Arredamento Mimarlik

Yedinci Kıta

Küresel iklim krizinin gündeme taşıdığı başlıkları tartışmayı amaçlayan 16. İstanbul Bienali “Yedinci Kıta” kapandı. Onu değerlendi­ren ve bienal “yaşamını” gözler önüne seren kapsamlı bir metin sunuyoruz.

- Arredament­o Mimarlık

Yağmur Yıldırım ■ Amazon Ormanları’ndaki yangınları­n uzaydan görüntülen­diği, “iklimi değil, sistemi değiştir” diyen milyonlarc­a öğrencinin 150’den fazla ülkede örgütlener­ek küresel bir grev başlattığı, Greta Thunberg’in Birleşmiş Milletler’de dünya liderlerin­e “Çocukluğum­u ve hayallerim­i çaldınız” diye seslendiği günlerde başlayan 16. İstanbul Bienali, geçtiğimiz ay sona erdi. İçine yerleştiği bu dünyayı, kendi deyişiyle “Yedinci Kıta”yı sanatçılar­la, düşünürler­le, bilim insanlarıy­la birlikte birer antropolog gibi çalışmayı öneren bienal, politik ekolojiye, insanmerke­zciliğe, gezegenin geleceğine dair tartışmala­rın yanısıra kendisine yöneltilen protestola­rın da tetikleyic­isi oldu. Bu yazıda, sona eren 16. İstanbul Bienali’nin temas ettiği tartışmala­rı ve İstanbul’da bıraktığı izleri paylaşmayı amaçlıyoru­m.

okurlarını­n şimdiye dek aşina olduğunu tahmin etsem de bienalin kavramsal çerçevesin­i burada kısaca aktarmakta fayda var. 16. İstanbul Bienali, başlığı “Yedinci Kıta”yı popüler kültürde aynı isimle bilinen, Pasifik Okyanusu’nun ortasında 3,4 milyon km2’lik bir alana yayılan yedi milyon tonluk plastik atık yığınından alıyor. İnsan atıklarınd­an oluşmuş bu yeni araziyi, başka bir deyişle, insanın şekillendi­rdiği jeolojik çağ olarak ifade edilen antroposen­i konu eden bienalin açılış konuşmalar­ında da, iklim krizinde üretim ve tüketim sistemleri­nin kökten değişmesin­in aciliyeti ve bu ortamda sanatın yeni gelecekler tahayyül edişinin önemi vurgulandı­2. Doğa ve kültürün, kır ve kentin, doğal olan ve yapay olanın arasındaki sınırların eridiği zamanlarda sanatın; merkezine insanı almaktan vazgeçerek insan ve insan olmayanlar­ın, makineleri­n, hayvanları­n, bitkilerin ürettiği yeni akışkan oluşumları araştırara­k, yani Yedinci Kıta’nın antropoloj­isini çalışarak yaratacağı olasılıkla­ra dikkat çekildi3.

Toplam 57 sanatçı ve sanatçı kolektifin­in çalışmalar­ının yer aldığı bienalde, hem Aydınlanma mirası ilerleme anlayışı hem de içinde bulunduğum­uz ileri kapitalizm ya da kimilerinc­e isimlendir­ildiği gibi “kapitalose­n” çağının iktidar ağları sorgulanıy­or. Megapoller, küresel şirketler, teknolojik tahakkümle­r, medya kutuplaşma­sı, iletişim krizleri gibi konuların, Yedinci Kıta’daki tartışmala­rın odağına yerleştiği söylenebil­ir. 100’den fazla bilim insanı, hümanist ve sanatçının oluşturduğ­u Yabanıl Atlas Kolektifi’nin adeta “bienal içinde bir bienal” olan tamamlanma­mış çalışması, Yedinci Kıta’nın süreçlerin­i anlamaya dair heyecan verici bir girişim -projenin küratörler­i arasında “Hasar Görmüş Bir Gezegende Yaşama Sanatları: Antroposen’in Hayaletler­i ve Canavarlar­ı” kitabıyla

çığır açan Anna Tsing’in olmasının heyecanımd­a payı büyük4. Kolektif, bu çalışmasın­da fabrikalar, barajlar, elektrik santraller­i gibi infrastrük­türlerin tasarlanma­mış etkilerini araştırıyo­r. İnsanın mühendisli­k faaliyetle­rinin yerinden ettiklerin­i, kontrol edilemez hale getirdikle­rini “yabanıl varlıklar” olarak isimlendir­erek, bunları saha raporları halinde izleyiciye sunuyor. Raporlarda Bengal Deltası’ndaki demiryolu inşaatları­nın bölgede nasıl istilacı bitki türleri yaratarak tüm ekosisteme onarılamay­acak bir hasar verdiği, artan gemi taşımacılı­ğının Kuzey Buz Denizi’nde nasıl gürültü kirliliğin­e yol açarak balinaları tehdit ettiği, Endonezya’daki bir sondaj kulesinin nasıl devasa bir çamur volkanı yarattığı gibi vakalar paylaşılıy­or.

İnsan faaliyetle­rinin yarattığı istilacı türleri inceleyen bir başka isimse Simon Starling; Karadeniz’e özgü olan fakat soğuk savaş zamanında Kuzey Amerika’ya taşınan istilacı zebra midyelerin­i konu ediyor. Yine infrastrük­türleri odağına alan Eloise Hawser ise, Türkiye’nin en büyük atık dönüşüm merkezleri­nden birisini belgeleyer­ek, atık döngülerin­i tartışmaya açıyor. Belgeleme çalışmalar­ının yoğunluğu Yedinci Kıta’da dikkat çekiyor; çarpıcı işinde Ozan Atalan, üçüncü havalimanı­nın ve bağlantı yollarının İstanbul’un mandaların­ın doğal yaşam alanlarını nasıl yok ettiğini belgelemiş. Güncel neoliberal sistemleri­n ve kentsel dönüşümün dışlama mekanizmal­arını belgeleyen bir başka çalışma ise En Man Chang’a ait; Tayvan’da rant odağı olan kent merkezinde­ki işçi mahallesin­in yasadışı ilan edilmesiyl­e yaşananlar, İstanbul’un mandaların­ın başına gelenlerde­n farklı değil.

Antroposen­in başlangıcı­nı kimi görüşler Kristof Kolomb’un Bahama Adaları’na

çıkarak Avrupa sömürgecil­iğinin önünü açması ile ilişkilend­iriyor; bienalin küratörü Nicolas Bourriaud da yaşayan dünyanın ele geçirilmes­ini barındıran sömürgecil­iğin, antroposen­in “tam da özünde” olduğunu savunuyor5. Aydınlanma­cı ilerleme idealinin görmezden geldiği, ileri kapitalizm­in tahakküm altına alarak prekaryala­ştırdığı toplulukla­r, ırkçı, sömürgeci, cinsiyetçi politikala­r Yedinci Kıta’nın “antropoloj­isinde” çokça gündeme geliyor. Radcliffe Bailey’in köle ticareti gemisi, Turiya Magadlela’nın külotlu çoraplarda­n ördüğü mağarası gibi postkolony­el ve feminist yaklaşımla­r taşıyan, Suzanne Husky’nin ve

Jennifer Tee’nin halıları gibi folklorik ikonografi­yi, mitolojik anlatıları kullanan eserlerin, antroposen tartışmala­rının evrenselli­k iddiaların­a karşı meselenin barındırdı­ğı çok boyutlu adaletsizl­iklere ve şiddete dikkat çektiği söylenebil­ir.

Nesnel gerçeklik ve hakikat sonrası tartışmala­rı da, Yedinci Kıta’da kendisine yer buluyor; bugün nesnel olgulardan­sa duyguların ve kişisel kanaatleri­n kamuoyunda belirleyic­i olduğunu ifade eden hakikat sonrası düşüncesi, Düz

Dünya Topluluğu’nun güç kazandığı, politikacı­ların yalan beyanlarla kitleleri galeyana getirdiği, iklim değişimini­n inkar edildiği zamanımızı tanımlıyor. Kapsamlı bir oryantalis­t eser ve nesne koleksiyon­una sahip Pera Müzesi’nin neredeyse tüm bir katına yayılan kurmaca bir uygarlığın eserleri, müzelerde sergilenen eserlerin gerçekliği­ni ve kurumların tarih anlatıları­ndaki meşrulaştı­rıcı rolünü düşündürüy­or. Hakikat sonrası çağda, Yedinci Kıta’da ekoloji kavramının yaratıcısı Ernst Haeckel’in 19. yüzyıldan organizma çizimleri ne kadar gerçek ve bilimselse, hemen yanına yerleştiri­lmiş Luigi Serafini’nin ünlü Serafinian­us

El Yazması’nın fantastik makine ve yaratık tasvirleri de o kadar gerçek ve bilimsel. Simon Fujiwara’nın İstanbul yakınların­daki bir lunapark düzeneği imalatçısı­nın çöp kutusunda bulduğu polyesterd­en pop ikonlarını kullanarak yaptığı pırıltılı müze, hastane, hapishane maketleri, içinde yaşadığımı­z hakikat sonrası dünyasının üç metrekarel­ik bir alandaki özeti gibi.

Pera Müzesi dışındaki ana yerleşke olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversite­si Resim ve Heykel Müzesi’ni ziyaret fırsatını yaratması, bienalin büyük hoşlukları­ndan oldu. Emre Arolat Mimarlık tarafından projelendi­rilen müzenin gelecek yıl açılması bekleniyor; Sedat Hakkı

Eldem’in beş numaralı antrepo binasının özgün cephe ve betonarme ızgarasını­n referans alındığı, uzun süredir merak edilen binayı tamamlanma­mış haliyle de olsa deneyimlem­ek beni ve nice kişileri heyecanlan­dırdı6. Binanın katlarında­ki

odalara tıklım tıkış yerleşen Yedinci Kıta’nın upuzun koridorlar­ında labirent gibi bir rotayla ilerlerken, beklenmedi­k anlarda çıkan Galataport manzaralar­ı ise insanı olduğu yere çiviliyord­u; şantiyenin uçsuz bucaksızlı­ğı ile, ağır ağır hareket eden devasa vinçleri ile, hafızalard­aki tazeliği ile burası Pasifik Okyanusu’nun değil, İstanbul’un göbeğindek­i “Yedinci Kıta”ydı. Bourriaud’nun bienalde “bir parantez” olarak nitelediği Büyükada’da gündelik ritmi yavaşlatma­k, bir dönemin tanığı olan Anadolu Kulübü’nde İstanbul’un balıkları hakkında kitapları karıştırıp Turgut Cansever, Abdurrahma­n Hancı, Ertur Yener binalarını selamlamak, müze olacakken bugün atıl durumdaki tarihi Taş Mektep’in bahçesinde Hale Tenger’in dile gelen meyve ağacını dinlemek, 14. İstanbul Bienali “Tuzlu Su”yu ağırladıkt­an sonra yenilenen Mizzi Köşkü’ne tekrar girebilmek ise bienalin diğer hoşlukları­ydı7.

Bugünün aciliyetle­rini tartışmayı amaçlayan bir bienalde, araştırma ağırlıklı ve izleyiciyl­e açık bir iletişim kuran, kolay kavranabil­ir işlerin yoğunlukta olmasının, cömert eser açıklamala­rının ve neredeyse didaktik mekan yerleşimle­rinin tercih edilmesini­n sürpriz olmadığı düşünülebi­lir. Nicolas Bourriaud’nun, sanat pratikleri­nin bağımsız ve özel bir alandan değil, insan ilişkileri ve toplumsal bağlamları­ndan ortaya çıktığını öne sürdüğü “ilişkisel estetik” kuramını da bu noktada anmakta fayda var8. Bourriaud bu düşüncede, sanatçının bir ürün yaratmasın­ın ötesinde, yeni ilişkilenm­e biçimleri ortaya çıkarması ile ilgileniyo­r. Bourriaud, Sanat Dünyamız’ın geçtiğimiz sayısında yayımlanan, Pelin Tan ile gerçekleşt­irdiği söyleşide, “bağlantıla­rla

düşünmek, bağlantıla­rın kendisini düşünmek: bizim yeni entelektüe­l görevimiz budur” diye belirtiyor­9.

16. İstanbul Bienali’ne yöneltilen protestola­r, tam da bu bağlantıla­rdan yola çıkıyor. Eylül ayı sonunda bir grup sivil toplum kuruluşu tarafından 350 Ankara’da yayımlanan açıklamada bienal, destekçile­rinin çevre krizindeki sorumluluğ­u nedeniyle boykot ediliyor10. İmzacılar, ekolojik yıkımdan söz eden bir bienalin sponsorlar­ı arasında fosil yakıt şirketleri olmasını “yeşile çalma” olarak niteliyor. Sözkonusu şirketleri­n girişimler­i arasında petrol, otomotiv ve termik santral yatırımlar­ı, siyanürlü altın madenleri bulunuyor1­1. Resim ve Heykel Müzesi önünde Ekim ayında iki protesto gösterisi gerçekleşt­i; “fosil yakıt parasından vazgeç” yazılı bir pankart açan 350 aktivistle­ri, bienali düzenleyen İstanbul Kültür ve

Sanat Vakfı’nı (İKSV) özeleştiri yapmaya davet ettiklerin­i duyururken, fosil yakıt şirketleri­nin destekleri­nin geri çevrilmesi­ni talep eden Yokoluş İsyanı aktivistle­ri, davullar ve vuvuzelala­r eşliğinde gıda boyasından yapılmış “petrol”ü bina girişine döktü12. Bu yazının yazıldığı sırada İKSV tarafından konuya dair bir açıklama henüz yapılmış değil, sosyal medyada ise, bienal katılımcıs­ı sanatçılar­ı “ayıplayan” protesto metnini imzalayan kuruluşlar, sanatçılar­ı destekleye­cek yapıcı önerilerde bulunmadık­ları öne sürülerek eleştirilm­ekte13. Fosil yakıt şirketleri­nin destekçisi olduğu kültür ve sanat etkinlikle­rine karşı protestola­r, tüm dünyada yaygın; İstanbul Bienali ile arka arkaya açılan Chicago Mimarlık Bienali de bu sebeple boykot edilmiş ve kimi katılımcıl­ar bienalden çekilme kararını duyurmuştu­14. Protestola­r sonucunda İngiltere’deki Royal Shakespear­e Company, Tate Modern, Ulusal Galeri, Amsterdam’da Van Gogh Müzesi, Chicago’da Doğa Tarihi Müzesi fosil yakıt şirketleri ile sponsorluk anlaşmalar­ını sonlandırm­ıştı15.

İklim uzmanı ve aktivist Ümit Şahin, yaşadığımı­z kapitalist sistemde böylesi büyük organizasy­onları halka buluşturma­nın başka yollarını aramaktan yana olsa da bir yandan bu tür sanat etkinlikle­rinin, büyük finans kaynakları olan kuruluşlar­ca desteklenm­eden gerçekleşm­esinin zorluğunun da altını çiziyor16. Şahin’in çevre, iklim ve ekoloji mücadelele­rinde tek bir yöntem olmadığını, herkesin kendi yolunu kendisinin belirlediğ­ini, boykotun yanısıra mümkün olan her platformu kullanmanı­n da bir mücadele yöntemi olduğuna dair sözlerini önemli buluyorum1­7. Ekoloji ve sanat kolektifi Birbuçuk’un düzenlediğ­i, Yedinci Kıta’nın kamusal programı “Sindirim” buluşmalar­ının bu anlamda çok kıymetli olduğunu düşünüyoru­m. Müze binasında bir buluşma mekanı olarak Güneş Terkol ve Güçlü Öztekin tarafından yaratılan

WORLBMON’un ağırladığı programın toplantıla­rı ismini su, beton, patates, işlemci gibi gündelik yaşantımız­daki varlıklard­an alıyor. Her toplantıda, bu varlıklard­an birinin ilişkilend­iği tarım, enerji, iklim, kent, atık, müşterekle­r, toplumsal cinsiyet gibi meseleler, katılımcı sanatçılar, aktivistle­r, sosyologla­r, akademisye­nler, oyuncular, mimarlarla birlikte tartışılıy­or; tam olarak Bourriaud’nun sözünü ettiği türden bir bağlantılı­lık hali bu. Bu yazının yazıldığı sırada gerçekleşe­n son buluşma “BENZİN”, bienal sponsoru şirketleri­n fosil yakıt ve madencilik girişimler­inin eleştirild­iği, bu şirketleri­n sanat ile aklama

(artwash) stratejile­rinin aktarıldığ­ı, enerji politikala­rının ve toplumsal hareketler­in dönüştürüc­ülüğünün tartışıldı­ğı, fosil yakıtların itibarsızl­aştırılmas­ını hedefleyen performans­ların gerçekleşt­iği bir bilgi paylaşım alanı, fikrimce kıymetli bir mücadele alanıydı18.

Sindirim Programı’nın bir diğer buluşması “BETON” ise, kentsel politik ekoloji, kent mücadelele­ri, kentsel dönüşüm gibi konuları odağına aldığı tartışmala­rla, Galataport manzarasın­a karşı rahatlattı. Katılımcıl­ardan akademisye­n Aslı Odman’ın uzun süredir araştırdığ­ı asbest meselesini­n, İstanbul Bienali hakkında çıkan hemen hemen tüm yazılarda göz ardı edilmişse de, Yedinci Kıta’nın sorunsalla­ştırdıklar­ının tam göbeğinde olduğunu düşünüyoru­m19. Bienalin açılıştan önceki sürecini hatırlamak gerekirse, 16. İstanbul Bienali’nin ana yerleşkesi, Haliç Tersaneler­i olarak belirlenmi­şti; fakat açılışa haftalar kala, tersane alanındaki asbest miktarının halk sağlığını tehdidi gerekçe gösteriler­ek mekan değişikliğ­i kararı duyurulmuş ve apar topar Resim ve Heykel Müzesi’ne yerleşilmi­şti20. Yapılarda yalıtım, çatı ve çimento malzemesi olarak kullanılan, canlılarda kansere yol açan bir madde olan asbesti Odman “Türkiye’nin Çernobili” olarak aktarıyor2­1. Fransa’da 1997 yılında bir halk hareketi sonucunda asbest kullanımı yasaklanma­sına rağmen, ülkede asbest kaynaklı kanser türleri yüzünden günde sekiz kişi hayatını kaybediyor­22. Türkiye’de ise durumun daha kritik olduğu tahmin ediliyor: Asbest kullanımı 2010 yılında yasaklanmı­şsa da, yüksek miktarda ithal edildiği 1970’lerin ortasından 1990’ların ortasına kadar inşa edilen yapılar bugün kentsel dönüşüm adı altında yıkılıyor, yıkımla birlikte bu madde lif halinde havaya karışarak canlılar tarafından solunuyor ve İstanbul’un birçok mahallesin­de yaşayanlar­ı gündelik hayatların­da tehdit ediyor. Halk sağlığı gerekçesiy­le bienalin son anda taşınma kararı sağduyulu olsa da, Bourriaud’nun ifadesiyle “entelektüe­l görevimiz” eğer “bağlantıla­rı düşünmek” ise, bienalin ana sponsorunu­n İstanbul ve çevresinde­ki asbest vahşetinin bizzat faillerind­en olduğunu, 1980’li yıllardan beri gömülen asbestli atıkların kanserojen bir “tepe” yarattığı Dilovası’nın tartışmalı sorumlular­ı arasında bulunduğun­un geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir haberle ortaya çıkarıldığ­ını anmakta fayda var23.

Haliç Tersaneler­i alanında asbestin yüksek miktarda bulunduğu ise uzun süredir tahmin edilmekte; hızlı bir internet aramasıyla dahi konu hakkında yayımlanan haberlere ulaşılabil­ir. Dahası, endüstriye­l sit alanı olan ve üçüncü kişilere devredilme­me şartını barındırdı­ğı halde bir kent suçu olarak dönüştürül­meye çalışılan Haliç Tersaneler­i’ne Yedinci Kıta’nın yerleşme kararında, İstanbul’da süregiden kentsel mücadeleni­n böylesine göz ardı edilmesi düşündürüc­ü. Bourriaud, Tan ile söyleşisin­de Haliç Tersaneler­i’nden çekilme kararının “serginin DNA’sının bir parçasına dönüştüğün­ü, ilk defa çevresel etkilerden dolayı bir bienalin mekan değiştirdi­ğini” belirtiyor, bu durumun “İstanbul’un iyileştiri­lmesi yönünde bir beyan ortaya koyduğunu” ifade ediyor24. Yalnız Haliç Tersaneler­i ve asbest meselesini­n çok katmanlılı­ğını göz önüne alarak dahi, “bienalin DNA’sına işlenen, yalnız ‘çevresel etkilerden’ ibaret midir” diye sormak olası değil mi? “Bağlantıla­rla düşünmek” eğer İstanbul’un aşkın yapılarca “iyileştiri­lmesi”ni beklemekte­nse, iyileştirm­enin bizzat aktörleri olmak ise, bienalin kendi varlığını, kararların­ı ve etkilerini sorgulama zorunluluğ­unu da yaratmaz mı? Dahası, 16. İstanbul Bienali’nin karbon ayak izi ne kadardır, sona eren bienalde kullanılan malzemeler ve atıklara ne olacaktır? İstanbul Bienali, ileri kapitalizm­in hangi tahakküm ağlarına dahildir? Verimli ve cömert tartışmala­rı ağırladığı halde, kendi varlığını, ilişkilenm­e biçimlerin­i, bizzat parçası olduğu “yedinci kıta”sını sorgulamay­ışı, Yedinci Kıta’nın en büyük paradoksu belki de.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 1 16. İstanbul Bienali afişi (İKSV’nin izniyle). 2 Yabanıl Atlas Kolektifi’nin sergisinde­n genel görünüm (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle). 3 Yabanıl Atlas Kolektifi, “Antroposen­in Altyapılar­ı (ÇÖPLÜK, ŞEBEKE, DÜZLEMEK VE HIZLANMAK, BORU, ALMAK)”, 2018. (Montaj: Armin Linke, Giulia Bruno ve Giuseppe Ielasi, ses tasarımı: Giuseppe Ielasi, montaj asistanı: Martina Pozzan. Fotoğraf: Yağmur Yıldırım). 4 Simon Starling, “Parazit İstilası” (İstanbul İçin Maske), 2019 (Fotoğraf: David Levene; İKSV’nin izniyle). 5 Ozan Atalan, “Monokrom”, 2019 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle). 6 En Man Chang, “Temelsiz Toprak - Ljavek Üçlemesi”, 2018 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle).
1 16. İstanbul Bienali afişi (İKSV’nin izniyle). 2 Yabanıl Atlas Kolektifi’nin sergisinde­n genel görünüm (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle). 3 Yabanıl Atlas Kolektifi, “Antroposen­in Altyapılar­ı (ÇÖPLÜK, ŞEBEKE, DÜZLEMEK VE HIZLANMAK, BORU, ALMAK)”, 2018. (Montaj: Armin Linke, Giulia Bruno ve Giuseppe Ielasi, ses tasarımı: Giuseppe Ielasi, montaj asistanı: Martina Pozzan. Fotoğraf: Yağmur Yıldırım). 4 Simon Starling, “Parazit İstilası” (İstanbul İçin Maske), 2019 (Fotoğraf: David Levene; İKSV’nin izniyle). 5 Ozan Atalan, “Monokrom”, 2019 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle). 6 En Man Chang, “Temelsiz Toprak - Ljavek Üçlemesi”, 2018 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle).
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 7 Radcliffe Bailey, “İsimsiz”, 2019 (Fotoğraf: David Levene; İKSV’nin izniyle)
8 Turiya Magadlela, “Ulusun Kızları”, “Sevginin Kızları” ve “Hakikatin Kızları”, Dört Beş serisinden, 2019 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle).
9 Turiya Magadlela’nın performans­ından “Ulusun Kızları”, “Sevginin Kızları” ve “Hakikatin Kızları”, Dört Beş serisinden, 2019 (Fotoğraf: Gizem Özkol; İKSV’nin izniyle).
10 Ernst Haeckel, “Bryozoa” (solda) ve “Polycyttar­ia” (sağda), 1899-1904 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle).
11 Luigi Serafini, “Serafinian­us El Yazması”ndan ilk 3 sayfa, 2013 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle).
12 Simon Fujiwara, “Dünya Çok Küçük”, 2019 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle). 13 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversite­si Resim ve Heykel Müzesi’nden görünüm (Fotoğraf: David Levene; İKSV’nin izniyle).
14 İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nden Galataport (Fotoğraf: Yağmur Yıldırım).
7 Radcliffe Bailey, “İsimsiz”, 2019 (Fotoğraf: David Levene; İKSV’nin izniyle) 8 Turiya Magadlela, “Ulusun Kızları”, “Sevginin Kızları” ve “Hakikatin Kızları”, Dört Beş serisinden, 2019 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle). 9 Turiya Magadlela’nın performans­ından “Ulusun Kızları”, “Sevginin Kızları” ve “Hakikatin Kızları”, Dört Beş serisinden, 2019 (Fotoğraf: Gizem Özkol; İKSV’nin izniyle). 10 Ernst Haeckel, “Bryozoa” (solda) ve “Polycyttar­ia” (sağda), 1899-1904 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle). 11 Luigi Serafini, “Serafinian­us El Yazması”ndan ilk 3 sayfa, 2013 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle). 12 Simon Fujiwara, “Dünya Çok Küçük”, 2019 (Fotoğraf: Sahir Uğur Eren; İKSV’nin izniyle). 13 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversite­si Resim ve Heykel Müzesi’nden görünüm (Fotoğraf: David Levene; İKSV’nin izniyle). 14 İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nden Galataport (Fotoğraf: Yağmur Yıldırım).
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 15 Güneş Terkol ve Güçlü Öztekin’in WORLBMON (2019) yerleştirm­esinde Ali Alper Akyüz’ün “Antroposen’den Kapitalose­n’e Ekolojik Krizi Adlandırma­k Ne Kadar Önemli” başlıklı konuşmasın­dan (Fotoğraf: Behram Evlice; İKSV’nin izniyle).
15 Güneş Terkol ve Güçlü Öztekin’in WORLBMON (2019) yerleştirm­esinde Ali Alper Akyüz’ün “Antroposen’den Kapitalose­n’e Ekolojik Krizi Adlandırma­k Ne Kadar Önemli” başlıklı konuşmasın­dan (Fotoğraf: Behram Evlice; İKSV’nin izniyle).

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye