Sesli Düşünceler
N. Müge Cengizkan Ziya Tanalı’yı, 2008 yılında Mimar Sinan Büyük Ödülü’ne değer görüldüğünde daha yakından tanımaya başladım. İlkini, Ziya Hoca için başlattığımız ve yürütücüsü olduğum Sinan Ödüllü Mimarlar Programı, mimarın etkinliğinin ve üretimlerinin değerlendirildiği bir panel, üretimlerinden oluşan bir sergi ve tümünü içeren bir kitabın yayımlanmasını kapsıyordu. Böylelikle, Zeynep Onur editörlüğünde Mimarlığa Emek Verenler:
Ziya Tanalı kitabını yayımladık*. Kendisinin, o güne kadar, yazdığı birkaç kitabı bulunuyordu; fakat kendisi üzerine yazılan bu kitabı elimize aldığımızda, programın ilk ürününü elimize almanın da mutluluğunu yaşadığımızı hatırlıyorum.
Ziya Hoca’yı, mimarlığın etrafından dolanırmış gibi yapıp, aslında tam da merkezinde tutan konuşmalarıyla hatırlayacağım. Mimarlığı anlamaya ve kendi mimarlığını bu bütün içinde sürekli ve sürekli konumlandırmaya uğraşan ve bu “sesli düşünme” halini bir eğitim aracı olarak tasarlayan biriydi. Bazen söylediklerinin, en azından benim için, anlamlı bir bütünlüğe ulaşmayan bulutsuluğunu, her zaman bu “sesli düşünme” haline yordum, hala da öyle düşünüyorum. Burada, kendisini, bu sesli düşünceleriyle anmak istiyorum.
“Düşünmek, düşündüklerini anlatabilmek, anlaşılır olabilmek çok zor iş doğrusu, ya da ben anlatırken çok zorlandığımı biliyorum. Düşüncelerimin aksayan taraflarına gelince... Olmaz olur mu? Sizinle atışırken bile yanılgılar çıkıyor orta yere [...] Biliyor musunuz bugünlerde ne düşünüyorum? Düşündüklerimin karşıtı doğru olsa bile, bu durum, benim düşündüklerimin yanlış olduğu anlamına gelmiyor sanırım. Tıpkı Aristo’nun düşüncelerinin Platon’u haksız çıkarmadığı gibi... İki düşünce öbeği de kendi bakışları doğrultusunda önemli hakikatleri barındırıyordu. Kendi düşüncelerimin doğru olduğuna inanıyorum. Ama karşıtlarının varlığını da görmemek için ahmak olmak gerekir. Söylediklerim elbette tüm hakikatleri içermiyor.
Benim düşüncelerim de yanılgılarla dolu olabilir. Ancak, doğrularının da küçümsenemeyecek kadar çok olduğunu görüyorum ve baş konulacak kadar da tutarlı olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de rahatım. Keşke daha çok kişi, düşünceleri ile yaptıkları arasındaki ilişkinin tutarlı olup olmadığını benim kadar irdeleyebilseler... Bir başka gerçek daha var. Bugünlerde klasisist bir tutumdan yana olmak neredeyse avangard olmak gibi bir şey! Bir cesaret işi, bir yalnızlığı yaşamak.” (s. 50)
“Bu dönem sonucu şunu gösteriyor sanırım; sorgusuz sualsiz kabul edilenlerin nesli tükendi anlaşılan, idoller, ikonlar dönemi kapandı! Bana verilen bu ödül, alelade olmayan, özenli ve tercih edilmiş, kendi estetiğini içinde barındıran, sıradanlığı değerlendirmeye kalkışan bir alçakgönüllülüğün de böyle bir ödüle uygun bulunabileceğini göstermesi açısından önem taşıyor. Şayet böyle ise, bu durum ülkemizin mimarlık kültürü açısından önemlidir. ‘Kendince’ olmaya böyle yönelir ve yönlendirilir, insanlar da, kültürler de. Bir kültürün kendisine ait olanı önemsemesi, onu ödüllendirmesi böyle başlar. Böyle bakınca da bir başka mutluluk daha veriyor bana... Ödülle ödülü alan kişi buluştu mu bilmiyorum. Ama ödül ile ödülü alan kişinin inancının buluştuğuna inanmak istiyorum.
Umarım bu inanç anlaşılmış ve ödül ona yönelmiştir. Bu, benim için, ödülü benim almış olmamdan daha değerli...” (s. 188)
“Ya yaptıklarımı ben yapmışım, ya da yaptıklarım beni yapmış anlaşılan... Bundan daha iyi bir övgü almadım ben hayatımda... Yaptıklarım bana, ben yaptıklarıma benziyorsak, tamamlanmış kabul edebilirim görevimi. Çünkü ben yaptığım işi hep ‘kendi kendi ile yüzleşmek için bir araç’ olarak gördüğümü söylerim ya...” (s. 183)
Mimarlık pratiğini ve düşüncesini birbirine örerek kuran ve her ikisini de yaşamı boyunca farklı biçimlerde ifade eden Ankaralı bir mimar Ziya Tanalı. Sevgi ve saygıyla anıyorum.
Not: * Zeynep Onur (ed.), Mimarlığa Emek Verenler: Ziya Tanalı, Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, 2010.