19. Yüzyıl Osmanlı Mimarlık Dünyasında “Vitruvius” İzleri
Aktan Acar “Her nevi inşâatın ikmâli için nazar-ı mütalaaya alınacak metanet, faide ve hüsn-ü mazaraca letâfet [dayanıklılık, yarar ve görünüş güzelliğinde hoşluk] gibi üç mühim maddeden birincisi olan metanet; Birtakım fenn-i kavâid-i esâsiyeye mübteni (temel bilimsel kurallar üzerine inşa edilmiş) olduğu cihetle inşâatta en ziyade ehemmiyet verilecek bir maddedir.
Asıl fenn-i mimârinin meşgul olacağı kısım; fâide, hüsn-ü manzaraca letâfet maddelerinden ibaret ise de bu cihet pek hususi olduğundan bir inşâat için mimarın zikrolunan mevâddan (maddelerden) bihakkın behreyâb [hisse, nasib] (hakkıyla
nasibini almış) olması lazımdır1.” Yaygın kanının ve maddi kanıtların yokluğu önkabulüne dayalı sessiz şahitliğin aksine, yukarıdaki alıntı Osmanlı mimarlık kültürü ve geleneği içinde dolaşan bir hayaletin, Vitruvius’un ve onun meşhur üçlemesinin, izlerini işaret etmektedir.
Ali Talat ve Mimar Kemalettin Beyler tarafından hazırlanan Fenn-i Mimari kitabının girişinde yer alan bu bölüm yazılı kültürdeki kökleri Vitruvius’a uzanan mimarlık geleneğine Osmanlı çağı boyunca yapılmış belki de en açık göndermedir. Tekeli ve İlkin tanımlamanın Vitruvius geleneğinin bir uzantısı olduğunu ifade ederler2. Ancak her geleneğin içeriği, terimleri ve ritüelleri, kaynak ile aralarına giren zaman ve mekan arttıkça bozucu etkilere maruz kalır, anlamsal yer değiştirmeler yaşarlar. Başka kültürlere geçtiklerinde başka anlamlar ve ritüellerle yeniden kurulurlar.
Vitruvius ve bu tür değişim ve dönüşümlerin en iyi örneklerinden biri. Ancak zincir Roma, Ortaçağ ve Rönesans boyunca neredeyse kesintisiz devam ettiği için hem kuramsal hem uygulama alanında soyağacı takip edilebilir3. Avrupa’da, bugün “Batı kültürü” olarak adlandırılan ne varsa oluşmasında ve korunmasında önemli yer tutan el yazmalarını kopyalama geleneği bu soyağacının resmi kayıtlarını tutmayı başarmıştır. Ancak başka kültürlerde ve özellikle, kesintisiz temas ve alışverişe rağmen, Osmanlı’da maddi ya da içerik olarak bir iz bırakmış olup olmadığı üzerine çok fazla düşünülmemiştir. Farklı amaçlarla yapılan çalışmalar içinde Osmanlı mimarlık kültüründe Batılı etkileri ayırdetmek için bir turnusol kağıdı gibi kullanılmıştır.
Vitruvius’un bu coğrafyada takip edilmesindeki zorlukların en önemlisi halihazırda mimarlık üzerine yazılı belgenin azlığı. Öte yandan, Osmanlı Dönemi boyunca çeşitli amaçlarla üretilen belgeler içinde mimarlık kültürünün izlerini sürebilmek için arşivlere erişilebilmesi, dil bariyerinin aşılabilmesi, en çok da tarihin nasıl ve nereden yazılabileceğine dair bir esneklik kazanılabilmesi gerekmiştir4. De
Architectura’nın izlerinin, diğer birçok yenilikle birlikte, Osmanlı yapı geleneği ve mimarlık kültürünün kurumsal bir kimlik kazanmaya, kendi bilgisi üzerine sistematik olarak düşünmeye başladığı 18. yüzyıldan itibaren sürülebilmesi bu açıdan doğal karşılanmalı. 18. yüzyıl öncesinde Vitruvius’un ya da onun yazdıklarının bilinmediğine dair tek yargı “henüz bilinmediği” olabilir.
De Architectura’nın Osmanlı’da bilinmediğine dair yargıyı oluşturan ve sağlamlaştıran iki önemli dayanaktan söz edebiliriz: İlki 16. yüzyıl Osmanlı su teknolojisinin kökenleri üzerine olan incelemesinde Tanyeli’nin, kendisi ifade etmese de en azından o döneme kadar, Osmanlı dünyasının De Architectura ve Vitruvius’tan habersiz olduğunu kesinlemesidir5. İkincisi ise, neredeyse
15. yüzyıldan itibaren mesleki pratiklerine, kurumsal ve kuramsal olarak önemli rol oynadıkları çağdaş mimarlık eğitiminin oluşma sürecindeki etkinliklerine rağmen İtalyan, Fransız, Alman ve Avusturyalı mimarların ve sonrasında onların öğrencilerinin Vitruvius’a ya da onun yazdıklarına dair, bilinen ya da elimize ulaşan, herhangi bir referanslarının olmamasıdır.
Oysa Osmanlı döneminde ve hatta saray kütüphanesi içinde Vitruvius’un yazdıklarının bir mimari içerik olarak değilse bile maddi olarak varlığını gösteren, dolaylı da olsa, kanıtlar mevcut. Bu kanıtlar özelde Osmanlı’nın “Batı” ile ilişkisi üzerine her türlü düşünce ve tartışmada odağı işgal eden “Batı”dan ne alındığı ya da alınması gerektiği sorusu, genelde ise toplumların “bilgi” ve onun pratik amaçlar doğrultusunda yeniden kurulması ve uygulaması olarak “teknoloji” ile ilişkileri üzerine başka bir perspektiften bakma fırsatı veriyor. Bu perspektif, Endüstri Devrimi’ni olanaklı kılan, sonrasındaki dönüşümlere fırsat veren bilgi-teknoloji ilişkisinin Osmanlı dünyası ve sonrasında erken Cumhuriyet Dönemi’ndeki ikili doğasını da ortaya koyuyor. Dolaylı kanıtların ilki Beydilli’nin 1804 yılında Enderun’dan Mühendishane’ye gönderilen kitaplar arasında yer aldığını belirttiği İngilizce Palladio kopyası6. Kitabın “İngiliz lisânı üzre hâkim Pladyo’nun arşitektürta’bir olunur ebniyye-i mutlakâ inşâsına dâir kitabı” şeklinde kaydedilmesi yazar, çeviri ya da düzenleyen gibi bir ayrımın gözetilmediğini göstermekte. Andrea Palladio tarafından yazılan The Four Books on Architecture olduğunu varsayabileceğimiz eserin mühendishanenin kütüphanesine İngilizce çevirisinin yollandığı sonucunu çıkartmak mümkün. “Ebniyye-i mutlakâ inşasına” olarak çevrilen başlığın kapak sayfasındaki “In which, after a brief discourse of the five orders and on those rules which are
essential to building, private houses, streets, bridges, squares, xysti, and temples are discussed7” ifadesinin kısaltılmış ve yorumlanmış bir versiyonu olduğu söylenebilir. Kitabın -elimize ulaşabilen ilk ve tek örnek olduğu için- De Architectura ile başlayan mimari metin-kitap geleneğinin en önemli halkalarından biri olduğunun, önsözden itibaren Vitruvius’a defalarca gönderme yapıldığının da altını çizmekte fayda var. Öte yandan kitabın ne Enderun’da ne de Mühendishane’de bize ulaşabilecek bir yankısının olmaması da dikkate değer.
Akyürek, Tanzimat Dönemi bağlamında, Osmanlı mimarlığının eylem ve söylem olarak kendini inşa ediş sürecini tartıştığı çalışmasında 1834 yılında dönemin
Devlet Binaları Genel Müdürü olarak tanımlayabileceğimiz Abdülhalim Efendi’nin kaleme aldığı görüş yazısındaki örtülü bir göndermeye dikkat çeker8. Bu görüş yazısının bir mimarlık okulu kurulması yönünde hazırlanmış olduğunu ileri süren Cemal Bora’nın Türkçeleştirdiği yazıda Abdülhalim Efendi, “Mühendishaneye ücretsiz olarak devam eden öğrencilerle diğer öğrencilerin ders bölümleri dört sınıflı olup dışarıdan birisi hendese-haneye gönderildiğinde, önce dördüncü sınıfa alınarak Türkçe, matematik, mesaha (alan), hendese (geometri) ve çizim öğrenimi görmekte ise de binalara ait gerekli olan bütün malzemenin isimlerini, cinslerini, niteliğini ve inşaatın sağlamlık ve korunması için ne gibi işlerin yapılacağı hususunda bir şey öğretilmediği ve herhangi bir yerde inşa edilecek bir binanın o yerin kuruluş
düzeyine göre verilecek şekil ve niteliğini, inşanın o yerde yapılmasının uygun olup olmadığını bilmediği gibi yapılan keşiflerde yüzölçümün hakkiyle tesbiti ve keşif defteri tutma şeklini dahi öğrenememektedir9” der. Akyürek’e göre, Abdülhalim Efendi -doğrudan işaret etmese de- sağlamlık, işe yararlık ve güzellik meseleleri mimari bilgi ve pratiğe dair tartışmaların içinde kendilerine yer bulmaktadır. Hatta kamunun pratiğinde ve söylemlerinde, 1834 tarihli Vidin ve Selanik’te yapılması planlanan kışlaların süs (burada usûl olarak okunabilir) yönüne bakılmadan sağlamlık ve kullanışlılık gözetilerek resmedilmiş olduğunu bildiren belgede olduğu gibi, kendini açığa vurur10. Elbette süs, sağlamlık ve kullanışlılığın bütüncül bir bakışla mı vurgulandığı, yoksa pratik içinde aktarılagelen sözlü kültürün bir parçası mı olduğu tespit edilemez.
Diğer bir kanıt ise Ahmet Vefik Paşa’nın kütüphanesinde bulunduğu iddia edilen 1864 tarihli Claude Perrault çevirisi
De Architectura versiyonu11. Bursa’daki eserlerin belgelenmesi ve restorasyonu için görevlendirilen ve Eugène Emmanuel Viollet-le-Duc’un tutkulu bir izleyicisi olan Fransız Léon Parvillée, paşanın müfettişlik döneminde Bursa görevi sırasında
Vitruvius ve kitapla buluşmasında rol almış olabilir. Ancak Ahmet Vefik Paşa’nın Vitruvius’a ve kitaba dair tasarrufunun ne olduğu konusunda bilgimiz bulunmamakta. Ahmet Vefik Paşa sevk ve idaresinde Bursa’da yapılan çalışmalar bu bağlamda araştırılmaya değer.
Zaman olarak daha geniş bir aralıkta gerçekleşen bir başka olay Vitruvius ve
De Architectura’nın Osmanlı dünyası ile en talihsiz kesişmelerinden birini ortaya çıkarmaktadır. Bu kesişmenin odağında Budin (Budapeşte) ile İstanbul arasında gidip gelen ve üzerindeki nottan 1463 yılında kopyalandığı anlaşılan bir elyazması yer alıyor12. Kanuni
Sultan Süleyman’ın 1541’de Budin’in alınmasından sonra ganimet olarak İstanbul’a getirdiği, Osmanlı Devleti ile Macaristan arasında kurulan ilişkiyi genişletmek adına II. Abdülhamid’in ise 1877’de Macaristan’a iade ettiği 34 eser arasında yer alan bu el yazmasının “Vitrivius et S. Candidus” başlığıyla kaydedildiği görülüyor13.
De Architectura’nın eksiksiz bir kopyasını içeren ve günümüzde Budapeşte’de Eötvös Loránd Üniversitesi koleksiyonda yer aldığı bilinen bir elyazması mevcut14.
MS. 32’ye tarihlenen ve 195 folyodan oluşan İtalya kökenli bu elyazması bir zamanlar Budapeşte Kraliyet Kütüphanesi’nde bulunmuş;
De Architectura’nın yanısıra 15. yüzyılın dikkat çeken figürlerinden Pier Candido Decembrio (Latince Petrus Candidus Decembrius) tarafından yazılan iki önemli eseri daha -Historia peregrina ve Grammatica‘yı- içeriyor15. Candidus, Milano’nun en önemli hümanistleri arasındadır ve dönemin dikkat çekici bir başka hümanisti Poggio Bracciolini ile yakın dosttur16. Bracciolini’nin ise Papalık tarafından elyazmaları bulmak ve toplamakla görevlendirildiği ve St. Gall’de bir manastırda De Architectura’nın eksiksiz kopyasını keşfedenler arasında olduğu biliniyor17. Budapeşte ile İstanbul arasında gidip gelen De Architectura kopyasının, -fetih ganimeti ve bir iktidar göstergesi olarak, sarayda toplanan entelektüel ürün olarak ve diplomatik, dostluk işareti olarak- üstlendiği sembolik görevlerin altında kaybolduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Kişisel arşivler ve koleksiyonlarda yapılacak araştırmalar çok daha fazla kesişmenin olduğunu gösteren kanıtları ortaya çıkarabilir. Ancak halihazırda sunulanlar ve gelecekte bulunabilecek diğer kanıtlar göstermektedir ki
Osmanlı dünyasının, tekil bir örnek olarak, Vitruvius ve De Architectura ile karşılaşmaları Avrupa’dakine benzer etkiler yaratamamıştır. Bunun en önemli nedeni Rönesans itibarı ile Endüstri Devrimi’ni hazırlayan ve sonrasındaki gelişmeleri olanaklı kılan entelektüel süreci Osmanlı’nın farklı yaşaması ve yönetmesi olmuştur. Bu coğrafyanın binlerce yıldır Doğu ile Batı arasında gerçekleşen kültürel geçişme ve kesişmelere sahne olduğu, benzer hatta aynı teknik ve teknolojilerin deneyimlendiği düşünüldüğünde, çıkartılabilecek sonuç Osmanlı’nın Vitruvius ve De Architectura’dan haberdar olduğu ancak içeriğini bilmediği, hatta içinde ne yazdığı ile ilgilenmediğidir. Aradan geçen onca zamana rağmen Türkiye’de akademinin ve yerleşik mimarlık kültürünün hala aynı kayıtsızlığı koruyor olması da bu anlamda, tesadüf değildir.
Batı’nın Vitruvius’tan bu yana, farklı içerik veya tanımlamalar da olsa, kuram ve eylem arasındaki ilişkiyi tartıştığı ve araştırdığını görüyoruz. Vitruvius’un metafizik bir içerikle akılcı mimari uygulamalar arasında, kendinden öncekilerin yardımı ile kurmaya çalıştığı ilişki günümüzde “yapmanın nedeni ya da açıklaması” haline gelmiş “kuram” fikrinin temelini oluşturuyor. Onun metafizik modelinin yerine rasyonel nedenler, fenomenolojik açıklamalar, parametrik-algoritmik kodlar konuluyor olması bu gerçeği değiştirmiyor. De Architectura’nın geleneği bir tür “bütünlenme”, çoğunlukla çatışan, ikilem yaratan, söylem ile eylemin, üretken bir ikiliye evrilmeleri süreci olarak tanımlanabilir. Bu ikili özünde bilgi ve teknoloji, kimi zaman ise teknik olmakla birlikte farklı dönemlerde farklı isimlerle anılmışlardır. Ortaçağ’da “büyük üstat”ların dönemin okur-yazarları, soyluları ve alimleri ile tartışabildikleri, kamusal bir bilgi olarak, Vitruvius’un aktardıkları ile inşaat alanında taş ustaları, marangoz ve süslemeciler ile paylaştıkları, ezoterik bir bilgi olarak, Öklid geleneğine dayanan temsil ve üretim yöntemleri de olabilir; deneyimden süzülen teknik yetkinlik karşısında geometri bilgisi de18. Bu ikililerin ayrı ayrı, istisnai bireylerin bilgelikleri yahut küçük toplulukların sırları olmaktan çıkıp kamusal ve örgün bir bütüne ulaşmalarını sağlayan süreç -Avrupa özelinde Rönesans, Reform hareketleri, Aydınlanma vb.- bilimsel ve endüstriyel devrimleri mümkün kılmıştır.
Mimarlığı dülgerlik sanatından mesleki uzmanlık alanına dönüştürmeye çalışan
19. yüzyıl Osmanlı bürokrasisi, örgün eğitimin aktarması gereken bilgiyi, elbette dönemin “Batılılaşma” ideolojisi, pratik ihtiyaçları ve mevcut mühendislik eğitimi müfredatı arasındaki kesişimde bulacaktı. Osmanlı’nın bu süreçte biriktirdiği bilgi ve deneyimi, referans aldığı ve hep ilişki içinde olduğu Batı’dan farklı olarak, ikili bir yapıya evrilttiği görülüyor. Bu ikili yapı Ziya Gökalp gibi ideologların vurguladığı “ikili kültür” meselesinde kendini iyice açığa vuruyor19. 19. yüzyılın kendisini yapı ustasından ayrıştırmaya çalışan yeni, eğitimli, entelektüel “mimar” profili, Batı ile ilişkilerin odağında yer alan “teknoloji ve tekniği alalım ama kültürünü almayalım” fikrinin yarattığı girdapla boğuşmak zorunda kalıyor. Yeni mimarın yaşadığı bu ikilem kültür, bilgi, teknik ve teknoloji arasındaki makasın giderek açılmasına neden oluyor. Mimar, Batılı eğitim, teknik ve teknoloji ile ürettiğinin bilgisine, fennine, icat etmeye zorlandığı bir gözlükle bakmak durumunda kalıyor20. Bu gözlükle bakınca gördüğü şey ise neredeyse tüm içeriğinden sıyrılıp hem mecazi hem de gerçekten fiziksel olarak iki boyuta indirgenmiş bir katalog,
Usûl-ü Mi’mâri-i Osmâni ile hayat bulan, biçimlerin resmi oluyor. Elbette bu yargının kendisi de Osmanlı mimarlığına, kendi varsayımlarının merceğine mahkûm bir bakma biçimi olmanın ötesine gidemiyor.
Osmanlı mimarlık kültürünü kendi dinamikleri içinde anlayabilmek için yeni bakma biçimlerine ihtiyaç olduğu kesin. Bunun için de sadece De Architectura’nın değil, Osmanlı mimarlığının kendi yazılı kültürünü oluşturmaya başladığı andan itibaren kendine yer bulan, başvurulmuş olan, tüm mimari metinlerin izlerinin sürülmesi büyük önem taşıyor. Arşivlere erişimin kolaylaştığı düşünülürse geriye dil bariyeri ve bilgi arkeolojisine meraklı araştırmacı eksikliğinin aşılması kalıyor. ■ Aktan Acar, Dr. Öğr.Üyesi, TOBB ETÜ Mimarlık Bölümü Notlar: 1 İtalikler yazara aittir. Ali Talat Bey ve Mimar Kemalettin, “Fenn-i Mimari”, Mimar Kemalettin’in Yazdıkları, der.: İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, Ankara, 1997, s. 212-28. 2 A.e. Ancak Mimarlık Üzerine On Kitap bağlamında üçleme bir saç ayağı gibi ele alınmalıdır. Ali Talat ve Kemalettin Beylerin sağlamlık, faydalılık ve güzelliği ayrı kategoriler olarak ele aldıkları görülmektedir. Bu Vitruvius’tan başlayan ancak zaman içinde çeşitlenen geleneğe dair yorumlardan biri olarak görülmelidir. 3 Kapsamlı bir soyağacı denemesi için bkz.: Aktan Acar, “A Genuine Origin and Universal Language for Universal Principles of Architecture”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Çankaya Üniversitesi, 2015. 4 Uğur Tanyeli, “Osmanlı Mimarlığı Historiyografisinde Sınıraşımı”, Sınıraşımı Metinleri: Osmanlı Mekanının Peşinde 15.-19. Yüzyıllar, Akın Nalça Kitaplar, İstanbul, 2016, s. 9-15. 5 A.e., s. 250-69. 6 Kemal Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishane, Mühendishane Matbaası ve Kütüphanesi, 1776-1826, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1995. 7 İtalikler vurgu amaçlıdır. Burada kullanılan başlık Tavernor ve Schofield çevirisiden alınmıştır. Leoni versiyonunda “… most necessary observations concerning all sorts of building…” Godfrey Richards çevirisinde ise “… diverse other desings necessary to the art of well building…” şeklinde olduğu görülmektedir. Bu versiyonlar arasında kütüphaneye gönderilmiş olanın Richards çevirisi olma ihtimali yüksektir. Bu çeviride kitabın başlığı The First Book of Architecture by Andrea Palladio’dur. Kaydı yapan memurun yorumlayarak bir kısaltma yaptığı düşünülebilir. Bkz.: Andrea Palladio, The Four Books on Architecture, çev.: Robert Tavernor ve Richard Schofield, MIT Press, Cambridge ve Londra, 2002; James Leoni (der.), The Architecture of A. Palladio in Four Books, çev.: Nicholas Du Bois, John Watt, Londra, 1715; Andrea Palladio, The First Book of Architecture by Andrea Palladio, ed./çev.: Godfrey Richards, John Macock, Londra, 1663. 8 Göksun Akyürek, “Bilgiyi Yeniden İnşa Etmek: Tanzimat Dönemi Osmanlı Mimarlığı”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, 2008. 9 Cemal Bora, “İlk Türk Mimarlık Okulu”, Mimarlık, no. 2, 1978, s. 14-15. 10 “Vidin ve Selanik’de Yapılacak Kışlaların Resimleri ve Keşifleri Mimar Ağa Tarafından Gönderilmiş ve Süs Cihetine Bakılmayıp Metanet ve Kullanışlılık Gözedilmesi Fikriyle Tersim Ettirilmiş Olduğu”: [https://katalog.devletarsivleri.gov.tr/ Sayfalar/eSatis/OnIzlemeVeSiparisAyarlama. aspx?ItemId=20631436&Hash=9DAEE3A51998 F622B98A371ABD92753CDBB0B8C1723B3913760 B34E3F56B7A0B&A=2&Mi=0] Son erişim: 7.10.2018. 11 Ahmet A. Ersoy, Architecture and the Late Ottoman Historical Imaginary: Reconfiguring the Architectural Past in a Modernizing Empire (Studies in Art Historiography), Ashgate, 2015, s. 102. 12 Gábor Hajnóczi, “Vitruvius, ‘De Architectura’ (MS Lat. 32) in the University Library, Budapest, and the Milanese Court of Humanists”, Arte Lombarda, no. 96/97 (1-2) (1991), s. 98-104. 13 Bayram Nazır, “II. Abdülhamid Dönemi OsmanlıMacar Dostluk İlişkileri”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, no. 43, 2010, s. 309-17; Hakan Anameriç ve Fatih Rukancı, “II. Abdülhamid Dönemi Kitap Diplomasisi”, Tarih Araştırmaları Dergisi 36, no. 62, 2017, s. 101-31. 14 “Cod. Lat. 32” : [http://images.konyvtar.elte.hu/ ECodLat32/index.html] Son erişim: 5.10.2018. 15 Carol Herselle Krinsky, “Seventy-Eight Vitruvius Manuscripts,” Journal of the Warburg and Courtauld Institutes 30,1967, 36-70: [http://www.jstor.org/ stable/750736]. 16 Craig Kallendorf, “Pier Candido Decembrio”, 2017: [https://doi.org/10.1093/OBO/9780195399301-0345]. 17 Georgia Clarke, “Vitruvian Paradigms”, Papers of the British School at Rome, 70, 2002, s. 319-46: [http:// www.jstor.org/stable/40311052]; Jacob Burckhardt, The Civilisation of the Renaissance in Italy, George Allen & Unwin ltd.,Londra, 1928; Krinsky, 1967. 18 Vitruvius ve Oklid ikilemi için bkz.: Joseph Rykwert, “On the Oral Transmission of Architectural Theory,” AA Files, 1984, 14-27: [http://www.jstor. org/stable/29543397]. Teknik yetkinliğin bilgi ile karşı karşıya geldiği bir örnek olarak Milan Katedrali örneği için bkz.: James S. Ackerman, “‘Ars Sine Scientia Nihil Est’ Gothic Theory of Architecture at the Cathedral of Milan”, The Art Bulletin 31, no. 2, 1949, s. 84–111. Ackerman, başlıkta da yer verdiği “Bilgi olmadan ustalık hiçbir şeydir” ifadesinin “üstün geometri ilkelerine dayanmadığı sürece teknik yetkinliğin bir değeri yoktur” olarak okunabileceğini söyler. 19 İlhan Tekeli, “Türkiye’de Mimarlığın Gelişiminin Toplumsal Bağlamı”, Tasarım, Mimarlık ve Mimarlar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2011, s. 116-51. 20 Eleştirel bir bakış anlamında kullanıldığında gözlük benzetmesinin de “Batı”lı olduğunun altını çizmekte fayda var.