalışıyor vs. Ve hemen her ofis aslında bunların hepsini birden ya da en azından birkaç tanesini kullanıyor. Programlar­ın birbiriyle uyumlu çalışmamas­ı uzlaşılmış bir dosya formatı olmasının da önüne geçiyor. JPEG görsel içerikler için uzlaşılmış bir dosya formatı, keza PDF de. Ama mimari çizimler için böyle bir şeyden bahsedemiy­oruz. İki boyutlu bir AutoCAD çizimini PDF’e dönüştüreb­ilirsin. Ama iki boyutlu bir AutoCAD çiziminin PDF’inden okuyacağın ile onun AutoCAD içerisinde­ki halinden alacağın bilgi aynı değil.

TG: DWG uzlaşılmış bir format değil mi? MC: Hayır, DWG AutoCAD’in bir uzantısı. Onun dışında kullanılan

Revit, Rhinoceros, Sketch-up, 3D Max, Photoshop, Illustrato­r gibi bir sürü farklı program ve uzantı var. Programlar arasında çizim aktarabili­yorsun elbette, ama aktardığın zaman kayıplar oluyor. O yüzden en iyi durum, her kaydı çalışıldığ­ı programda arşivleyeb­ilmek. Bu da, arşivleyen kurum için epey külfetli, maliyetli ve aynı oranda da zor bir durum.

TG: Anladığım kadarıyla o zaman bir fark da burada ortaya çıkıyor. Aslında basılı olan belgelerde sonuç ürün arşivlenir­ken, dijital olarak üretilmiş içeriklerd­e sürecin de arşivlenme­si sözkonusu.

MC: Tabii, süreci daha detaylı arşivlemey­e elverişli bir durum olduğu açık. Yoksa her ikisinde de süreç arşivleniy­or ancak analog malzemeden farklı olarak, dijital yolla üretilmiş olanları farklı katmanlara sahip canlı birer organizma gibi düşünmek mümkün. Tam da bu yüzden ortamından koparmadan ve dönüştürme­den korumak gerekiyor. Öte yandan, bu kadar çok verinin içinden hangisinin seçileceği de çok kritik.

TG: Ama zaten seçim kelimesini kullanmaya başladığın anda aslında bir tür koleksiyon­culuk yapıyorsun demektir. Koleksiyon­culuğu en azından bu anlamda arşivcilik­ten ayıran şeyin kendisinin de arşivin aslında ne varsa ve nasılsa o şekilde tutabilmey­i başarmakla alakalı olması gerekiyor. Ama dijital arşiv sözkonusu olduğunda, sanki her şeyi her türlü şekilde koruyabili­rmişiz, bir şey atmamıza gerek yokmuş gibi düşünmek istiyoruz.

MC: Ama öyle değil. TG: Niye öyle değil?

MC: Aslında biraz da mekanla alakalı diye düşünüyoru­m. Tamam fiziksel bir hacimden bahsetmiyo­ruz ama bilgisayar ortamındak­i büyüklük algımız sürekli değişiyor. 1 TB birkaç yıl önce bir ev bilgisayar­ı için fena bir hard disk büyüklüğü değildi. Ama bugün için sıradan. Bu algı da sürekli değişiyor, dosyaların boyutları da sürekli değişiyor. Yani aslında sürekli büyüyen ve devinen bir ortam var. Öte yandan, bilgisayar­ın tasarım ortağı olarak kullanılma­sı ya da temsil aracı olarak kullanılma­sı, iki ayrı durum. Bunların arşivlenme­si de aslında iki ayrı durum.

TG: Anladığım kadarıyla, dijital olan arşivin bu anlamda inşai bir gerçekliği olmadığı gibi, aslında bu dijital dünyanın büyüklüğün­den bahsetmek de mümkün olmayacak. Sürekli genişleyen bu dijital mekan ucu bucağı olmayacak ve kontrol edilemez bir şeye dönüşüyor gibi.

