Arda İnceoğlu
duruma ait örnekleri başka ülkelerde de görmek mümkün. Mimarlığı soytarılığa dönüştürmüş, kağıt buruşturarak mimarlık yapan isme, değil eleştiride bulunmak yaptığını beğenmemek bile ayıp sayılırken mesleki bir zenginlikten bahsedebilir miyiz? Kimin meşrulaştırdığı belli olmayan mantar gibi türemiş bu fikirlere karşı ayakta kalmayı başarmalıyız.
6
Evet, tıkanmada medyanın payı olduğunu düşünüyorum. İmgelerden oluşan dev çorbanın karmaşıklık düzeyi o denli arttı ki kimi zaman farklılaşmak adına en popüler ayrışma yöntemi olan “saçmalama” eylemi tercih ediliyor. Bu eylemde mimari medyanın payı yüksek. Kimi zaman iyi bir amaçla yapılan bazı eylemler toplum adına kötü sonuçlanabilir. Bu da böyle bir durum bence. Sorun imajlara indirgenmiş olan mimari elementlerin kullanıcıya çok basit yöntemlerle sunulması. Bu ülkede ya da dünyada mimarlık çok popüler bir meslek. Bahsettiğim giderek artan kontenjanlar değil. “Bende mimar olmak istiyordum” diyen yöneticiler ya da “benden iyi mimar olur değil mi” diyen yatırımcılar. Meslek hayatımızda çoğunlukla karşılaştığımız senaryo sizi satın aldığını sanan iş sahibinin istediğini size yaptırma telaşıdır. Her şey işin sonunda “bu benim fikrim” demek içindir. Bu bir çeşit tanrı sendromudur. Peki bu şişirilmiş kafalar yakıtlarını nereden alıyorlar derseniz, adres mimari medya ve internet yayınlarıdır. Aranılan imaja bir tek kelime bile okumadan ulaşmak o kadar kolaylaştırılmıştır ki kullanıcı belli sitelerde veya aplikasyonlarda imaj araması yapabilen yapay zekalara bile ulaşabilmektedir.
Örneğin bir konut yaptırmak isteyen birisi elinde “pinterest” imajları ile kapı kapı gezmektedir. Kimileri için bu iyi bir şey olarak yorumlanabilir. Tabii “en azından ne istediğini biliyor” demek en basit yorumdur. Kelimenin tam anlamıyla basitliktir. Oysaki kalp ameliyatı olacak olan birisi “youtube”dan indirdiği bir video ile doktora gidemez. Anlayamaz çünkü.
Her disiplinde bu denli imaj yığını bulunamazken mimarlık medyası bir mimari proje ile ilgili imajları düşünsel alt metni hiç sorgulamadan sunmaktadır.
7
Bunu şu ana kadar sayısız kereler söyledim yazdım: Fikirler beraberken daha büyük ve daha güçlüdür. Mimarlığa katkı koymanın ya da ortama heyecan katmanın en belirgin ve gerçek yöntemi tüm yapıları yarışma ile üretmektir. ■ Hakan Evkaya, İkikerebir Mimarlık.
1
Çok yakın zamanda sayılmasa da Alejandro Aravena’nın küratörü olduğu 2016 Venedik Mimarlık Bienali bütün olarak çok heyecan vericiydi. Mimarlığın çok farklı şekillerde, ölçeklerde, kapsamlarda bütün görkemi ve zenginliği ile kamu yararına hizmet edebileceğinin kanıtlarını görmek bir anlamda mimarlığa olan inancımı yeniledi. Parlatılmış, nesneye hatta imaja indirgenmiş binalara odaklanmak yerine farklı süreçlerin vurgulanması; insanlarla yapıların ilişkisine odaklanılması; sergi düzeninde bile bir önceki bienalin atıklarının kullanılması; tasarım aracılığı ile araştırmanın ilginç örneklerinin kapsanması bütünlük açısından çok kuvvetli bir gelecek projeksiyonu oluşmasını sağlamıştı.
2
Alanın düşünsel bir tıkanma süreci içinde oluşuna hem katılıyorum hem katılmıyorum. Tıkanma gibi algıladığımız şey aslında kapitalizmin içinde bulunduğu krizinin yansıması, doğrudan mimarlık ile ilgili değil. Kapitalist üretim ve tüketim biçimlerinin doğal sonucu olan, “yıldız” mimarların ürettiği, sosyal medya sitelerinde çoklukla yayınlanan mimarlık ürünlerinin açık bir düşünsel sefalete karşılık geldiğine çok katılıyorum. Daha da ileri gideyim: Bu tür mimarlık ürünlerinin mimarlığa ihanet ettiğini de düşünüyorum. İnsanların yaşantılarını zenginleştirme becerisi olan olağanüstü karmaşıklıktaki ortamlar, sistemler, kurgular yaratan mesleğimizin sadece biçim oyunlarına indirgenerek algılanmasına yol açıyorlar.
Katılmama nedenim ise, daha az görünür olmakla birlikte, dünyanın her tarafında mimarlığı kamu yararına bir üretim olarak gören ve heyecan verici uygulamalar yapanların bulunması. Aravena ve Elemental, Rural Studio, Equipo Mazzanti bu yaklaşımın görece çok bilinen isimleri. Ancak Malezya kırsalında çalışan Billionbricks, Asya’nın farklı bölgelerinde çalışan Taylandlı Estudio Cavernas, Çin’den Orient Occident Atelier gibi çok sayıda ofis de var. Bu ofisler, kamu yararına çalışmalar yapmanın ötesinde, teknolojik inovasyon, üretimde katılımcılık, kolektif tasarım süreçleri gibi denemelerde de bulunuyorlar. Mimarlık saygın bir üretim biçimi olarak kendini sürdürebilecekse, bu tür sistem dışı yaklaşımların yaygınlaşması sayesinde olacak.
3
Yukarıdaki yanıtın aynısını buraya yazabilirim. Hem heyecanların ucuzladığı ve ilkelleştiği hem de tam tersine çok heyecanlı, mimarlık pratiğinin (eğitiminin de) varoluş nedenlerinin sil baştan yazıldığı bir dönemdeyiz. Madalyonun hangi yüzünü görmek istersek ya da madalyonun hangi tarafındaysak onu görüyoruz.
4
“Mimarlığın içinde bulunduğu durumun” ekonomik değil politik koşulların bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Kapitalizmin ideolojik sonuçları ile karşı karşıyayız. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada birkaç onyıl boyunca olağanüstü bir yapı üretimi yapılırken ve devasa kaynaklar inşaat sektörüne aktarılırken mimarlar içinde bulundukları geminin gittiği yönü, aynı Titanik yolcuları gibi, sorgulayacak perspektifi bulamadılar. Ancak gemi buzdağına çarpınca durumun farkına varabildik. Elbette, bu yoğun üretimi çok daha anlamlı kullanan yerler var. Örneğin, Medellin daha 20 sene önce dünyanın uyuşturucu başkenti ve en tehlikeli şehri iken bugün geleceğe umutla bakan gelişen bir şehir. Elbette bu tür sosyal, ekonomik ve politik dönüşümler mimarlık sayesinde gerçekleşmiyor. Ancak mimarlık bu dönüşümlere yardımcı olabilen, aracılık edebilen kuvvetli bir araç.
İster istemez parçası olduğumuz bu düzenin paylaşım eşitsizliği; az sayıda kişinin daha da zenginleşirken büyük çoğunluğun fakirleşmesi; barınma, eğitim, sağlık gibi sosyal hakların ticarileşmesi; mavi yaka - beyaz yaka farketmeksizin herkesin çalışma koşullarının ağırlaşması; sosyal güvencelerin yok olması ve çevre krizi gibi
olağanüstü ağır sonuçları var. Mimarlık ile ilişkili olarak algıladığımız her türlü kriz de bu düzenin doğal birer sonucu. Dünya vatandaşları olarak ekonomik, politik, sosyal olarak sürdürülemez bir konum içindeyiz. Belirli politik tercihlerin kaçınılmaz sonuçlarını yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz durumdan memnun değilsek, değişmesi ya da düzelmesi gereken ekonomi değil, sistemin kendisi.
5
Krizin Türkiye’ye özgü olan, iş ahlakının, mesleki standartların gelişmiş ve oturmuş olduğu ülkelerde asla görülmeyen yansımaları var. Bir anlamda, mesleğin aktörleri elbirliği ile sektörü yok etmekle meşgul. Sektördeki çalışma saatlerinin bitmez tükenmez oluşu, fazla mesai ücreti ödenmemesi gibi kronikleşmiş problemlerden, mezun mimarlara bir sene ücretsiz deneme süresi önerilmesine, tam zamanlı iş tekliflerinin aylık 800 TL olmasına geçildi. Bu tür sorunların ekonomik şartların kötü olması ile açıklanamayacak daha derin yapısal durumların işareti olduğunu düşünüyorum. Elbette kriz var ancak ofisler ancak genç meslektaşlarımızın emeklerini sömürerek hayatta kalabiliyorlarsa, kalmasınlar daha iyi. Böyle ifade edince ağır görünüyor belki, ancak sürekli tasarıma ve mimara değer verilmediğinden şikayet eden sektörün meslektaşlarına değer vermemesi kendi üzerinde durduğu zemini çekmek anlamına geliyor. Küllerden daha sağlıklı bir yapı doğar belki.
6
Evet, bir tıkanma olduğu hissiyatının yaygınlaşmasında medyanın payı olduğuna katılıyorum. Medyanın derdi herkesin birbirine anlattığı sıkıcı ve heyecansız hikayeleri tekrarlamak. Günümüz medyasını hızlı tüketilmeye açık yapısı da yukarıda bahsettiğim mimarlığın biçime indirgenen algısını destekliyor.
7
Yukarıda bahsettiğim gibi, heyecansız durum belli bir perspektif ve durduğumuz yer ile ilgili. İkisinden birini değiştirirsek heyecanlanmak mümkün. “Ekonomik düzelme”den kasıt, hedefi sadece arazi spekülasyonu olan projeler üretilmesi, çevre ve kent açısından çok problemli projeler yapılması, hiçbir kamu yararı olmayan üretimlere devam edilmesi olmamalı. Tartışma eksenini değiştirmek gerekiyor. ■ Arda İnceoğlu, Prof.Dr., Dekan, MEF Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi.