Modern Şato “Villa Cavrois”
Rob Mallet-Stevens 1920-1930 Fransası’nda Modernizm’in en önemli temsilcilerinden biriydi. İstanbul’da Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nın da tasarımcısı olan mimarın en tanınmış yapılarından birinin, Villa Cavrois’nın restorasyonunu Hasan Çalışlar anlatıyor.
Hasan Çalışlar ■ Yaklaşık yirmi yıl önce Mecidiyeköy’deki ofisimizden
Kerem Erginoğlu ile birlikte baktıkça beğendiğimiz Likör Fabrikası’nın mimarının Robert Mallet-Stevens olduğunu öğrenmiştik1. Kısa bir süre sonra tesadüfen uçakta elime geçen
Le Monde2 gazetesinde yayınlanan bir haberde yine aynı mimarın elinden çıkmış olan Villa Cavrois’nın Amerikalı bir iş geliştirici tarafından satın alındığını ve yıkılarak bahçesine yeni bir yerleşim yapılacağını okumuştum. “L’Association de Sauvegarde de la Villa Cavrois”nın (Villa Cavrois’yı Kurtarma Derneği) varlığını da aynı makaleden öğrendikten sonra, Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nın korunması gereken kültür varlığı olarak kaydettirilmesi için dernekle irtibata geçtim ve sonrasında bu kurumu takip etmeyi sürdürdüm3. Bu ilgi, restorasyonun tamamlandığını öğrendiğimde beni ilk fırsatta Villa Cavrois’nın kapısına getirdi.
Aynı mimarın iki farklı ülkede dörtbeş sene aralıkla yapılmış iki yapısının yenilemelerinin sonucunu görmek bazı karşılaştırmalar yapmaya ve bunlar üzerinde düşünmeye olanak sağlıyor. Buradaki esas hedefim, iki farklı uygulamanın titizlik, mimari anlayış ya da beceri açısından karşılaştırmalarından ziyade, iki farklı kültür ortamındaki süreçlerin, koruma bilincindeki yaklaşımların ve iki değişik mimarlık ikliminde ortaya çıkan sonuçların üzerinde düşünmeye çağırmak okurları.
Mallet-Stevens’in Fransa dışında tasarladığı ilk ve tek yapı olan Mecidiyeköy Likör Fabrikası, şehrin oldukça yüksek yoğunluklu, rant baskısından nasibini almış bir bölgesinde bulunuyor. TEKEL özelleştirmeleri öncesinde binaya son derece gereksiz ve niteliksiz müdahaleler yapıldığını gözlemlemiştik. Binanın pek çok özgün detayı bu müdahaleler sırasında ne yazık ki kaybolmuştu.
Aynı parsel içinde yapılacak binaların altyapı ve otopark gereksiniminden olsa
gerek, fabrikanın yerinin kayması da meşrulaştırılarak sözkonusu bina yıkıldı; yapılan rekonstrüksiyon, ülkemizde pek de alışık olmadığımız, kamuya açık, kültür/sanat içerikli bir sergi binası işleviyle kullanılıyor şu sıralar.
Mimarın aynı dönemde yaptığı Villa Cavrois’nın restorasyon hikayesini binanın tarihçesi ile birlikte değerlendirelim; farklı bir sürecin, farklı aktörlerin, farklı refleksleriyle nasıl yönlendirilebildiğini görelim. Fransa’da, süregelen sürecin nasıl işlediğini gerek yerel yönetim, devlet, sivil toplum ilişkileri gerekse mimari müdahale ve sonuçları bağlamında incelemenin, modernin korunmasına yönelik dersler çıkartmak açısından önemli olacağı düşüncesindeyim.
Villa Cavrois: Basit bir tarihçe
Lilles yakınlarındaki Roubaix şehrinin La Croix mevkisinde bulunan Villa Cavrois, zamanın varlıklı tekstil fabrikatörü Paul Cavrois ve eşi tarafından, 7 çocukları ile rahat yaşayabilecekleri bir ev yaptırma macerası sonunda ortaya çıkar. Evin modern tarzda, çağdaş imkanları sonuna kadar kullanan bir yapı olması sözkonusudur. Klasik tarzda bir ev tasarımı yaptırıp istediğinin bu olmadığını anlayan Paul Cavrois, Roubaix ve Tourcoing bölgesi sanayicilerinin 1925 Paris “Les Arts decoratifs et industries Modernes” fuarında ürünlerini sergilemek için yapılan standın yanına çağdaş beton ağaç heykeller tasarlayan Mallet-Stevens (d. 1886) ile tanıştıktan sonra henüz kırk yaşına bile girmemiş bu mimarla çalışmaya karar verir. 1929 yılında başlayan bu macera, Fransız modernist mimarlık örneklerinin ilklerindendir.
Yeni yapı malzemeleri ve inşaat teknikleri kullanılarak dekoratif sanatlarda bir farklılık yaratma isteği ile başlayan inşaat 1932’de tamamlanır. 2.500 m2 kapalı, neredeyse bir o kadar da açık alan kullanımı ile 5.000 m2’lere varan mekan aslında klasik bir şato yaşamının izlerini modern bir kılıf içinde sunmaktadır. Bu anlamda tam bir moderniteye geçiş dönemi ürünü olarak da adlandırılabilir.
Büyük anıtsal bir giriş ve geçiş mekanları, farklı kanatlara ayrılmış ebeveyn, çocuk, çalışma alanları ile çoğunlukla klasik mimariyi hatırlatan mekan, oran, ebat ve organizasyonlarına rağmen binanın görünümü son derece yenilikçi ve ilericidir. Mallet-Stevens, amcasının Belçika’da kendisi için yaptırdığı Stocklet sarayında birlikte çalıştığı Viyanalı mimar Hoffmann’dan son derece etkilenmiş; aşık olduğu Kübist formlar ve Dudok etkisiyle de tek renk tuğla kullanma fikrini mimarisine yerleştirmeye karar vermiştir.
Mallet-Stevens, tek malzeme ve kitle bütünlüğü ile ele aldığı bu projeyi, dönemin diğer teknik donatı imkanlarını, mobilya ve iç tefrişat detayları ile harmanlayarak bir ilki başarır. Telefon, havalandırma, asansör, kalorifer, sıcak su sitemleri, banyo mobilyalarına entegre edilmiş teraziler, duvarlara gömülü saatler ve yine duvarlarla bütünlük içindeki şömine alanları gibi detaylar zamanın teknoloji kullanımı ve mimarlık birlikteliğine dair fikirler verir. Ancak, ailenin bu evde yaşadığı keyifli günler uzun sürmez. Savaşın başlamasıyla Fransa’yı işgal eden Alman kuvvetlerinin mecburi misafir olduğu, hatta misafir olmak için özellikle tercih ettiği bir dönem başlar. Bu talihsiz dönem dışında bina hep Cavrois ailesi tarafından kullanılır.
Savaş bitiminde aile binada kullanım değişiklikleri yapmak ister. Mallet-Stevens 1945 yılında ölünce, aile bu kez Pierre Barbe adında bir mimarla çalışır ve Paul
Cavrois iki oğluna farklı bölüntülerle ayrı yaşam alanları yaratacak şekilde iç mimaride bazı düzenlemeler talep eder. Paul Cavrois’nın 1965’teki ölümünden sonra eşi Lucie Cavrois (ö. 1986) binayı kullanmaya devam eder, ancak onun da ölümüyle, 80’lerin sonunda bina kendi haline bırakılır. Mobilyalar dağılır, eskicilere düşer. Pek çok sayıda çocuk, torun ve dağılan aile yapısı, Fransa’nın artık bir tekstil ülkesi olmaktan çıkması gibi sebeplerle değişen aile ekonomisi, hayat türleri ve mülkiyet anlaşmazlıkları evin atıl kalmasına sebep olur. Bununla birlikte, 9 Aralık 1986 yılında bina tarihi eser statüsü kazanır. Bu tarihten sonra bir Amerikalı iş geliştirici binayı içinde bulunduğu dev araziyle satın alır ve kalan tüm orijinal eşyaları da Monaco’da açık artırmayla satar.
1987-89 yılları arasında La Croix Belediyesi, Amerikalı firmanın evin bahçesinde yapmayı düşündüğü gayrimenkul geliştirme projesindeki binalara ruhsat vermeyi, binanın arkasındaki dev arazi içinde bulunan parkın da mimarinin bir parçası olduğu gerekçesiyle reddeder. Bunun sonucunda da bina terkedilir ve kendi haline bırakılarak işgalci ve yağmacılar tarafından mesken tutulur. Binanın içine giren evsizler, söktükleri ağaç benzeri parçaları yakıp ısınmaya başlar ve binaya ciddi hasar verirler4.
1991 yılında durumdan rahatsız olan çevre sakinleri ve Mallet-Stevens hayranları, Villa Cavroix’yı kurtarmak için bir dernek kurarlar. Bu sivil toplum örgütü aracılığıyla basın, devlet kurumları ve yerel idare biraraya gelir. Politikacılarda gerekli farkındalığı yaratmak için 16 ülkenin önemli mimarlarına yazılar yazılarak destek talep edilir. Aralarında Norman Foster, Tadao Ando, Gae Aulenti, Mario Botta, Paul Chemetov, Richard Rogers, Renzo
Piano, Fumihiko Maki ve Steven Holl gibi isimlerin de bulunduğu 33 önemli mimar ciddi bir mali destek potası da oluşturarak derneğe yardım ederler. Uzun süren çalışma, tartışma ve görüşmeler sonunda Fransa’nın o dönemki kültür bakanı Catherine Trautmann inisiyatif alarak konuyu çözmeye karar verir.
24 Temmuz 2001 tarihinde Fransa Devleti, evi ve bulunduğu büyük yeşil arazinin büyük bir bölümünü geri satın alır.
Nasıl bir ev?
Son derece sakin bir kent olan Roubaix’nin, bahçe içinde villalardan oluşan La Croix bölgesinde yer alan Villa Cavrois’ya huzurlu, yeşil bir sokaktan yürüyerek varılıyor. Ziyaretçileri şimdi müze girişi ve mağaza olarak kullanılan müştemilat binası karşılıyor. Bahçeye girişte evin anıtsal görüntüsünü daha da kuvvetlendiren, giriş terasının
aksında ortası çim bir araba yolu yer alıyor. Binanın sarımsı tuğla dokusuyla bütünleşmiş saçak ve içinde ustaca gizlenmiş doğal ışık alan kubbesinin altından içeri giriliyor. Giriş cephesi masif tuğlaların, dönemin modernist olduğu kadar “les arts decoratifs” sergisi etkili yuvarlatılmış kenarlarla tanımlanmış bir açıklıktan oluşuyor. Şık ve siyah demir doğramalar da diğer detaylar gibi mimarın kendi tasarımı. Giriş holünde bulunan ve tüm detaylar gibi mimariyle bütünleşmiş yatay çizgili cam bölücü paneller sanki giriş cephesindeki yuvarlatılmış tuğlaların tekrarı. Birer ışık kutusu işlevi görerek önündeki insanları dramatik bir efekt ile karşılayan bu tip detayları, pek çok sinema dekoru tasarlamış Mallet-Stevens’in bu pratiği mimaride tekrarlama isteği olarak yorumlamak mümkün. Bunların arasından girilen devasa salonun, harikulade bir şekilde parka bakan cephesinin aydınlığı girişe kadar vuruyor. İnsanı içeri çeken bir aydınlık bu. Park kotu (içindeki yansıtma havuzu, yürüyüş yol aksları ile bahçe demek için çok büyük) giriş kotunun yarım kat altında kaldığı için, salonun doğadan -yine de maksimum faydalanarak- ayrı ve yüksek kalması fikri hemen algılanabiliyor.
Salon tek ve kesintisiz bir mekan olarak okunabilmekle beraber şömine alanı, optik ilişki içinde olduğu “fumoir” (sigara/puro odası) ve yemek odası geçişi ile farklı alanları da hem tanımlıyor hem de dolaşım açısından düzenliyor. Yüksek tavan etkisi, kapı lento kotuna kadar kaplı mermerler ile oranlanmış, aydınlatma ise mimarın endirekt aydınlatma sistemi ve dökme alçı tavan detayı ile birlikte çözülmüş.
Binada iki merdiven evi var. Biri ana merdiven işlevi görüyor, diğeri ise servis mekanları ile odaları ilişkilendiriyor. Yapıldığı yıllar için devrim niteliğindeki bir detay da asansörün ev içi kullanımı. Parka bakan merdiven, üst katlara, muhteşem manzaralı çatı terasına ve bununla bağlantılı “belveder”e erişim sağlıyor.
Evin yedi çocuklu bir aile için planlanması, tasarımda ilginç çözümleri de beraberinde getiriyor. Tüm odaların manzara görmesi talebi, birbirleri ile geçişli, içlerinde WC ve lavabo kullanımları dolap ve mobilyalarla çözülmüş yatak odalarının ortaya çıkmasını sağlarken, evin üçüncü katında asma katlı dev bir mekan da çocukların oyun ve ders çalışma alanlarına ayrılmış. Çocuk odaları aralarına yerleştirilmiş
mürebbiye odalarından farklı odalara geçiş mümkün.
Evin tamamen ayrı bir kanadında kalan ebeveyn süiti (oda demeye dilim varmıyor) yalnız yapıldığı dönemde değil, günümüzde bile göz kamaştırıcı olarak nitelendirilebilecek banyo ve giyinme kısımları ile dikkat çekiyor. Giyinme bölümüyle içiçe ancak açık mekan düzeni içinde yerleştirilmiş duş, küvet, makyaj ve kişisel bakım üniteleri teraziden saate, su sıcaklık termostatından aydınlatmaya kadar tüm aksesuarlarla entegre olarak çözülüp tasarlanmış.
Evin arsa ile ilişkisinde hafif kot farklarıyla oyunlar var. Bu kot farkı salonun biraz da üst seviyeden park manzarasına hakim olmasını öngördüğü gibi, cepheden çıkılabilen ve yine şato mantığı güden anıtsal bir merdivenle bahçeye bağlanmasını ve teras ile bahçe arasında kalan kota uzun bir gölgelik ile önünde yüzme havuzu yapılmasını sağlamış. Yüzme havuzu merdiven ve trampleninin de binaya entegre bir tasarım olduğuna ayrıca dikkat çekmek gerek.
Mallet-Stevens binaya entegre tüm aydınlatma elemanlarını kendi tasarlamış. Ayrıca tüm hareketli mobilyalar da kendi tasarımı. Yalnızca girişte kullanılan parlatılmış alüminyum apliklerin
“Jacques Chevalier” elinden çıktığını belirtmeliyim5. Burada iki istisna daha var. Asansör kabini ve bazı doğramalar için o dönemin genç ve henüz kaydadeğer bir referansı olmayan yetenekli mühendisi Jean Prouvé tercih edilirken, çocukların çalışma odalarında ise boru profil sandalyeleri Marcel Breuer’e teslim edilmiş6. Burada Mallet-Stevens’in kullandığı ekip ve taşeronlar açısından ne derece şanslı ve öngörülü olduğunun altını çizmeme sanırım gerek yok.
Aile üyelerinden halen hayatta olanlar (torunlar) ile yapılan röportajlardan evin ve Paul Cavrois’nın açık vizyonlu kişiliğinin aile hayatının içinde ne kadar önemli bir rol oynadığını anlayabiliyoruz7. Ziyaretçilerin binaya girer girmez ilk gördükleri ve Mallet-Stevens tarafından Bay ve Bayan Cavrois’ya vizyonerlikleri ve mimara verdikleri fırsat ve destek için teşekkür eden yazı, “İyi mimar yoktur iyi işveren vardır “sözünü kanıtlar nitelikte. Mallet-Stevens’in mimarisi üçüncü kuşak kullanıcılar için dahi önemli bir etki bırakmış. Bugün yaşları altmışın üzerinde olan ve çocuklukları Villa Cavrois’da geçmiş torunlar, aile hayatlarıyla ilgili yaptıkları aktarımlarda mekan deneyimlerinin ve Mallet-Stevens’in kattıklarının o dönem için ne derece ilerici olduğunun farkında olarak büyüdüklerinden bahsetmeden edemiyorlar.
Nasıl bir restorasyon?
Fransa’da devletin varlığı ve iyi işleyen bürokrasi pek çoklarınca biliniyor. Ehil kadroları bulup onlara iş teslim etme ve denetleme kültürü bizim ülkemizde -özel sektör de dahil- yerleşmiş iş anlayışının çok üzerinde. Zaman zaman bunun kimi süreçleri yavaşlattığı doğru olsa bile sonuçlar çoğunlukla tatmin edici.
Burada tekrar restorasyon sürecinin başına dönelim isterseniz: Villa Cavrois’nın Fransa’nın milli anıt olarak ilan ettiği 75 anıt yapıdan biri olarak hizmete geçmesi için “Centre des monuments nationaux” (Bizdeki Milli Saraylar’a eşdeğer bir kurum) konuyu Calais bölgesi tarihi bina ve anıtlar kuruluna aktarır. Yapılan önyeterlilik araştırmaları sonunda kurul adına restorasyon çalışmalarını Agence Goutal üstlenir. Firmanın yöneticisi Michel Goutal’ın bir televizyon söyleşisinden8, öncelikle binayı bir koruma kalkanına alarak tahribatı önlediklerini, ciddi bir analiz ve belgelendirme çalışması yaparak işe başladıklarını öğreniyoruz. Oldukça harap durumda olan hatta cümle merdiveninin içinden bir ağacın dahi çıktığı villanın her köşesinden malzeme numuneleri alınarak yapılacak müdahalenin stratejisi hakkında kafa yorulur. Binanın tesisat ve altyapı dahil tüm özgün malzemeleri sökülerek arşivlenir. Bütün bu arşiv halen binanın bodrum katında ziyaretçilere envanter sergisi olarak sunulmaktadır.
Restorasyon anlayışı olarak yeniden ürettirilen tüm, detay, mobilya ve malzemelerde yüzde yüzlük bir kanıt arayışı içine girilir. Örnek olarak fotoğrafı olan bir mobilyanın çizimi yoksa fotoğraf üzerinden ölçülendirme ile yorumlu bir reprodüksiyon yapılmaz. Ya imalat ile ilgili bir belge ya da kullanılamayacak
haldeki bir parça yahut malzeme ile ilgili bir not gibi kesinlik içeren belge araştırılmasına girilir. Her belge, bir diğer belge ile karşılaştırılıp doğruluğundan emin olunduktan sonra rekonstrüksiyona temel teşkil eder. İsveç’de bir ocaktan geldiği, Paul Cavrois’nın saklamış olduğu faturalardan ve Mallet-Stevens’in taşçı ile olan mektuplaşmalarından anlaşılan ana salon mermerleri için sözkonusu ocağın yeniden bulunarak taş plaka sipariş edilmesi buna iyi bir örnek.
Ahşap parke işlerinin restorasyonunu yapan zanaatkarın mevcut ve kabarmış ağaçları nasıl yerlerinden sökerek tek tek ebatladığını ve yerine yapıştırarak özgün malzemeyi yeniden kullandığını yine restorasyon arşivlerinden görüp seyredebiliyoruz. Tüm alçı aydınlatma ve tavan detayları eskilerden kalıplar çıkartılarak aynı titizlikte yerine konur. Evin bir odası ise soyularak, ziyaretçilerin tüm özgün strüktür ve tesisatı algılayabilecekleri biçimde düzenlenir. Tüm demir doğramaların, rulo güneşliklerin aslının aynıları olarak çalışır hale gelmesi, dönemin endüstriyel mutfak anlayışına göre tefriş edilmiş mutfağının yeniden ihya edilmesi alkışlanacak bir titizlik içerisinde gerçekleşir. Cephede implant tekniği ile aslının aynı renk üretilmiş eksik tuğlalar ve döşeme kaplamalarında kullanılan yeniden üretim karolajlar dikkatli bir gözün farkı ve müdahaleyi rahatlıkça anlayabileceği şekilde düzenlenir.
Bina için gösterilen titizlik elbette iç mekan donatı ve mobilyalarında da devam eder. 2008 yılında, Anıtlar
Kurulu binanın orijinal mobilyalarına ulaşma kararı verince, zaman içinde açık artırma ile dünyanın farklı bölgelerinde satışa çıkarılan tüm mobilyaların izi sürülür. Aralık 2015’te uluslararası müzayede zinciri Sotheby’s’in New York şubesinde Villa Cavrois’ya ait bazı salon mobilyalarının yeniden satın alındığı haberinin yayınlanmasının ardından
2015 Haziran ayında restorasyonu tamamlanarak ziyarete açılan Villa Cavrois kısa zaman içinde 150.000 ziyaretçiye ulaşır. Müze mağazası olarak kullanılan müştemilatta posterinden kitaplara, Mallet-Stevens’in eskiz defterlerinin tıpkıbasımlarından Villa Cavrois tişört ve maket evlerine kadar pek çok ürün de hatıra olarak satışa sunulur ve bina bir mikroekonomi yaratmaya başlar.
Nasıl bir ders?
Türkiye’de koruma bilincinin yerleşmesi ve hukuki altyapısına ulaşması Batı’ya kıyasla nispeten yeni bir kavram. Benim çocukluğumda (70’li yılların sonu) restore edilmesi şart olan ahşap binalar hala kaza süsü verilen yangınlarla yok edilir ve arazi statüsüne geçirilerek yerlerine yeni binalar inşa edilirdi. Bu, meşru bir yoldu.
Daha sonra koruma kurullarının kurulması ve bunların değerli hocaların katılımıyla ciddi bir organizasyona dönüşmesi ile koruma mimarlık gündemimize girdi. Bu kurulların aldıkları kararlar da gerek Venedik kriterleri gerekse uluslararası koruma kurullarının belirlediği bazı standartlarla yıllar içinde ciddi farklılıklar gösterdi. Bugün çok daha detaylı bir belgeleme yapıldığını ve daha katı kriterlerle koruma projeleri hazırlandığını söyleyebiliriz. Sözkonusu gelişmeler sevindirici olsa da, kimi zaman ortodoks denebilecek karar mekanizmalarının da oluşmasına kapı açtığı için tehlikeli. Peki ya modern mimarlık eserleri için durum nasıl? Koruma yalnızca Cumhuriyet öncesi döneme ait yapıları mı kapsamalı?
Eskiden Bağdat Caddesi ve çevresinde, Boğaz hattı ve Dragos’ta, şimdilerde ise yalnızca Büyükada’da9 birkaç örneğini görebildiğimiz 1935 sonrası modern villa örneklerimizin durumuna bakınca insan, sivil mimarlık örneklerinin korunabilmesini diliyor için için.
Basit bir analoji ile Mallet-Stevens’in Türkiye’deki muadilinin Sedad Hakkı Eldem ya da Emin Onat olduğunu varsayalım. Günümüze kadar ayakta kalmış yapılarının hukuki durumunu düşünürsek, bu binaların gelecek nesillere zarar görmeden aktarılmalarının şansa kaldığını söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Zeyrek SSK binalarının akıbeti ve bu yapıların korunması için nasıl bir yol izleneceği konusundaki belirsizlik beni endişelendiriyor örneğin. Koruma kurullarının karar reflekslerinde belli ulusal ve uluslararası kriterleri esas almalarının dışında birbirlerinden bağımsız, herhangi bir protokole bağlı kalmadan hareket etmeleri kuşkusuz zarar doğuruyor. Bir kurulu oluşturan üyelerin yorumu doğal olarak başka bir kurulunkinden farklı olabiliyor. Kişilere bağlı bu yorum farklılıkları standartsızlık ve muğlak bir zemin yaratıyor. Bu, tespitlerde olmasa da müdahalelerde çalışanların bir öngörü ile hareket etmelerini engelliyor. 20. yüzyıla ait nitelikli modern mimarlık ürünleri bu bağlamda tam bir arada kalmışlık örneği.
Pek çoğu rant ve siyasi baskılarla yok oldu bile. Bunların tespiti, korunmaya alınmaları, sınıflandırılmaları ve restorasyonlarında izlenecek yöntemler konusunda bizim meslek camiamızın da bazı standart ve protokoller üzerinde çalışmaya başlamasının, kanun taslakları oluşturarak meslek bürokrasisine yapıcı bir baskı oluşturmasının şart olduğunu düşünüyorum. Eski olması dışında hiçbir özelliği olmayan bazı sivil mimarlık ürünü ahşap yapılar, sırf yapıldıkları yıl sebebiyle, strüktürleri korunarak restore edilirken, yapıldıkları yıllar için özgünlükleri ile örnek teşkil etmiş daha yeni ve sanat eseri inceliğinde inşa edilmiş binaların hakettikleri şekilde korunamaması üzücü. Bugün meslek pratiğini devam ettiren ve Türkiye standartlarını zorlamak pahasına iyi çağdaş mimarlık ürünü ortaya çıkartmaya çalışan pek çok meslek insanı var. Bu anlayış devam ederse, günümüzü yansıtan iyi mimarlık örneklerinin de ileride yok olacağını ya da değişime uğrayarak, özgün olmayan biçimde ileriki yıllara kalacağını öngörebiliriz. Zaten zayıf olan toplumsal belleğimizin mimarlık tarafı neredeyse hiç birikemeyecek, hatta belki de çağımız mimarlığı en azından ülkemiz için, Rem Koolhaas’ın bir zamanlar dediği gibi “disposable” (kullan-at) bir üretim olarak kalacak.
Bitirirken...
Bellek demişken, Mecidiyeköy’deki ofisimizden baktıkça beğendiğimiz
Likör Fabrikası’nın mimarı Robert Mallet-Stevens ölümünden sonra tüm arşivinin yakılmasını vasiyet etmiş, yani bir anlamda eserlerine ait koskoca bir belleğin silinmesini. Dolayısıyla Villa Cavrois’nın özgün haliyle yeniden yaşama döndürülmesi, belge azlığına karşın gerçekleştirilmiş sıkı bir çalışma, araştırma ve disiplin örneği olarak da karşımıza çıkıyor. 20. yüzyıla ait modern bir bina için yapılan bu arkeolojik kazı titizliğindeki restorasyon, bir ülkenin kültürüne, yarattığı mimarlara ve değerlere nasıl sahip çıktığını ve onlardan nasıl faydalandığını çok iyi gösteriyor. Ancak her şeyden önemlisi bizde çok hoşlanılmadığını gördüğüm
“vıkvıklanmaların” farklı kültür altyapısına sahip toplumlarda, genel bilinci nasıl pozitif yönlendirdiğini örnekliyor. İyi restorasyon yapılabilmesi için sosyal ve kültürel altyapının, bürokratik bilinci üst seviyeye taşıyabileceğini bu deneyimden okuyabiliyoruz.
Darısı başımıza diyelim...