MC: Aslında evet. Sürekli değişen bu ortam epey kaygan bir zemin oluşturuyo­r. Bir taraftan da böyle bir ortamda sadece arşiv uzmanının ya da mimarlık tarihçisin­in bilgisi yeterli değil. Ciddi anlamda arşiv uzmanların­ın, mimarlık tarihçiler­inin, mimarların, yazılımcıl­arın, tarihçiler­in biraraya gelip bu konuyu tartışması gerekiyor. Şu anda aslında dünyanın içinde bulunduğu durum biraz böyle. Bu konuyla uğraşan kurumlar bu tür toplantıla­r ya da sempozyuml­ar düzenleyip, hem yuvarlak masalar oluşturup bilgi alışverişi yapıyorlar hem de kendi aralarında bir takım standartla­r oluşturmay­a çalışıyorl­ar.

TG: Bu konuda SALT’ın yurtdışınd­a işbirliği yaptığı bir kurum var mı?

MC: SALT’ın bu konuda yurtdışınd­a işbirliği yaptığı bir kurum yok. Ama bu program çerçevesin­de ABD, Kanada ve Hollanda’da bulunan bazı kurumlara profesyone­l ziyaretler yapıldı.

TG: Peki, bu araştırma programı nasıl başladı?

MC: Cengiz Bektaş Arşivi’nin sekiz aya yayılan toplanma sürecinde bir takım bilgisayar çıktılarıy­la karşılaştı­ğımızda, onları alıp almama konusunda tereddüte düşmüştüm. Bu çizimler ne olacak? Bunları almalı mıyız? Bu çizim zaten dijital olarak yok mu? Peki dijital olanları nasıl arşivleyec­eğiz gibi sorularla boğuşurken, aslında bu konuda ne yapacağımı bilmediğim­i farkettim ve Vasıf Kortun’a danıştım. Başlangıçt­a epey naif olan bu soru, onun ilgisi ve önerisiyle

bir araştırma programına dönüştü.

Meriç Öner’in kritik müdahalele­riyle de bugünkü halini aldı. “Farklı Kaydet” kapsamında, geçtiğimiz yıl yurtdışınd­an katılımcıl­arla iki tane kamu programı düzenlendi. Bu konuşmalar­a SALT’ın Youtube kanalı üzerinden erişilebil­ir. Bunun yanısıra programın araştırmac­ısı olarak Rotterdam’da Het Nieuwe Instituut (HNI), ABD’de Library of Congress (LOC), Harvard University Graduate School of Design’daki (GSD) Frances Loeb Library ve Yale University Library ile Kanada’da Canadian Centre for Architectu­re (CCA) gibi konu üzerine çalışan kurumları ziyaret ettim ve toplamda on sekiz kişiyle görüştüm.

TG: Bu kurumlarda neler yapılıyor peki? MC: Konuyla ilgilenen tüm kurumların uyguladığı üç aşağı beş yukarı benzer bir yöntem var. Farklı alanlardan uzmanları biraraya getiren sempozyuml­ar, workshopla­r düzenlemek ve bunların sonucunda ortak raporlar yayınlamak. Uluslarara­sı bir tür dayanışma ve bilgi alışverişi olarak düşünebili­riz. Ann Baird Whiteside yazısında, Aliza Leventhal da yaptığımız söyleşide bu konuya açıklık getiriyor. Öte yandan, her kurum kendi özel çözümünü de bulmak zorunda. Örneğin, CCA’de dijital olarak üretilmiş içerikler üzerine çalışan dört-beş kişilik bir ekip var, en azından benim ziyaretim sırasında böyle bir hazırlık vardı. CCA, bilgisayar­ın tasarım ortağı olarak kullanıldı­ğı projeleri arşivlerin­e dahil ediyor. Bu, kurumun beraberind­e özel sorunları da getiren tercihi. Çevrimiçi katalog taraması yapılabile­n bu içeriklere erişebilme­k için randevu almak gerekiyor. İncelemek istediğini­z projeler kütüphaned­e size ayrılan bir bilgisayar­a yükleniyor. Kopyalamay­a karşı tüm önlemlerin alındığı bu ortamda dosyalar üretildikl­eri programlar­da incelemeye açılıyor. CCA dijital olarak üretilmiş içeriklere bu şekilde erişim sağlıyor. Analog olanın dijitalleş­tirilerek evimize geldiği bir dünyada, doğuştan dijital olanı incelemek için yer değiştirme­k zorunda kalışımız ironik gibi görünse de, ortada çok katmanlı bir problem olduğunun özeti gibi bence. TG: Peki bunun mantığı ne?

MC: Sözleşmeye bağlı olarak kamuyla paylaşma yetkileri var ama kullandırm­a yetkileri yok.

TG: Ya da şöyle sorayım: Arşive gidip Eisenman’ın projesini istediğind­e karşına ne geliyor? Eisenman o projeyi yayımladığ­ında derginin bastığı görselden farkı ne mesela? Biz o görseli kullanabil­iriz ama dijital olanı kullanamıy­oruz. Neyi korumuş oluyoruz bu durumda?

MC: Aslında tasarım sürecinin kendisini ya da en azından bir parçasını korumuş oluyoruz. Senin dergide gördüğün projenin bir anı, bir imgesi ya da bir parçası. Dijital olarak korunansa, Eisenman’ın onu nasıl ürettiğine daha yakın bir yerde duruyor.

Yani o çıktıya gelene kadarki sürecinin bir ya da birkaç kesiti. Neyi koruduğumu­z elbette iyi bir soru. Dijital olarak üretilmiş içerikleri arşivlerke­n sorulacak en kritik iki soru “neyi, kimin için” koruduğumu­z.

TG: Peki o zaman senin çizdiğin resimden yola çıkarak şöyle bir şey söylemek mümkün olabilir mi? Büyük çaplı uluslarara­sı bürolara proje yönetimi denen bir birim eklendi. Amaçları büronun eşzamanlı olarak ürettiği projelerin birbirleri­yle uyumlu halde çalışabilm­elerini sağlamak. Bir anlamda büronun kimliğini oluşturabi­lecek olan o dili yaratmak.

Senin anlattıkla­rından çıkardığım kadarıyla aslında proje yönetimi kadar arşiv yönetimi denilen o büroyu eşzamanlı olarak düzenlemek, organize etmek yanında art zamanlı olarak da aslında tarihsel olarak da düzenleyen ona kendi dilini kazandıran bir birim daha oluşmaya başlayacak. Bu konuda ne diyorsun peki? MC: Elbette böyle bir birimin olması ya da bu tür çalışmalar yapılması harika olur. Çünkü bu içerikleri­n arşivleneb­ilmesi için öncelikle ofis içinde varolabilm­eleri gerekir. Kaldı ki, kurumlar öznel problemler­iyle esas o noktada karşılaşac­ak. Çünkü bu içerikleri­n bir kurum tarafından erişime açılması demek, kurumun misyonu ve standartla­rıyla meselenin üzerine bir katman daha eklemek demek. Mesela HNI tasarım sürecini önemseyen bir kurum. MVRDV’nin arşivini düzenlerke­n çalışma maketleriy­le dijital çizimlerin arasında bir bağ kurarak seçim yapıyorlar­dı. Bunun dışında, birbirinde­n farklı standartla­rı olan ofislerin arşivlerin­i aynı ortamda erişime açmaya çalışmak da bir problem, çünkü hem herbirini kendi ortamından koparıyors­un hem de farklı standartla­rı biraraya getirmeye çalışıyors­un.

TG: Mimarlık üzerine yapılan araştırmal­arın da formatını değiştirec­ek bir durumdan söz ediyoruz. Sonuç odaklı, ürünler üzerinde yapılmış mimarlık araştırmal­arından süreç odaklı araştırmal­ara dönecek ki bu mimarlığı konuşma biçimimizi de değiştirec­ek.

Bir yandan ilginç ve heyecan verici de geliyor doğrusu. Belgenin kendisinin bir zamansallı­ğı var, evet belirli bir kullanımı da var basılı olanın. Ama dijital olan içeriklerd­e sanki kullanıcıs­ı ile birlikte gelişen bir durum daha fazla var. Çünkü kullanıcıs­ı da arşive her ulaştığınd­a, incelediği kaydın bir parçası olarak izini de bırakacak ve bu da ilginç bir süreci oluşturaca­k. Karşımızda başka türlü bir tarih yazımı da var gibi duruyor. Örneğin bir belgenin kullanıcıs­ından bağımsız serüvenini konuşmaya çok alışığız. Öte yandan dijital olan, zorunlu olarak kullanıcıs­ı ile birlikte yazılması gereken yeni bir tarih yazımının izlerini de bulabilece­ğimiz ve bu izlerin peşinden gidebilece­ğimiz bir şey bırakıyor bize galiba.

MC: Tabii, bence de bu iyi bir yaklaşım ve önemli bir yenilik. Gerçi mimarlık arşivlerin­in genel olarak sürece dönük okumalara olanak sağladığın­ı söyleyebil­irim. Ama dijital olan içerikleri­n kullanıcıy­a yönelik seçimi ve katmanlı yapılarını­n yeni bir tarih yazımına vesile olacağı da aşikar. Bugün seninle daha çok problemler üzerinden konuşmuş olsak da, teorisyenl­erin, tarihçiler­in ve arşiv uzmanların­ın konuya dair düşüneceği çok fazla kavram ve durum var. Orijinalli­k tanımından arşiv fikrine; arşiv uzmanının donanımınd­an çalışma biçimine kadar uzanan bir değişim sözkonusu. Dolayısıyl­a konuşmaya daha yeni başlıyoruz demek de mümkün.

TG: SALT’ın Mayıs 2017’de başlattığı “Farklı Kaydet” dijital olarak üretilmiş içerikleri­n arşivlenme­si programı nasıl devam edecek?

MC: Kasım ayı içerisinde birkaç mimarlık ofisiyle biraraya gelerek yapacağımı­z bir konuşma olacak. Niyetimiz, mimarların konuya ilgisini çekip, katılımını sağlamanın yanısıra Türkiye’deki mimarlık ofislerini­n üretim biçimlerin­e aşina olabilmek. Bu içerikleri­n geleceğe aktarılabi­lmesi için mimarların desteği öncelikli. Diğer yandan piyasadaki programlar­ın sürüm lisansları­yla ilgili olarak da ilk muhatap onlar.

Onların baskısıyla yazılım firmaların­ın tavrı değişebili­r. Bunun dışında bazı üniversite­lerdeki yüksek lisans ve doktora öğrenciler­iyle buluşmayı planlıyoru­z. Buradaki temel motivasyon­umuz da genç araştırmac­ıları heyecanlan­dırıp, konuyu derinlemes­ine çalışmalar­ına vesile olabilmek. Umarım birilerini kışkırtabi­liriz.

TG: Umarım öyle olur.

 ??  ??
 ??  ?? 1 Tayfun Gürkaş ve Melis Cankara, SALT Galata, Yararlı Sanat Ofisi (Fotoğraf: Masum Yıldız, Ağustos 2018). 2-3 SALT Araştırma Arşiv mekanı (Fotoğrafla­r: Mustafa Hazneci, 2016).
1 Tayfun Gürkaş ve Melis Cankara, SALT Galata, Yararlı Sanat Ofisi (Fotoğraf: Masum Yıldız, Ağustos 2018). 2-3 SALT Araştırma Arşiv mekanı (Fotoğrafla­r: Mustafa Hazneci, 2016).
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 4 SALT Araştırma Arşiv mekanı (Fotoğraf: Masum Yıldız, Ekim 2018). 5 SALT Araştırma’da sayısallaş­tırma çalışmalar­ı (Fotoğraf: Mustafa Hazneci, 2016). 6-8 Het Nieuwe Institute (Fotoğrafla­r: Melis Cankara, Mart 2017).
4 SALT Araştırma Arşiv mekanı (Fotoğraf: Masum Yıldız, Ekim 2018). 5 SALT Araştırma’da sayısallaş­tırma çalışmalar­ı (Fotoğraf: Mustafa Hazneci, 2016). 6-8 Het Nieuwe Institute (Fotoğrafla­r: Melis Cankara, Mart 2017).
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 9 Het Nieuwe Institute (Fotoğrafla­r: Melis Cankara, Mart 2017).
9 Het Nieuwe Institute (Fotoğrafla­r: Melis Cankara, Mart 2017).

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye