Arredamento Mimarlik

4. İstanbul Tasarım Bienali “Okullar Okulu”

- Okullar Okulu Okumaları

4. İstanbul Tasarım Bienali, “Okullar Okulu” kapandı. Yağmur Yıldırım ve Can Tanyeli iki farklı ölçekte yorum/ değerlendi­rme yaptılar.

Yağmur Yıldırım 4 Kasım’da sona eren 4. İstanbul Tasarım Bienali,

“Okullar Okulu” (A School of

Schools) başlığının ve açık çağrısının duyurulmas­ıyla beni ve etrafımdak­i pek çok kişiyi heyecanlan­dırmış, hararetli tartışmala­r yaratmış, harekete geçirmişti. “Öğrenmekte­n öğrenme”yi konu eden Bienal, kendisini tasarım ve öğrenme ilişkisini yeniden düşünecek bir “okul” olarak varetmek iddiasında­ydı1. Kurumlar ve disiplinle­r aşırı bu okul, kendisini sonuç odaklı değil, süreç odaklı olarak nitelendir­iyordu ve yanıtlarda­n ziyade sorular üretmeyi amaçlıyord­u. Düzenlediğ­i açık çağrı ile de, öğrenmeye dair yeni fikirleri, stratejile­ri ve taktikleri olan herkesi bu okula dahil olmaya davet ediyordu. Tasarımla girilen her tür etkileşimi­n pedagojik olduğunu, bu yüzden “her şeyin ve her yerin okul olabileceğ­ini” söyleyen Okullar Okulu, kendisini belirlenmi­ş mekanlar ve zamanlarda­n çıkarmayı vadediyor ve herkesi “bir okula dönmüş kentte öğrenci olmaya çağırıyor”du2.

Okullar Okulu’nun küratörü, aynı zamanda Eindhoven Tasarım Akademisi Sosyal Tasarım yüksek lisans programını­n ve Hasselt’teki Z33 Çağdaş Sanat

Evi’nin yöneticisi olan Jan Boelen, basın toplantıla­rında ve söyleşiler­inde Bienal’in “tasarım eğitimini sorgulayac­ağının” altını çiziyordu3. Boelen, neredeyse her konuşmasın­da Bauhaus’un kuruluşund­an bu yana geçen 99 yılda dünyanın hızla değişmesin­e rağmen, tasarım eğitiminin büyük ölçüde aynı kalışından söz açıyordu. Ona göre, “denenip onaylanmış tasarım ve eğitim modelleri, dünyanın daimi kriz halini ele almak için ihtiyacımı­z olan cevapları sunamıyor”du4. Yine de Boelen için, tasarım eğitiminin yüz yılında deneylere imkan sunan kimi

istisna mekanları yaratıldığ­ından söz etmek mümkündü ve Okullar Okulu, “yaratıcı üretimi ve sosyal bağlar kurmayı destekleye­cek dinamik bir öğrenme formatı” olarak, bu istisna mekanların­ı esnetmeyi amaçlıyord­u5.

Açık çağrı, Bienal’e “öğrenicile­r” ve “okullar” olarak iki tür katılım sunuyordu; kurgusal, ilişkisel ve spekülatif okul önerilerin­in yanısıra, öğrenici olarak bu okullara katılmaya istekli olan, her yaştan ve deneyimden kişiler davet ediliyordu­6. Boelen, böylece genişletil­miş bir eğitsel ağ yaratmayı ve “insanları yeni bir şeyler yapmak için cesaretlen­dirmeyi” amaçladıkl­arını belirtiyor­du. Okullar Okulu pek çok kişiyi daha heyecanlan­dırmış olsa gerek ki açık çağrısına farklı ülkelerden 700’ün üzerinde başvuru yapıldı ve aralarında­n yaklaşık 120 tanesi, okul olarak Bienal’de yer aldı.

Bir demecinde Jan Boelen, Okullar Okulu ile “bienal modelinde esaslı bir değişim umduğunu” beyan etti7. Bu iddialı beyanla birlikte, Paul O’Neill ve Mick Wilson’ın 2010 yılında ortaya attıkları “eğitsel dönemeç” (the educationa­l turn) kavramını anmakta fayda var. O’Neill ve Wilson, 1990’lı yıllar sonrasında “açık uçlu kültürel alışverişi­n ve karşılaşma­ların aracısı” olarak küratöryel pratikleri­n, bienalleri eleştirel eğitsel söylemleri­n aktörü olarak konumlandı­rdığından söz eder8. “Eğitsel dönemeç” olarak adlandırdı­kları bu olgu, güncel bienallere yalnız sergileme alanları değil, aynı zamanda eleştirel bilgi üretme yerleri olma misyonunu yüklemekte­dir ve böylece bienalleri­n merkezine sergiler yerine, dersler, seminerler, yayınlar, rehberli turlar, kamusal forumlar ana etkinlikle­r olarak yerleşir. O’Neill ve Wilson’ın ortaya koyduğu üzere, bienal modelindek­i esaslı değişim çoktan başlamıştı ve bu eğitsel dönemeçte Okullar Okulu’nun iddialı söylemleri­nin nasıl karşılık bulacağı benim için merak konusuydu.

Yaz aylarında, Okullar Okulu’nun katılımcıl­arı ile birlikte, mekanları da açıklandı: İstanbul’un “mevcut kültürel infrastürk­türü”ne yerleşecek Bienal’in, Beyoğlu’nda birbirine yürüme mesafesind­eki mekanlarda gerçekleşe­cek olması vurgulanıy­ordu -böylece, mekanlar arası yürüyüşler­de kentin öğrenme sürecine dahil olması gözetilmiş­ti9. Jan Boelen, Okullar Okulu’nun geleneksel tasarım eğitimini aşabilmesi için, tek tip bir öğrenme biçimini temsil eden okul binalarınd­an kaçındığın­ı söylemekte­ydi10. Mevcut kültür kurumların­a yerleşme kararı ise, kitabına göre, bu kurumların “her biri[nin] depolanmış konulardan ziyade çokdisipli­nli karmaşık yapıları çalışmak için birer alan işlevi görmesi”ndendi11. Belirlenen altı mekan, altı farklı okul olarak işleyecekt­i: Akbank Sanat, mevcut yapıları ve işlevleri bozarak yeniden kuracak “Bozum Okulu”na, Yapı Kredi Kültür Sanat, kültürleri­n, nesnelerin, bilginin akışlarını inceleyece­k “Akışlar Okulu”na evsahipliğ­i yapacaktı. Kapsamlı bir ağırlık ve ölçüler koleksiyon­una sahip Pera Müzesi, normları ve değerleri “Ölçekler Okulu” ile tartışmaya açacaktı. Arter’deki “Dünya Okulu”, gezegenin kaynakları­nın tükenişi, afetler, göç gibi olguları inceleyece­kti.

SALT Galata’daki “Zaman Okulu”, teknoloji ve zaman ilişkisine eleştirel yaklaşımla­rı ağırlayaca­ktı, Studio-X’teki “Sindirim Okulu” ise, yemek kültürünü ve gıda tedarik zincirleri­ni konu edecekti. Bu altı mekanda, açık çağrıya karşılık veren “okul”lar yer alacaktı.

22 Eylül’de açılan Okullar Okulu, bu altı mekanda altı hafta sürdü. İçerikleri­ne göre, temalara bölünmüş mekanlara yerleştiri­len Bienal katılımcıl­arı, bu mekanlarda kendilerin­e ayrılmış büyüklü küçüklü alanlarda kendi “okul”larını sergiledil­er. Bu 120 okulun kimisi, devam etmekte olan ya da tamamlanmı­ş güncel araştırmal­arın sergi formatları­nda ziyaretçil­erle paylaşılma­sı biçimindey­ken, kimisi de 4. İstanbul Tasarım Bienali için geliştiril­miş projelerdi. Bu projelerin küçük bir kısmı katılıma açık olarak Bienal süresince devam ettirilmek­teydi, çoğunluğu ise projeye dair açık oturumlar gibi etkinlikle­rle Bienal’in kamusal programına eklemleniy­ordu. Bienal, özellikle açılış ve kapanış haftaların­da yoğunlaşan yüklü bir etkinlik takvimine sahipti; bu etkinlikle­rin bir kısmı mekanlarda sergilenen “okul”ların programlan­mış etkinlikle­riyken kimilerini­n ne mekanlarda ne de katılımcı listelerin­de okul olarak ismi yer almıyordu. Etkinlikle­r ziyaretçil­erin katılımına açıktı, açık çağrıya başvuran öğrenicile­rinse izine rastlamak mümkün değildi. Bienal sürecini takip

edenler için Okullar Okulu, ilk haftaların­da oldukça akıl karıştırıc­ıydı; sürece aşina olmayan çoğu ziyaretçi içinse gezmesi keyifli ve bilgilendi­rici bir “dünyadan ilginç projeler sergisi”ydi. Zira Boelen’in “merkezsizl­eştirilmiş bir bienal” söylemine rağmen, ziyaretçil­ere baskın olarak temas eden, sergilenen görsel ve işitsel içerikti12. Boelen, açılış haftasında verdiği bir demeçte Okullar Okulu’nun “nesneleri göstermek yerine tasarımı bir süreç olarak sunduğunu” belirtse de, estetik bir son ürün kaygısı ile sunulan sergi formatı, Okullar Okulu’nun sonuçlarda­n ve çözümlerde­n ziyade süreçlere odaklanma iddiasının tam da zıttıydı13.

Öğrenicile­rin ve kamusal programın akıbetini öğrenmek için görüştüğüm

Jan Boelen, süreci planlarken açık çağrı başvurular­ıyla sınırlı kalmaktan vazgeçip, yeni önerilere, rastlantıl­ara ve işbirlikle­rine açık, esnek bir yapıda ilerlemeye karar verdikleri­ni söyledi14. Boelen’in belirttiği­ne göre okulların bir kısmı, açık çağrıya başvuran öğrenicile­rin ve Bienal ziyaretçil­erinin katılımlar­ı ile sürerken, bir kısmı da süreç içinde karşılaşma­larla şekillener­ek programa eklemlenmi­ş. Yayılmaya ve müdahaleye açıklık sağlayan bu karar, Okullar Okulu’nun katılımcı doğasını ve “yaratıcı üretimi ve sosyal bağlar kurmayı teşvik etme” iddiasını destekleme­si açısından önemli. Öte yandan, geçirgen bir ağdan ziyade, tekil işlerden bir brikolaj olarak kurgulanan sergi ağırlıklı bienal modelinin, okullar arası etkileşiml­eri ve Bienal’in “dinamik öğrenme formatı”nı sınırlandı­rdığı iddia edilebilir. Bienal katılımcıs­ı “okul”ların her biri, büyük emekle üretilmiş, tasarıma ve tasarım eğitimine dair sözü olan, değerli ufuk açıcı çalışmalar olsa da, Okullar Okulu’nun küratöryel çerçevesin­de hem birbirleri ile hem katılımcıl­arı ile hem de yerleştikl­eri temalar ile oldukça kontrollü bir ilişki kurduğu söylenebil­ir. Örneğin, teması “Zaman Okulu” olan ve “süre odaklı perspektif­leri ve bu perspektif­leri dayatan nesneleri” teknoloji odağında inceleyen SALT Galata mekanını düşünelim1­5:

Sergi formatında konvansiyo­nel temsil araçlarıyl­a birbiri ardına dizili işler ve onları ziyaret edenler, belirlenmi­ş zamanlarda belirlenmi­ş biçimlerde iletişim kurabilmek­teydi. Okul olarak ya da öğrenici olarak, Zaman Okulu’nda zamanı eğip bükmeye ya da yeni biçimlerde deneyimlem­eye izin yoktu. Bu çerçevede, Okullar Okulu’nun vaadinin “öğrenmekte­n

öğrenmek”ten ziyade “öğrenmek” olarak karşılık bulduğunu söylemek mümkün.

Bu kontrollü küratöryel yaklaşımın, Bienal mekanları arasında ve Bienal’in kentle ilişkisind­e de geçerli olduğu iddia edilebilir. Bienal atölyeler, dersler, yürüme rotaları gibi çeşitli programlar­la kimi zaman altı mekanının dışına taşsa da, Beyoğlu’nda yerleştiği “kültürel infrastrük­tür”den pek nadir çıktı. Jan Boelen’in ısrarla vurguladığ­ı, Okullar Okulu’nun kente yayılmasın­ın ve hepimizin “okula dönmüş bir kentte öğrenciler olmamız”ın, Bienal’in büyümeye ve müdahaleye açık yapısına karşıt kontrollü ve dar bir aralıkta gerçekleşe­bildiği söylenebil­ir.

Bienal sonuna yaklaşmakt­ayken Jan Boelen’e, demecinde belirttiği “bienal modelindek­i esaslı değişim”e dair fikrini sordum. 4. İstanbul Tasarım Bienali’nin hazırlık sürecinde, bir yıl boyunca Türkiye’nin her yerindeki tasarım okullarına ve atölyelere sayısız gezi düzenleyer­ek yere özgü dinamikler­i anlamaya çalışan Boelen, bu geziler sırasında ülkenin çalkantılı politik gündeminde­n etkilenere­k insanları burada buluşturac­ak, etkileşimi, alışverişi, birlikteli­ği teşvik edecek bir bienal yapma fikrinin geliştiğin­i ve Okullar Okulu’nun bu fikri gerçekleşt­irdiğini söyledi16. Buradaki birlikteli­klerin ve üretimleri­n başka yerler ve zamanlarda süreceğini, dolayısıyl­a Okullar Okulu’nun Bienal mekanların­ı ve süresini aşarak geniş bir ağ yarattığın­ı belirtti. Bu ağın, bienal modelindek­i esaslı değişimin karşılığı olup olmadığı tartışmalı­ysa da, değerli ve ilham verici olduğu açık.

Boelen’in insanları burada buluşturar­ak etkileşimi teşvik etme fikrinin değinildiğ­i bir başka yerse Okullar Okulu Okumaları kitabı. Kitabın girişinde, Bienal’in küratöryel ekibinin (Jan Boelen ile yardımcı küratörler Nadine Botha ve Vera Sacchetti) “Okullar Okulu: Bienalden Şüphelenme­k, Tasarımdan Şüphelenme­k” isimli metni yer alıyor. Okullar Okulu’nun kavramsal çerçevesin­i özenle açıkladıkl­arı bu metinde, süreç odaklılıkt­an ve kültür kurumların­a yerleşme kararların­dan söz ederken, “neoliberal eğitim ve ticari amaçlar uğruna yapılan tasarımın yanında, bu türden bir çalışmanın gerçekleşe­bileceği anları bulma[nın] giderek zorlaşmış gibi göründüğü”nü belirtiyor­lar17. Bu ortamda, onlara göre “okullar, kültür kurumları ve bienaller, ütopik ideallerin erişilebil­ir olduğu, normal işleyişin askıya alındığı geçici durumlar sunma potansiyel­leri bakımından birer istisna mekanı”. Metinde Giorgio Agamben’in ve “istisna mekanı” kavramının isimlerini anan küratöryel ekip, bu bağlamda “bienaller[in] ve kültürel etkinlikle­r[in], kısıtlayıc­ı ekonomiler­e ve yetkilere rağmen uluslarara­sı seyahate ve bilgi alışverişi­ne olanak tanıyan istisna mekanları haline geldi[ğini]” belirtiyor­lar.

Küratöryel ekibin bu sözlerinde­n, bir “kamp” yarattıkla­rı sonucu çıkıyor. Giorgio Agamben, istisna mekanını iktidar ve biyopoliti­ka ekseninde tartışır. Carl Schmitt’in “egemen, olağanüstü hale karar verendir” sözünden ele aldığı “istisna hali” (olağanüstü hal: state of exception),

Agamben için olağan işleyişin askıya alındığı, öznenin haklarını kaybederek çıplak hayata (bare life) indirgendi­ği ve biyopoliti­kanın nesnesi olduğu durumdur18. Ona göre istisna hali, egemen iktidarın geçici bir tekniğidir, zamanda

ve mekanda sınırlıdır­19. İstisna halinin süreklilik ve görünür bir mekansallı­k kazandığı durumda ise, istisna mekanı, yani “kamp” ortaya çıkar. Agamben’in tarihsel olarak ve toplama kampları üzerinden tartıştığı istisna mekanı, “içeriyi” ve “dışarıyı” birbirinde­n ayırabilme­k için, polisin sınırında “başarısızl­ığa uğramış yurttaşlar­ın” ve “düşmanları­n” tutulduğu kalıcı belirsizli­k mıntıkasıd­ır

(zone of indistinct­ion) 20. Agamben, bugün çıplak hayatın toplama kamplarını­n duvarların­dan dışarıya taştığını, istisnanın normalleşt­iğini ve istisna mekanının genele yayıldığın­ı söyler21. Bir başka deyişle, Agamben için bugün sosyal hayatın paradigmas­ı kent değil, kamptır -gözaltı merkezleri­nin, mülteci kamplarını­n hızla arttığı dünyada, kamp artık tarihsel bir anomali değil, çağdaş sosyal mekanın nomosudur2­2.

Bülent Diken ve Carsten Bagge Laustsen, The Culture of Exception: Sociology

Facing the Camp (İstisna Kültürü:

Kampla Yüzleşen Sosyoloji) kitabında Agamben’in istisna mekanı kavramına yeni bir yorum getirerek, kampın mantığının bugün toplumun bütününe yayıldığın­ı iddia eder23. Onlara göre, bugün girişin yasak, çıkışın serbest olduğu kamplar ve girişin serbest, çıkışın yasak olduğu kamplar, ötekileri “içeride” tutan kamplar ve ötekileri “dışarıda” tutan kamplar, “diptekiler” için kamplar ve “tepedekile­r” için kamplar, tuğladan kamplar ve zihindeki kamplar vardır24 . Diken ve Laustsen, kentten yalıtılmış özel alanlarda istisnanın mantığını “kazananlar” için tekrar eden “cömert” kamplardan söz eder; kapalı siteler, alışveriş merkezleri, tema parkları, tatil köyleri gibi mekanları bu bağlamda tartışır25. Diken ve Laustsen için ikiz kamplar, akışkan moderniten­in karakteris­tiğidir -“zorunlu” kampların yanısıra “gönüllü” kamplar mevcuttur ve bu ikinci tür, yeni bir topluluk ya da aidiyet rüyasını ifade eder26.

Kendisini bir “istisna mekanı” olarak isimlendir­en Okullar Okulu, bu anlamda eğer bir gözaltı merkezine, mülteci kampına ya da favelaya benzer kısıtlayıc­ı ve zorunlu bir kamp olduğunu ima etmiyorsa, yeni bir aidiyet rüyasını ifade eden bu “kazananlar için gönüllü kamp”lardan olduğu iddiası çıkarılabi­lir.

Okullar Okulu Okumaları kitabında bienalleri­n ve kültür kurumların­ın “kısıtlayıc­ı ekonomiler­e ve yetkilere rağmen uluslarara­sı seyahate ve bilgi alışverişi­ne olanak tanıyan istisna mekanları” tanımından, bu mekanları Diken ve Laustsen’in yorumuyla ötekileri “dışarıda” tutan, istisnanın mantığını kentten yalıtılmış özel alanlarda tekrar eden, akışkan moderniten­in karakteris­tiği “cömert” kamplar olarak okumak mümkün27. Bir istisna mekanı olarak kendisini değerlendi­rişi, “dünyanın daimi kriz halini ele almak için ihtiyacımı­z olan cevapları[n] sun[ul]amadığı” söylemine sahip Okullar Okulu’nun en büyük paradoksu ya da en büyük itirafı belki de -bu ahvalde “bir okula dönmüş kentte öğrenciler”den ziyade, bir okula dönmüş “kamp”ta öğrenciler olmadığımı­zı kim iddia edebilir?28

 ??  ?? 1 1-2 Okullar Okulu’nun iletişim kampanyası­ndan (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı).
3 Okullar Okulu’nun yardımcı küratörler­inden Vera Sacchetti ve küratörü Jan Boelen (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Ilgın Erarslan Yanmaz).
4 Arter’deki “Dünya Okulu”ndan (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Ilgın Erarslan Yanmaz).
1 1-2 Okullar Okulu’nun iletişim kampanyası­ndan (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı). 3 Okullar Okulu’nun yardımcı küratörler­inden Vera Sacchetti ve küratörü Jan Boelen (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Ilgın Erarslan Yanmaz). 4 Arter’deki “Dünya Okulu”ndan (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Ilgın Erarslan Yanmaz).
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 5 Arter’deki “Dünya Okulu”ndan (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 6 Pera Müzesi’ndeki “Ölçekler Okulu”ndan (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz).
5 Arter’deki “Dünya Okulu”ndan (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz). 6 Pera Müzesi’ndeki “Ölçekler Okulu”ndan (©İKSV - İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz).

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye