Space Graph: Mimarlık, Temsil Edilemeyen ve Başka Bir Bilgi Alanı
Şebnem Yalınay Çinici Alper Derinboğaz’ın, Versus Art Project’de yer alan “Space Graph” sergisi mimarlık üzerine birkaç noktadan bizleri düşündürmeye devam etmekte:
İlki, mimarlığın teknolojik olanaklarla gelişmekte olan temsiliyet ortamlarındaki tasarım-mekan ilişkisi; ikincisi, her an değişime açık, akışkan, temsil edilmesi kolay olmayanın, teknolojik olarak güçlenmiş bu ortamlarda nasıl ifade bulabildiği; üçüncüsü, mimarlığın teknoloji ile ilişkisinde ortaya çıkan tasarım-üretim içiçeliği; ve son olarak tasarım+üretim yoluyla yapılan araştırma ile açığa çıkan bilginin farklılaşan alanı.
Mekana ve mimarlığa dair düşüncelerin ilk açığa çıkma mecrası olarak temsiliyet ortamları 20. yüzyıl boyunca önemli bir icra alanı da olmuştur. Mimarlığı vareden mekansal etkinin, yapının tektonik ve fiziksel varoluşu kadar, temsiliyet ortamında da aynı güçte çıktığı Durumculuk, bu akımın önemli figürü Constant Niewenhuys’un 1959-1974 arasında sadece maket ve çizimlerle ortaya koyduğu “New Babylon” projesiyle literatürde yerini almıştır. Mimari ve mekansal olanaklara dair özgün düşünce ve niteliklerin temsiliyet ortamlarında da ortaya çıkabileceği; bu ortamlar aracılığıyla ortaya konan mekansal düşüncelerin, kesinlikle mimarlık olduğu ortak görüşü “New Babylon” ile netlik kazanmaya başlamıştır. Dolayısıyla, “Space Graph” sergisi ile ilişkide “New Babylon”u tekrar hatırlamak şu açıdan anlamlı olabilir: “New Babylon”da öngörülen kullanıcının istek ve ihtiyaçlarına göre kendini değiştirip dönüştürme kapasitesindeki mekan düşüncesinin, sabitleyen/resmeden bir temsiliyet anlayışı ötesinde sürdürülmesi için bir deneme alanı olarak görebiliriz “Space Graph” sergisi ile yapılan çalışmaları. Sergiye adına veren çalışma bir robot kolunun tanımlı bir algoritmaya göre hareketinin izlerini takip etmekte ve hareketin izdüşümünü farklı bir zaman-mekan olasılığı olarak sunmaktadır. Alper Derinboğaz’ın Refik Anadol ile gerçekleştirdiği “Pasaj” çalışması ise sergide konu edinilen zaman ve mekan içiçeliğini/sürekliliğini yapılan bir modelleme üzerinden VR gözlüklerle içinde görsel olarak dolaşarak deneyimleme fırsatı vermekte. “Plates” ise tasarım nesnesini çoklu ve değişebilir halleriyle düşünebilme ortamının fiziksel ürünlerini plakalar olarak sunmakta. Sergiyi, tek haliyle anlatılması mümkün olmayan, değişken haldeki mekansal olanakların hem kendi akışkanlığı içinde hem de pek çok farklı haliyle görselleştirilebildiği ve üretilebildiği bir teknolojik deneyim alanı olarak değerlendirmek mümkün.
Üst-uç (high-end) teknolojiler ile ilişkide mimarlığa ve mimari tasarıma dair böyle bir deney ve deneyim alanı üzerinden düşünmeye devam ettiğimizde tasarım yoluyla yapılan araştırmanın farklılaşan bilgiyi açığa çıkarma alanı da tekrar tartışmaya açılmakta. Bu noktada, önümüze açılan sorular sanırım şunlar da olmaya başlıyor: Teknolojik olanakların güçlendiği günümüzde, tasarım ve üretim yoluyla araştırma pratikleri mimarlık için nasıl farklı mekansal imkanlar sunmaktadır? Bu mecra içindeki mekansal araştırmalar kendi kapalı dünyasını kurma riskini taşır mı? Mimarlığa dair öte/ ileri olasılıklar araştırılırken doğrudan yaşamımıza etki edecek sonuçlara yönelik kanallar nasıl açılabilir?
Bu ve benzeri soruları sordurmaya devam ettirebilmek “Space Graph” sergisinin fazla dile getirmeden hedeflediği bir durum ve güçlü motivasyonlarından da biri mutlaka…