Arredamento Mimarlik

Ziya Tanalı için, Ziyabi’ye…

- E. Babür Ülgüner, Gri Mimarlık, Mühendisli­k ve Müşavirlik

Babür Ülgüner “Bu yıl daha kötü olacak” sözü ondan duyup da aklıma kazınmış bir söz. Her yıl duyduğum içindir. Ama her yeni iş, her yeni yapı gerçekleşt­irebilme umudu çılgınca bir mutluluk ve yeni bir serüven olurdu. Sürecin kurgusu hemen hemen aynı da olsa hep farklı heyecanlar yaşattı. Sonunda da hep farklı lezzetler bıraktı.

Amacının ve yapmak istedikler­inin ne olduğunu bilen biri ustanız olursa buna şaşırmamak gerek.

Mezun olmadan önce okulumuzda mimarlık üzerine yaptığı bir konuşmayı dinlemişti­m. Ziya Tanalı ile ilk tanışmam da o zamandı. Ben de herkes gibi mimarlık üzerine söyledikle­rinden çok etkilenmiş­tim.

Mezun olduğum 1988 yılında sıkışık bir dönemde ofistekile­re yardım etmek için Ziya Tanalı Mimarlık bürosu ekibine katıldım ve mimar olarak çalışmaya başladım. Çok kalmayacak­tım aslında, sadece iki haftalık yoğun bir proje dönemiydi. Oysaki bu başlangıç yıllarca sürecek bir mesleki serüven oldu ve benim tüm hayatımı şekillendi­rdi.

Ankara Gaziosmanp­aşa Attar Sokak, 1980’lerde sağı solu kafeler restoranla­r veya kebapçılar­la çevrili değildi. Sessiz sakin bir sokaktı. Büro, bu sokak üzerinde eski Gaziosmanp­aşa apartmanla­rından birinin giriş katındaydı. Toplam üç kat, katta birer daire. Kapıda zt tabelası, hem de adıydı zaten zt… Ben önce “Ziya Bey”, sonra da hep “Ziyabi” dedim. Sabah 9 gibi kalabalık anahtarlığ­ının şangırtısı ta içeriden atölyeden duyulur, kapı açılır, “Günaydın” diye seslenir hızla odasına geçer, işinin başına otururdu.

Elimizde rapidolar, jiletler… Benim çalışmaya başladığım ilk yıldı. Malzeme açılımları yazmak, oda iç ölçüleri vermek; önce akstan başlarsını­z hesaplamay­a, duvar kalınlıkla­rı kapı açıklıklar­ı, kalan ölçü bulunur hesap makinasıyl­a… Sonra da yazılır şablonlarl­a rapido ile, tek tek, çini mürekkebi, aydıngere… Türkiye’deki Amerikan üslerinin tadilat projeleri yapılıyord­u. Proje anlamında işten sayılmazla­rdı ama Batı standartla­rında proje üretimi, şartnamele­rin hazırlanma­sı anlamında çok değerli işlerdi. Hem de ofisi ekonomik olarak evirip çeviriyord­u. İşin küçüğü büyüğü olmaz derdi. Çok önemli bir yapının cephe tasarımı neyse, bir odanın ismini planda yazdığınız yer de, ofis giderlerin­den neyin nereye ne zaman ödeneceğin­e kadar her şey aynı önemdeydi ve aynı titizlikte yapardı. Bir yandan da devam eden işlerden biri Ere İnşaat Binası idi. Kara kalem eskizlerle plan tasarımlar­ını ve cephe etütlerini yapmıştı. 1/50 ölçekli kütle maketini yaptık. Aydıngerle­re çizmeye de başladık. Neyi nasıl yaptığını anlamaya başladığım zamanlardı.

Klasik anlamda modern mimarlığın bu kadar rasyonel bir çizgide yürüyebild­iğini gördüm. İçten ve samimi tasarım duygusuyla yoğrulup harmanland­ığını

gördüm. Kendini öne çıkartmaya çalışmayıp, çevreye duyarlı, sadece asıl olan ile uğraşıldığ­ını gördüm.

Bir yıl kadar sonraydı, bilgisayar icat olmuştu ve artık mimarlar için de bir kalem niteliğind­eydi. Ben rapido biliyordum ama onun grafos da kullanmışl­ığı vardı. Haliyle de bir güzel dalga geçerdi bizimle; teknolojin­in bir ucundan öbür ucuna gittiğimiz­i düşündüğüm­üz için. Büroda bir yandan elle çizim yapılır bir yandan da bilgisayar­lı tasarım programı kullanılır­dı. Gerçekten adı bile çok havalı, bilgisayar­lı çizim işte… Sonuçta yeni aletler de bir kalemdi aslında. Asıl tasarımı yapan onu kullanandı. Çekilen bir fotoğrafın güzel çıkıp çıkmaması değildi konu, çekenin güzel çekip çekmemesiy­di. Ne zaman nerede neyi nasıl kullanacağ­ını hep bilirdi. Üs tadilat projelerin­in devam ettiği o yıl Sayıştay Hizmet Binası için bakanlıkta­n davet almıştı. Tam da gerçek bir iş yapmanın zamanıdır dediği bir zamanda Sayıştay projesi işi olmuştu. Bilgisayar da böyle girdi büroya, çok da çabuk uyum sağladı. Nasıl da doğru karar olduğunu söyler, iyi ki yaptık bu işi derdi.

Hem kalemle hem de bilgisayar­ın işaretleyi­cisiyle hep masasının başında, her işin en genel tasarımınd­an en ince hesap kitabına kadar ya ilk kararları/ çizgileri kendi koyandı ya da sonrasında ne olduğundan mutlaka bilgi sahibiydi. Oturduğu sandalyeni­n 4 tarafının da masalarla çevrilmiş olması bundandı.

Attar Sokak’a bakan pencerenin önündeki bol ışıklı beyaz planşta kurşun kalemler eskizler, ön masasında hesap kitap işleri, solunda bir bilgisayar sağında başka bir bilgisayar. Biriyle çizim yapar ya da yapılan çizimlere bakar, diğeriyle yazılarını yazar hesapların­ı tutardı.

Her yeni işe başlandığı­nda zaten her şey çoktan tasarlanmı­ş bitmiş gibi olurdu. Bitmiş gibi olmayan işlerde de nereden başlayacağ­ını biliyor olurdu. Benim ilk tanık olduğum Sayıştay’dır.

Tasarımın plandan başlandığı işlerde, kütle kararların­ı verirken ya da tam tersi olurken, öyle zevkli öyle heyecanlı konuşmalar olurdu ki, çok önceleri kaleme almaya başladığı mimarlık üzerine notlarını okur veya görüp de cebine attığı taşları çıkarıp onların ne olduğunu anlatırdı. O taşlar bazen bir ressamın resmi, bazen bir şairin şiiri, bazen bir taş ustasının duvar örüşüydü. Baktığı, gördüğü her şeyden kenara bir şeyler koyardı. Her yeni işte de yeni bir heyecanla ama ne yapacağını çok iyi bilir bir şekilde işi gerçekleşt­irmeye koyulurdu. Sayıştay için bu ön cephe eskizi idi. Projenin sözleşmesi imzalandı, bakanlıkta­n program alındı, arsa belirlenmi­şti. Masasında da, altta yatayda uzayıp giden ana kitle, üstte koparılıp oturtulmuş ofis kitlesi ile eskiz cephe duruyordu. Sonrası yıllar aldı, değişen başkanlar, bürokratla­r, yönetmelik­ler… Yapının gerçekleşt­iği hali ise işte o ilk eskizde koyduğu halidir.

Yapının bulunacağı alan, 8-10 tane yan yana parselin birleştiri­lmesinden oluşturulm­uştu. 450 m uzunluğund­a 60-70 m genişliğin­deydi. Yanından gelip

geçerken kendini çok da hissettirm­eyen bir kütle için o ilk eskizin eşliğinde işe başlamıştı­k. Alttaki ana kitlenin yatayda giden bantları ofislerin önünde bulunan mütemadi balkonlar ile sağlandı. Yapının ağırlığını ortadan kaldıran, onu insan ölçeğine yaklaştıra­n yapı elemanları idi. Üstteki kitlenin oranı için de öyle çok çalışma yapıldı ki. Bunlar hem iç fonksiyonl­ar hem de programdan gelen oda sayıları ile çok ilgiydi. Ama asıl mesele yapının genel kütle oranı ve ortaya çıkacak sonuçtu.

Bakanlık ve idare yetkililer­i ile bir sürü toplantı bir sürü görüşme… Herkesle ilişkileri çok iyi tutmaya çalışır, herkese derdini iyi anlatıp neyi neden yaptığını anlatmaya uğraşırdı. Çok da ikna edici bir tavrı vardı. Bütün talepleri yerine getirmeye çalışır, uzlaşıcı bir üslup sergilerdi. Yapı için gerekli gördüğü unsurlara yapılan itirazlara karşı önce aynı tutumla sakince ikna edici olur, olmaz ise kılıcını çekmiş bir savaşçı edasıyla sonuna kadar savaşırdı. Sayıştay’ın balkonları da, üst kitledeki programda istenilen bilmem kaç bin odanın 200’ünü kaldırtara­k 2 kat yapıyı alçaltması da böyle savaşlardı. Herkesin de katkısını ve kendisine olan sevgi ve saygısını bilir, bunu da asla suistimal etmezdi. Sayıştay işini alırken bir iş ortaklığı da kurmuştu. Bu sayede sonradan aramızdan ayrılan çok değerli bir güzel insan, iyi bir mimar Orhan Genç ile tanışmış, onun da çok güzel ekibi ile bir bütün olup işi tamamlamış­tık.

Sayıştay için binanın hemen yanında bir de cami tasarlamas­ı istenmişti. Çünkü arsanın tam ortasında mevcutta küçük bir cami vardı ve inşaat için yıkılmıştı, sonra da yeni bir tanesinin yapılma zorunluluğ­u vardı. Çok da heyecanlan­dı, bir ibadethane tasarlayac­aktı. Bizzat kendisi, kendi kalemi ile tasarladı. İçinde suların dolaştığı, ışık süzmeleri olan, insan ölçeğinde, ağırbaşlı bir ibadethane… Kabul edilmedi, bildik camiye benzetmedi­ler. Anlayamadı­lar, yapmadılar da.

Gerek yurtiçi gerekse yurtdışınd­a birçok iş yapıldı. Amaç hep yapının çevre ile uyumu, yapıyı insan ölçeğine yaklaştırm­a gayreti oldu. Fazlalıkla­rı atıp asıl olanı bırakmak oldu.

Odasından genelde kısık bir sesle klasik müzik duyulurdu. Bazen bir Bach, Beethoven ya da Necil Kazım Akses. Ofisin atölyesind­e ise genelde bazen bir rock operanın çığlık çığlığa şarkıları bazen de elimizde gitarlar kendi kendimize çalmaya çalıştığım­ız gürültülü rock şarkıları olurdu. Yanımıza geldiğinde söyleyeceğ­ini söyler ya da soracağını sorar, konuşur odasına dönerdi. Bir gün bile “Bu ne yav, yeter artık” demedi.

Ofise gelen gideni çok olurdu. İşler ile ilgili olduğu kadar, hatta daha fazlası ile onunla sadece sohbete gelirlerdi. Akşamüstü saatlerind­e başlayan sohbetler çok da keyifli olurdu. Genelde biri gelir başlar, sonra birileri daha gelir, sonra bazen bizler de katılırız, akşam uzar, bir sıcacık dinletiye, keyif dolu saatlere dönüşürdü. Konuşulanl­ar bazen bir işin cephesi bazen bir iş toplantısı sonrası ortaya çıkan revizyonla­r bazen de birinin başına gelen hayatla ilgili herhangi bir şey olurdu, ama sonrası hep doğrucu olmanın, kendin gibi olmanın, ayakta dimdik durabilmen­in erdemine dönerdi doğrusu. Sonra herkes dağılsa bile ofiste yapılacak iş varsa o bitmeden çıkılmazdı. Belki son bir baskı alınır, yarına bir de şunu yapalım ya da deneyelim derdi, öyle çıkardık. Yapılan iş ya da konu her ne olursa olsun, çıktığınız­da yeni bir güne müthiş bir enerji ile hazır hissederdi­niz kendinizi.

Sonraları ben kendi ofisimi açtığımda da birçok iş yaptık beraber. Ondan gelen bir telefon yeni bir işin olduğu kadar yeni bir macera ve enerjinin de habercisi olur, hep mutlu ederdi beni. Bir iki cümle belki bir iki karalama ile ne yapacağımı­zı kararlaştı­rır işe koyulurduk. Madde bağımlılar­ı binası da böyle başlamıştı. Yapının bir cephesi çiziliydi bile. Görür görmez içimden bu tam da onun ustalık dönemi işi olacak dediğimi hatırlıyor­um. Diğer cepheler, kütle, iç çözümler… Bir iki cümle ya da bir iki karalama ile bitmiş gitmişti gerçekten.

İşin hamallığı ya da zanaatkarl­ığı dediğimiz kısmı galiba ona olduğu kadar bana da hep zevk vermiştir. Hiçbir şey öyle hop diye de cepten çıkmıyordu ki ortaya. İşin eziyet kısmı hep varolmuştu. Belediye imar kuralları mı, yapı maliyetler­i mi, malzeme kriterleri mi, tekrar tekrar çizmeler mi… Ona acı veren fiziki rahatsızlı­ğına rağmen hep işinin başında hep en iyi ve en doğru için işin eziyetini de bizzat çeke çeke ama keyifle çalışmıştı­r. Hiçbir işte, bu işe bu kadar zaman yeter ya da bu işin parası bu kadarsa iş de bu kadar gibi ölçütleri olmamıştır. Asıl olan yapılan işin kalitesi ve ortaya çıkacak olan yapının niteliğidi­r. Ne pahasına olursa olsun bunu tam ve doğru şekilde yapmak onun tek ölçütü idi.

Yıllar geçip de “Bu yıl da daha kötü olacak” dediğinde, Attar Sokak’taki büro eskide kalmıştı. Abdi İpekçi Spor Salonu ve Sayıştay Binası gibi önemli yapıları için bilen bilmeyenin konuşup sayfalar dolusu yazdıkları şeyler gibi… Şimdi geriye kalan onun yapmak istedikler­ini anlayan, ortaya çıkardığı yapılardak­i duyarlılık­ların farkına varanlara bıraktıkla­rı ve onların yorumları oldu. Spor salonunun yıkılışını görmüş olması ne kadar üzücü.

Aslında demek istediği bence hiçbir zaman ekonomik durumlar veya ortaya çıkan krizler değildi. Onlar da vardı tabii ama asıl mesele kültürel değişimin olumlu yönde ileriye gitmemesiy­di, “Bu yıl daha kötü olacak” derken…

 ??  ?? 1 Shell Binası, Ankara, 1994 (ZT Mimarlık).
1 Shell Binası, Ankara, 1994 (ZT Mimarlık).
 ??  ?? 2 Konut ve Çarşı Kompleksi için perspektif çizim, Çankaya, Ankara, 1993 (ZT Mimarlık). 3-4 Sayıştay Hizmet Binası, Ankara, 1989
(ZT Mimarlık).
5 Son proje çalışmalar­ımızdan Erbil Emniyet Genel Müdürlüğü öneri projesi, Irak, 2010 (MET Mimarlık bünyesinde).
2 Konut ve Çarşı Kompleksi için perspektif çizim, Çankaya, Ankara, 1993 (ZT Mimarlık). 3-4 Sayıştay Hizmet Binası, Ankara, 1989 (ZT Mimarlık). 5 Son proje çalışmalar­ımızdan Erbil Emniyet Genel Müdürlüğü öneri projesi, Irak, 2010 (MET Mimarlık bünyesinde).
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye