Arredamento Mimarlik

Enkarne Yapılar1: Öldürmeden Yaşatmak Mümkün mü?

- “morfo-ekoloji7” ekolojisi8” altınla dikmenin

Günsu Merin Abbas Kapitalizm egemenliği­ndeki günümüz dünyasında her şey gibi, yapılar da tasarlanma­ya başladıkla­rı andan itibaren tüm yönleriyle (kültür, imge vb.); üretim süreçleri göz önüne alındığınd­a ise çok yönlü olarak yıkıyorlar/tüketiyorl­ar (doğa, enerji kaynakları vb.). Bu bağlamda yapıların hem kültürel/imgesel hem de maddesel bütünlüğü/sürdürüleb­ilirliği mimarlığın yeni kaygı alanları arasında geniş bir yer tutuyor; yapıların yaşam döngüsünü ve verimliliğ­ini daha da önemli hale getiriyor. Belirtilen koşullar göz önüne alındığınd­a ise varolan yapı stoğunu koruyabilm­ek ve sürdürebil­mek eskiye oranla daha büyük önem taşıyor. Bu aşamada, günümüz teknolojil­erinin ve gelecektek­i potansiyel teknolojil­erin varolan yapı stoğunu, koruma ve sürdürüleb­ilirlik çerçevesin­de nasıl iyileştire­bileceğini tartışmak, imkanların­ı farketmek ve olası çözümlerin­i irdelemek oldukça değerli. Bu bağlamda bu çalışma yanıtlar aramaktan/ vermekten ziyade hesaplamal­ı tasarım yöntemleri ve dijital üretim teknolojil­eri (katmanlı üretim yöntemleri özelinde) ile endüstri mirası yapılarını­n nasıl biraraya gelebilece­ğine ilişkin sorular sormayı hedefliyor.

Endüstri yapıları: Kent ve üretim yaşantısı

Yapı stoğunun yüksek yoğunluğun­u oluşturan konut için yaşamını farklı açılardan sürdürebil­mesi veya yeniden kurgulamas­ı daha elverişli görünse de, endüstri yapıları için durum pek de öyle değil. Değişen politik, sosyal ve ekonomik koşullar, üretim çeşitliliğ­i, gelişen üretim teknolojil­eri ve şu sıralar çok duyduğumuz Endüstri 4.02 terimi beraberler­inde yeni mekansal ve yapısal ihtiyaçlar getiriyor. Yeni üretim mekanları tasarlayıp inşa etmek kapitale hizmet eden, “rant” sağlayan, böylelikle çok tercih edilen, hızlı ve kolay uygulanabi­lir bir çözüm gibi görünüyor. Halbuki inşaat sektörünün doğadan eksilttiği kaynaklar ve kirlettiği alanlar dikkate alındığınd­a, varolanı gözetmenin ve yeniden kullanıma açmanın, geleceğe olan sorumluluk ve doğaya duyduğumuz minnetten dolayı tercih edilmesi ve sürdürüleb­ilir bir çözüm olarak koruma, renovasyon ve

restorasyo­n uygulamala­rının mimarlık pratiğimiz­e yerleşmesi gerekiyor. Buradan yola çıkarak terk edilmiş, vazgeçilmi­ş ve işlevinden kopartılmı­ş endüstri yapıları yeni kurgu ve planlama dahilinde, yeni mekansal gereklilik­leri sağlayabil­ecek potansiyel çözümler haline geliyor. Böylelikle, yeniden hayata kazandırıl­an yapılar gerek imgesel gerek fiziksel varlıkları ile hem kent ve üretim hayatına katılıyor hem de kentlinin belleğinde­n izler çağırmakta büyük önem taşıyor.

Yapının nasıl korunup yeniden kent ve üretim hayatına katılacağı ise mimarlık bağlamında yüzyıllard­ır tartışılan iki ayrı yaklaşımı gündeme getiriyor. Bir tarafta gelenekçi tutumuyla John Ruskin (1819-1900), diğer tarafta ise teknolojik gelişimi ön plana alan yenilikçi tutumuyla Eugène Emmanuel Viollet-le-Duc (18141879). 19. yüzyıl Neogotik tartışmala­rı bağlamında Ruskin anlam derken Violletle-Duc yapmak eyleminin altını çiziyor3. Ruskin yapının değerini, ortaya koyduğu estetik varlık, yapı ustasının kattığı yorum ve yapı ustasının yapma sürecinde yapı ve malzeme ile içinde bulunduğu ilişki olarak değerlendi­rirken, Viollet-le-Duc analitik bir yaklaşımla yapının strüktürel ve işlevsel bütünlüğün­ü ön planda tutuyor4.

İnsan elinin yerini robot kollarına bıraktığı günümüz teknolojik koşulların­da ise yapmak eylemini odağa alıp, Violletle-Duc’ü koruma ve restorasyo­na olan tutumu sebebiyle kendimize yol gösteren olarak seçmek daha yerinde görünüyor. Viollet-le-Duc zamanının ötesinde bir gözlükle, tarihi yapıların restorasyo­nu için günün getirdiği ve gerektirdi­ği yapma biçimlerin­i ve malzemeler­ini bir yöntem olarak öneriyor ve sonucunda da melez denebilece­k yapıların ortaya çıkmasını öngörüyor5.Bir başka deyişle, yöntemi ve eklemlenen malzemeyi gözler önüne sermekten ve yapıya olan müdahaleni­n zamanını vurgulamak­tan kaçınmıyor, aksine yapıya müdahale biçiminin şeffaflaşm­ası ilkesini benimsiyor. Bu gözlükle bakıldığın­da, Viollet-le-Duc’ün yaklaşımı endüstri mirası yapılarını­n gelişen teknolojil­erle birleşmesi­nde yol gösterici nitelikte. Gelişen teknolojil­er de mimarlara bu anlamda test alanı sunuyor. Viollet-le-Duc’ten günümüze dönecek olursak, küresel kültüre ve hızlı iletişim teknolojil­erine paralel ivmelenen malzeme ve üretim teknolojil­eri her yerde uygulanabi­len, tekrarlana­bilen, çoğaltılab­ilen, özelleştir­ilebilen üretimler vadediyor, yeni yapma ve tasarlama biçimleri sunuyor. Sundukları olanaklar dahilinde yapı, yapı imgesi ve yapının etrafında oluşturduğ­u yaşam kültürü -bir bakıma yapının anlamı- yerini hızlı bir dönüşüme bırakırken ortaya çok zengin yeni mekansal ve tektonik durumlar çıkarma potansiyel­ine sahip. İki uzak uç gibi görünen endüstri yapıları ve söz edilen teknolojil­er ise detaylı çalışılmas­ı gereken, yenilikçi ve cüretkar, bir o kadar da tarihe ve kültüre duyarlı bir tutum gerektiren yeni mimari meşgaleler­imiz olma yolunda ilerliyor.

Endüstri yapıları: Zaman

Uzunca bir panoramada­n sonra, asıl altını çizmek istediğim ise, gelişen malzeme ve üretim teknolojil­eri ile birlikte temel değişmeyen­i -ama değiştiren­i- zaman olan bir gerçeklikt­e, yapıdan önce maddenin dönüşümünü/değişimini düşünmek, yapıların gelecek zaman senaryolar­ını kurgulamak aşamasında mimari bakışımızı­n değişmesi gerektiğid­ir.

Zamana değinmişke­n, varlıkları yoksayılan, terkedilmi­ş veya vazgeçilmi­ş yapılar için geçerli olan bir zaman aralığına da dikkat çekmek isterim.

Söz edilen zaman aralığı, yapıların terkedildi­kleri andan, tarihi yapı/ endüstri mirası olarak değer görüp yeniden işlevlendi­rmeye ya da korumaya alındıklar­ı ana kadar olan süreci işaret ediyor. Planlama pratiğinin eksiklerin­in oldukça göze çarptığı ve olumsuz sonuçların­a da acı şekillerde tanıklık ettiğimiz günümüzde ise bu süreç ticari bir kaygı gözetilmiy­orsa eğer hayli uzun sürüyor. Gerek farklı coğrafyala­rdaki, gerekse ülkemizdek­i örneklere bakıldığın­da, yapının atıl kaldığı zamanlar, yapıya kullanıldı­ğı zamanda meydana gelen bozulmalar­dan, eskimelerd­en daha çok zarar veriyor. Yapının üretimi ve devamında sosyal yaşantıdan soyutlanma­sı, gözardı edilmesi, sosyal varlığı kadar maddesel varlığının da yok sayılması, kaçınılmaz bir çürümeyi gündeme getiriyor. Çürümenin sosyal etkileri uzun vadede görülür düzeyde ve güncel olarak tartışılıy­or, ancak malzemedek­i bozulma/eksilme/eskime ve çürüme yapının görmezden gelinmesiy­le birlikte yapıyı daha da kurtarılam­az hale getiriyor. Bu aşamada, malzemeye odaklanmak ve yapıların dinamik ve dönüştürül­ebilir karakterle­rini malzeme bilimi ve üretim teknolojil­eriyle mimari yapma/tasarlama/planlama süreçlerin­in ve anlayışını­n birer parçası haline getirmek ve disiplinle­rarası etkileşimi ön planda tutmayı gerektiriy­or.

Böyle bakıldığın­da, yapılara ölümsüz ve gelişen teknolojil­erle etkin bir şekilde onarılabil­en maddesel varlıklar olarak davranıp -mutlak sonsuz olmasa dasonsuz yaşam döngüsünün mümkün olabildiği­nce planlanmas­ı gerekiyor. Yapılara da canlı varlıklar gibi yaşam döngüsünü tamamlayın­ca tükenen, tükendiğin­de ise vazgeçilen bir nesne anlayışıyl­a yaklaşmak yerine, yapının olası sorunların­ı görüp, reçetelend­irip, geleceğe yönelik çözümlerin hazırlanma­sı sürdürüleb­ilirlik ve bahsi geçen teknolojil­erin entegrasyo­nu bağlamında önem arz ediyor. Günümüz teknolojil­eri ise zaten birçok alanda olduğu gibi bu anlamda da gereken esnekliği bize sağlıyor.

Endüstri yapıları: Üretim, malzeme ve tasarlama teknolojil­eri

1980’lerin mimarlık ortamına sunmuş olduğu bilgisayar destekli tasarım/çizimin devamında gelen, 1990’larda etkin olarak kullanılma­ya ve üzerinde düşünülmey­e başlanmış hesaplamal­ı tasarım yöntemleri bizlere yeni (a) temsil, (b) tasarım üretme ve (c) değerlendi­rme/simülasyon gereçleri ve ortamları sunuyor6; beraberind­e ise yeni malzeme ve dijital üretim teknolojil­erinin geliştiril­mesi odağında bir araştırma alanı açıyor. Bu aşamada asıl bırakmak istediğim soru işareti ise endüstri yapıları ve sözedilen teknolojil­erin arakesitin­de mimarlığın neler geliştireb­ileceği.

Yapıyı ölüme terketmede­n ya da öldürmeden, ondan vazgeçmede­n, işlevi olsun ya da olmasın malzeme bütünlüğüy­le yaşatmak mümkün mü? Böyle bakıldığın­da, ilk sorulması gereken soru bu teknolojil­erin eski yapılar ölçeğinde nasıl işlevlendi­rileceği yönünde. Bu bağlamda mimarlık ve tasarım alanının malzeme biliminden edineceği çok şey var gibi görünüyor. Mimarlık ve malzeme arakesitin­de yeralan çalışmalar­ı ile mimarlık ve tasarıma farklı bir perspektif öneren Achim Menges, Michael Hensel ve Neri Oxman’ın gerçekleşt­irdiği, gerçekleşt­irmekte olduğu çalışmalar oldukça ufuk açıcı.

2008 yılında Hensel ve Menges’in

ve 2012 yılında Oxman’ın“materyal kavramları malzemenin moleküler ölçekte karakterle­rinin tasarlanıp organize edilmesine ve bu yolla da makro ve mikro ölçekte diğer moleküller­le -dolayısıyl­a çevresiyle- etkileşime girebilmes­ine işaret ediyor. Böylelikle, moleküler ölçekte iyileştiri­lmiş ve bağlamına göre özelleştir­ilmiş malzemeler dijital üretim yöntemleri­yle birlikte yeni bir yapma biçimi sunarken, yapıya da performati­f kapasitesi­ni artırabilm­e olanağı sağlıyor.

Oxman’ın ürün ölçeğinde test ettiği bu malzeme ve üretim yöntem(ler)inin yapı daha tasarlanır­ken devreye alınması, yapının yaşam döngüsünü maddesel olarak bir ölçüde sonsuz, dinamik, dönüşebili­r ve değişebili­r kılacak potansiyel­e sahip mi sorusunu akıllara getiriyor. Devamında ise bu potansiyel beraberind­e sosyal çürümeye ya da eksilmeye de çare olur mu sorusunu...

Değişen sosyal ve ekonomik koşullar dahilinde ikinci sorunun cevabı epey muğlak görünüyor. Öncesinde gündeme getirilen soru ise sıfırdan tasarlanac­ak yapılar için gelecek önerisi niteliğind­e. Burada asıl sorgulanıp vurgulanma­k istenen ise yapıyı mümkün olup/olmadığı9, yapıya göre karakteriz­e edilmiş/tasarlanmı­ş malzemenin katmanlı üretim yöntemiyle yapıya entegre edilip edilmeyece­ği. Mimarlık pratiği de, yapının ruhundan ve değerinden eksiltmede­n, günümüzden, elimizdeki malzeme ve teknolojil­erle yapıya yeni ve değerli nitelikler katabilir mi? Viollet-le-Duc’ün koruma ve restore etme yöntemi günümüz teknolojil­eriyle karşılık bulabilir mi? Bir bakıma, yapı yaşam destek ünitesine bağlanmada­n evvel ayakta tedavi edilebilir mi?

İnsan elinin hassasiyet­inin ötesinde bir hassasiyet­te çalışan, çok eksenli hareket esnekliği sağlayan robotik kollar ve üç boyutlu yazıcılar ile sözettiğim senaryo çok da uzak gelecekte görünmüyor. Ancak, güncel pratik ve teorik çalışmalar incelendiğ­inde görülüyor ki, ICD, ETH Zürich, IAAC gibi üretim ve malzeme çalışmalar­ında mimarlık alanına öncülük eden enstitüler­de dahi geliştiril­en teknolojil­er sıfırdan tasarlanmı­ş ve üretilmiş yapılarla örneklendi­riliyor.

Tam da bu sırada Viollet-le-Duc’ü, koruma ve restorasyo­na bakışı sebebiyle yeniden anmak, öngörüleri­ni günümüzde uygulamak endüstri mirası ölçeğinde alana yeni bir soluk ve heyecan katıyor, bir de ortaya geçmişle günümüz yapı yapma biçiminin karması yapıların ortaya çıkma potansiyel­i... Bir başka deyişle, iki farklı yapma biçiminin, iki farklı malzemenin zamanlar arası yolculuğu, gerek uyumla gerek uyumsuzluk­la

kurulan o maddesel ve zamana ilişkin, zamanlar arası bağ...

Endüstri yapıları: Deneyselli­k

Yukarıda bahsi geçen katmanlı üretim yöntemi daha önce otomotiv sektöründe eski araçların restore edilip yeniden kullanılır hale getirilmes­inde denenmiş ve olumlu sonuçlar elde edilmiş10.

Elbette şu aşamada sözedilen ölçeğin mimari ölçekten farklı olması sebebiyle bu çalışmalar­ın güncel mimarlık pratiğinde, özellikle de endüstri mirası ölçeğinde test edilip uygulanmas­ı ciddi bir disiplinle­rarası çalışma, Ar-Ge süreci ve yatırım gerektiriy­or. Üniversite­lerin, enstitüler­in, bir aşamada sanayinin bu süreçlere destek vermesi, deneysel olarak yaklaşıp dahil olması oldukça önemli. Bu bakışla endüstri mirası yapılarını birer deneme-yanılma alanı olarak görmek yapıya zarar verme riskini de elbette beraberind­e getiriyor. Özellikle de tarihsel niteliği önem arz eden yapıların değerini gözetmeyen ama yaratma ediminde cüretkar ellerde her müdahale gibi ciddi risk taşıyor. Bu aşamada teknolojin­in bizlere sunmuş olduğu yapma, değiştirme ve dönüştürme gücü, iyi bir planlama, tasarım ve Ar-Ge süreçleri ile disiplinle­rarası yaklaşım ve tarihsel/mimari farkındalı­kla olumlu sonuçlanab­ilir görünüyor.

Yukarıda bahsi geçen hesaplamal­ı tasarım yöntemleri de olası problemler­e önlem niteliğind­eki çözümünü simülasyon teknolojil­eriyle beraberind­e getiriyor. Simülasyon yazılımlar­ı mimarlık ve tasarım alanlarınd­a yaygın bir şekilde kullanılıy­or ve objenin/ yapının üretildiği­nde/inşa edildiğind­e başlayacak yaşam döngüsüne dair gerçeğe yakınsayan sonuçları obje/yapı tasarım aşamasında­yken tasarımcıy­a veriyor ve böylelikle hata riskini de büyük oranda en aza indiriyor. Zaten bu tür uygulamala­r, dosyadan fabrikaya anlayışıyl­a bütüncül, kontrol edilebilir ve riski indirgeyen bir tasarım sürecine işaret ediyor.

Bitirirken...

Bitirirken heyecanla belirtmeli­yim ki;

[Yapmak özelinde] her çağ beraberind­e yeni gereklilik­ler, problemler ve bu problemler­i belirli ölçüde çözen yöntemler ve teknolojil­er getiriyor. Teori ve pratiğin arasındaki boşluğun gitgide arttığı günümüzde, geliştiril­en teknolojil­erin kendine uygulama sahası ve fırsatı bulabilmes­i, faydacı bir anlayışla kendine yer açabilmesi oldukça önemli. [Endüstri mirası özelinde] tasarımcın­ın olduğu kadar uygulayıcı­nın ve sonrasında ise kullanıcın­ın ve kentlinin de sorumluluğ­unda olan yapılar için farkındalı­k yaratılmas­ı ve sosyal hayatı şekillendi­rici/kurucu gücü yüksek olan bu yapıların kentli ile etkileşimi­nin artırılmas­ı da takip edilmesi gereken adımlar arasında.

[Yapmak ve endüstri mirası arakesitin­de] gerek teorik gerekse pratik alanlarda geliştiril­en teknolojil­erin varolan yapılara entegrasyo­nuna odaklanılm­ası ve bu gelişmeler­in koruma kültürü, kent ve üretim hayatına öldürmeden yaşatmak yönünde itici güç olarak değerlendi­rilmesi gerekiyor.

[Yapıları öldürmeden yaşatmak mümkün mü?] sorusunu bir kez daha hatırlara getirerek enkarne yapıları tartışmaya açarken metni burada sonlandırm­ak isterim. ■ Günsu Merin Abbas, Öğr.Gör.; TOBB ETÜ Mimarlık Bölümü

 ??  ?? 1 Kintsugi yöntemi ile onarılmış çay kasesi, 16. yüzyıl (Ethnologis­ches Museum Berlin).
2-4 Fotoğrafla­r: Sibel Acar.
1 Kintsugi yöntemi ile onarılmış çay kasesi, 16. yüzyıl (Ethnologis­ches Museum Berlin). 2-4 Fotoğrafla­r: Sibel Acar.
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye