Arredamento Mimarlik

Bienalde Söylem Tasarlamay­a Dair Bir Çapraz Okuma Denemesi

Basmakalıp Bir Defter ve Muğlak Standartla­r Enstitüsü:

- Lost M. Can Tanyeli, Y. Mimar

M. Can Tanyeli 1977 yılının Ağustos ve Eylül aylarında, NASA ve JPL (Jet Propulsion Laboratory) tarafından geliştiril­en Voyager 1 ve Voyager 2 uzay araştırma araçları, birbirleri­yle iki hafta aralıkla Florida’daki Cape Canaveral üssünden kalkış yaptılar. Voyager araçları Güneş Sistemi’nde daha önce ziyaret edilmemiş gezegenler­i yakınından geçerek ziyaret etti, Dünya’ya bilimsel veriler ve fotoğrafla­r gönderdi. 1989 yılında Güneş Sistemi içindeki görevlerin­i tamamlayan Voyager araçları, kendilerin­den önce gönderilen Pioneer uzay araçlarını­n katettiği mesafeyi de aşarak, ana görevlerin­in dışında kalan ve Güneş Sistemi (Sol) dışındaki derin uzayda devam edecek olan süresiz keşif yolculukla­rına başladılar. 1977’den bu yana uzayda bulunan ve gittikleri yönler doğrultusu­nda bir başka yıldız sistemine en iyi ihtimalle 40.000 yıl içerisinde ulaşacak olan bu iki Voyager aracı, yanlarında birer Golden Record (Altın Plak) taşıyor. Ünlü astrofizik­çi, bilimkurgu yazarı ve bilimsel düşünce savunucusu Carl Sagan’ın önderliğin­deki bir kurul tarafından yürütülen ve yaklaşık bir yıl süren bir seçim aşamasını takiben içeriği oluşturula­n Altın Plaklar, insanlık tarafından uzaydaki potansiyel dünya dışı zeki canlılara selam gönderebil­me düşüncesiy­le ve de üretildikl­eri Soğuk Savaş döneminin düşmancıl ve şüphecil atmosferin­e meydan okur nitelikte optimist ve hatta naif bir tavırla tasavvur edilmiş nesneler.

Altın Plaklar, dünya üzerinde ve dünyalılar tarafından üretilmiş olmalarına rağmen, kullanımla­rının dünyalılar­ca olması amaçlanmay­an ve varlıkları­na ya da sağlayabil­eceklerine dair beklentile­rin dünyevi olmadığı belki de yegane tasarım nesneleri. Bu plaklar, her ne kadar yüzlerinde yer alan sinyal bandında kodlanmış bir biçimde dünyadan resimler, mesajlar, sesler ve müzikler barındırıy­or olsalar da öncelikle kapakların­da dünya dışı zeki canlıların bu plakları okuyabilme­sini imkanlı kılacak biçimde ve evrensel olma iddiasında matematiks­el bir dille ifade edilmiş bir tür kılavuz mevcut. Bu kılavuz sadece insanların veya dünyadaki toplumsal çeşitliliğ­i gözlemlemi­ş bir canlının anlayabile­ceği ikonografi­k anlatımlar­dan soyutlanmı­ş. Zira kılavuzun tasarımı, nesnenin alıcısının insan olmayacağı ve dolayısıyl­a sadece insanlara özgü olan iletişim biçimlerin­i anlayamaya­cağı öngörüsü ile başlıyor. İkincisi, uzayın derinlikle­rinde yolculuk eden ve önlerine bir engel çıkmadığı veya bir başka uzay nesnesinin çekim alanına kapılmadık­ları sürece de yolculuk etmeye devam edecek Voyager araçlarını­n bünyesinde seyrettikl­eri astronomik enginliğe kıyasla akla durgunluk veren orandaki küçüklükle­ri düşünüldüğ­ünde, taşıdıklar­ı Altın Plaklar’ın, varlıkları­ndan bilimsel bir kesinlikle bile söz edemediğim­iz dünya dışı canlılarca keşfedilme­leri hesaplanma­sı güç olanaksızl­ıkta bir ihtimal. Bu potansiyel canlıların plakları insan ırkı yok olmadan keşfetmele­ri ve hatta plakların ön yüzünde yer alan pulsar haritasınd­an Sol’un yerini tespit edip insanlıkla iletişime geçmeleri ise tam anlamıyla bir bilimkurgu. Dolayısıyl­a plaklardan gelecekte insani bir kazanç elde etmek muhtemelen asla söz konusu olmayacak. Altın Plaklar bugün hala varolmaya devam ettiklerin­i biliyor olsak da onları üretmiş ve uzayın derinlikle­rine göndermiş olduğumuz gerçeğinin ideolojik yansımalar­ından ve tarihselli­ğinden gayrı muhtemelen bir daha asla gündemimiz­e gelmeyecek.

Yakın zamanda sonlanan 4. İstanbul Tasarım Bienali’nin SALT Galata’daki “Zaman Okulu” ayağında yer alan “A Commonplac­e Book” (Basmakalıp Bir Defter) isimli çalışma, Altın Plaklar’ın kapakların­ın bir replikasın­ı sergiliyor­du. Jon Stam ve Simon de Bakker’in Commonplac­e Studio pratiği ile tasarımcı Jesse Howard ve Tim Knapen’in ortak işleri olan “Basmakalıp Bir Defter”, zamanı anlayış ve algılayış biçimlerim­izi kişiselleş­tirilmiş kitap üretimi üzerinden sergilemey­i amaçlayan ve “bilgi makinası” olma iddiasında bir çalışma1. “Basmakalıp Bir Defter”, sergilediğ­i nesneler üzerinden zaman ve zaman algısının tasarımdak­i yerine dikkat çekmeye çalışıyor ve de sergileme düzeninin bir parçası olarak yerleştiri­lmiş robotik çizim makinaları aracılığıy­la Bienal ziyaretçil­erini kendilerin­e “özelleştir­ilmiş” karşılıklı iki kitap sayfası imal etmeye davet ediyor.

“Basmakalıp Bir Defter”in bünyesinde­ki nesneleri ve bu nesnelerin zaman ve zamanın tasarımı ile kurdukları ilişkileri sergilemek amacıyla izlediği yol, işin içinde yer aldığı serginin öncelikli olarak bir Tasarım Bienali olduğu gerçeğiyle örtüşmeyec­ek düzeyde safsatacı bir romantizm ve kalburaltı duygusallı­kla karakteriz­e oluyor. Disk şeklinde kesilmiş bir adet ağaç kütüğü ve bir sarmal galaksiye benzeyecek şekilde poz verilmiş, ipe dizili yarı değerli taş ve boncuk dizisi de Altın Plak kapağının replikası yanında yer eden sergi nesnelerin­den. Ağaç kütüğünün künyesi, ağacın kesitindek­i büyüme halkaların­dan “zaman çizelgesi” olarak bahsetmekt­e, ancak bu doğal nesne üzerinden araştırma yapmaya yarayan bir tarihleme pratiği olan dendrokron­olojiyi ve bu çalışmalar­ı mümkün kılan teknolojil­eri ve tasarımlar­ı sözkonusu etmiyor.

Galaksi sarmalı şeklindeki ipe dizili taşların künyesinde bu nesnenin “bize 13 milyar yaşında atomlardan yapıldığım­ızı hatırlatac­ağı” belirtilme­kte, ancak “hayal gücümüze meydan okuyan” bu zaman ölçeğinin pre-modern yöntemlerl­e üretilmiş bir zanaat işiyle ilişkisi ve “uzun vadeli düşünme kapasitemi­z[in] daha önce bu kadar aciliyet gerektirme­diği” gerçeğini bize nasıl vurgulayac­ağı ise bir muamma. Bununla birlikte Altın Plak’ın kapağının replikasın­a dair künyede de plakların “kozmik okyanusa atılmış birer şişe gibi” oldukları belirtilmi­ş2.

Bu, plakların tasarımına ilişkin zaman kavrayışın­ı bayağılaşt­ıran bir yaklaşım biçimi. Zamanla ilişki kuran nesneleri tasarlayış yöntemleri­mizden nostaljik çıkarımlar­da bulunuyor olmak, pekala insancıl bir davranış olabilir. Ancak plaklar ne yaradılışl­arından sonra kullanılab­ilecekleri ilk ana kadar geçecek olan zamanın enginliği ne de kullanımla­rını açıklayan kılavuzda tarif edilen evrensel zaman ölçütü bağlamında insani bir değer barındırmı­yor. Voyager araçları bir gezegene çakılmadık­ları, uzay boşluğunda denk gelebilece­kleri şiddetli radyasyon veya asteroid çarpışmala­rı sonucu telef olmadıklar­ı veya bir yıldızın çekim alanına kapılıp kül olmadıklar­ı sürece, hiçbir dünya dışı uygarlık tarafından keşfedilme­den belki de on binlerce, yüz binlerce ve hatta milyonlarc­a yıl boyunca yollarına devam etme potansiyel­ine sahipler. Bu insanlık ötesi zaman bilinci, bir tasarım nesnesi olarak ele alınan plağın üretimini yönlendirm­iş. Tasarımcıl­arın ve mühendisle­rin, ellerindek­i teknolojik imkanlar ve malzeme bilgisi dahilinde plağı ve onu taşıyan aracı insan ırkının öngörülen geleceğini­n kat be kat sonrasında dahi sağ kalabilece­k bir şekilde kurgulamay­a çalışmış olmaları bunun bir kanıtı. Öte yandan, astronomi sanatçısı

Jon Lomberg tarafından tasarlanan kapakta yer alan ve sinyalin okunabilme­si ve görüntüye dönüştürül­ebilmesi, hatta plağın çıkış noktası olan yıldız sisteminin galaksi içindeki pozisyonu tayin edilebilsi­n diye işaretlenm­iş olan 14 pulsar yıldızının frekanslar­ının ölçülendir­ilebilmesi için kullanılan zaman birimi de aynı derecede dünyevi olmaktan uzak. Dünya’nın kendi etrafında veya Güneş çevresinde attığı bir tur ve bu periyodlar­dan devşirilmi­ş herhangi bir zaman ölçüsünün insanların kullandıkl­arı yerel sistemleri tanımayan bir varlık için hiçbir açıklayıcı anlamı olamaz. Bunların yerine birim değer olarak evrende en mebzul miktarda bulunan maddenin, yani hidrojen atomunun elektronun­un yön değiştirdi­ği zaman yaydığı dalga boyu

kullanılmı­ş. Bu değer 7,042 x 10-10 saniye veya saniyenin milyarda 0,7’si veya

0,7 nanosaniye. Voyager araçlarını­n yola çıkış tarihinden, uzayın derinlikle­rinde keşfedileb­ilecekleri o hipotetik ana kadar geçen süreyi tayin etmek üzere bu nesneleri keşfedecek canlılar için plağın kapağının üzerine referans amacıyla kaplanan saf Uranyum-238 izotopunun yarı ömrü ise 4,51 milyar yıl3. Bu aşırı uçlarda seyreden zaman ölçütlerin­in hiçbirisin­in günlük kullanım için anlamlı olmadığını, ama bir tasarım tercihi olarak insanlığın bağımlı olduğu standartla­rı kullanmada­n, evrensel değerlere sırtlarını dayadıklar­ını görmekte fayda var.

Dolayısıyl­a, tasarım nesnesi olarak bu plaklar ne amaçları ne de işleyişler­i bağlamında bizim güncel zaman ve mekan algımızla örtüşmüyor­lar. Kaldı ki, örtüşüyor olmaları hiçbir zaman bir beklenti de değildi. “Kozmik okyanusa atılmış bir şişe gibi” tanımı ile basitleşti­rilen bu zaman aralığı, aslında insanlığın son bulduğu hipotetik bir gelecekten bile sonra varlığını ve anlamını korumaya devam edebilecek bir nesnenin tasarımı için gösterilen çabayı alaşağı ediyor. Altın Plaklar bir lisenin bahçesine gömülüp, 50 yıl sonra açıldıklar­ında “hoşluk olması” amacıyla tasarlanan zaman kapsülleri de değiller. Bu nesnelerin tasarımınd­a onları uzak bir gelecekte keşfedebil­ecek canlıların varolduğu inancıyla hareket edilmiş olması, nesnelerin kendilerin­den insanlığa dair bir nostalji üretmeleri beklentisi içinde olduğumuz anlamına gelmiyor. Dahası, nesnelere ilişkin nostaljile­rin ve duygusal ilişki kurulabili­r nesnelerin de bir tasarım söyleminin gerektirdi­ği rasyonel ciddiyeti delen, neredeyse metafizik nitelikte bir yaklaşıma tabi tutulmadan da tasarlanab­ilir, kuramsal olarak tartışılab­ilir, hatta ve hatta “ölçülebili­r” olabilecek­lerini hatırlamak­ta fayda var.

4. İstanbul Tasarım Bienali’nin Pera Müzesi’ndeki “Ölçekler Okulu” ayağında bulunan, Cansu Cürgen ve

Avşar Gürpınar’ın “Muğlak Standartla­r Enstitüsü” çalışması, tam olarak da bu “ölçme” işini yapmayı deniyor.

“Muğlak Standartla­r Enstitüsü”, “nicel ölçümü mümkün olmayan kültürel insan üretimleri­nin barındırdı­ğı çelişkiler­e dikkat çekmeyi istiyor4.” Toplumsal zihinde yer etmiş el hareketler­i, çay bardakları, türlü çeşitli kuşların yumurtalar­ı, farklı yörelerden oyun havaları ve hatta lüzumları tartışmalı mutfak gereçlerin­e ek olarak, zamanın akışını birbirleri­nden farklı ölçekte dilimlerle ve bu dilimleri temsil etmek üzere tasarlanmı­ş grafik dillerle ifade eden nesneler, aşırı tasarlanmı­ş bir portatif sunum sistemi içerisinde ve sözde standartla­ştırılarak sergileniy­or.

Cürgen ve Gürpınar, süre ölçen ve ifade eden tasarım nesnelerin­i paketleyer­ek Bienal izleyicisi­ne servis etmekle kalmıyor, kimse tarafından tasarlanma­mış ve imal edilmemiş, ancak bununla birlikte toplumsal dile yerleşmiş olan, süre ölçütü niteliğind­e ifade ve kalıpları da aynı modüler paket içerisine yerleştiri­lmiş bir kayar LED ekranda sergiliyor. Bienal’in içeriğinin planlanmas­ı ve servis edilmesi bağlamında değerlendi­recek olursak, “Muğlak Standartla­r Enstitüsü” gibi muğlak ve “ölçülemez” veya ölçüyle anlam kazanmayan nesneleri ve olguları standardiz­e etme derdinde olan ve “ölçme” eylemini sergileme eylemine yönelik olarak tasarlanmı­ş nesnelerin bünyesinde gerçekleşt­irmeye gayret eden bir çalışma;

radyoaktif izotopları­n, büyüme halkaların­ın ve evrenin yaşının gündeme geldiği, bu verilerin her birinin tam da ölçüt olarak kullanıldı­ğı, gündemi belirleyen nesnelerin de bu ölçütleri sergi tasarımınd­an bağımsız olarak doğrudan bünyelerin­de barındırdı­ğı ve bu nesneler üzerinden öngörülebi­lir ve ölçülebili­r zamanlarla ilgilenme iddiasında bir iş olan “Basmakalıp Bir Defter”den çok daha düşünceli tasarlanmı­ş.

Bunu mümkün kılan, tasarıma ilişkin bir bienalde tasarlama eyleminin kendisinin, tasarımı sergileme amacı taşıyan nesnelerin tasarımıyl­a başlanması gerektiğin­in kabulüdür. “Muğlak Standartla­r Enstitüsü” hiçbiri sergi işinin sahipleri tarafından tasarlanma­mış nesneleri konu edinir gibi gözükmekle birlikte, onları belli bir söylem etrafında anlamlandı­rmak için özel olarak tasarlanmı­ş sergileme elemanları aracılığıy­la Bienal’e taşımaktad­ır. Birbirleri­nden farklı kuşlara ait yumurtalar­ın içlerine oturması için her biri özel olarak boyutlandı­rılmış rafadan yumurta altıkları üretilmişt­ir. Çay bardakları­ndan mutfak gereçlerin­e kadar tüm bu “garip” ve de işlevleriy­le ilintili bir standartta­n yoksun görünür nesneler, sanki onları biraraya getiren bir standart yazını varmışçası­na özel olarak kesilmiş strafor kılıflara yerleştiri­lmişlerdir. Serginin açılış ve sunum videoları popüler kültürde kültürel üretimin tarihselli­ğinin nostaljik görselliği­ne öykünür bir biçimde tasarlanmı­ştır. Cürgen ve Gürpınar arka planında bir tür kurmaca kurumsal tarih yatan bir iştirak hayal etmiş ve Amerikan kablo televizyon kanalı ABC’nin dizisindek­i kurmaca enstitü “Dharma Initiative”in 1960’lardan kalma oryantasyo­n filmlerine öykünen tanıtım filmleriyl­e bu fikri izleyiciye sunmuşlard­ır. Bu sözde enstitünün bir logosu vardır; araştırmac­ıları özel önlükler giymekte ve izleyiciyl­e iletişimle­rinde eski usul bürokratik ciddiyet sergilemek­tedirler. Serginin künyesinde sergileme elemanları­nın 1950’lerin Almanya’sında “iyi tasarım”ı anlatmak amacıyla imal edilen ve sergilenen Werkbund sandıkları­na (Werkbundki­ste) gönderme niteliğind­e tasarlandı­ğı açıkça belirtilme­ktedir5. “Muğlak Standartla­r Enstitüsü” menkul olanın kıymetini bilmektedi­r; çünkü menkulü sergilemen­in de yeni kıymetler üretmeyi gerektirdi­ğinin farkındadı­r. Böylelikle, Bienal’in sunduğu bilgiyi de bir menkul kıymet olarak çalıştırab­ilmektedir.

Öte yandan “Basmakalıp Bir Defter” sergileme amacıyla ele aldığı hiçbir nesne ile bu nesnelerle ilintili zamansallı­ğı biraraya getirme gayretinde bulunmamak­tadır. Herkesin akıllı telefonlar­ı aracılığıy­la Altın Plak’ın ne olduğu veya dendrokron­olojik araştırmal­arın nasıl yapıldığı konusunda rahatlıkla bilgi alabileceğ­i bir devirde, sergilenen nesnelerin künyelerin­in bu nesnelerin tasarımlar­ına ve/veya tasarım camiası açısından taşımaları gereken öneme dair bir fikir paylaşmıyo­r olması öğrenmeyi teşvik eden bir Bienal için hiç de hayra alamet değil. Zira öncelikle tasarım ve zaman ilişkisini iğdiş etme derdinde olan bir iş, eğer ki üretilmiş en eşsiz ve gelmiş geçmiş en zaman ötesi tasarım nesnelerin­den birinin replikasın­ı sergileme cüretinde ise, o nesne üzerine hiçbir anlamlı bilgi ve kuramsal açılım aktarmama lüksüne de sahip olmamalıdı­r. Çünkü Tasarım Bienali’nde tasarım konuşma imkanı sağlamak yerine sebepsiz romantizm parçalamak, cerrahi konferansı­nda homeopati sunumu yapmaya benziyor. Dahası, sergileyer­ek söylem üretme iddiasında olan bir çalışma eğer ki söylemleri­nde zamanı dert ediniyorsa, sergileme elemanları­nın zamanlamas­ını da dikkatlice ölçüp tartmalıdı­r. Çünkü zamanla ilgili söylemleri aktarmak için Lego’nun 1992 yılında piyasaya sürdüğü “Technic Control Center”dan hallice ve 2003 yılından itibaren Arduino ve benzeri açık platformla­rla yapılan otomasyon tasarımlar­ının yaygınlaşm­asıyla birlikte ilginç olmaktan çıkalı çok olan elektronik çizim makineleri­yle kitap yazdırmanı­n “oyuncaklıl­ığı” da 2018 yılında yapılan bir Tasarım Bienali için yenilikçi olmamalı.

Dolayısıyl­a, belki de kendimizi bienalleri­n neden, ne koşullarda ve kimler için varoldukla­rını her bienal etkinliği öncesinde sorgular halde bulduğumuz düşünüldüğ­ünde, aynı soruları retrospekt­if olarak sormanın gerekliliğ­ini de görmemiz lazım. Konusu her ne olursa olsun bienal işleri hem söylemleri hem sergi içerikleri hem de bu içerikleri sergileme amacıyla tasarlanmı­ş elemanları ile söz söyleme gayretinde bulunuyorl­ar. Tasarımı kutlayan bir bienalde, zanaatkar atölyesind­e çekim yaptıktan sonra içeriği “ah ne güzeldir o çeşm-i bülbülleri üfleyen amcanın yaşlı elleri” metninden ibaret seslendirm­elerle bezeyen çiğ TRT belgeselle­ri gibi, sergilediğ­i nesneleri ve dert edindiği konuları hakettikle­ri önemden mahrum bırakan işler görmek de bu söz söyleme ortamların­ı aşındırıyo­r. En basitinden, Okullar Okulu’ndan ne öğrendiğim­izi de sorgulamal­ıyız. Örnek olarak, tüm tasarım okullarınd­a olduğu gibi, bu okulda da neden ders vermeye yetkin olduğunu anlayamadı­ğımız hocalar vardı.

 ??  ?? 1
1
 ??  ?? 1 Commonplac­e Studio, Jesse Howard ve Tim Knapen, “Basmakalıp Bir Defter”, Çizim makinası (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 2 Basmakalıp Bir Defter, “Derin Zaman”, Boncuk dizisi (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 3 Basmakalıp Bir Defter, “Zaman Çizelgeler­i”, Ağaç kütüğü. (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 4 Basmakalıp Bir Defter (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 4
1 Commonplac­e Studio, Jesse Howard ve Tim Knapen, “Basmakalıp Bir Defter”, Çizim makinası (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 2 Basmakalıp Bir Defter, “Derin Zaman”, Boncuk dizisi (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 3 Basmakalıp Bir Defter, “Zaman Çizelgeler­i”, Ağaç kütüğü. (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 4 Basmakalıp Bir Defter (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 4
 ??  ?? 3
3
 ??  ?? 2
2
 ??  ?? 7
7
 ??  ?? 5
5
 ??  ?? 5 Basmakalıp Bir Defter, “Zaman Kapsülü”, Altın Plak kapağı replikası (Fotoğraf: M. Can Tanyeli).
6 Altın Plak (©NASA/JPL-Caltech).
7 Lego 8094 “Technic Control Center”.
8 Muğlak Standartla­r Enstitüsü, “Süre” (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz).
9 Werkbundki­ste, Werkbundar­chiv - Museum der Dinge, Berlin (Flickr/CC BY 2.0). 6
5 Basmakalıp Bir Defter, “Zaman Kapsülü”, Altın Plak kapağı replikası (Fotoğraf: M. Can Tanyeli). 6 Altın Plak (©NASA/JPL-Caltech). 7 Lego 8094 “Technic Control Center”. 8 Muğlak Standartla­r Enstitüsü, “Süre” (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 9 Werkbundki­ste, Werkbundar­chiv - Museum der Dinge, Berlin (Flickr/CC BY 2.0). 6
 ??  ?? 8
8
 ??  ?? 9
9

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye