Duydum ki, Türkler Mimarlığın Kalitesini ve Rafinmanını Çok Önemsiyormuş!
Uğur Tanyeli ■ Son yılların en sevilen Türk sporlarından biri mimarlıktan ve genelde kentin fiziksel kalitesinden yakınmaktır. 17’den 77’ye tüm siyasal görüşleri savunanlar, yönetimdekiler, muhalefettekiler, bürokratlar, seçilmişler, okumuşlar, okumamışlar, tüm meslek grupları, tüm sınıfsal ve ekonomik farklılıkları aşarak bundan yakınır dururlar. Mimarlığımız kötüdür, kimliksizdir, kalitesiz inşa ediliyordur, kıyılar talan ediliyordur, yüksek yapılar kentsel görünümü ve yaşam kalitesini bozuyordur vs. Listeyi uzatmaya gerek yok; herkes buna kendince ekler yapabilir.
Bu yakınmaları okuyunca, duyunca, gözlemleyince, insan çok duyarlı bir toplumun üyesi olduğunu düşünüp iftihar eder. Fiziksel çevre kalitesi alanında olumsuzlukları hemen farkeden, bu farkındalıkla yapılan yanlışlara itiraz eden ve direnen yurttaşların ülkesinde yaşadığını görür ve içi sevinçle dolar.
Belli ki, Türklerin çok yüksek fiziksel ve mimari çevre beklentileri var. O sayede her Türk her sorunu görür ve doğal olarak da giderecek bir yüksek bilinçle eylemde bulunur. Hele hele estetik duyarlılık konusunda maşallah kimse bu ülkenin insanlarının eline su dökemez!
Bu ilginç eleştirel bilinci ve duyarlılığı gözlemleyince akla birbiriyle bağlantılı iki soru geliyor. Birinci soru en eğlencelisi: Herkes, ama istisnasız herkes, kentsel ve mimari olumsuzlukların farkında olduğuna ve onlardan yakındığına göre, tüm bu yanlışları, kalitesizliği kimler üretiyor? Benim tahminim şu: Türkiye’nin kentlerini, binalarını talep edenler, finanse edenler, tasarlayanlar, yapı malzemesi üretenler, inşa edenler, beledi izinleri verenler, ülkesel politikaları belirleyenler, kuralları koyanlar, o fiziksel çevrede yaşayanlar, kısaca tüm sorumlular kökü dışarıda bozguncu gruplara mensup. İçlerinde bir tane bile Türk yok. O yabancı kötü ruhlular Türkiye fiziksel anlamda bozulsun diye ellerinden geleni yapıyorlar!
O yabancı fiziksel çevre ve mimarlık düşmanları gökdelenler yaparlar, sahilleri yapılarla doldururlar, kötü binalar inşa ederler. Başka yabancılar da onlara imar hakları tanırlar. Kimi kökü dışarıda imar ve mimarlık teröristleri de o haklar tanınsın diye belediyelerde ve hatta Ankara’da merkezi yönetim kurumlarında kapılar aşındırırlar. Örneğin, Bağdat Caddesi civarında (ve genelde tüm Türkiye’de) yaşayan “masumlar” her yerin inşaatla dolduğundan, nefes alacak yeşil kalmadığından, apartmanların sürekli yükseldiğinden şikayetçidir. Haklıdırlar da… Ama gelin görün ki, yabancı kent ve mimarlık düşmanları, aynı yörede inşaat katsayısı yükseltilsin ve müteahhitlere yıkıp yapmak daha çekici gelsin ve kendilerine daha geniş yeni daireler yapma imkanı doğsun diye belediye imar bürolarında uğraşıp dururlar. Siyasal basınç yaparlar. Özetle o zavallı yakınan masumların kent ve mimarlık hakkını yerler.
Kentsel ve mimari çevre duyarlılığı yüksek ve bilinçli yurttaşlar bağlamında sorulabilecek ikinci soru daha az eğlenceli: Bu ülkede mimari ve kentsel
nitelikte olmayan başka alanlardaki estetik kalite beklentisi acaba ne düzeydedir? Sözgelimi, bir türlü mimarlık beğenmeyen o yurttaşlar TV dizileri sözkonusu olunca da aynı duyarlılığı gösterirler mi? Duyarlılık deyince dizide sigara içmeyi veya dekolte gezmeyi veya -maazallah- sevişmeyi kastetmiyorum. Öyle bir duyarlılık (o duyarlılıksa eğer) var. Ben, gerçek sanatsal kaliteye yönelik duyarlılıktan söz ediyorum. Örneğin, çekim, diyalog, kostüm, mekan, senaryo, kurgu ve oyunculuk kalitesinden bahsediyorum. Yaşadıkları fiziksel çevreyi beğenmeyenler o dizileri nasıl beğeniyor? Beğenmiyorlarsa, onları kim seyrediyor?
Ya da aynı fiziksel çevre duyarlılığı yüksek insanlar edebiyat konusunda hangi taleplerle ortaya çıkarlar? Yılda kaç düzeyli roman okurlar? Bu gibi fazla entel konuları geçtim. Örneğin, aynı duyarlı yurttaşlar yemek kalitesi konusunda hangi duyarlılığı gösterirler? 2018 itibariyle Tokyo’da tam 234 (iki yüz otuz dört) tane Michelin yıldızlı lokanta var. İstanbul’daki sayı ise sıfır. Eminim mimari kalite bozukluğundan yakınanlar bu gastronomik sorundan da benzer biçimde şikayetçidir! Öyle ya, dünyanın en zengin mutfağı bizimki. Benzer biçimde diyelim ki, mimari kalite bu ülkede yerlerde sürünüyor; ancak konutlarımız yüksek kaliteli mobilyalarla dolu.
Hepimiz iyi tasarlanmış kaliteli halılara sahibiz. Giysilerimizin kalitesi mükemmel. Duvarlarımıza kaliteli görseller asıyoruz, iyi tasarlanmış kullanım eşyaları talep ediyoruz, ama konutlarımız ve kamusal yapılarımız başarısız mimarlar nedeniyle kötü kalitede. Ah şu mimarlar! Hepimizi sıra dayağına çekmekte yarar var.
Mimarlığımız kötü, ama Allah’tan üniversitelerimiz dünyada kalite rekorları kırıyor. Her yıl ilk yüze giren 25 üniversitemiz var! Akademik indeksli nitelikte Türkiye kökenli dünyaca saygın ve her Harvard profesörünün yazı göndermek için umutsuzca çabaladığı 40 sosyal bilim, 35 fen bilimleri, 17 tıp, 8 tasarım dergimiz var! Türk kurumlarında çalışan Nobelli bilim adamlarımızın toplamı 25 kişi! Türkiye’deki kitaplıklar yayın birikimleri bağlamında dünya sıralamalarında başlarda yer alıyor! İlk ve orta öğretim kurumlarımız her yıl OECD ülkeleri içinde birincilik için Finlandiya ile yarışıyor! Hele hele sanat derslerinin kalitesi İtalya’yı bile aşmış durumda! Türk senfoni orkestraları dünyada en çok rağbet gören orkestralar arasında! Louvre, British Museum, MoMA gibi dünya genelinde saygın müzelerimiz var! Bildiğiniz gibi, Türk Lirası dünyanın en güvenilir paralarından biri! Öte yandan, her yıl onbinlerce yeni endüstriyel ürün patenti alıyoruz! Özgürlükler ve insan hakları alanındaysa kuşkusuz dünyanın en yüksek standardını biz tutturuyoruz! Özetle, hepsi mükemmel. Herkes gıpta ediyor. Fakat ne yazık ki, mimari ve fiziksel çevre kalitemiz kötü. Yahu, bu ülkeye böylesi layık mı?
Herhalde dalga geçtiğimi anlamışsınızdır. Bunların hiçbiri yok. O halde sayısız aksaklıktan ne kadar yakınıyorsak, neden mimarlıktan da sadece o kadar yakınmıyoruz? Neden mimarlığı tek meselemiz haline getirmeye çalışıyoruz? Neden öteki vahim sorunlarımızın bazılarının farkına bile varmıyor ve farkettiklerimizi düzeltmeye çalışmıyoruz? Daha önemlisi, Türkiye’nin güncel ortalama mimari kalitesi sayısız başka alanlardakinden daha yüksekken bunu görmemek için neden ısrar ediyoruz?
Türk mimarlarının kimilerinin dünyadaki saygınlığı, emin olalım ki, politikacılarımızdan, dekanlarımızdan, dergilerimizden, lokantalarımızdan, hijyen koşullarımızdan, demiryollarımızdan, otoyollarımızdan, sözüne güvenilirliğimizden, dürüstlüğümüzden, gündelik yaşam rafinmanımızdan, hele hele insan hakları ve hukuk bilincimizden daha fazla. En az utanacağımız konu tereddütsüz güncel mimarlığımız. O halde derdimiz ne?
Bunun yanıtı hiç basit değil. İlk yanıt, mimarlığın bunları görmezden gelmeyi sağlamak için kullanılan bir sahte hedef tahtası olduğudur. Yani, mimarlık tüm olumsuzlukları temsil eden bir “günah keçisi” olarak hedef şaşırtır. Tüm günahlar ona yüklenir ve döve döve öldürülünce onlardan arınılmış olur. Ancak bu mimari günah keçisini dövmek yetmez. Arınmak için üstüne bir de çocuksu iyimserlik üretmek gerekir: Mimarlık ve fiziksel çevre kalitesi çok kolay yükseltilebilir/düzeltilebilir bir şey olarak görülmelidir ki arınma mümkün olsun. Birkaç klişe argümanı ardarda sıralamak, “yüksek yapılaşma olmasın”, “kent kimliğimizi koruyalım”, “kentsel hafızaya sahip çıkılmalı” demek gerekir. Bunlar söylenince tüm toplum, en üst yönetim katmanından en alttaki “masumlar”a kadar, görevini yapmışlık illüzyonuyla avunabilir artık. Yapılması gerekenler sözde bilinmektedir ve yapılacaktır, hatta yapılmaktadır zaten. Bu iyimserlikle işleri eskisi gibi yürütme imkanı doğar. Söylenmesi gereken söylenmiş, topluma karşı sorumluluk yerine getirilmiştir. Artık herkesin içi ferahtır.
Hiç uzatmayayım. Mimarlık ve çevrenin kalitesinden yakınanlara yukarıdaki gibi mizahi açıklamalar ve teorik mülahazalar sıralamak aslında gerekmez. Yalnızca Lewis Mumford’ın 1924’te yayınladığı “Sticks and Stones” başlıklı kitabından bir alıntıya başvurmak yeter de artar. Şöyle diyor: “Mimarlık da tıpkı hükümet gibi, olsa olsa o topluluğun hakettiği kadar iyidir” (Architecture, like government, is about as good as a community deserves). Dolayısıyla, mimarlığın kalitesi konusunda konuşur, atıp tutarken, herkese çok dikkatli olmasını öneririm.