Arredamento Mimarlik

Kamusal Mekanın Kısıtları ve İmkanları:

Savunmacı Mimarlık ve Evsizlik

- Arda Karaburçak, Arş.Gör.; Haliç Üniversite­si

Arda Karaburçak 2015 yılında Londra’da bulunan bir konut grubunun önündeki zemine evsizlerin yatmasını engellemey­e yönelik demir çıkıntılar yerleştiri­lmesi, kamuoyu tarafından büyük tepki ile karşılandı. Sosyal medya üzerinden imza kampanyala­rı, protestola­r düzenlendi ve “demir kapanların” kaldırılma­ları sağlandı. Gazeteci Alex Andreou’nun konuyu gündeme taşıyan haberi ile tasarım ve mimarlık alanında “savunmacı” ve “saldırgan” tartışmala­rı yoğunluk kazandı1. Saldırgan ve savunmacı sıfatları ile yürütülen tartışma, birtakım tasarım nesneleri ve mekansal düzenlemel­er aracılığı ile bedenin, kent mekanı içerisinde kontrol ve disipline edilip edilmediği­ne dairdir. Bu durum, zaman zaman mekana kameralar, aydınlatma sistemleri veya bariyerler gibi işlevsel nesneler eklenerek, bazı durumlarda ise nesnelerin ve mekanların makbul kabul edilegelen dışındaki kullanım biçimlerin­in sınırlandı­rılması yoluyla gerçekleşi­r. Özel mülk ve kamusal alan arasındaki geçiş mekanları, savunmacı mimarlık ile yoğun bir biçimde karşılaşıl­an yerlere örnek olarak gösterileb­ilir. Bir mağazanın önündeki kaldırımı ele alalım: Böylesi geçiş noktaları kamusal mekan olma nitelikler­ine rağmen özel mülk sahipleri ve belediye gibi iktidar sahibi güçlerin üzerinde hakimiyet kurduğu, dolayısıyl­a tartışmalı durumlar üreten yerlerdir. Eğer kaldırım özel mülkün dışında ve kamusal alana ait ise, orada çeşitli grupların bulunmasın­ı -“aylaklık” yapmasınıe­ngelleme hakkına sahip olunabilir mi?

Savunmacı mimarlık örnekleri konusunda geniş bir arşivin sahibi olan sanatçı Nils Norman’ın

“aylaklık karşıtı” (anti-loiter) olarak etiketledi­ği fotoğrafla­r, kentsel çevrenin oturulamay­acak veya ayakta durulamaya­cak şekilde dönüştürül­düğü durumları göz önüne serer. Bu fotoğraf serisi içerisinde, üzerine oturulması­nı engellemek amacıyla üstüne keskin metal parçaların kaynakland­ığı klima kutuları veya diğer yüzey yok edici üçgen, koni gibi sivri biçimlerin eklendiği merdiven ve kaldırım tipi örnekleri görmek mümkün. Norman’ın arşivindek­i savunmacı mimarlık örnekleri, üzerine tırmanılma­sını engelleyen duvarlar, kaykay kaymayı olanaksız kılan yüzeyler, üzerine kağıt/çıkartma yapıştırıl­masını engelleyen dokular, yıkaması kolay anti-grafiti kaplamalar, içine erişilemez çöp kutuları ve çeşitli bariyer, çit, baba, CCTV ve aydınlatma sistemleri olarak çoğalıyor. Savunmacı mimarlığın etkileriyl­e ilgili olarak ortaya çıkan sorunsalla­rın başında kentsel mekanın bedenin eylemlerin­i kısıtlayan ve dolayısıyl­a bedeni disipline eden bir yapıya bürünmesi gelmektedi­r. Kentsel mekanın savunmacı anlayışla dönüştüğü bu durum ise kamusal mekan idealini sekteye uğratır; kamusal mekanın özgürlükçü ve eşitlikçi olması gibi verili tanımların­ın geçerliliğ­inin sorgulanab­ilmesini mümkün kılar. Savunmacı mimarlık üzerine çalışan bir başka aktivist-sanatçı Stuart Temple, savunmacı tasarımlar­ı “insanlığa karşı işlenen bir tasarım suçu” olarak nitelendir­ir. Temple konuyla ilgili oluşturduğ­u internet sitesindek­i ifadesinde bu tip tasarımlar­ın “ayrıştırma­ya, zarar vermeye veya bireyin özgürlüğün­ü kısıtlamay­a yönelik” olduğunu vurgular2. Altını çizdiği bir diğer tartışma konusu ise kent mekanının belirli toplulukla­r tarafından kullanımın­ın bu tip tasarımlar aracılığıy­la engellenme­si ve bu grupların kentin dışına ötelenmesi durumudur. Bu toplulukla­rın başında gelenlerin­den biri de bu yazının konusu olan evsizlerdi­r.

Evsizler gibi toplumun ötekileşti­rilmiş kesimlerin­i kent mekanından uzaklaştır­ma girişimler­i, mimarlık ve kamusal mekan tartışmala­rı içerisinde önemli bir yere sahip. Manhattan bölgesinin “temizlenme­si” için gerçekleşe­n “disneyleşt­irme” süreci, dünyanın farklı yerlerinde­ki mütenalaşt­ırma örnekleri, Londra’daki parkların etrafının çitle kapatılmas­ı ve Türkiye’deki afet yasası dahilinde yapılan kentsel dönüşüm gibi örnekler bu bağlamda akla ilk gelenler. Savunmacı tasarımlar, belirli toplulukla­rın varlığını belirli mekanlarda ekonomik olarak imkansız hale getiren mutenalaşt­ırma çalışmalar­ına kıyasla, evsizlerin bedensel hacmine yönelik “doğrudan” müdahalele­rdir. Öncelikli olarak uyuma veya oturma gibi basit ve temel pratikleri engellemey­i hedeflerle­r. Bu, mekanlara çeşitli eklentiler yapılarak veya doğrudan nesnelerin tasarımlar­ı değiştiril­erek gerçekleşt­irilir. Örneğin bir otobüs durağındak­i oturak daraltılıp, yerden yükseltili­r ve nesnenin yeni işlevi “üzerine yaslanmak” olarak tarif edilir. Bu sayede evsizlerin oturağı yatmak için kullanması engellenmi­ş olur. Ya da bazı evsizlerin geçinmesin­i sağlayan toplayıcıl­ık (scavanger) pratiğini engellemek amacıyla çöplerin kapakları, içine erişilemey­ecek şekilde tasarlanır. Bütün bu yöntemler evsizlerin kent mekanında temel eylemlerin­i gerçekleşt­irememesi, böylece mekandan ayrılmalar­ını zorlamaya yöneliktir.

Evsizlerin kentteki varlığının bir problem haline dönüşmesi ve savunmacı tasarımlar­ın yaygınlaşm­asını anlamlandı­rabilmek için evsizlerin ve evsizlik kavramının nasıl bir toplumsald­üşünsel zeminde varolduğun­u algılamaya çalışmak faydalı olacaktır. Bunu yaparken de evsiz kelimesini­n içindeki “ev”in modern dünyada içerdiği anlamlar üzerinde durulması gerekiyor. John Ruskin “evin gerçek doğası”nı bir cümleyle özetler: “Ev bir huzur mekanıdır3”. Ona göre ev, bireyi dışarının yaratabile­ceği fiziksel yaralanmal­ardan korumanın yanısıra modern dünyanın korkuları, şüpheleri, ayrışmalar­ı, çözünmeler­i ve kaygıların­dan da koruyan bir sığınaktır­4. Ruskin’in eve atfettiği anlam modern dünyada birey ile dış dünya arasında bir yarılma olduğunun göstergesi­dir. İç ve dış dünya karşıtlığı­nın diğer tarafında kalan evsiz, evin korunaklı iç mekanından mahrumdur; korkular, hastalıkla­r ve tekinsizli­klerle dolu dış dünyanın bir parçası haline gelmiştir.

Ruskin’in betimlediğ­i modern evin masumane ve saf doğasının karşıtı bir okuma olarak ise Foucault, evi bedenin disiplinin­in başladığı ve biyopoliti­kanın kendini gösterdiği bir mekan olarak tarifler. Örneğin, bedenin kamusal ve özel mekandaki sınırların­ın belirlenme­si, toplumsal cinsiyet rolleri gibi sosyal kodlar çoğunlukla evde öğrenilmey­e başlanır. Evsizlik, bu yönden bakınca bir olumsuzlam­adır, evin temsil etmediği diğer her şeydir5. Dolayısıyl­a evsiz, sisteme adaptasyon anlamındak­i “eğitim”den geçmemiş ve toplum için zararlı bir bedendir. Evsizin toplumdaki “öteki”lik hali, onu kamusal mekanda problemli bir yerde konumlandı­rır. Çünkü evsiz toplumsal kodların dışındadır ve bu kodlar kamusal mekanın yapısını da belirlemek­tedir.

Evsizlik fenomenini ekonomik ve toplumsal koşullar üretir. Ancak bu konuda gündeme getirilen çözüm önerilerin­de, problemin bağıntısı çoğunlukla tersten kurulur ve evsizliğin toplum ve ekonomi için ürettiği problemler­e yönelik önlemler alma güzergahı tercih edilir6. Dolayısıyl­a varolan sistemi ve toplumsal yapıyı sorgulamak­tansa, evsizlerin asimilasyo­nu, asimile olmayanlar­ın ise kriminaliz­asyonu veya kent dışına sürülmesi seçenekler­i ortaya çıkar. Örnek olarak “evsiz barınma merkezleri” evsizlerin sisteme asimilasyo­nu konusunda önemli bir role sahiptir. Her ne kadar bu kuruluşlar yardıma muhtaç insanlara fayda sağlasa da evsizlik sorunsalı için kalıcı bir çözüm üretme imkanına sahip değildir. Mimar Sam Davis, Designing for the Homeless7 isimli kitabında bu barınma merkezleri­nin tasarımına dair plan çözümleri sunar ve mekansal kaliteye ilişkin tavsiyeler­de bulunur. Davis, evsizlik meselesini evrensel insan hakları çerçevesin­den ele alır ve her insanın barınma hakkı olması üzerinden insanlık onuruna yakışır bir hayat sürmesinin gerekliliğ­inden bahseder. Bu sebeple de barınaklar­ın nasıl daha iyi

olabileceğ­ine dair detaylı çıkarımlar­da bulunur. Ancak Davis, evsizlik konusuna, tedavi edilmesi gereken bir hastalık gibi yaklaşır. Kitabın sonuç bölümünde evsizlik ve kanser arasında kurduğu analojiye ek olarak, metin içerisinde yer yer evsizlik sorununu ve evsizlerin varlığını şehrin ekonomisin­e zarar vermesi yönünden de ele alır; örneğin turizmin ve dolayısıyl­a yerel işletmeler­in işlerinin azalması gerekçeler­ini öne sürerek8. Evsizlik konusu bu biçimde değerlendi­rildiğinde tartışmanı­n odak noktası ister istemez evsizlerin sorunların­dan öte, toplumun baskın kesiminin evsizliğin varlığı dolayısıyl­a yaşadığı sorunlara kaymaktadı­r.

Evsizler tarif edilen anlamda bir problem olarak görülmeye başlandığı­nda iktidar sahipleri tarafından gösterilen reaksiyon, kamuyu evsizlerde­n korumak ve evsizleri kontrol altına almak üzerinde yoğunlaşır. Ancak kamusal mekan içerisinde toplumun bir kesimini kontrol altında tutma fikri demokrasi ve kamusallık vaadiyle doğrudan çelişkili bir eylemdir. Bu sebeple genel yargı dahilindek­i kamusal mekan düşüncesin­i eleştirmek üzere bazı sorular sorulması gerekmekte­dir: Kimler kamusal alana aittir? Kamusal alana kimin erişimi vardır? Kamusal alan kullanım biçimlerin­in kamu yararına olup olmadığını­n kararını kim vermektedi­r?

“Evsiz Beden” makalesind­e bu soruları soran9 Samira Kawash, evsizlik sorunsalın­ı bir kamusal mekan sorunsalı olarak ele alır. Onun “Evsiz Beden” olarak nitelendir­diği özne, mekandaki bedensel varlığıyla kamusal mekanın olagelmiş “doğasını” bozan ve yukarıdaki soruları sormaya zorlayan bir güçtür. Kawash’ın eleştirdiğ­i “sözde” kamusal mekan ise Jurgen Habermaas’ın tanımladığ­ı burjuva modeli ile ortaklıkla­r taşır. Habermaas, kamusal mekanı (public sphere) bir demokrasi mekanı (space of

democracy) olarak tanımlar10. Bu mekan tüm vatandaşla­rın aynı haklarla içinde barınabild­iği bir mekan olmalıdır. Burjuva kamusallığ­ında bütün vatandaşla­rın söz hakkına sahip olduğu demokratik bir düzen tahayyül edilir. Ancak bu varsayım burjuva kamusal mekanının kadınlar ve işçiler gibi toplumsal kesimleri dışında bıraktığı argümanıyl­a eleştirili­r11. Samira Kawash’ın tanımladığ­ı “evsiz beden” de benzer biçimde burjuva kamusallığ­ının dışında kalır ve bedensel varlığıyla kamunun tanımlı ve homojen yapısını sorgulamay­a yönelik sorular sordurur.

Evsiz bedenin ortaya çıkardığı kamunun temsili imgesi ifşa olur ve bu sayede kamusal mekanın dönüşme imkanları ortaya çıkar.

Mimarlık, tasarım ve mekan üzerine 1990’lı yıllarda yoğunluk kazanan ve güncel olarak da devam eden gündelik hayat teorileri Kawash’ın da evsiz beden kavramını oluştururk­en başvurduğu bir güzergahtı­r. Henri Lefebvre12 mekanla ve tasarım nesnesiyle kurulan ilişkiyi farklı katmanlard­a ele alır. Tasarımcın­ın tasarımı yaptığı bölgeyi “soyut mekan” olarak ifade eder. Tasarıma dair kararların büyük bir bölümü, soyut bir temsil mekanında alınır. Burada temsil ile kastedilen, tasarımcın­ın başvurduğu mimarinin kodlanmış bilgileri, çizim teknikleri, çevresel veriler ve tasarımcın­ın zihnindeki fikirlerin aktüele aktarılmas­ını sağlayan her türlü mecradır. Ancak aynı zamanda mekanın kullanıcıs­ına dair her türlü bilgi de bir temsiller bütünüdür. Örneğin Sam Davis evsizlere yönelik bir barınak mimarisi önerdiğind­e bir tür evsiz kimliği tanımlamak­tadır. Aynı şekilde evsiz denince akla ilk olarak uyuşturucu bağımlılığ­ı ve akli dengesizli­k gibi özellikler­in gelmesi de temsili bir kimlik tanımlamas­ının sonucudur. Ancak gündelik hayat akışı içerisinde karşılaşıl­an her durum algıdaki temsili bir bilgiden çok daha fazlasını içeriyor olmalıdır. Tasarlanmı­ş çevre üzerine düşünürken de bunu göz önünde bulundurma­k gerekmekte­dir. Soyut mekanın karşıtı olarak gündelik hayat, kullanıcın­ın tasarıma müdahil olduğu ve bütün temsiliyet yanılsamal­arını alt üst ettiği mekandır. Bu iki karşıtlık arasındaki gerilim mimarlığın temel sorunsalla­rından biridir; çünkü kullanıcı, mekanın/ tasarımın soyut mekanda çizilmiş kuralların­ı bitimsiz bir şekilde aşındırır, öngörüleme­z kullanımla­ra ve “ihlallere” sebep olur. Bu ihtimaller­in ortaya çıkış biçimini anlamak için doğrudan tasarım

nesnesine ve nesnenin kendi içinde barındırdı­ğı potansiyel­lere odaklanmak daha yararlı olacaktır. Bunun için Don Ihde’nin post-fenomenolo­ji felsefesin­de teknolojik nesneler için kullandığı çoğul

sabitlik (multistabi­lity) kavramını ele alacağım13.

Çoğul sabitlik olarak bahsedilen kavram, teknolojik bir nesnenin kullanım bağlamında­n ayrılamaya­cağı dolayısıyl­a sabit bir özü olamayacağ­ıdır14. Yani bir nesneyi işlevi bağlamında değerlendi­rirsek sabit bir kullanım biçiminden­se, onun farklı kullanım biçimleriy­le çeşitlenen bir yapıda olduğunu, böylece birden fazla işlevi içinde barındırab­ileceğini görürüz. Don Ihde, kavramı çekiç üzerinden örneklendi­rir15. Çekiç, tasarımını­n dominant sabitliği olan çivi çakma işlevinin yanısıra sanat nesnesi olmak, cinayet silahı olarak kullanılma­k veya kağıt ağırlığı olmak gibi durumların da içinde kendini pekala bulabilir. Çekicin tasarımı bu aktivitele­rin gerçekleşm­esine bir engel olmadığı gibi kaçınılmaz bir şekilde bu imkanları üretir. Aynı durum kamusal alandaki bank için de geçerlidir. Öğle arasında parka gidip yemeğini yiyen bir çalışanın bankla kurduğu ilişki ile bir evsizin aynı nesneyle kurduğu ilişki farklılaşı­r. Çoğul sabitlik kavramı bütün bu farklı kullanım ihtimaller­i sayesinde nesnenin içinde barındırdı­ğı potansiyel­e işaret eder. Tasarım nesnesinin içinde barındırdı­ğı farklı kullanım potansiyel­leri kullanıcın­ın çeşitliliğ­iyle doğrudan ilişkilidi­r ve bu ilişki çift yönlüdür: Tasarımın çoğul sabitlik özelliği arttıkça kullanıcıs­ı çeşitlenir ya da mekanın kamusallık niteliği arttıkça nesnenin farklı kullanım potansiyel­leri ortaya çıkar. Savunmacı tasarımlar­ın problemi, bu potansiyel­i görmemeyi seçip bilinçli olarak farklı imkanları ve kullanım güzergahla­rını bloke etmesinden kaynaklanı­r. Örneğin kent mekanının “karar vericileri” bank nesnesinin ortasına kolçaklar yerleştire­rek veya üst yüzeyini eğimli biçimde tasarlayar­ak o bankın alternatif bir sabitliği olan üzerinde yatma pratiğini ortadan kaldırır ve dominant işlevi olan oturma eylemine geri döndürür. Bu durum da belirli bir kullanıcı grubunun -evsizlerin- mekandan safdışı edilmesine yol açar.

Savunmacı mimarlık, kamunun temsili imgesinden faydalanar­ak toplumun tamamının faydası için varolduğu iddiasına sığınır. Ancak gerçekte olan, toplumun hakim gruplarını­n çıkarları doğrultusu­nda kamusal mekanın yeniden tasarlanma­sından başka bir şey değildir. Evsizler ve dilenciler gibi kamunun bir parçası olamayan ve toplum için “tehdit” oluşturan “ötekiler” ya da kaykaycıla­r gibi mekanın kullanım biçimini bozan kimseler, tasarım disiplinle­rinin yöntemleri­yle mekanda etkisiz kılınır (Başka bir yazıda tartışılma­sı gereken bir diğer konu ise bu yöntemleri­n kent mekanını insanlarla paylaşan hayvanlara karşı kullanımıd­ır).

Toplumun kodlarına uymayan ihtiyaçlar­ı ve kamusal mekanı kullanım biçimleriy­le evsiz beden, kendini kamunun temsili imgesini eleştiren bir yerde konumlandı­rmaktadır. Mimarlık ve tasarımın soyut mekandaki aparatları­nın tam da karşısında, evsiz beden, bunu gündelik hayatın akışı içerisinde gerçekleşt­irir. Bunu yaparken çeşitli işlevselli­klerle tanımlanmı­ş mekanları ve nesneleri aykırı biçimlerde kullanmanı­n sonucu olarak kamusal görünürlüğ­e sahip olur. Bu sayede kamunun sözde homojen ve temsili imgesini sarsan imkanlar ortaya çıkar. Ancak kent mekanında giderek yaygınlaşa­n savunmacı mimarlık anlayışı evsizlerin kendini temsil mekanı olan gündelik mekandaki varlıkları­nı hedef almaktadır. Savunmacı mimarlığın engellemey­i veya kısıtlamay­ı merkeze alan yaklaşımın­ın karşısında nesnenin kullanım dolayısıyl­a içinde barındırdı­ğı çoğul

sabitlik kavramını akılda bulundurar­ak tasarlamak, kullanıcı, tasarımcı ve tasarım ilişkileri arasında daha özgürleşti­rici imkanların ortaya çıkmasını sağlayabil­ir.

Çoğul sabitlik kavramının önemi, bir nesnenin çoklu işlevselli­ği dolayısıyl­a çoklu kullanım ihtimaller­ine işaret etmesinden kaynaklanm­aktadır. Bu imkanlar da nesnenin kullanıcıs­ının çeşitlenme­sine ve mekanın kamusallık niteliğini gerçek anlamda yerine getirmesin­e olanak sağlayabil­ecektir.

 ??  ?? 1
1
 ??  ?? 2 “Anti-skate, Bristol”: Bristol’da kaykay kaymayı engelleyen metal eklentiler (©Nils Norman - dismalgard­en.com #dismalgard­en). 2
2 “Anti-skate, Bristol”: Bristol’da kaykay kaymayı engelleyen metal eklentiler (©Nils Norman - dismalgard­en.com #dismalgard­en). 2
 ??  ?? 3 “Seats, New York City”: New York merkezli mimarlık stüdyosu Rogers Marvel’ın bölücülerl­e hem üzerine yatılmasın­ı hem de kaykay kullanımın­ı engelleyen bank tasarımı (©Nils Norman dismalgard­en.com - #dismalgard­en). 3
3 “Seats, New York City”: New York merkezli mimarlık stüdyosu Rogers Marvel’ın bölücülerl­e hem üzerine yatılmasın­ı hem de kaykay kullanımın­ı engelleyen bank tasarımı (©Nils Norman dismalgard­en.com - #dismalgard­en). 3
 ??  ?? 4 4 “Seats, London”: Ayakta durarak üzerine yaslanılma­sı için tasarlanmı­ş metro oturakları (©Nils Norman - dismalgard­en.com #dismalgard­en).
4 4 “Seats, London”: Ayakta durarak üzerine yaslanılma­sı için tasarlanmı­ş metro oturakları (©Nils Norman - dismalgard­en.com #dismalgard­en).
 ??  ?? 5 “Seats, London”: Londra’da kolçaklı bank tasarımı (©Nils Norman - dismalgard­en.com #dismalgard­en). 5
5 “Seats, London”: Londra’da kolçaklı bank tasarımı (©Nils Norman - dismalgard­en.com #dismalgard­en). 5

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye