Şimdi Geçti Buradan1
Atilla Yücel için yazmak, farklı bir duygu yüklüyor cümlelere. Sadece dil ile uğraşmış, dil üzerine yazmış olması bile yeterdi, bu özen için öğrencisi olarak onu tanıdığım 20 küsur yılın, akademisyenliğimdeki etkisinin yanında azımsanmayacak bir özelliği bu, herkesin bildiği...
Sözler şimdi her zamankinden önemli, “anılar, anılar belki hepsi bir kelime...2”
Bu yazıyı bir sorunun etrafında ördüm. Öğrencisiyken, onunla tadı damağımda kalan ve bana hiç yetmeyen konuşmalarımızda da sıklıkla düşünürdüm: Nev-i şahsına münhasır, karizmatik biriydi; onu tanıyıp etkilenmemek mümkün değildi. Ama Atilla Bey hep çok yoğundu, bana ayırdığı zamanlar hep kısacık. Ben niye onu seçmiştim? Atilla Yücel, bizim dönemimizde Taşkışla’da okuyan herkes için, birinci sınıfın ilk haftalarında ilk karşılaşılanlardandı; birkaç haftalık dönüşümlerle derse gelinen bir dizi içinde, “tadımlık”. O, Bina Bilgisi-1 derslerinde, mekanın ne olduğu üzerine konuşurdu; bizse henüz her şeyin başındaydık. Birgün kütüphanede, o zaman içeriğini anlayamadığım, sadece dersten tanıdığım bir hocanın kitabı olarak baktığım, mekan ve dilbilim ilişkilerini tartıştığı metnin ilk sayfasında, Behçet Necatigil şiir alıntısını3 görünce proje dersinde öğrencisi olacağımı anladım. Mimarlık eğitiminin omurgasını mimari proje stüdyosu oluşturur. Çünkü mimari tasarım ve onun birincil dersi mimari proje stüdyosu, öğrencinin mimarlığın doğasını kavramaya başladığı bir derstir. Mimari tasarım, tasarlama ediminin, çoklu üretim ve tartışma ortamının ana izleğidir. Mekan bilgisini, yeni yaklaşımlar, üretimler ile geliştirmeyi amaçlar. Hem geçmiş üretimlerin temel bilgisine ve arketipal özelliklerine hem gelecek olanın yaratımına ve kurgusuna katkı yapabilmek için özelleşmiş araştırma, yorumlama, tartışma yöntemlerinden oluşur. Mimari tasarım eğitimi bir uzmanlık alanıdır, çünkü bu eğitim güncel mimarlık bilgisi üretiminde özgür düşünce, eleştirel bakış ve özgün ifade geliştirmeyi amaçlar. Öğrenci/öğrenen/tasarlayan tasarımlarını geliştirirken, güncel kuram, eleştiri ve mimarlık uygulamaları üzerinden okumalar ve tartışmalarla beslenir.
Stüdyo dersleri doğası gereği, dersin yürütücüsünün mimarlığa nasıl yaklaştığı, mekanın bilgisini üretmenin dinamiklerini nasıl kurguladığı ile biçimlenir. Ahlak, etik değerler, vicdan, topluma karşı sorumluluk, demokrasi duyguları ile örülmüş insanlık değerleri ile bakabilmeyi gerektirir. Atilla Yücel stüdyosu da, çalışma alanları, ilgileri çerçevesinde, eğitime yaklaşımıyla kurulur. Stüdyosu öğreten-öğrenen ilişkisi olmayan bir stüdyodur. Eline kalemi alıp çizmez, karşısındaki meslektaşıyla konuşur; o konuşmanın içine, sayısız referans girer okumak isteyene -deftere yanlış yazdığımız adlarıyla binalar, kitaplar... Pek çok insanın adı geçer. Kim olduklarını merak edersin; arkeolog mudur, sosyolog mudur, divan şairi midir... Konuşmasını deşifre etmek zordur, ayrı bir notasyon gerekir, çünkü onunla konuşmak, gezintidir daha çok, jestler ormanında, birbirinin içine giren, pek çok parantezle kurulan uzun cümleleri ancak yüzündeki mimikler, elini koyduğu coğrafya; çene, alın ve kitapla ya da maketle kurduğu ilişki ile anlaşılır. Her şeyin bağlamı tartışılır: Kentler kasabalara, çeper merkeze, kent insana mimarlık üzerinden bağlanır; kurma bilgisi ile yapma bilgisi arasında gezinen ölçeklerarası bir yolculuktur bu konuşma ve sonunda projenle başbaşasındır. Atilla Yücel’le konuşmak, konuşana mimar olduğunu hissettirir.
Bugün sıklıkla dillendirilen interdisipliner olmak üzerine ondan bir şeyler duyduğumu hatırlamam, insanın içselleştirdiği üzerine konuşmasının gereksizliği, şüphesiz. Atilla Yücel dünya ölçeğinde bir entelektüel olarak, tüm disiplinlerle, yatayda genişleyen ve tümünü kucaklayan, düşeyde derinleşen ve özelleşen, çaprazda şaşırtıcı karşılaşmalarla yüklenen ve katmanlaşarak zenginleşen ilişkilere çağırır -stüdyoda, konuşurken ve de yazdıklarında. Konuşurken birşey düşünüyor, gözleri uzak bir noktada... Tanımayan için anlatması zor, sanki hep
Odalara kapanıp oturdunuz İçinize evin serin sessizliği doldu Koruyucu duvarlara borçlusunuz Çevrenizde dalgalanan dostluğu4.
yeniden, kendinizi, neden bu çalışmayı yaptığınızı en baştan kurmaya zorlayan bir mesafesi vardı tez danışmanı olarak... Konuşmadan önce düşünmek, tartmak, elemek gerekirdi sürekli. Ölçülür, seçilir, vazgeçilir, karar verilir, özenle; birkaç sayfa yazı, birkaç gümüş cümle... Özgün olan her düşünceyi cömertlikle karşılardı, heyecanla söyledikleri armağan. Lisansüstü çalışmalar ve araştırma projeleri, kuram ile kılgının biteviye münakaşasında akademos bahçesini üniversiteye dönüştürür. Mimarlığın toplumsallıkla ilişkisini sorgulayan ve argümanlarla geliştiren akademik çalışmalar, yeni bir düşünme biçimiyle nesnelleştirdiği konu üzerine öznel bir söz üretebilme motivasyonu taşır. Özgür ve eleştirel… Akademik hayatının daha en başından Atilla Yücel’i tanımlayan bu nitelikler, danışmanlığı boyunca öğrencileriyle kurduğu ilişkinin de temelini oluşturur. Akademik geleneğin içinde yuvalanan biat kültürünün parçası olmayan bir Taşkışlalı, kendine öğrencilerinden, asistanlarından akademik bir çete kurmadan, üreten tartışan herkesle yan yana, hep eleştirel akıldan yana... Ama bu özgür ve eleştirel tavırla birlikte, köksüz değildir asla. Mimarlık pratiğinde de akademik çalışmalarında da “arkhé”, temel, başlangıç hep sorgulanır, arketiplerin izleri okunaklıdır; süreklilik ve gelenek, yenilik ve modernle birlikte, güçlü bir belagatle tartışılır. Konuşurken birbirinden bağımsız dünyalar arasında kurduğu öznel ilişki ile karşısındakini büyüler; müthiş hafızası ile şaşırtır, meraklı sorularıyla kışkırtır... O her yaşında çocuk enerjisiyle muzipti, her yaşında bilge... Ege’de en güzel zeytinyağının nerede bulunacağı, birbirinden farklı Bach yorumları arasındaki inceliği, Tel Aviv’de hangi otelin güzel olduğunu... Aynı konuşmanın içine sığan binlerce yaşam güzelliği, derinliği... Ne zaman heyecanla onunla bir şey paylaşsam o hep benden önce duymuş, okumuş, görmüş, dinlemiş olurdu... Yüzyıllar boyunca kuramsal ve uygulama alanı birbiriyle kimi zaman çatışan kimi zaman uzlaşan eleştirel mimarlık düşüncesi üzerine Atilla Yücel’in tavrı, “analizin daha yakından tanımak için parçaladığı gerçeklikleri birleştirmeye, evreni ve maddeyi bilimsel bir bütün olarak görmeye” çalışmak halindedir. Dilbilimsel okumalarla açtığı kuramsal bakışı mimarlık eylem alanının yapma pratikleriyle tartışır. Mekanpolitik ve toplumsal çerçevenin, sanatsal duyuların ve tarih bilgisinin, gelecek projeksiyonlarının tüm bileşenleri ile birbirleri arasında benzersiz ve güçlü bağlar kurar. Onunla konuşmak -mimari proje ya da okuduğunuz bir kitap ya da yazdığınız tez farketmez- konuştuğunuzun üzerine, kimi zaman neşeli kimi zaman oyunlu, her zaman coşkulu, ışıltılı bir evren inşa etmek gibidir.
Akademisyenlik, hayatı zarafetle kucaklamaya, meraklı gözlerle sorgulamaya, heyecanla paylaşmaya devam eden biri için biter mi? Sadece mekanlar değişir. Facebook gibi bir sosyal medyayı, her yaştan izleyenini müziğin, mimarlığın, fotoğrafın, coğrafyanın zenginliğinde donattığı gönderileriyle bir “akademos”a dönüştürebilmek ancak Atilla Yücel’in yapabileceği bir şeydir. Bu tek yönlü bir paylaşım değil, bir diyalogdur aynı zamanda; okur, heyecanlanır, sakinleştirir, cevap verir, takılır, göz kırpar. Bir Cumartesi sabah telefonum çaldı. Son yıllarda birbirimizi aramalarımız sıklaşmıştı. Onun sorduğu herhangi bir soru, ufak bir ricası, beni kimbilir yine hangi bilmediğim dünyalara ulaştırırdı; hevesle ne söyleyeceğini bekliyordum. Atilla Bey, “Sen yüksek lisansın başında birşey yazmıştın İznik Gölü kıyısında okumuştum; Louis Kahn ve zamansızlık üzerineydi. Betonart’ın bu sayısında, o yazıyı yeniden ele almak ister misin?” diye sordu bana.5 Şaşkınlıktan sersemlemiştim. O yazıyı tam 21 yıl önce yazmıştım; tezim için yazdığım ilk metindi. Atilla Bey, İznik’e gideceğini, dönüşte konuşabileceğimizi söylemişti metni verirken. Ne konuştuğumuzu hatırlamıyorum, ama o metin teze girmedi. Çünkü Atilla Bey, beklediğim onayı vermemişti -şimdi biliyorum zaten onaylamazdı ki. Söylediklerinden beğenmediğini düşünmüş ve yazıyı geliştirmekten vazgeçmiştim. Bugünkü aklımla şimdi anlıyorum neler söylemiş olabileceğini. Şansımın tadını doyasıya çıkardım, ilk yazdığım metni tekrar yazdım. Bütün bir yaz, keyifle, konuşarak, tartışarak, kitapları, fotoğrafları paylaşarak ve yeniden öğrenerek... Onunla. Bir okulu diğerinden ayıran ona karakter katan, o ortamın bireyleridir şüphesiz. Aykırı tipler, farklılıklar, o tadı zenginleştiren unsurlardır, varlıkları önemlidir. Okula giren her öğrencinin farklı olması o kanalların da hep açık olmasını, beslenmesini sağlar. Herkesin diyalog kurduğu başka bir öğrenci grubu olur. Akademik ortamların, onu vareden insanlar açısından dengeli bir döngüsü olmalıdır. Döngü, farklı yaş gruplarından ve har zaman yaşla ilintili olmayan ünvanlıların hareketinden oluşur. Yeni asistanlar okula girer -“akıl yaşta değil baştadır”- onlar da kurullarda konuşur; söyledikleri değilse de konuşmaları desteklenir. İnsanlar yaşlanır, emekli olur, ama ilişkisi kesilmez. Uzun ve alıştırmalı bir veda olur gidişleri. Tez öğrencileri devam eder. Yine onların odalarında buluşulur, okulun açılış dersini onurlandırmaları istenir. Hayata vedaları Taşkışla’da iç burkar. Pek çok kişinin sevmediği bir ritüeldir ama orada hep birarada veda etmenin, Taşkışla’dan uğurlamanın, bir yası paylaşmanın hayata devam edebilme gücü veren, birleştirici bir etkisi vardır.
Şimdi geçti buradan, Atilla Yücel. Yıllar boyunca öğrencisi olmuş, meslektaşı olmuş, arkadaşı olmuş herkeste, “Az önce buradaydı” dedirtecek kadar canlı anılar, anekdotlar, hala okunmamış yaşamın sırrı yüklü kitaplar, henüz içmediğimiz tadı damağımızda şaraplar bırakarak...
Yazımda bilinçli olarak, içine -di’li geçmiş zaman gömülmüş bir geniş zaman kullandım. Heyecanlı paylaşımlarımızın mutluluğu, onu özlüyor olmanın hüznü birarada, hep içimde, hatırladıkça sürüyor zihnimde...
Notlar: 1 Seçtiğim başlık, Mesut Kara’nın yazıp yönettiği, “Işıyarak Yok Olan Aktör Erkan Yücel: Şimdi Geçti Buradan” isimli belgeselden esinle. “Yücel” sadece soyadı benzerliğidir. 2 Edip Cansever, “Seni Günlere Böldüm”. 3 Atilla Yücel, Mimarlıkta Biçim ve Mekanın Dilsel Yorumu Üzerine, İTÜ Mimarlık Fakültesi, İstanbul, 1981. Sözkonusu alıntı: Odalara Kapanıp. 4 Behçet Necatigil, “Evler”, 1953. 5 Louis Kahn Özel Sayısı, BETONART, sayı 54, 2017.