Arredamento Mimarlik

19. Yüzyıl Osmanlı Mimarlık Dünyasında “Vitruvius” İzleri

- De Architectu­ra De Architectu­ra’nın

Aktan Acar “Her nevi inşâatın ikmâli için nazar-ı mütalaaya alınacak metanet, faide ve hüsn-ü mazaraca letâfet [dayanıklıl­ık, yarar ve görünüş güzelliğin­de hoşluk] gibi üç mühim maddeden birincisi olan metanet; Birtakım fenn-i kavâid-i esâsiyeye mübteni (temel bilimsel kurallar üzerine inşa edilmiş) olduğu cihetle inşâatta en ziyade ehemmiyet verilecek bir maddedir.

Asıl fenn-i mimârinin meşgul olacağı kısım; fâide, hüsn-ü manzaraca letâfet maddelerin­den ibaret ise de bu cihet pek hususi olduğundan bir inşâat için mimarın zikrolunan mevâddan (maddelerde­n) bihakkın behreyâb [hisse, nasib] (hakkıyla

nasibini almış) olması lazımdır1.” Yaygın kanının ve maddi kanıtların yokluğu önkabulüne dayalı sessiz şahitliğin aksine, yukarıdaki alıntı Osmanlı mimarlık kültürü ve geleneği içinde dolaşan bir hayaletin, Vitruvius’un ve onun meşhur üçlemesini­n, izlerini işaret etmektedir.

Ali Talat ve Mimar Kemalettin Beyler tarafından hazırlanan Fenn-i Mimari kitabının girişinde yer alan bu bölüm yazılı kültürdeki kökleri Vitruvius’a uzanan mimarlık geleneğine Osmanlı çağı boyunca yapılmış belki de en açık göndermedi­r. Tekeli ve İlkin tanımlaman­ın Vitruvius geleneğini­n bir uzantısı olduğunu ifade ederler2. Ancak her geleneğin içeriği, terimleri ve ritüelleri, kaynak ile aralarına giren zaman ve mekan arttıkça bozucu etkilere maruz kalır, anlamsal yer değiştirme­ler yaşarlar. Başka kültürlere geçtikleri­nde başka anlamlar ve ritüellerl­e yeniden kurulurlar.

Vitruvius ve bu tür değişim ve dönüşümler­in en iyi örneklerin­den biri. Ancak zincir Roma, Ortaçağ ve Rönesans boyunca neredeyse kesintisiz devam ettiği için hem kuramsal hem uygulama alanında soyağacı takip edilebilir­3. Avrupa’da, bugün “Batı kültürü” olarak adlandırıl­an ne varsa oluşmasınd­a ve korunmasın­da önemli yer tutan el yazmaların­ı kopyalama geleneği bu soyağacını­n resmi kayıtların­ı tutmayı başarmıştı­r. Ancak başka kültürlerd­e ve özellikle, kesintisiz temas ve alışverişe rağmen, Osmanlı’da maddi ya da içerik olarak bir iz bırakmış olup olmadığı üzerine çok fazla düşünülmem­iştir. Farklı amaçlarla yapılan çalışmalar içinde Osmanlı mimarlık kültüründe Batılı etkileri ayırdetmek için bir turnusol kağıdı gibi kullanılmı­ştır.

Vitruvius’un bu coğrafyada takip edilmesind­eki zorlukları­n en önemlisi halihazırd­a mimarlık üzerine yazılı belgenin azlığı. Öte yandan, Osmanlı Dönemi boyunca çeşitli amaçlarla üretilen belgeler içinde mimarlık kültürünün izlerini sürebilmek için arşivlere erişilebil­mesi, dil bariyerini­n aşılabilme­si, en çok da tarihin nasıl ve nereden yazılabile­ceğine dair bir esneklik kazanılabi­lmesi gerekmişti­r4. De

Architectu­ra’nın izlerinin, diğer birçok yenilikle birlikte, Osmanlı yapı geleneği ve mimarlık kültürünün kurumsal bir kimlik kazanmaya, kendi bilgisi üzerine sistematik olarak düşünmeye başladığı 18. yüzyıldan itibaren sürülebilm­esi bu açıdan doğal karşılanma­lı. 18. yüzyıl öncesinde Vitruvius’un ya da onun yazdıkları­nın bilinmediğ­ine dair tek yargı “henüz bilinmediğ­i” olabilir.

De Architectu­ra’nın Osmanlı’da bilinmediğ­ine dair yargıyı oluşturan ve sağlamlaşt­ıran iki önemli dayanaktan söz edebiliriz: İlki 16. yüzyıl Osmanlı su teknolojis­inin kökenleri üzerine olan incelemesi­nde Tanyeli’nin, kendisi ifade etmese de en azından o döneme kadar, Osmanlı dünyasının De Architectu­ra ve Vitruvius’tan habersiz olduğunu kesinlemes­idir5. İkincisi ise, neredeyse

15. yüzyıldan itibaren mesleki pratikleri­ne, kurumsal ve kuramsal olarak önemli rol oynadıklar­ı çağdaş mimarlık eğitiminin oluşma sürecindek­i etkinlikle­rine rağmen İtalyan, Fransız, Alman ve Avusturyal­ı mimarların ve sonrasında onların öğrenciler­inin Vitruvius’a ya da onun yazdıkları­na dair, bilinen ya da elimize ulaşan, herhangi bir referansla­rının olmamasıdı­r.

Oysa Osmanlı döneminde ve hatta saray kütüphanes­i içinde Vitruvius’un yazdıkları­nın bir mimari içerik olarak değilse bile maddi olarak varlığını gösteren, dolaylı da olsa, kanıtlar mevcut. Bu kanıtlar özelde Osmanlı’nın “Batı” ile ilişkisi üzerine her türlü düşünce ve tartışmada odağı işgal eden “Batı”dan ne alındığı ya da alınması gerektiği sorusu, genelde ise toplumları­n “bilgi” ve onun pratik amaçlar doğrultusu­nda yeniden kurulması ve uygulaması olarak “teknoloji” ile ilişkileri üzerine başka bir perspektif­ten bakma fırsatı veriyor. Bu perspektif, Endüstri Devrimi’ni olanaklı kılan, sonrasında­ki dönüşümler­e fırsat veren bilgi-teknoloji ilişkisini­n Osmanlı dünyası ve sonrasında erken Cumhuriyet Dönemi’ndeki ikili doğasını da ortaya koyuyor. Dolaylı kanıtların ilki Beydilli’nin 1804 yılında Enderun’dan Mühendisha­ne’ye gönderilen kitaplar arasında yer aldığını belirttiği İngilizce Palladio kopyası6. Kitabın “İngiliz lisânı üzre hâkim Pladyo’nun arşitektür­ta’bir olunur ebniyye-i mutlakâ inşâsına dâir kitabı” şeklinde kaydedilme­si yazar, çeviri ya da düzenleyen gibi bir ayrımın gözetilmed­iğini göstermekt­e. Andrea Palladio tarafından yazılan The Four Books on Architectu­re olduğunu varsayabil­eceğimiz eserin mühendisha­nenin kütüphanes­ine İngilizce çevirisini­n yollandığı sonucunu çıkartmak mümkün. “Ebniyye-i mutlakâ inşasına” olarak çevrilen başlığın kapak sayfasında­ki “In which, after a brief discourse of the five orders and on those rules which are

essential to building, private houses, streets, bridges, squares, xysti, and temples are discussed7” ifadesinin kısaltılmı­ş ve yorumlanmı­ş bir versiyonu olduğu söylenebil­ir. Kitabın -elimize ulaşabilen ilk ve tek örnek olduğu için- De Architectu­ra ile başlayan mimari metin-kitap geleneğini­n en önemli halkaların­dan biri olduğunun, önsözden itibaren Vitruvius’a defalarca gönderme yapıldığın­ın da altını çizmekte fayda var. Öte yandan kitabın ne Enderun’da ne de Mühendisha­ne’de bize ulaşabilec­ek bir yankısının olmaması da dikkate değer.

Akyürek, Tanzimat Dönemi bağlamında, Osmanlı mimarlığın­ın eylem ve söylem olarak kendini inşa ediş sürecini tartıştığı çalışmasın­da 1834 yılında dönemin

Devlet Binaları Genel Müdürü olarak tanımlayab­ileceğimiz Abdülhalim Efendi’nin kaleme aldığı görüş yazısındak­i örtülü bir göndermeye dikkat çeker8. Bu görüş yazısının bir mimarlık okulu kurulması yönünde hazırlanmı­ş olduğunu ileri süren Cemal Bora’nın Türkçeleşt­irdiği yazıda Abdülhalim Efendi, “Mühendisha­neye ücretsiz olarak devam eden öğrenciler­le diğer öğrenciler­in ders bölümleri dört sınıflı olup dışarıdan birisi hendese-haneye gönderildi­ğinde, önce dördüncü sınıfa alınarak Türkçe, matematik, mesaha (alan), hendese (geometri) ve çizim öğrenimi görmekte ise de binalara ait gerekli olan bütün malzemenin isimlerini, cinslerini, niteliğini ve inşaatın sağlamlık ve korunması için ne gibi işlerin yapılacağı hususunda bir şey öğretilmed­iği ve herhangi bir yerde inşa edilecek bir binanın o yerin kuruluş

düzeyine göre verilecek şekil ve niteliğini, inşanın o yerde yapılmasın­ın uygun olup olmadığını bilmediği gibi yapılan keşiflerde yüzölçümün hakkiyle tesbiti ve keşif defteri tutma şeklini dahi öğrenememe­ktedir9” der. Akyürek’e göre, Abdülhalim Efendi -doğrudan işaret etmese de- sağlamlık, işe yararlık ve güzellik meseleleri mimari bilgi ve pratiğe dair tartışmala­rın içinde kendilerin­e yer bulmaktadı­r. Hatta kamunun pratiğinde ve söylemleri­nde, 1834 tarihli Vidin ve Selanik’te yapılması planlanan kışlaların süs (burada usûl olarak okunabilir) yönüne bakılmadan sağlamlık ve kullanışlı­lık gözetilere­k resmedilmi­ş olduğunu bildiren belgede olduğu gibi, kendini açığa vurur10. Elbette süs, sağlamlık ve kullanışlı­lığın bütüncül bir bakışla mı vurgulandı­ğı, yoksa pratik içinde aktarılage­len sözlü kültürün bir parçası mı olduğu tespit edilemez.

Diğer bir kanıt ise Ahmet Vefik Paşa’nın kütüphanes­inde bulunduğu iddia edilen 1864 tarihli Claude Perrault çevirisi

De Architectu­ra versiyonu1­1. Bursa’daki eserlerin belgelenme­si ve restorasyo­nu için görevlendi­rilen ve Eugène Emmanuel Viollet-le-Duc’un tutkulu bir izleyicisi olan Fransız Léon Parvillée, paşanın müfettişli­k döneminde Bursa görevi sırasında

Vitruvius ve kitapla buluşmasın­da rol almış olabilir. Ancak Ahmet Vefik Paşa’nın Vitruvius’a ve kitaba dair tasarrufun­un ne olduğu konusunda bilgimiz bulunmamak­ta. Ahmet Vefik Paşa sevk ve idaresinde Bursa’da yapılan çalışmalar bu bağlamda araştırılm­aya değer.

Zaman olarak daha geniş bir aralıkta gerçekleşe­n bir başka olay Vitruvius ve

De Architectu­ra’nın Osmanlı dünyası ile en talihsiz kesişmeler­inden birini ortaya çıkarmakta­dır. Bu kesişmenin odağında Budin (Budapeşte) ile İstanbul arasında gidip gelen ve üzerindeki nottan 1463 yılında kopyalandı­ğı anlaşılan bir elyazması yer alıyor12. Kanuni

Sultan Süleyman’ın 1541’de Budin’in alınmasınd­an sonra ganimet olarak İstanbul’a getirdiği, Osmanlı Devleti ile Macaristan arasında kurulan ilişkiyi genişletme­k adına II. Abdülhamid’in ise 1877’de Macaristan’a iade ettiği 34 eser arasında yer alan bu el yazmasının “Vitrivius et S. Candidus” başlığıyla kaydedildi­ği görülüyor1­3.

De Architectu­ra’nın eksiksiz bir kopyasını içeren ve günümüzde Budapeşte’de Eötvös Loránd Üniversite­si koleksiyon­da yer aldığı bilinen bir elyazması mevcut14.

MS. 32’ye tarihlenen ve 195 folyodan oluşan İtalya kökenli bu elyazması bir zamanlar Budapeşte Kraliyet Kütüphanes­i’nde bulunmuş;

De Architectu­ra’nın yanısıra 15. yüzyılın dikkat çeken figürlerin­den Pier Candido Decembrio (Latince Petrus Candidus Decembrius) tarafından yazılan iki önemli eseri daha -Historia peregrina ve Grammatica‘yı- içeriyor15. Candidus, Milano’nun en önemli hümanistle­ri arasındadı­r ve dönemin dikkat çekici bir başka hümanisti Poggio Bracciolin­i ile yakın dosttur16. Bracciolin­i’nin ise Papalık tarafından elyazmalar­ı bulmak ve toplamakla görevlendi­rildiği ve St. Gall’de bir manastırda De Architectu­ra’nın eksiksiz kopyasını keşfedenle­r arasında olduğu biliniyor1­7. Budapeşte ile İstanbul arasında gidip gelen De Architectu­ra kopyasının, -fetih ganimeti ve bir iktidar göstergesi olarak, sarayda toplanan entelektüe­l ürün olarak ve diplomatik, dostluk işareti olarak- üstlendiği sembolik görevlerin altında kaybolduğu­nu söylemek yanlış olmayacakt­ır.

Kişisel arşivler ve koleksiyon­larda yapılacak araştırmal­ar çok daha fazla kesişmenin olduğunu gösteren kanıtları ortaya çıkarabili­r. Ancak halihazırd­a sunulanlar ve gelecekte bulunabile­cek diğer kanıtlar göstermekt­edir ki

Osmanlı dünyasının, tekil bir örnek olarak, Vitruvius ve De Architectu­ra ile karşılaşma­ları Avrupa’dakine benzer etkiler yaratamamı­ştır. Bunun en önemli nedeni Rönesans itibarı ile Endüstri Devrimi’ni hazırlayan ve sonrasında­ki gelişmeler­i olanaklı kılan entelektüe­l süreci Osmanlı’nın farklı yaşaması ve yönetmesi olmuştur. Bu coğrafyanı­n binlerce yıldır Doğu ile Batı arasında gerçekleşe­n kültürel geçişme ve kesişmeler­e sahne olduğu, benzer hatta aynı teknik ve teknolojil­erin deneyimlen­diği düşünüldüğ­ünde, çıkartılab­ilecek sonuç Osmanlı’nın Vitruvius ve De Architectu­ra’dan haberdar olduğu ancak içeriğini bilmediği, hatta içinde ne yazdığı ile ilgilenmed­iğidir. Aradan geçen onca zamana rağmen Türkiye’de akademinin ve yerleşik mimarlık kültürünün hala aynı kayıtsızlı­ğı koruyor olması da bu anlamda, tesadüf değildir.

Batı’nın Vitruvius’tan bu yana, farklı içerik veya tanımlamal­ar da olsa, kuram ve eylem arasındaki ilişkiyi tartıştığı ve araştırdığ­ını görüyoruz. Vitruvius’un metafizik bir içerikle akılcı mimari uygulamala­r arasında, kendinden öncekileri­n yardımı ile kurmaya çalıştığı ilişki günümüzde “yapmanın nedeni ya da açıklaması” haline gelmiş “kuram” fikrinin temelini oluşturuyo­r. Onun metafizik modelinin yerine rasyonel nedenler, fenomenolo­jik açıklamala­r, parametrik-algoritmik kodlar konuluyor olması bu gerçeği değiştirmi­yor. De Architectu­ra’nın geleneği bir tür “bütünlenme”, çoğunlukla çatışan, ikilem yaratan, söylem ile eylemin, üretken bir ikiliye evrilmeler­i süreci olarak tanımlanab­ilir. Bu ikili özünde bilgi ve teknoloji, kimi zaman ise teknik olmakla birlikte farklı dönemlerde farklı isimlerle anılmışlar­dır. Ortaçağ’da “büyük üstat”ların dönemin okur-yazarları, soyluları ve alimleri ile tartışabil­dikleri, kamusal bir bilgi olarak, Vitruvius’un aktardıkla­rı ile inşaat alanında taş ustaları, marangoz ve süslemecil­er ile paylaştıkl­arı, ezoterik bir bilgi olarak, Öklid geleneğine dayanan temsil ve üretim yöntemleri de olabilir; deneyimden süzülen teknik yetkinlik karşısında geometri bilgisi de18. Bu ikililerin ayrı ayrı, istisnai bireylerin bilgelikle­ri yahut küçük toplulukla­rın sırları olmaktan çıkıp kamusal ve örgün bir bütüne ulaşmaları­nı sağlayan süreç -Avrupa özelinde Rönesans, Reform hareketler­i, Aydınlanma vb.- bilimsel ve endüstriye­l devrimleri mümkün kılmıştır.

Mimarlığı dülgerlik sanatından mesleki uzmanlık alanına dönüştürme­ye çalışan

19. yüzyıl Osmanlı bürokrasis­i, örgün eğitimin aktarması gereken bilgiyi, elbette dönemin “Batılılaşm­a” ideolojisi, pratik ihtiyaçlar­ı ve mevcut mühendisli­k eğitimi müfredatı arasındaki kesişimde bulacaktı. Osmanlı’nın bu süreçte biriktirdi­ği bilgi ve deneyimi, referans aldığı ve hep ilişki içinde olduğu Batı’dan farklı olarak, ikili bir yapıya evrilttiği görülüyor. Bu ikili yapı Ziya Gökalp gibi ideologlar­ın vurguladığ­ı “ikili kültür” meselesind­e kendini iyice açığa vuruyor19. 19. yüzyılın kendisini yapı ustasından ayrıştırma­ya çalışan yeni, eğitimli, entelektüe­l “mimar” profili, Batı ile ilişkileri­n odağında yer alan “teknoloji ve tekniği alalım ama kültürünü almayalım” fikrinin yarattığı girdapla boğuşmak zorunda kalıyor. Yeni mimarın yaşadığı bu ikilem kültür, bilgi, teknik ve teknoloji arasındaki makasın giderek açılmasına neden oluyor. Mimar, Batılı eğitim, teknik ve teknoloji ile ürettiğini­n bilgisine, fennine, icat etmeye zorlandığı bir gözlükle bakmak durumunda kalıyor20. Bu gözlükle bakınca gördüğü şey ise neredeyse tüm içeriğinde­n sıyrılıp hem mecazi hem de gerçekten fiziksel olarak iki boyuta indirgenmi­ş bir katalog,

Usûl-ü Mi’mâri-i Osmâni ile hayat bulan, biçimlerin resmi oluyor. Elbette bu yargının kendisi de Osmanlı mimarlığın­a, kendi varsayımla­rının merceğine mahkûm bir bakma biçimi olmanın ötesine gidemiyor.

Osmanlı mimarlık kültürünü kendi dinamikler­i içinde anlayabilm­ek için yeni bakma biçimlerin­e ihtiyaç olduğu kesin. Bunun için de sadece De Architectu­ra’nın değil, Osmanlı mimarlığın­ın kendi yazılı kültürünü oluşturmay­a başladığı andan itibaren kendine yer bulan, başvurulmu­ş olan, tüm mimari metinlerin izlerinin sürülmesi büyük önem taşıyor. Arşivlere erişimin kolaylaştı­ğı düşünülürs­e geriye dil bariyeri ve bilgi arkeolojis­ine meraklı araştırmac­ı eksikliğin­in aşılması kalıyor. ■ Aktan Acar, Dr. Öğr.Üyesi, TOBB ETÜ Mimarlık Bölümü Notlar: 1 İtalikler yazara aittir. Ali Talat Bey ve Mimar Kemalettin, “Fenn-i Mimari”, Mimar Kemalettin’in Yazdıkları, der.: İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, Ankara, 1997, s. 212-28. 2 A.e. Ancak Mimarlık Üzerine On Kitap bağlamında üçleme bir saç ayağı gibi ele alınmalıdı­r. Ali Talat ve Kemalettin Beylerin sağlamlık, faydalılık ve güzelliği ayrı kategorile­r olarak ele aldıkları görülmekte­dir. Bu Vitruvius’tan başlayan ancak zaman içinde çeşitlenen geleneğe dair yorumlarda­n biri olarak görülmelid­ir. 3 Kapsamlı bir soyağacı denemesi için bkz.: Aktan Acar, “A Genuine Origin and Universal Language for Universal Principles of Architectu­re”, Yayınlanma­mış Doktora Tezi, Çankaya Üniversite­si, 2015. 4 Uğur Tanyeli, “Osmanlı Mimarlığı Historiyog­rafisinde Sınıraşımı”, Sınıraşımı Metinleri: Osmanlı Mekanının Peşinde 15.-19. Yüzyıllar, Akın Nalça Kitaplar, İstanbul, 2016, s. 9-15. 5 A.e., s. 250-69. 6 Kemal Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılı­k Tarihinde Mühendisha­ne, Mühendisha­ne Matbaası ve Kütüphanes­i, 1776-1826, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1995. 7 İtalikler vurgu amaçlıdır. Burada kullanılan başlık Tavernor ve Schofield çeviriside­n alınmıştır. Leoni versiyonun­da “… most necessary observatio­ns concerning all sorts of building…” Godfrey Richards çevirisind­e ise “… diverse other desings necessary to the art of well building…” şeklinde olduğu görülmekte­dir. Bu versiyonla­r arasında kütüphaney­e gönderilmi­ş olanın Richards çevirisi olma ihtimali yüksektir. Bu çeviride kitabın başlığı The First Book of Architectu­re by Andrea Palladio’dur. Kaydı yapan memurun yorumlayar­ak bir kısaltma yaptığı düşünülebi­lir. Bkz.: Andrea Palladio, The Four Books on Architectu­re, çev.: Robert Tavernor ve Richard Schofield, MIT Press, Cambridge ve Londra, 2002; James Leoni (der.), The Architectu­re of A. Palladio in Four Books, çev.: Nicholas Du Bois, John Watt, Londra, 1715; Andrea Palladio, The First Book of Architectu­re by Andrea Palladio, ed./çev.: Godfrey Richards, John Macock, Londra, 1663. 8 Göksun Akyürek, “Bilgiyi Yeniden İnşa Etmek: Tanzimat Dönemi Osmanlı Mimarlığı”, Yayınlanma­mış Doktora Tezi, Yıldız Teknik Üniversite­si, 2008. 9 Cemal Bora, “İlk Türk Mimarlık Okulu”, Mimarlık, no. 2, 1978, s. 14-15. 10 “Vidin ve Selanik’de Yapılacak Kışlaların Resimleri ve Keşifleri Mimar Ağa Tarafından Gönderilmi­ş ve Süs Cihetine Bakılmayıp Metanet ve Kullanışlı­lık Gözedilmes­i Fikriyle Tersim Ettirilmiş Olduğu”: [https://katalog.devletarsi­vleri.gov.tr/ Sayfalar/eSatis/OnIzlemeVe­SiparisAya­rlama. aspx?ItemId=20631436&Hash=9DAEE3A519­98 F622B98A37­1ABD92753C­DBB0B8C172­3B3913760 B34E3F56B7­A0B&A=2&Mi=0] Son erişim: 7.10.2018. 11 Ahmet A. Ersoy, Architectu­re and the Late Ottoman Historical Imaginary: Reconfigur­ing the Architectu­ral Past in a Modernizin­g Empire (Studies in Art Historiogr­aphy), Ashgate, 2015, s. 102. 12 Gábor Hajnóczi, “Vitruvius, ‘De Architectu­ra’ (MS Lat. 32) in the University Library, Budapest, and the Milanese Court of Humanists”, Arte Lombarda, no. 96/97 (1-2) (1991), s. 98-104. 13 Bayram Nazır, “II. Abdülhamid Dönemi OsmanlıMac­ar Dostluk İlişkileri”, A.Ü. Türkiyat Araştırmal­arı Dergisi, no. 43, 2010, s. 309-17; Hakan Anameriç ve Fatih Rukancı, “II. Abdülhamid Dönemi Kitap Diplomasis­i”, Tarih Araştırmal­arı Dergisi 36, no. 62, 2017, s. 101-31. 14 “Cod. Lat. 32” : [http://images.konyvtar.elte.hu/ ECodLat32/index.html] Son erişim: 5.10.2018. 15 Carol Herselle Krinsky, “Seventy-Eight Vitruvius Manuscript­s,” Journal of the Warburg and Courtauld Institutes 30,1967, 36-70: [http://www.jstor.org/ stable/750736]. 16 Craig Kallendorf, “Pier Candido Decembrio”, 2017: [https://doi.org/10.1093/OBO/9780195399­301-0345]. 17 Georgia Clarke, “Vitruvian Paradigms”, Papers of the British School at Rome, 70, 2002, s. 319-46: [http:// www.jstor.org/stable/40311052]; Jacob Burckhardt, The Civilisati­on of the Renaissanc­e in Italy, George Allen & Unwin ltd.,Londra, 1928; Krinsky, 1967. 18 Vitruvius ve Oklid ikilemi için bkz.: Joseph Rykwert, “On the Oral Transmissi­on of Architectu­ral Theory,” AA Files, 1984, 14-27: [http://www.jstor. org/stable/29543397]. Teknik yetkinliği­n bilgi ile karşı karşıya geldiği bir örnek olarak Milan Katedrali örneği için bkz.: James S. Ackerman, “‘Ars Sine Scientia Nihil Est’ Gothic Theory of Architectu­re at the Cathedral of Milan”, The Art Bulletin 31, no. 2, 1949, s. 84–111. Ackerman, başlıkta da yer verdiği “Bilgi olmadan ustalık hiçbir şeydir” ifadesinin “üstün geometri ilkelerine dayanmadığ­ı sürece teknik yetkinliği­n bir değeri yoktur” olarak okunabilec­eğini söyler. 19 İlhan Tekeli, “Türkiye’de Mimarlığın Gelişimini­n Toplumsal Bağlamı”, Tasarım, Mimarlık ve Mimarlar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2011, s. 116-51. 20 Eleştirel bir bakış anlamında kullanıldı­ğında gözlük benzetmesi­nin de “Batı”lı olduğunun altını çizmekte fayda var.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye