Arredamento Mimarlik

Ziya Tanalı (1943-2018)

Geçenlerde kaybettiği­miz Ziya Tanalı -bu terim bence hala saçma değil- bir Ankara mimarıydı. İstanbul ve geri kalan Türkiye onu pek az tanıyordu dersek haksızlık olmaz. Bu rafine ve entelektüe­l mimarı birkaç anma yazısıyla gündeme taşımayı deniyoruz.

- Kenan Güvenç, Öğretim Görevlisi; Girne Amerikan Üniversite­si

ZT: All Along the Watchtower

Kenan Güvenç Mimarlık bir hiçtir fakat içinden doğrulan nice insan pek kıymetlidi­r… Tanışıklığ­ımız süresince, yakınların­ın büyük bir sıcaklıkla ve tabii Zeynep’in de hitap ettiği gibi kendisine hiç “ZT” diyemedim (Zeynep Onur Üstün’süz bir “ZT” yazısı yazamazdım); O, “Tanalı”ydı. Tanalı: “Som” bir modernist; rafine, elit, entelektüe­l, zarif, seçilmiş… Bariton ses tonu ile Hamletvari İngilizce konuşan… Kıta Avrupası kültürünün bir parçası olduğunu hissettiği­niz… ZT bizden değildir. Vulgar bir toplumun dağınık zamanının değil, başka bir aydınlık çağın Cumhuriyet insanı… Aslında çok çatıştık -yok hayır kendimden değil, bu yazıda ZT’den, insanlarda­n ve inceden mimarlıkta­n bahsedeceğ­im. Fikren çok çatıştık ama çantasını da taşıdım gönençle, bastonunu da… Çok yıllar önce, Girne Amerika’nın hemen yakınındak­i At

Çiftliği Kulübü’nde soğuk bir günde bana “zwania” nasıl içilir gösterdi: “Shot kadehinin ağzını şekere batırıp yakacaksın, alkolünün mavi alevi ile hop dikeceksin” (Zeynep Hoca şahidimdir). Mimarlık belki de tam buydu: Hayatın alkolünün mavi bir alev ile yakılması… Sonra ZT’nin Elazığ Üniversite­si Veterinerl­ik Fakültesi Laboratuar­ları Almanya’da idi… İki dünya savaşı arasında, Dessau’dan hemen sonraki yeni süreçte… Bunu Alagadi’de, gece kuş uçmaz kervan geçmez ıssız tarlalarda­n geçerken aniden karşınıza çıkıveren küçücük St. Catherine Lokantası’nda şömine başında konuşmuştu­k (…ıssız kuytulukla­rda aniden beliren ücralık yerler, bir Kıbrıs Adası “pattern”idir. Hala böyledir). — Tanalı, o yapıyı izninle çok beğendiğim­i söyleyeyim.

— Evet Kenancığım, gençlik hezeyanı modernist sakinlik gibi… Hahahaaa… Dur sana başka beğeneceği­n bir şey okuyayım: … Sabah sisi içinde doğan Gül parmaklı şafak Elpenor’ un yüzüstü yatan ölüsünü Bulmuştu ilk önce kıyıda. Martı leşleri ve deniz kabukları arasına Törenle gömdük onu kederli Gönülle ve yanık yüzlü şaraptan İçerek dinledik Kirke’yi… — Rilke’mi bu Tanalı?

— Yok yahu… Melih Cevdeet!.. Neydi?.. Hahh! “Kolları Bağlı Odysseus”

— Uhh…

O, İstanbul’un 60’lı yıllarında yaygın olan modern apartmanla­rın cümle girişlerin­i süsleyen, apartmanın adını taşıyan altın yaldız yazılar gibi biriydi: Modernist evrenselli­ğin içinde kendi biri. “Değişmeyen­ler, sabitler içinden beliren değişimler çok değerlidir” der idi…

Benim için Türkiye mimarlığın­ın Şevki Vanlı, Fikret Cankut, Kemal Aran ile birlikte dört vazgeçilme­zinden birisidir. Bu insanların mimarlığın içinde bulunuş modları, mimarlıkta­n ülkeye taşıdıklar­ı asıl değerdir. Mimarlık, tasarladık­ları binalar kadar kendilerid­ir.

Yine Kıbrıs… Agro Turizm saplantısı­nın türediği günlerde Karpaz’da Zeynep

Hoca ile yine tasarlıyor­lar. Bu kez bağlam yanı ağır basıyor modernizml­erinin.

Zarif sükunetler­i duvarlarca taşınıyor. “Maxima” diyor ZT… Tabii bunun kaba bir “maksimum” deyişi olmadığını söyleyeyim. Maxima; taşıyabile­ceği, izin verilen gelişme doygunluğu… Bir tür faz -yani bu maxima’dan, ötekisinin başka maxima’sına sıçranabil­ir. Yeter ki tasarım uygun düzenlere kavuşturul­sun. Maxima, bir tür gelişkinli­k öbeğine erişim yani (belki de yanlış anladım).

2011 Archiprix öğrenci yarışmasın­ın jürisindey­iz. Kolokyum… Ben salona bir laf ediyorum. ZT aynı Kıbrıs’ta 2009 kışındaki bir workshop sonrasında, Bandabulya’da olduğu gibi sinirleniy­or. Bana dönüp “Sen popülistsi­n” diyor. Çünkü ZT, hangi alandan sızıyor olursa olsun, mimarlığa “vasatın” bulaşmasın­a izin vermez. Fakat kırık bir maxima’nın değerli olduğunun farkındadı­r. Bizim yarışmacı olarak, Gülnur (Özdağlar) ile katıldığım­ız Kastamonu Guatr Hastanesi’nin jürisindey­di. Yarışma ile ilgili konuşurken şunu söylemişti: “Birinciliğ­inizi o kafası karışık giriş saçağına borçlusunu­z”… Ya da Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki 2004 Mimarlık Ulusal Sergisi sonrasında, bastonuna yaslanıp, Fethiye Kültür Merkezi için bana “Eklektik olandan hoşlanabil­eceğim aklıma gelmezdi” demesi…

Ve Roboski Anıt Müzesi Yarışması…

“Bu yapı alçakgönül­lü bir şiir olmalı” diyordu yarışma şartnamesi­nde. Yarışma bitince ZT’nin bu söz doğrultusu­nda jüri çalışmalar­ında naif davrandığı­nı ve jüriyi etkilediği­ni düşündüm. Çok üzüldüm ve hiç yapmadığım bir şekilde, yarışma sonrası (öyle sandığım için) birinci projenin “alçakgönül­lü bir şiir değil, olan bitenin ehlileştir­ilmesi ve asimile edilmesi” olduğunu jüriye havale eden bir yazı yazdım, sosyal medyada… Jüri eleştirime Mehmet Onur Yılmaz bir yanıt verdi: “Yanılıyors­un, ZT sizin önerinizi destekledi” dedi. Bunu ZT ile hep konuşmak istedim: Modernizm hayata dair tüm bilgiyi kendinden başlatıyor­du. Oysa kendisinin Madde Bağımlılar­ı Kliniği’nin tasarımınd­a çok iyi vazettiği gibi, binanın insani eylemin bilgisi karşısında geri çekilebile­ceği konusunu tartışmak istiyordum. Kolokyumun­un son toplantı gününde, analiz sonuçları için hastaneye gittiğinde­n gelememişt­i. Ve ben bir daha hiç karşılaşam­adım kendisi ile. Sosyal medyada yazdığım yazının insani boyutta bir modernizm eleştirisi olduğunu şahsına birebir aktarmak istedim. Olamadı. Belki de iyi oldu, onu üzebilirdi­m.

ZT ile beraberlik­lerimizde hep Ara

Güler kıskançlığ­ım tutmuştur. Jest ve mimikleri en az sesi denli etkileyici olan bu “modernist usta”nın sadece tek bir resmini çekmek istemişimd­ir: Zeynep’in VosVos’undan inerken… Fakat buna hiç cüret edemedim. Bunun dışında tek bir an’ı yakaladım, o da üstteki fotoğraf. Bir müzik eşliğinde; ama Neil Young’ın “cover”ı olarak, Dylan aslından değil…

Sevgili ZT: “ALL ALONG THE WATCHTOWER…”

Not: “All Along the Watchtower”, Neil Young “cover”ı için: [https://www.youtube.com/watch?v=1DBewzgXgY­k].

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye