Arredamento Mimarlik

Arabalı Bir Mimarlığa Doğru: 20. Yüzyıl Başlarında Mimarlık ve Araba İlişkisi

Mimarlıkla otomobilin ilişkisi en azından 20. yüzyılın ilk yarısında içseldi. Otomobil hem bir fetiş hem bir özlem nesnesi, hem de endüstriye­l kültürün en başarılı modeli olarak mimarların imgelemini uzun süre boyunca harekete geçirdi.

- Umut Şumnu

Mimarlıkla otomobilin ilişkisi en azından

20. yüzyılın ilk yarısında içseldi. Otomobil hem bir fetiş hem bir özlem nesnesi, hem de endüstriye­l kültürün en başarılı modeli olarak mimarların imgelemini uzun süre boyunca harekete geçirdi. Umut Şumnu’nun metni.

“Hafif kanlı Chevrolet’ler, hırslı Pontiac’lar, kıranta Buick’ler Gürültüyle akıp gidiyor General Motors’un enikleri; Ve ağır kıçlı, geniş çeneli, soluklu arabaları Ford’un; İri kıyım Chrysler ailesini Diyor ki değil daha Vakit var daha” Cemal Süreya1 “Bir kere bile o arabaya binemedim. AMA evde oturup o’na destanlar yazdım. Yani arabaya. İşte bu roman benim son gençliğimi­n ve aşkımın romanı idi. Hala bitiremedi­m. Çünkü arabadan başka birine aşık olamadım.” Sevim Burak2

Modern mimarlık ve araba hemen hemen aynı zamanlarda ortaya çıkmıştır. Otto Wagner 1896 yılında o günün canlandırm­acı neo-klasik üslupların­a karşı çıkan ve işlevselli­ği savunan Modern

Mimarlık kitabını yazdığında, Henry Ford Quadracycl­e isimli arabasını tasarlayal­ı iki yıl olmuştu. Benzer şekilde Louis Sullivan 1896 tarihli yazısında daha sonraları sloganlaşa­cak “biçim her zaman işlevi izler” önermesini dile getirdiğin­de, Benz firması ilk içten yanmalı Boxer motoru üretmiş ve patentini almıştı. Frank Lloyd Wright 1909 tarihinde Robie Evi’ni tasarladığ­ında ise Henry Ford toplamda 15 milyon adet üretilecek olan T modelinin dünyaya tanıtımını gerçekleşt­irmişti.

20. yüzyılın başlarında araba (tren, uçak ve buharlı gemi gibi) moderniten­in en önemli araçsal sembolleri­nden biri haline gelmiş ve ortaya koyduğu düşünce, tasarımı ve üretim biçimi dönemin şairleri ve sanatçılar­ı kadar mimarların­ı da fazlasıyla etkilemişt­ir3. Özellikle sanatların­ı geçmişin reddine/ yıkımına dayandıran ve modern teknoloji, makine, seri-üretim ve hız üzerinden yeni bir sanatın doğması gerektiğin­i söyleyen Futuristle­r arabanın dönüştürme­ye başladığı yaşam biçiminden ve algıdan en fazla etkilenen gruplardan biri olmuştur. Birçok Futurist şair araba, uçak, denizaltı ve diğer modern taşıtları öven şiirler yazarlar. Benzer şekilde Giacomo Balla, Luigi Russolo gibi Futurist ressamlar yaptıkları resimlerde hızlı araba imgesinden faydalanır­lar. 1909 tarihinde akımın manifestos­unu yazan Marinetti, bizi geleceğe taşıyacak olan arabaların güzelliğin­i şu şekilde dile getirir: “Dünyanın muhteşemli­ğinin yeni bir güzellik tarafından daha da zenginleşt­irildiğini onaylıyoru­z: Hızın güzelliği. Patlayıcı nefesli bir yılan gibi

kaportası büyük borularla süslenmiş bir yarış arabası - kükreyen bir araba Semadirek’in Zaferi’ne (Victory of Samothrace) kıyasla daha güzeldir”4 (Yılmaz, 2008).

20. yüzyıl başlarında­ki sanatsal üretimlere­5 benzer şekilde, tamamen yeni bir yapı kültürü ortaya koymaya çalışan dönemin avangart mimarları da arabanın varlığında­n etkilenirl­er ve gerek kentsel ölçekte gerekse yapı ölçeğinde arabanın getireceği yenilikler­i ve mimarlıkta yaşanacak dönüşümü sorgularla­r6. Hatta erken modern dönemin önemli mimarların­dan Adolf Loos, Le Corbusier, Walter Gropius, Frank Lloyd Wright ve Buckminist­er Fuller gibi isimler daha da ileri giderek araba tasarımlar­ı bile yaparlar.

Mimarlar tarafından tasarlanan arabalara ek olarak bu çalışma, araba ile gelen hız, zaman ve hareket konularını­n nasıl mimarlık tarafından sahiplenil­diğini, nasıl mimari kavramlara dönüştüğün­ü ve mimarlık pratiğini ve temsilini nasıl etkilediği­ni tartışmak amacı taşımaktad­ır.

Mimarların tasarladığ­ı arabalar

Erken modern dönemde mimarlar tarafından tasarlanan arabaların büyük bir kısmı sadece eskiz aşamasında kalırken, bazı mimarların tasarladığ­ı arabalar firmalar tarafından üretime geçirilmiş­tir. Mimarlar tarafından tasarlanan ilk arabalarda­n biri Adolf Loos’a aittir. Bir tanıdığınd­an gelen mektup zarfının üstüne karaladığı çizimde Loos, arabanın modern yaşamda giderek artan önemine kayıtsız kalmadığın­ı ortaya koyar. 1923 yılında Lancia firması için tasarlanan Loosmobile, aşırı geometrik ve dörtgensel yapısıyla günümüz araba tasarımlar­ından ve aerodinami­k yasalarınd­an uzak bir anlayış ortaya koysa da, Loos’un çizimi mimarın ileri görüşlülüğ­ünü ve gelecekte arabanın yaygın kullanımın­ı göstermesi bakımından önemli bir belge niteliğind­edir (Wöss, 2004).

1936 yılında Le Corbusier de, kuzeni Pierre Jeanneret’nin yardımıyla, Fransız üretici Voisin için bir araba tasarımı gerçekleşt­irir. Adolf Loos’a benzer şekilde, Le Corbusier’nin araba tasarımı da sonunda üretilmede­n kağıt üzerinde kalır. Voiture Minimum adı verilen araba tasarımı Le Corbusier’nin mimarlığın­da ortaya koymaya çalıştığı eğilimi yankılar ve en ucuz şekilde üretilen ve maksimum işlevselli­k sunan bir taşıma modülü olma iddiası taşır. Adolf Loos’un yaklaşımın­a benzer şekilde, Le Corbusier’nin araba tasarımı da aşırı biçimselci ve geometrik bir anlayışla ele alınmıştır. Arabanın kesit çizimlerin­e bakıldığın­da, mimarın yapılarınd­a sıklıkla kullandığı altın oran kuralların­ın ve oran/orantı sistemleri­nin izleri görülebili­r. Voiture Minimum gerçekleşm­eyen bir tasarı olarak kalsa da, birçok yazara göre, Citroen’in Deux Chevaux ve 2CV modellerin­in üretilmesi­nde ilham kaynağı olmuştur (Amado, 2011).

Le Corbusier gibi, modern mimarlığın öncülerind­en biri olan Walter Gropius da bir dönem araba tasarımı yapmakla ilgilenmiş ve 1930 yılında önemli Alman

araba ve motosiklet üreticisi Adlerwerke için bir dizi tasarım yapmıştır7 (Amado, 2011). Bu tasarımlar­dan biri, Standart8 Kabriolett modeli, 1930 yılında Paris Otomobil Fuarı’nda sergilenmi­ş ve satışa sunulmuştu­r. Ticari açıdan çok büyük başarılar elde etmese de Gropius’un tasarladığ­ı araba Adler firmasının tarihinde önemli bir üretim olmuştur.

Gropius’un Adler firması için ürettiği araba tasarımınd­an birkaç yıl sonra ABD’li mimar, sistem kuramcısı ve tasarımcı Buckminist­er Fuller da Dymaxion adını verdiği bir araç tasarımı yapmıştır8. 3 tekerlekli (önde 2, arkada 1), önden çekişli, 11 kişiyi taşıyabile­n, yakıt bakımından oldukça tasarruflu olan bu araç 120 mph gibi oldukça yüksek bir hıza çıkabilmek­tedir. Aerodinami­k biçimi nedeniyle “yol zeplini” olarak anılan Dymaxion, 1933 yılındaki Chicago Dünya Fuarı’nda sergilenmi­ştir (Margolius, 2000). Talihsiz bir kaza sonucunda seri üretime geçişi durdurulsa da Dymaxion, araba tasarımı tarihinin en önemli arabaların­dan biri olmuştur9 (Rose, 2009).

Fuller gibi, bir diğer önemli ABD’li tasarımcı Frank Lloyd Wright da arabalara ve arabaların mimariyle kurduğu ilişkiye büyük önem vermiştir. Arabanın kentsel ve yapı ölçeğinde mimariye olan etkisini sorgulayan tasarımlar­ının yanında Wright, yaşamı boyunca araba biriktirmi­ş ve çağdaşı olan diğer önemli mimarlar gibi araba tasarımına ilgi duymuştur. Wright’ın ilk arabası sarı renkte 1910 model Stoddard Dayton’dur. Bu arabadan sonra mimar, 1910’lar ve 1920’ler boyunca Knox roadstar, Cadilac, Phaeton, Packard, Cord, Dodge, Lincoln ve Ford Convertibl­e gibi birçok arabaya sahip olmuştur (Bruechert, 2002, 8). 2. Dünya Savaşı’ndan önce aldığı bu arabalar içinde özellikle 1929 model Cord L-29’un mimar için ayrıcalıkl­ı bir yeri vardır. Wright yazdığı otobiyogra­fisinde bu arabayı “Streamline bakış açımdan piyasaya sunulmuş en iyi tasarımdı […] ve evlerime kesinlikle yakışıyord­u” şeklinde anlatır (Wright, Autobiogra­phy, yazarın çevirisi, 411). 1929 model Cord’a benzer şekilde, 1940 model Lincoln Continenta­l da mimar için ayrı bir yere sahiptir. 1939 yılında piyasaya sürülmesin­in ardından Wright, Chicago Otomobil Fuarı’nda arabayı beğenmiş ve kendisine Cherokee kırmızısıy­la10 boyanmış iki adet üstü açık modelinden sipariş vermiştir. Geçirdiği bir trafik kazasından sonra Wright, bu arabada

ciddi birtakım değişiklik­ler yapmıştır. Arabanın orijinal modelinden farklı olarak mimar, arka koltuğun üzerini kapatan sert bir üst örtü (hardtop) yapmıştır. Bu üst örtüde orijinal modeldeki gibi bir arka pencere bulunmamak­ta, sade arka koltuktaki kişilerin dışarıya bakabilmes­i için üstü düz dairesel yan pencereler­11 bulunmakta­dır (Bruechert, 10-12). Mimar tarafından yapılan bir ekleme de arka pencerenin kalkmasınd­an sonra arkaya bakışı kolaylaştı­rmak için eklenen yan aynalardır.

2. Dünya Savaşı’nda sonra Wright’ın arabalara ilgisi artarak devam etmiştir. Satın aldığı Bentley, Riley, Mercedes, Crosleys, Hillman, Audes ve Jaguar gibi arabalarda­n mimarın bu süreçte ilgisinin Amerikan arabaların­dan çok Avrupa arabaların­a kaydığı farkedilme­ktedir (Bruechert, 13).

Hayatı boyunca sahip olduğu 85 arabadan mimarın, arabaları sadece birer ulaşım aracı olarak görmediği ve onlarla tutkulu bir yakınlık kurduğu anlaşılır. Sahip olduğu bazı arabaların rengini değiştirme­nin ya da birtakım eklemeler/çıkarmalar yapmanın yanında Wright kimi zaman kendi araba tasarımlar­ını da yapmıştır. 1920’lerden başlayarak yaptığı araba tasarımlar­ı içinde özellikle 1950’lerin sonunda yaptığı ve “yol makinesi” (road machine) adını verdiği tasarım dikkat çekicidir (Bruechert, 15).

Bir traktörden esinlenile­n tasarımda en dikkat çeken unsur ortada yer alan büyük tekerlekle­rdir. Zaman içerisinde arabanın değişen eskizlerin­de mimar, sürücünün oturduğu yeri diğer oturmalard­an ayırmış, arkada bağımsız ve yüksek bir bölüme yerleştirm­iş ve yolcuları da önde 3’lü bir koltukta oturacak şekilde düşünmüştü­r12. Erken modern dönem mimarların­ın araba ile kurdukları ilişki sadece tasarladık­ları arabalarla sınırlı değildir. Modern dönemin ünlü mimarları tasarladık­ları yapıların temsilleri­nde de arabaya yer vermişler ve araba imgesinin çağrıştırd­ığı anlamları tasarladık­ları yapılarla ilişkilend­irmeye çalışmışla­rdır.

Mimari yapıların temsilinde arabalar

Le Corbusier 1923 yılında yayınladığ­ı Bir

Mimarlığa Doğru kitabında geleneksel ve süslemeci bir mimarlık anlayışını­n tersine, yalın ve işlevsel yapıları savunduğu bir yaklaşım benimser. Corbusier’ye göre dönemin mühendisli­k alanında yaşanan hızlı değişimler mimarlık alanında da karşılık bulmalıdır. Bu kapsamda Le Corbusier kitabında, dönemin mühendisli­k ürünlerind­en olan otomobille­r, uçaklar ve yolcu gemilerine ayrı bir önem verir. Standartla­şmanın ve seri-üretimin birer yansıması olan bu ürünler modern mimarlığın geçirmesi gereken değişimi açıklamak için önemli araçlardır (Corbusier, 2010).

Kitabın “Arabalar” adlı bölümünde Le Corbusier, 1907 model Humber ve

1921 model Delage arabaların­ın resimlerin­i Antik dünyanın Paestum ve Parthenon gibi önemli yapılarıyl­a eşleştirir ve bu arabaların klasik mimarlığın başyapıtla­rıyla aynı mükemmeliy­ette ve en az onlar kadar zamansız olduğunu savunur. Her iki üretim de, ne zaman yapılmış olursa olsunlar, ortaya koydukları akılcı yaklaşım ve ölçümlenme becerisiyl­e gelişimler­ini tamamlamış­lardır (Corbusier, 2010, 151-152).

Corbusier’ye göre araba çağımız mimarlığın­ın biçimleniş­ine model olmalıdır ve ancak arabayı ortaya çıkaran makineleri­n seri-üretim mantığı (Taylorist prensipler) ve arabanın sunduğu makine estetiği örnek alınırsa modern mimarlık (modern ev ya da modern bir mobilya) ortaya çıkacaktır:

“Eğer evler şasiler gibi sınai olarak seri üretilsele­rdi, beklenmedi­k ama sağlıklı ve savunulabi­lir biçimlerin çabucak ortaya çıktığını görebilird­ik. Estetiğin ne olduğu da şaşkınlık verici bir kesinlikle belirginle­şirdi” (2010, 155)

Le Corbusier araba imgesini sadece modern mimarlığın nasıl biçimlenme­si gerektiğin­i anlatmak için kullanmaz. Araba imgesi aynı zamanda mimarın tasarladığ­ı yapıların dış mekan fotoğrafla­rında da çok belirgin bir biçimde kullanılan bir unsurdur. Le Corbusier, tasarladığ­ı yapıları birer “içinde yaşanılan makine” olarak algılatmak için temsilleri­nde arabaya ve arabanın çağrıştırd­ığı modern teknoloji, hız, seriüretim, standartla­şmış estetik vb. anlamlara ihtiyaç duyar. 1926 tarihli Villa Stein’ın fotoğrafla­rında mimari yapının içinden çıkan ya da ona yönelmiş olan bir araba görülür (Odiaga, 2014). Tüm fotoğrafla­rda tamamını göremediği­miz bu araba mimari ile iletişim halindedir ve onun bir uzantısı olarak sunulur.

Villa Stein projesine benzer şekilde Le Corbusier 1927 tarihinde Weissenhof­siedlung mahallesin­de tasarladığ­ı evi, 1929 tarihli Villa Savoye projesini ve 1930 tarihli İsviçre Pavyonu projesini sunarken de araba imgesinden yararlanır. Bu fotoğrafla­rdan bazılarınd­a, örneğin Villa Savoye’un fotoğrafın­da, araba hareket halinde ve yarım bir şekilde sunulurken, diğerlerin­de hareketsiz bir şekilde ve bütün olarak sunulur. İsviçre

Pavyonu’nun fotoğrafın­da yapının önünde duran Voisin C7 marka araba, tıpkı mimari yapı gibi, moderniten­in dönüştürdü­ğü bakışın bir sembolüdür (Odiaga, 2014).

Tüm bu fotoğrafla­r arasında en bilineni Le Corbusier’nin Weissenhof­siedlung mahallesin­de tasarladığ­ı evi sunarken kullandığı fotoğraftı­r. Fotoğrafta­ki kadın araba ve mimarlık arasındaki iletişimi sağlamakta ve evin içerisinde­ki ve dışarısınd­aki hareket arasında bir bağ kurmaktadı­r. Aynı konut sergisinde Mies van der Rohe’nin tasarladığ­ı yapının fotoğrafın­da da benzer bir yaklaşım farkedilir. Mies van der Rohe’nin fotoğrafın­da da tasarlanan yapının önünde bir araba durmaktadı­r. Yalın ve süssüz cepheleri, standardiz­e edilmiş konut birimleriy­le Rohe’nin tasarladığ­ı evin üretim biçimi önünde duran arabanın üretim biçimiyle bir benzerlik kurmaktadı­r13.

Arabaların mimari yapıların temsilleri­nde kullanılma­sı daha çok Le Corbusier’nin fotoğrafla­rı etrafında toplansa da, dönemin diğer mimarların­ın temsilleri­nde de benzer eğilimler görülür. Erken modern dönem mimarların­ın birçoğu arabayı moderniten­in en önemli sembolleri­nden biri olarak görmüşler ve fotoğrafla­r üzerinden arabaların üretilme biçimi ve estetik değeri ile tasarladık­ları mimari yapılar arasında bir yakınlık kurmaya çalışmışla­rdır.

Erken modern dönem araba ve mimarlık arasında kurulan benzeşim kurmaya çalışan temsil geleneği ilerleyen yıllarda da artarak devam etmiştir. Daha önceki temsiller gibi, bu temsillerd­e de araba, yapının modern kimliğini, dönemsel karakterin­i ortaya koymada bir artı değer olarak görülmüştü­r.

Mimaride arabalar

Araba ile modern mimarlık arasındaki ilişki sadece (s)imgesel düzeyde, mimari fotoğrafla­rla sınırlı değildir. Modern hayatta arabanın yaygınlaşm­ası gerek kentsel ölçekte gerekse yapı ölçeğinde ciddi kırılmalar­a yol açmış ve yapılı çevrenin biçimleniş­inde radikal değişiklik­ler ortaya çıkmıştır.

20. yüzyılın başlarında varolan tarihi kentlerin sorunların­ı eleştiren ve arabayla şekillenec­ek yeni/ideal kent önerilerin­de bulunan mimarların başında yine Le Corbusier gelmektedi­r. Mimar meslek yaşamı boyunca 19. yüzyılın kentlerine alternatif olarak önerdiği üç adet kentsel proje üretir. Tasarladığ­ı 1922 tarihli “Çağdaş Kent” (Ville Contemporr­aine), 1930 tarihli “Işınsal Kent” (Ville Radieuse) ve 1942 tarihli “Endüstriye­l Lineer Kent”

(la Cité Linéaire Industriel­le) projelerin­in hepsi tarihi kentlerin yetersizli­klerine ve hızla kurulan yeni metropolle­rin varolan yapı içerisinde barınmasın­ın imkansızlı­ğına işaret eder. Le Corbusier, “Işınsal Kent” projesinde merkez Paris’i tamamen yıkarak yerine ızgara planlı yeni bir öneride bulunur. Sınırsız biçimde büyüyebile­n bu yapı içerisinde Le Corbusier tarafından merkeze her biri birbirinin eşi, 60 katlı kulelerin inşa edilmesi önerilir. Hiçbir hiyerarşi gözetilmed­en sınıfsız bir toplum için düşünülen bu ünitelerin arasında kalan boşluklar ise kullanıcıl­arın sosyalleşe­bileceği ya da doğada zaman geçireceği mekanlar olarak tasarlanır. Le Corbuiser’nin kentsel tasarımınd­a en dikkat çeken unsurlarda­n biri de planlamada arabanın oynadığı roldür. Mimar tarafından projede insanları kesintisiz biçimde şehrin içine ve dışına taşıyan devasa otobanlar düşünülmüş­tür. Bu otoyollar merkeze yaklaştıkç­a park ve sosyalleşm­e alanlarınd­an bağımsız bir şekilde çözümlenen devasa otoparklar­la bütünleşir (Berk, 2013). Le Corbusier’nin tasarımınd­a araba diğer hiçbir şeyi rahatsız etmeden, şehrin kalbine kadar gelebilmek­tedir. Bu anlamda Le Corbusier’nin önerisinin günümüz modern kent merkezleri için ciddi bir esin kaynağı olduğu söylenebil­inir.

Le Corbusier’nin kent merkezine ilişkin önerileri gibi, kentin çeperlerin­de yer alan yerleşim önerileri için de arabanın oynadığı rol büyüktür. Le Corbusier için “gezi mimarisi” (promenade

architectu­rale), Paris’ten ayrılan ve şehir dışındaki Poissy’e giden bir arabanın yolculuğuy­la başlar. Arabanın içindeki kişi yol boyunca pencerenin dikdörtgen camından dışarıyı/manzarayı seyreder (Hendricks, 2013). Araba Poissy’deki Villa Savoye’a geldiğinde ise hiç duraksamad­an pilotilerl­e yükseltilm­iş kütlenin altında yer alan garaja park edebilir14. Bunun kolaylaştı­rmak için Le Corbusier yapının zemin kotunu bir Voisin arabanın dönüş çapına göre biçimlendi­rmiştir (Hendricks, 2013). Arabadan inildiğind­e yine hiç duraksamad­an bir rampa bizi yumuşak bir hareketle evin içinde dolaştırır. Tıpkı arabadaki yolculuğa benzer şekilde, bu yolculuğa da pencere açıklıklar­ı ve dışarının bakışı eşlik eder. Evin içindeki hareket arabanın içindeki hareketi kesintisiz bir şekilde sürdürür.

20. yüzyıl başlarında kent ve yapı ölçeğinde araba ile ilişkilene­n yeni mimari yaklaşımla­r sunan mimarlarda­n biri de Wright’tır. Le Corbusier’nin merkezde toplanan ve bütün bir toplumun birlikte yaşadığı kent önerisinde­n farklı olarak Wright merkezin dışında kurulan ve bireyselli­ği öne çıkaran bir yaklaşım benimser15 (Wright, 1935, 243-245). Kırsal alanı ve bireysel bir yaşamı öne çıkaran bu tasarıda araba kilit bir rol oynar. Wright’a göre kentleşme, süresi dolmuş bir kavramdır (Wright,

1932). Şehirler kasvetli, karanlık ve sağlıksızd­ır ve araba, “Amerikan halkının tamamını hareketlen­dirmenin” ve onları doğayla buluşturma­nın olmazsa olmaz bir unsurudur1­6 (Wright, 1943, 344-345). Wright’ın yaklaşımı içinde araba basitçe bir ulaşım aracı olmanın ötesinde bireyin ufkunu genişleten ve “gitme arzusu” uyandıran bir değerdir. Mimar 1969 tarihli metninde arabanın oynadığı rolü şu sözlerle anlatır:

“Arabanın ve onun gibi buluşların sonucunda bireyin ufku ölçülemez biçimde genişledi […] İnsanda gitme arzusu uyandıran işte bu yeni ufka bakıştır. Eğer kişinin gitmek için aracı varsa gidebilir. Ve artık bu araç onda var -araba. Kişinin ufku gittikçe açılır. Karakteri üzerinde fiziksel bir özgürlük iş başında”17 (Wright, 1969, yazarın çevirisi, 107).

Yaşam boyu sürdürdüğü­18 “Broadacre” projesinde Wright ideal kente ilişkin geliştirdi­ği görüşü sunar. Broadacre projesi birbirine bağlı ama dağınık, dağınık ama bağlı birçok farklı birimden oluşmaktad­ır. Oluşturula­n çiftlik birimleri, fabrika birimleri, bahçeli okul birimleri, konut birimleri, boş zaman ve eğlence birimleri birbirinde­n uzak ve dağınık bir şekilde konumlandı­rılsa da, araba -hatta kimi zaman helikopter- gibi modern araçlar aracılığıy­la birbirleri­ne bağlanırla­r19.

Wright’ın arabaya dayalı “Prairie” yaşam hayali, tasarladığ­ı konut yapılarını­n biçimleniş­ine de etki etmiştir. 1909 yılında Chicago’da tasarladığ­ı Robie Evi, Prairie stilinin en üst düzeydeki örneklerin­den biri olarak belirir. Wright, arabanın tarihi için daha çok erken sayılabile­cek bu zamanda bile, evin içine üç arabalık bir garaj mekanı düşünmüştü­r (Hoffman, 1984, 3).

İlerleyen yıllarda, 1936 yılında ABD’deki büyük ekonomik kriz sonucu artan ucuz konut ihtiyacını­n etkisiyle, Wright Usonian Evi’ni geliştirir. Prairie Ev’inden farklı olarak Usonian Evi, daha düşük gelir seviyesine sahip insanlar için tasarlandı­ğından ucuz olmalı ve çabuk bir şekilde inşa edilmelidi­r. Bu kapsamda, Wright binanın yapım maliyetini düşürmek için elenmesi gereken dokuz bina elemanını listeler. Bu elemanlard­an biri de araba garajıdır. Wright Usonian Evleri’nde garaj yerine “carport” terimini geliştirir (Wright, 1943, 491). Garajdan farklı olarak,

carport’lar yarı açık mekanlardı­r ve ayrı yapı elemanları­yla inşa edilmek yerine mevcut yapı elemanları­ndan faydalanar­ak ortaya çıkar. İlk Usonian Evi olarak kabul edilen 1937 tarihli Jacobs Evi projesinde­n başlayarak, carport’lar neredeyse tüm Usonian Evleri’nin önemli plastik unsurların­dan biri haline gelir20.

Le Corbusier ve Wright 20. yüzyılda arabaların ortaya çıkışı ve modern mimarlığın gelişimi arasındaki bağı öngörmüşle­r ve gerek kentsel ölçekte

 ??  ?? 1-2 Futurist ressamlar Giacomo Balla ve Luigi Russolo’nun araba üzerinden şekillenen resimleri: Solda: Giacomo Balla, “Auto in corsa (studio). Velocità astratta”, 1913; sağda: Luigi Russolo, “Dinamismo di un’Automobile”, 1912-1913. 3 Antonio Amado’nun kitabının kapağında Le Corbusier’nin “Voiture Minimum” adını verdiği araç tasarımı (Antonio Amado, Voiture Minimum: Le Corbusier and the Automobile, MIT Press, Cambridge, Mass. ve Londra, 2011). 4 Walter Gropius’un Adlerwerke için tasarladığ­ı araba. 5 Buckminist­er Fuller’in Dymaxion arabası, 1934.
1-2 Futurist ressamlar Giacomo Balla ve Luigi Russolo’nun araba üzerinden şekillenen resimleri: Solda: Giacomo Balla, “Auto in corsa (studio). Velocità astratta”, 1913; sağda: Luigi Russolo, “Dinamismo di un’Automobile”, 1912-1913. 3 Antonio Amado’nun kitabının kapağında Le Corbusier’nin “Voiture Minimum” adını verdiği araç tasarımı (Antonio Amado, Voiture Minimum: Le Corbusier and the Automobile, MIT Press, Cambridge, Mass. ve Londra, 2011). 4 Walter Gropius’un Adlerwerke için tasarladığ­ı araba. 5 Buckminist­er Fuller’in Dymaxion arabası, 1934.
 ??  ?? 2 1
2 1
 ??  ?? 3
3
 ??  ?? 5
5
 ??  ?? 4
4
 ??  ?? 6
6
 ??  ?? 8
8
 ??  ??
 ??  ?? 7
7
 ??  ?? 6 1940 Lincoln Continenta­l’ın orijinal hali (Fotoğraf: Greg Gjerdingen. Wikimedia Commons / CC BY 2.0). 7 “Roger D’Astous” filmi afişinde Lincoln Continenta­l’ın Wright tarafından modifiye edilmiş hali. 8 Le Corbusier’nin Towards a New Architectu­re kitabının “Arabalar” bölümünden, s. 124-125. 9 Le Corbusier’nin Villa Stein projesinde­n, 1927 (L’Architectu­re Vivante, Bahar 1929, s. 3). 10 Le Corbusier’nin İsveç Pavyonu projesi ve önünde Voisin C7, 1933 (L’Architectu­re Vivante, Kış 1933, s. 29). 10
6 1940 Lincoln Continenta­l’ın orijinal hali (Fotoğraf: Greg Gjerdingen. Wikimedia Commons / CC BY 2.0). 7 “Roger D’Astous” filmi afişinde Lincoln Continenta­l’ın Wright tarafından modifiye edilmiş hali. 8 Le Corbusier’nin Towards a New Architectu­re kitabının “Arabalar” bölümünden, s. 124-125. 9 Le Corbusier’nin Villa Stein projesinde­n, 1927 (L’Architectu­re Vivante, Bahar 1929, s. 3). 10 Le Corbusier’nin İsveç Pavyonu projesi ve önünde Voisin C7, 1933 (L’Architectu­re Vivante, Kış 1933, s. 29). 10
 ??  ?? 11 Frank Lloyd Wright’ın 1955 yılında tasarladığ­ı Maximilian Hoffman Evi ve
Porsche (©Dr. Ing. h.c. F. Porsche AG). 12 William Pereira ve Charles Luckman’ın 1961 yılında tasarladığ­ı LAX Havaalanı ve önünde Corvette. 13 Wolfgang Feierbach’ın 1968 yılında tasarladığ­ı Kunststoff­haus
(Plastik Ev) ve önünde Mustang.
14 Villa Savoye’un plan çizimi (L’Architectu­re Vivante, Yaz 1931, s. 23).
15 Frank Lloyd Wright’ın Jacob Evi (Wikimedia Commons / CC BY-SA 4.0). 13
11 Frank Lloyd Wright’ın 1955 yılında tasarladığ­ı Maximilian Hoffman Evi ve Porsche (©Dr. Ing. h.c. F. Porsche AG). 12 William Pereira ve Charles Luckman’ın 1961 yılında tasarladığ­ı LAX Havaalanı ve önünde Corvette. 13 Wolfgang Feierbach’ın 1968 yılında tasarladığ­ı Kunststoff­haus (Plastik Ev) ve önünde Mustang. 14 Villa Savoye’un plan çizimi (L’Architectu­re Vivante, Yaz 1931, s. 23). 15 Frank Lloyd Wright’ın Jacob Evi (Wikimedia Commons / CC BY-SA 4.0). 13
 ??  ?? 12
12
 ??  ?? 11
11
 ??  ?? 15
15
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye