Mark Horvath ile “Evsizlik” Üzerine
Banu Özkazanç Dinçer Mark
Horvath’ın, hakkında konuşulan evsiz kitleyi, kendi hakkında konuşan öznelere dönüştürdüğü video röportajlar, temsili olmayan bir ilişkilenme biçimine geçiş açısından kritik bir önem taşıyor. Evsizliği deneyimlemiş olmasının da katkısı ile Horvath, “Invisible People” adlı bloğunda paylaştığı yazılar ve video aktivizmi aracılığı ile, bugüne kadar birikmiş olan akademik, filantropik ve siyasi klişeleri aşındıran bir söylem alanı açması açısından önemli bir figür.
Banu Özkazanç Dinçer: “Invisible People” (Görünmez İnsanlar) adlı video bloğunuzla, evsizlik alanının seyrini değiştirdiniz. Bloğunuzun ismini nasıl seçtiniz? Bu çok sık karşılaştığınız bir soru belki ama okuyucularımız için tekrar sormalıyım. Mark Horvath: İlginçtir, bu soru düşündüğünüz kadar çok sorulmadı. İki gün önce 10. yılımızı kutladık. Şimdi ne olduğunu hatırlayamıyorum, en başta farklı bir adımız vardı ama web sitesi için URL’si alınmıştı. Ben de aklımdaki ikinci isimle devam ettim yola. Konu evsizlik olduğunda, insanları görünmez yapan birçok farklı sebep var: Bunların bir kısmı kültürel gerekçeler; bazen çok meşgul olduğumuz için, bazen de bir başkasıyla empati kurmak istemediğimiz için görmüyoruz. Belki gereken duygusal enerjiye sahip değiliz ya da belki de bizzat biz de evsizliğin kıyısındayız. İnsanlara bakmıyor, onları görmüyor, dinlemiyor oluşumuzun pek çok nedeni olabilir. Doğru veya yanlış bulsak da oradalar, bu insanlar toplumun içindeler. Farklı oldukları için görmek istemediğimiz pek çoğunu görünmezler kategorisine dahil edebiliriz: Engelli insanlar, öğrenme veya gelişim bozukluklarına sahip insanlar vs. Yoksulluk içindeki evsizlik hali pek çok duygunun tetikleyicisi olabiliyor. Doğrusu, bu ismin nasıl ortaya çıktığını tam hatırlayamıyorum ama -ne yazık ki“görünmez insanlar” ifadesi evsizliğe tam anlamıyla uyuyor. Keşke uymuyor olsaydı.
BÖ: Evsizlik krizinden bahsederken
“salgın” ifadesini sıklıkla kullanıyorsunuz. Neden evsizliğin salgın aşamasında olduğunu düşünüyorsunuz? “Salgın” ile kastettiğiniz nedir?
MH: “Görünmez insanlar” projesini 10 senedir yürütüyorum ama aslında ben de 24 yıl önce evsizdim. Aradan geçen zamanda da aralıklı olarak evsizlik üzerine çalıştım. Durum hiçbir zaman şu anki kadar kötü olmamıştı; üstelik daha da kötüye gitmeye devam ediyor. Diğer ülkeleri bilmiyorum ama 1983 yılı öncesinde ABD’de, bugün kronik evsizlik denen şeyin varolmadığını biliyoruz. Tabii ki evsiz insanlar vardı ama onları bugün olduğu gibi sokaklarda görmezdiniz. Evsizlik sektörü ise sadece başarılarından söz etmekten keyif alıyor. Tamam harika, olumlu düşünmeye ihtiyacımız var ama ortada bir sorun da var. Evsiz hizmetleri sektörü, belki de yaşadığımız konut krizini öngöremedi. Kiralık veya satılık konut sahibi olmanın bedeli bugün ABD, Birleşik Krallık, Kanada ve eminim dünyanın başka yerlerinde de hızla yükseldi. Özellikle ABD’de durum çok vahim, çünkü konut altın gibi bir şeye dönüştü. Bitcoin gibi ticareti yapılıyor.
İşte bu sebeple İskan ve Kentsel Kalkınma Bakanlığı’na (HUD) göre bugün Los Angeles’ta 53.000 evsiz birey var. Aslına bakarsanız bu da gerçek rakamın epey
altında ama şimdilik kabul edelim. Los Angeles’ta 200.000 apartman dairesi ise boş. Herkes konut açığı olduğunu söylüyor ama aslında yok. Dünya kadar konut var. Sorun erişilebilirlik ile ilgili, insanların bu konutlara yetecek parasının olmaması ile. Sorunun gittikçe büyüdüğünü ve yeterince ciddiye alınmadığını düşünüyorum.
ABD’nin 27 şehrinde gazilerin evsizlik sorununun çözüldüğü, birkaçında ise kronik evsizlik sorununun bütünüyle aşıldığı iddia ediliyor. Ama evsizlik bir sebep değil, bir belirti. Dolayısıyla yoksulluk, ırkçılık, şiddet, koruyucu aileler, hapishaneler ve diğer birçok sosyal krize çözüm bulmadığınız sürece evsizliğe asla son veremezsiniz.
Bana kalırsa esas tehlike “Bakın nasıl da çözdük, çok iyi iş çıkarıyoruz” demekte. Otomasyon teknolojisi ilerliyor. ABD’de kamyon şoförlerinin sayısı diğer bütün mesleklerde çalışanlardan daha fazla.
5-10 yıl içinde tüm bu kamyonlar otonom hale gelecek ve şoförleri de işsiz kalacak. Bilgisayarların yerini alacağı ilk mesleğin eczacılık olduğunu söylüyorlar. Hatta benim çalıştığım pazarlama alanında bile sadece üst yönetimle toplantılara katılmak zorunda olan garibanların işlerini koruyabileceği söyleniyor. Grafik tasarımı bilgisayarlar yapacak, her türlü operasyonu ve bütün müşteri hizmetlerini bilgisayarlar yürütecek. Dolayısıyla bir yandan konut fiyatları yükselirken, iş olanakları azalacak. Tabii, yeni iş olanakları da ortaya çıkacaktır; otomasyonun yeni iş imkanları yaratacağını müjdeleyen böyle bir yazı okudum yakınlarda. Ama geçtiğimiz 5 yıl içinde ABD, Kanada ve Birleşik Krallık’ta olup bitenlere bakabilirsek, durumun gerçekten korkutucu olduğunu göreceğiz.
Bu meselenin bir deprem veya kasırga sonrasında yaşanan bir kriz gibi ele alınması gerekiyor. Bildiğiniz gibi yakın zamanda California’da büyük yangınlar meydana geldi; birçok insan evini kaybetti ve yeni ev bulmakta zorlanacaklar. Ama eminim ki onlara yardım etmek için büyük çaba gösteriliyor. Los Angeles’ta yıllardır evsiz olan 53.000 insan var; onlar için neden çaba harcanmıyor? Bir toplum olarak, ahlaki yükümlülüklerimiz olduğunu düşünüyorum. İnsanlar komşularına göz kulak olmalı tabii ama bunun bir de mali boyutu var. Çünkü insanları dışarıda tutmak da para harcamayı gerektiriyor. “Housing First”1 isimli videoda da bahsettiğim gibi, insanlara ev sağlayarak her yıl evsiz birey başına 20.000 dolar tasarruf edebilirsiniz. Bu, ABD’deki evsiz sayısıyla çarptığınızda, her yıl milyarlarca dolarlık tasarruf demektir. Yani demek istiyorum ki, eğer evsiz insanlara karşı merhametiniz yoksa belki banka hesabınıza karşı vardır. Herhalükarda bu insanlara yardım etmemiz gerekiyor. Ve gerekeni yapmıyor oluşumuza gerçekten anlam veremiyorum.
Sorunuza tekrar dönersek, bu konuya şu an olduğundan çok daha fazla önem vermemiz gerektiğini düşünüyorum; tıpkı bir ulusal felaket durumu gibi… Bildiğiniz üzere, ABD’de ulusal felaket durumlarında devreye giren FEMA isimli bir kuruluş var. FEMA konuya dahil olmadıkça, büyük şehirlerde evsizlik sorunuyla başa çıkamayız. FEMA devreye girip insanlara ev sağlamalı ve sonra biz de sorunun tekrar etmemesi için çalışmalıyız. Şu tokmakla köstebek vurma oyununu (Whac-A-Mole)2 bilir misiniz? Tıpkı oradaki gibi tek yaptığımız başına vura vura çözmeye çalışmak; habire aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar almayı bekliyoruz. Peki delilik değilse nedir bu?
BÖ: 10. yıl videonuzu izledim. Orada, evsiz insanları kamera karşısına çıkaran bu video bloğunu açtığınız sırada evsizlik sektörünün size engel olmaya çalıştığından, çünkü orada sadece başarı öykülerini görmek istediklerinden bahsediyorsunuz. Aynı videoda evsizlik sektörünün dahi, daha önce evsiz olan insanları işe almak istemediğini söylüyorsunuz ki en çok da buna şaşırdım. Gerçekten inanılmaz bir şey.
MH: Evet, benim için de şok ediciydi! Ben de pazarlama işinden atıldığımda elimde bir miktar kıdem tazminatım vardı. “Tamam” dedim “Ben evsizler için çalışacağım”.
Çok fazla kazanamayacağımı biliyordum ama bu işten keyif alacağımı, bunu zevkle yapacağımı düşünüyordum. Ne var ki iş bulamadım. Oysa eski bir evsiz olmamın artı değer katacağını düşünmüştüm. Ama ne yazık ki öyle olmadı. Evsiz hizmetlerinde çalışabilmek için MSW (Master of Social Work: Sosyal Hizmetler Yüksek Lisansı) derecesi aranıyor. Kentsel dönüşüm projelerinden, bağışlardan ya da başka yerden kaynak yaratan fon sağlayıcı kuruluşlar, kadroda örneğin üç MSW dereceli çalışanın olmasını şart koşuyor. Eskiden, evsizlerin bir işte çalışıyor olması pek sık rastlanan bir durum değildi. Çok enderdi. Bir barınakta pek çok insan var ve sonra diyelim ki bir hizmetli kadrosu açılıyor -ki bunlar gerçekten düşük nitelikli işler- ya da belki siz bir sosyal hizmet çalışanısınız ve birilerini terfi ettireceklerse de evsiz bir insan olarak yükselebileceğinizi düşünmeyin bile. Şimdilerde “akran destek personeli” (peer support worker) dedikleri bir pozisyon var ve burada siz evsiz kişinin akranısız ki bu gerçekten harika bir şey. Ama bugün yaşanan şu: MSW dereceli çok sayıda insan, sosyal hizmet çalışanı olarak işe alınıyor ama evsizliğe dair en ufak bir deneyimleri yok. Sokağa akran destek personeli ile çıkıyorlar; bu personel çok da yüksek bir ücret almıyor. Bunun yanında MSW’lulara gerçekten iyi para ödeniyor. Ve bu akran destek personeli, ellerinde sadece bir üniversite diploması olan MSW’luların aslında hiçbir şey bilmediklerini, gerçek bir deneyimleri olmadığını söylüyor. Yani böyle bir sürtüşme de yaşanıyor. Kendilerinden öğrendiğim kadarıyla, akran destek personeli MSW’lularla aynı işi yapmalarına hatta daha iyi yapmalarına karşın onlarla aynı maaşı alamıyor olmaktan hiç de memnun değil. Evsizlik sektörü olarak bizlerin de, akran destek personeli için eğitim olanakları geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bilemiyorum, bağışlarla, yardımlarla ya da belki burslarla, bir şekilde üniversiteye giderek o MSW derecesini almalarını sağlamamız gerek. Tamam,
4 sene eğitim görmüş birinin işe alınmasını hiçbir şekilde adaletsiz bulmuyorum. Sonuçta onların da geri ödemeleri gereken öğrenim kredileri var. Ama bir yanda da ekonomik koşulunu iyileştirmek isteyen
evsiz insanlar var; geçmişte yoksul oldukları için, liseden sonra üniversiteye girebilmiş gençlerle aynı fırsatlara sahip değildiler belki ama bence bu eğitimi almak onların da hakkı. Ne dersiniz?
2011 yılında Jeff Pulver’ın [New York’ta Amerikalı girişimci] “140 Characters Conference (140conf)” başlıklı konferansına katıldım; bugün bile beni gerçekten heyecanlandıran bir şey. Pulver farklı tipte konferanslar düzenlemeyi sürdürüyor ancak bu katıldığım Twitter’daki 140 karakteri tema alıyordu. Pulver, orada evsizleri sahneye çıkarmama fırsat verdi. Oysa o büyük evsiz hizmetleri kuruluşları ile temasa geçseydim, muhtemelen ancak “bakın ne büyük bir başarı hikayesi” diye takdim edebileceğim bir “sabık” evsizi sahneye getirmeme izin verirlerdi. Öte yandan Canadian Alliance to End Homelessness evsizleri sahneye çıkarıyor; evsiz insanları eşitleri olarak görüyor, onlarla gerçekten iyi bir diyalog kuruyor, etkinliklerine dahil ediyor çünkü bu her iki tarafın da kazandığı bir durum. Evsizlik ve Yoksulluk Hukuku Merkezi (NLCHP: The National Law Center for Homelessness and Poverty) de aynı yoldan giderek her panelde evsiz bir konuğu ağırlıyor, çünkü evsizler aslında konunun uzmanları. Fakat bunun dışında neredeyse hiçbir konferansta, yöneticilerin çoğu bu işi yapanları dinlemiyor. Böyle bir “iletişimsizlik” sözkonusu. Dinlemediklerini söylemem doğru değil belki ama evsizlik sektörü sözkonusu olduğunda böyle bir ayrışma ortaya çıkıyor. Çok somut bir şekilde örneklemem gerekirse: Mesela siz bu söyleşiyi Skype üzerinden yapmak istiyorsunuz, bense bir kullanıcı olarak Zoom’u tercih ediyorum. Ve biz söyleşiyi Zoom üzerinden yapmak konusunda uzlaşıyoruz. Bir kullanıcı olarak böyle bir seçim yapma imkanına sahipsiniz:
Hangi havayolu ile seyahat edeceğinizi, hangi arabayı kullanacağınızı, hangi sodayı içeceğinizi, hangi hamburgeri yiyeceğinizi tercih edebilirsiniz. Oysa evsiz insanlar, satınalma güçleri olmadığı için, hangi hizmeti alacakları konusunda da seçim yapamıyorlar. “İhtiyacın olacağını düşündüğümüz şey bu” yerine “Gerçekten neye ihtiyacın var?” sorusunu duymaları gerekiyor. Demek istediğim, satın alma gücümüz oranında sesimizi duyurabiliyoruz. Peki bu mantıklı mı? Ve bunu nasıl değiştirebileceğimiz konusunda hiçbir fikrim yok. Düşünün ki, ofisinde bulunduğumuz sırada bize “evsizlerin gereken desteği alamamalarının sebebi oy kullanmıyor olmaları” deme cüretini gösteren Judy Chu adında bir kongre üyesi var. Buna bir de satınalma güçlerinin olmadığını eklerseniz, evsizler, bütünüyle görünmez insanlar haline gelirler.
BÖ: Son olarak şunu soracağım: ABD’de evsizlik stereotipi nedir? Ve siz evsiz insanlarla yüzyüze tanıştığınızda bu stereotipin ötesinde neler görüyorsunuz? MH: Gerçekten güzel bir soru. Doğrusu, bu stereotipin büyük ölçüde yardım kurumları tarafından güçlendirildiğini düşünüyorum. Öyle ki, yılın bu zamanlarında -yani şükran günü tatili ve Noel’de- barınakların pek çoğu, “muhtaçlık görselleri” olarak adlandırdığım görüntüleri kullanıyorlar.
Kir içinde bir evsiz ya da acıkmış ve üzgün görünümlü bir çocuk ile temsil ediliyorlar. Yemek istiyorlar; “Sadece 1.99 $ ile bir evsizin karnını doyurabilirsiniz”, “20 $ vererek şunu yapabilirsiniz” vs. Ve biliyoruz ki “gelin bu insanı sokaktan kurtarıp bir eve yerleştirelim” diye para istediğinizde bağışçılar buna yanaşmayacaklar -en azından benim sorduklarım yanaşmadı. Ama eğer yemek için isteseydim, bağış yaparlardı. Ve işte, yılın bu zamanlarında ortalık bu zararlı kabulleri pekiştiren görüntülerle doluyor. Evet, stereotipler çoğunlukla içinde bir miktar doğruluk payı da barındırır ve dolayısıyla evsizin stereotipik imajı da öyle. Tamam ama anlamadıkları bir şey var; bütün evsizleri, elinde mukavva, ne zamandır yıkanmamış, tıraş olmamış bir adam olarak görüyorlar. Demografik yapıyı bütünüyle bu imajla sınırlıyorlar, bundan ibaret sayıyorlar. Kadınlar ve çocukların da dahil olduğu, hiç görmediğiniz koca bir evsiz nüfusu varken sırf medyanın, bağış toplama araçlarının inşa ettiği klişelerden dolayı hepsinin bir olduğunu varsayıyoruz. Ve fakat böyle değil.
Bildiğiniz gibi ABD’de kronik evsizler, evsiz nüfusun çoğunluğunu oluşturmuyor. En kötüsü ise insanların evsizliği kişiler üzerinden yargılaması. “Bu onların suçu, tembeller, çalışmak istemiyorlar, yanlış kararlarlar almışlar…” vs. Hepimiz yanlış kararlar alırız. Eğer bunun cezası evsizlikse, şimdi hepimiz sokakta olmalıydık.
Bugün evsizliğin başlıca nedeni uygun fiyatlı konut eksikliğidir. Mesela benim annem huzurevine tam zamanlı giderse evini elinden alacaklar. Sağlık hizmeti karşılığında insanların ellerindekileri alıyorlar. Ve ben şehirde yaşarken buraya annem için döndüm ama burada iş yok. Yani onu ziyaret edebilmek için burada kalırsam ben de evsiz olacağım. Los Angeles, New York, Detroit, Londra ya da başka bir büyük şehre gidip iş bulabilirim. Ama doğup büyüdüğüm yerde bu mümkün değil. Fakat “bana acıyın” diye de anlatmıyorum bunları. Bu gerçek bir örnek; pek çok kişinin başına geliyor.
“Gümüş tsunami” adını verdikleri yaşlı nüfusun artması ile 60-65 yaş aralığındaki kesim rekor düzeyde evsizlikte başı çekiyor. Ve bu çok ciddi bir kriz. Evsiz barınaklarına gidiyorum, huzur evinden farkları yok. Her ne kadar ben yıllardır nefesim yettiğince haykırıyorsam da sosyal hizmetler çıkıp da bu konuda tek söz etmiyor. Reaktif olmak yerine pro-aktif olmak zorundayız. Evsizlikte başı çeken yaşlılar, sosyal hizmetlere bugünkünden çok daha fazla vergi verecekler ve bu çok korkutucu. Ben bardağın dolu tarafına bakan, iyimser bir insanım. Sadece gerçekçi olmaya çalışıyorum. Çeviri: K. Bilge Erdem