Arif Şahin
Yaklaşık 5 sene önce aslında mimarlığın “daha” popüler sayılabileceği bir dönemde üniversiteye başladım. Günümüz şartlarında kendime “Tekrar mimarlığı tercih eder miyim?” diye sorduğumda o zamankinden daha net bir şekilde “Evet” diyorum. Her şeyden önce belki de ilkokuldan itibaren önce üç seçenekten birinin doğru olduğu, ardından dört seçenekten birinin sonrasında da beş seçenekten birinin doğru olduğunu öğrendim. Daha doğrusu öğrendiğimi sandım. Nereden baksanız 7 yaşından 19 yaşıma kadar hep bir doğrunun olduğu sistem etrafında eğitim gördüm, gördük. Belki de mimarlık eğitimine başladığım zaman uyum sağlamakta en çok zorlandığım durumlardan biri de buydu: Hedeflediğin bilgi ve öğrenmek istediğin konu etrafında tek bir perspektiften değil birçok perspektiften bakabilmek ve tek bir doğruyu değil doğrulara, farklı düşüncelere ve fikirlere açık bir bakış açısı odaklı olması. Mimarlık eğitiminin en temel farklarından biri bu zıtlık.
Temel tasarım öğretilerinin de ötesinde mimarlık eğitiminin, “Tekrar mimarlık seçerdim” dememe neden olan ve beni heyecanlandıran yanı tahmin edilemez olması. Temel bir bilim sayılmasa bile mimarlık eğitimi seçeceğiniz yolda ve yönde farklı disiplinlerle ve bilimlerle şekillenebilir ve sizi belki de başta ulaşmayı umduğunuz noktadan çok da farklı fakat daha tatmin edici bir noktaya taşıyabilir.
Gelecek hakkında öngörülerim de aslında bu düşüncelerimle bağlantılı.
Şu an son sınıf öğrencisiyim fakat hala kendime ileride ne olmak istiyorum, diye soruyorum. Dün farklı bir insan olarak uyandım, sanırım daha farklı düşüncelerim vardı fakat şu an biliyorum ki yarın uyandığımda çok daha farklı düşüncelerim olabilir. Aslında bu bilinmezliği işaret etse de bendeki anlamı daha çok denemek, daha çok öğrenmek daha doğru tabirle daha farklı bir pencerelerden bakabilmek demek. Herhangi bir kişinin sabit hayalleri ve gelecek hakkında kesin planları yoksa, öncelikle mimarlık eğitimi gibi esnek bir eğitim alması, kendisini sonradan daha faydalı ve daha mutlu bir birey olmak için yönlendirebilir. Bir şey olmak ya da çok şey olmak arasında bir seçim yapmak gibi.
Yetenekleriniz doğrultusunda birden çok alana ya da mutlu hissettiğiniz ve olmak istediğiniz tek bir alana yönelebilirsiniz. Bu sürecin sağladığı birikimle gelecek hakkında daha doğru ve daha doyurucu kararlar alınabileceğini düşünüyorum.
Tabii her şey ifade ettiğim kadar temiz ve şeffaf değil. Güncel kriz ve bunalım sürecini de önümüze koyarsak iktisatçı ve siyasetçiler kadar olmasa da mimarların da şu anki sömürü durumunun oluşmasında çok net bir şekilde suçlu olduklarına inanıyorum. Kısa bir süre sonra meslektaş sayılabileceğim insanların kabullenemediğim bazı tutumları var. Bu disiplin içinde yetişmiş bir mimar bireyin bizzat kendi emeğine ve üretimine yapılan haksızlıklara göz yumması, bu emeğin ucuz hatta ve hatta bedava işgücü olarak görülmesi kabul edilebilir bir durum değil. Hele ki “tecrübesiz” sıfatının negatif anlamı daha çok kabul görürken asıl kabul edilmek istenmeyeninse bu sıfatın işlenebilir ve daha kolay geliştirilebilir verimli işgücü anlamına da geliyor olduğu gerçeği.
Buna sebep olanlar bir yandan da bizleriz. Belki de bu durumdan ötürü mimarlık eğitimini suçlayabilirim. Ortalama 18-19 yaşında üniversiteye başlayan bir birey için güncel mimarlık eğitimi yoğunluğu, yorgunluğu ve stresiyle bu paniği biraz da olsa tetikliyor. Değiştirmek, güncellemek ve tekrar denemek ne kadar bizim için normal bir eylem sayılsa da verilen emeğin karşılıksız olması belki egolarımızı pozitif yönde törpülese de özsaygımız açısından bazı kırmızı çizgilerimizi normalleştiriyor. Mimarlık disiplinin işlediği egolarımızı kontrollü bir şekilde yönetebilmek bir yandan da özsaygımızla insanlara karşı saygımız arasındaki dengeyi kurabilmek en kritik nokta. ■ Arif Şahin, 4. Sınıf Öğrencisi; MEF Üniversitesi, Sanat Tasarım ve Mimarlık Fakültesi.