Hayal Kurmak, Sergi Kurmak…
Cumhuriyet dönemi Ankarası’nın planlama ve inşa serüveni son yıllarda yeni bir ilgi odağı oldu. Belli ki, Erken Cumhuriyet’e, onun başarılarına ve getirilerine yönelik saldırılar tırmandıkça, Ankara’nın önemi de “yeniden kuruluşu” bağlamında özel bir dikkatle araştırılır ve vurgulanır hale geliyor. Ali ve N. Müge Cengizkan’ın küratörlüğünü yaptıkları “Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-33” sergisi bunların en yeni örneği.
M. Haluk Zelef ■ “Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-33” sergisi son yıllarda, Ankara’ya odaklanan yayın ve sergilerin en yeni örneği. Son iki ayda Ankaralıların ilgisine sunulan “Anılarda Ankara Unutulanlar ve Hatırlananlar1” ve “Jansen ve Ankara - Harita, Plan ve Eskizlerle Başkentin Tasarım Öyküsü2” ve “Kayıp ve Risk Altında: Başkent Ankara’nın Modern Mirası, 1927-19393” adlı sergiler de başkentin kent tarihini, özellikle de
20. yüzyılın ilk yarısını anlamaya yönelik çalışmalardı.
Her ne kadar bu sergilerle aynı konuyu çalışsa ve ortak payda olarak kente karşı bir duyarlık yaratmaya katkıda bulunsa da Ali Cengizkan ve N. Müge Cengizkan tarafından hayali 2000’lerin başında kurulan “Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933” sergisi birkaç açıdan çok özgün ve önemli.
Bu zaman aralığı yeni kurulan Cumhuriyet’in ilk on yılını ifade ettiği gibi Ankara için de 1932’de onaylanan Jansen Planı öncesinde, göreceli olarak daha az tarihsel malzemenin bulunduğu bir döneme işaret ediyor. Bu nedenle öncelikle sergi küratörleri bu sergiyi bir “araştırma sergisi” olarak nitelendiriyor ve bu araştırma sonucu ulaşılan bilginin ancak küçük bir kısmının sergilenebildiğini ifade ediyorlar. Sergiyi belirli tarihlerde düzenlenen kısa süreli bir etkinlik olarak sınırlandırmanın ötesinde akademik çalışmalara kaynak
oluşturmak üzere kapsamlı bir sergi kitabının da hazırlanması bu açıdan çok değerli. Bu kitapta Ali Cengizkan’ın Ankara’daki barınma pratikleri üzerine üç makalesi yanında Günkut Akın, Yener Baş ve Ömer Türkoğlu’nun kapsamlı yazıları yer alıyor. Serginin içeriği, belgelerin değerlendirilmesi ve temsil araçlarının tasarımlarının konu edildiği paralel konuşmalar da meraklıları bilgilendirerek serginin etkisinin sürmesini sağlıyor4. Sergi zor bir soruya yanıt vermeyi hedefliyor: Hem akademik açıdan derinlikli ve yeni hem de popüler, ilgi çekici, geniş kapsamlı bir kent sergisi kurulabilir mi?
Sergi, içeriğini oluşturan nesneler ve temsil teknolojileri açısından da ilginç. Böylesi bir sergide olması beklenen kartpostallar, fotoğraflar, çizimler, tarihi belgeler ve efemera yanında belgesel filmlerin5 gösterimi sadece akademik açıdan ilgi duyanlara değil genel olarak her yaştan ziyaretçiye konunun aktarılmasını sağlıyor.
Ancak serginin odağındaki görsel malzeme dijital ortamda hazırlanan filmler. Gelişen bilgisayar teknolojileriyle modellenen
(oyun motorunda birleştirilen) 350 adet yapının kentsel bağlamına yerleştirilmesiyle çekilen ve serginin dört noktasında ayrı temalarla gösterilen bu filmler, 1920’lerde bu çevrelerde gezen insanların gördüklerini günümüze taşıyor. Filmlerdeki çoğunluğu konut olan yapıların modelleri, eldeki fotoğraf, kartpostal, rölöve, orijinal çizim gibi belgelerin tarihçi titizliğiyle birleştirilmesiyle oluşturulmuş. Böylece hem bu tür araştırmalar için bir yöntem deneniyor, hem de ortaya çıkan sonuç ürün güncel ve popüler bir görsel iletişim ortamı üretiyor. Sergi kitabında mimari ve kentsel temsil açısından ilginç bir başka yaklaşım daha var. Dijital filmlerdeki hareketli görüntülerden, yine siyah beyaz ve sepya tonlarda “varolmayan kartpostallar” üretilmiş. Bu kartpostalların görsellik olarak Ankara tarihi için yeni bir fotoğraf grubu olan ve bu serginin başlangıç noktasını oluşturan, “Ankara Şehremaneti Mektupçusu Tahsin Beyefendiye” başlıklı albümdeki fotoğraflara bir gönderme olduğu görülüyor. 1926-1929 arasında çekildiği düşünülen bu fotolar, aynı döneme ait başka fotoğraflarda kadraja giren insan, taşıt aracı, elektrik direği gibi öğeleri taşımamakta, sadece yapılar ve kentsel mekanlara odaklanmaktadır. Bu albümdeki evlere ait tarihi özgün fotoğraflar ve dijital modellemelerden üretilen kartpostallar ideal ve steril bir ortamı betimlerken, mahalle sakinlerinin bu “model” kente uyumlarına ilişkin soruların yanıtlarını sergi kitabındaki metinlerde bulabiliyoruz6. Bu modellerin binalar hakkında toplanabilen tüm bilgiyi süzmeyi hedeflediği, bu nedenle de spekülatif bilgi üretmeye mesafeli durduğu, örneğin bilgi bulunamayan cephelerin tamamen düz bırakıldığı dikkatli gözlerden kaçmıyor. Aynı nedenle olsa gerek bu yapıların renkleri hakkında da temkinli bir duruş sergileniyor7.
Sergi içerik olarak Ankara’nın Cumhuriyet dönemindeki ilk on yılını incelemekteyse de, temel olarak demiryolu köprüsü ile bugün Bakanlıklar olarak bilinen bölge arasına odaklanıyor. Yenişehir olarak tanımlanan ve Türkiye’deki ilk konut kooperatifi olan Memurin Kooperatif Şirketi’nin ortaya çıktığı bu bölgedeki çoğunlukla 1 ve 2 katlı yapıların şu anda sadece 10 örneği ile 30 kamu yapısından 18’i varlığını sürdürüyor. Pek çok tarihi fotoğrafın ve küratörlerin başucu kitabı olarak niteledikleri Yakup Kadri’nin Ankara romanı gibi anlatının arka planını oluşturan bu konutlar ilk defa bu ayrıntıda inceleniyor, tipolojik olarak sınıflandırılıyor, ölçekli mimari maketler ve dijital modellerle Ankaralıların karşısına çıkıyor. Serginin afişi de Yenişehir’deki konutlar temasını çok net vurguluyor. Afişteki konutların çoğunluğu üslup açısından “moderne beş kala” olarak betimleniyor. Bunlar afişte yer alan az sayıdaki yenilikçi, uluslararası üslupta tasarlanan örnekler arasında genellikle ikinci planda kalır ve bugüne kadar da bu nedenlerle olsa gerek mimarlık tarihçilerinin çok ilgisini çekmez. Editörler bu türden estetik tercihler ve ayıklamalar yerine daha kapsayıcı bir irdelemeyi yaparken bu “gelenekselci” “eklektik” gibi isimlendirilen yapıların inşa süreçlerinin arkaplanını ve yapıların sahipleri tarafından gerçekleştirilen dönüşümlerini ortaya koyar.8 Afişteki görseller, sergi ve kitapta önemli bir başka yapının da detaylı olarak irdelendiğinin işaretini verir: Ankara Havagazı ve Elektrik Fabrikası. Bu endüstriyel tesis, konutlardan oluşan Yenişehir’deki modern yaşamın altyapısını göstermesi açısından çok önemlidir.
Sergide ve eşlik eden kitaptaki “Anma Kültürü Yaratmak”, “Kent ve Park Kültürünü Oluşturmak”, “Ulusal Egemenlik” “Kamusal Modernleşme” gibi başka temalar da Yenişehir’deki konut dokusu ve barınma kültürü üzerinden yapılan kurguya eşlik ediyor. Bu bölümlerdeki heykeller, parklar, havuzlar (az bilinen meclis parkı içindeki kış bahçesi), yanında hayvanat bahçesi ve tenis kulübü gibi tesisler orta Anadolu’daki küçük bir kentten Avrupa örneklerindekine benzer bir başkent üretme gayretlerini gösteriyor.
Serginin önemli bir başka izleği bu yıllarda kentin ve Yenişehir’in gelişiminde rol oynayan aktörler. Aslında sergiye kronolojik bir dizgenin hakim olmaması, bunun yerine kişiler üzerinden kurgulanması serginin çok farklı şekillerde gezilebilmesi için esneklik sağlıyor. Bu aktörler, siyasetçisinden entelektüeline, mimarından sanatçı, mühendis ve müteahhitine büyük bir çeşitlilik gösteriyor. Bu çeşitlilik renk kodlarıyla sergide işaretlenirken, sergi kitabında sosyal statü, etkinlik ve meslekler açısından sınıflama yok ve kişiler “Enstantaneler: Şehrin Sakinleri” olarak alfabetik bir sıraya konuyor. O nedenle edebiyatçı Halide Edip Adıvar ile başlayan 38 kişilik liste sanayici Şakir Zümre ile bitiyor ve Cumhuriyet’in kurucu lideri Atatürk ile mimar Orhan Alsaç ya da Müteahhit Jacques Aggiman birbirini takip eden sayfalarda yer alıyor.
Beşeri tarih olarak nitelenebilecek alana ait bilgilere de serginin hem görsel malzemelerinde hem de eşlik eden metinlerde rastlanabiliyor. Sergideki filmlerde yapıların sahipleri ve toplumsal statüleri de izlenebiliyor. “Yabanlar” olarak nitelenen bu grubun Ankara’nın yerli halkıyla ilişkisinin de her zaman barışçıl olmadığı ve iki kitlenin kolayca kaynaşamadığı ise anlatılarda takip edilebiliyor. Sergi ve kitap, Yakup Kadri ve Halide Edip başta olmak üzere payitaht çıkışlı aydınların kendileri için söylenen “yaban” sözcüğünü üstlerine alarak nasıl İstanbul için bir eleştirel konum elde ettiklerini de tartışmayı hedefliyor. Ankara’nın oluşumunda biraraya gelen Türkiye’nin bu denli önemli entelektüel grubunun yanında şehrin sakini olup da o dönemde kentten ayrılmak durumunda
kalanların izlerine de satır aralarında rastlanıyor9.
Sergi Prof.Dr. Ali Cengizkan’ın uzun yıllar boyunca Ankara üzerine yaptığı akademik çalışmaların (örneğin Ankara’nın 1924-25 Lörcher Planı) bir sentezi olarak değerlendirilebilir. Ancak bunun ötesinde, daha önce okuyucularla paylaşılmayan bazı yeni tarihsel malzemelerin de ortaya çıktığı görülüyor. Yenişehir bölgesinde ilk otelin yapılma süreçleri, Mongeri’nin Baytar Fakültesi projesi, Holzmeister’in tasarladığı meclisin önünden geçen yolun yıkılmasına yol açtığı yapılar gibi bilinmeyen örnekler hem bu alandaki akademisyenler, hem de sergiyi gezen kentliler için yeni. Bazı bilinen yapılara ilişkin fotoğraflar da yapıyı ve dönemini anlamak üzere yeni bir çerçeve sunuyor, zihinlerdeki eski-yeni şablonunu sorgulatıyor. Örneğin 1927 yılında inşaatı biten, Jost tarafından tasarlanan ve Ankara’daki ilk modern mimarlık örneği olarak nitelendirilen ve çok yakında Valilik binası olarak kullanılmaya başlanan
Sağlık Bakanlığı binasının 1928 yılına kadar üstünde Arap alfabesiyle “Sıhhiye ve Muavenet-i içtimaiye Vekaleti” olarak isimlendirilmesi çok çarpıcı.
Sergi bağımsız koleksiyonerlerin de elindeki tarihsel malzemeleri görmek için bir fırsat oluşturuyor. İnternet ortamındaki paylaşım sitelerinde pek çok harcıalem başkent fotoğrafı içinde bazı özgün malzemeleri de paylaşan bu koleksiyonerlerin geniş bir izleyici grubuna ulaşabilmesi ve akademik çalışmayı desteklemeleri önemli.
“Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933” sergisi CerModern’de 12 Kasım 201912 Ocak 2020 tarihleri arasında ziyarete açık. 1927 yılında yapılan demiryolu endüstri mirası olan cer atölyeleri 2000’lerde modern sanat müzesi olarak yeniden Ankara kentinin kültürel yaşamına katılmıştı. Sergi içeriğiyle mekanın böylesine çakışması ilginç, sergiyi gezenlerin çıkışta müze çevresindeki o döneme ait Türkocağı ve Etnoğrafya Müzesi gibi yapıları görmesi serginin içeriğinin hala kentte kısmen de olsa yaşadığını gösteriyor. Bu döneme ait pek çok kartpostal ve fotoğrafın değişmez arkaplanını oluşturan Su Perileri havuzu da halen CerModern’in ön bahçesinde bulunuyor10. Sergi mekanının kentsel bağlamına ilişkin bir başka çakışma ise serginin tarihsel aralığının sonunda yani 1933’de düzenlenen yarışmayla seçilen, şu anda Devlet Opera Balesi tarafından kullanılan Ankara Sergievi’nin hemen yakınında yer alması. Erken Cumhuriyet döneminde sergileme pratikleriyle toplumsal bilinçlenme sağlanması gibi bir hedefin şehrin aynı noktasında ama başka bağlamlarda yinelendiği görülüyor. Sergievinde 1944 yılında düzenlenen Nafia Sergisi ile bu sergi arasındaki ilişki üzerinde düşünmeye değer. O sergide maketler ve çizimlerle ortaya konan Cumhuriyet’in ilk 20 yılında gerçekleştirilen işlerin bir kısmı da Ankara’ya aitti ve “Bir Şehir Kurmak” sergisindeki yapılarla kısmen örtüşüyordu11.
Sergi salonu ise sergileme açısından sorunları olan bir biçimlenmeye sahip.
Müzenin girişinden itibaren izleyici “Yeni Ankara. Hoşgeldiniz” yazan bir kırmızı duvara doğru yürüyor12. Kuzey ve Güney Hangarlar olarak bilinen ince uzun bir dikdörtgen mekanın ortasındaki bu noktadan girilmesi izleyicide, sergilemenin bir sırası olup olmadığı, hangi yönden ilerleneceği gibi sorular uyandırıyor.
İki salondaki farklı sergileme şemaları (boylamasına ve enlemesine dolaşım) bu bölümlere farklı karakterler verse de hangisinin öncelikli olduğu sorusu hala yeni gelen birisi için net değil. Ancak izleyici kendi dolaşım izleğini belirledikten sonra bütün mekan, itinayla tasarlanan sergileme elemanları, tavandan sarkan görseller ve filmlerle izleyiciyi sarıyor. Sergileme elemanlarının birimlerden oluşan yapısı esnek bir sergileme düzenine, serginin kurgusu esnasındaki değişikliklere ve yeni uyarlamalara imkan tanıyor. Renk, tipografi gibi öğeler de serginin incelikli kurgusunu destekliyor.
…
Sergi hakkındaki bu yazıyı sergi ve ziyaretçiler arasındaki etkileşime ilişkin
gözlemlerle bitirmek isterim. Son yıllarda her yaştan izleyicinin farklı ilişki biçimleriyle sergilere katılımı önemseniyor. Önem verilen noktalardan biri çocukların da ilgisini sağlamak üzere yapılan düzenlemeler. Bu sergideki konut maketleri gözlemlediğim kadarıyla bütün çocuklarda bir oyuncak izlenimi vererek dokunma duygusunu tetikliyor13. Bundan esinlenen paralel başka etkinlikler de serginin yeni nesillere ulaşmasına yardımcı oluyor. Örneğin “Mimarlık ve Çocuk Atölyesi” isimli bir oluşum, bu sergiyi çocuklarla beraber gezerek, serginin yoğun içeriğini 5-12 yaş grubuna aktarmaya çalıştı. Serginin içinde bilgisayar teknolojileriyle interaktif birtakım düzenlemeler olması bu iletişimi belki daha da fazla canlandırırdı. Serginin etkisinin yayılmasına ve bilinirliğine ilişkin bir başka öneri de sergiye eşlik eden kitaptan daha az kapsamlı ama ekonomik bir yayın, afiş, kartpostal vb. gibi izleyicilerin yanlarında götürebilecekleri ürünleri sergide bulabilmeleri olabilir.
Sadece açılış günü değil, daha sonra gezdiğim her iki günde de serginin çok yoğun bir ilgiyle karşılandığını görmek umut vericiydi. Bu ilgi, mimarlık gündeminin maalesef değişmeyen konularından biri olan Cumhuriyet dönemi binalarının yıkımına karşı bir bilinç ve kentsel bellek oluşturma gayretinin sadece mimarlara ait bir duyarlık olmadığı ve değişik toplumsal gruplara da ulaştığı duygusunu veriyordu. Sergiyi gezenler arasında yeni Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nın da olması günümüz konjonktüründe, kuruluş yılları Ankarası’na ve dolayısıyla sergiye yüklenen siyasi anlamların da bir yansımasıydı. Sergiyi düzenleyenlerin özellikle karşı oldukları “nostaljik” olarak nitelenen ve pasif bir hüzün durumunu yansıtan bakış açısı, umarım bu sergi ile daha etkin bir kentsel hafıza oluşumuna evrilerek bir direnç noktası oluşturur.
Bu direncin sürekliliğini ve yeni nesillere ulaşmasını sağlamak serginin etkisinin hiç şüphesiz belirli bir zaman aralığının ötesine geçmesine de bağlı. Ziyaretçilerin de aklına gelen, bu serginin Türkiye’de başka yerlerde de kurulması ve ardından bir “kent müzesi14” içindeki kalıcı sergilerden biri olması düşüncesini küratörlerden duymak da sevindiriciydi. ■ M. Haluk Zelef, Doç. Dr.; Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü.
Notlar:
1 Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi, 21-28 Ekim 2019.
2 11 Ekim-1 Kasım 2019 tarihleri arasında Goethe Enstitüsü’nde düzenlenen sergi, Çağdaş Sanatlar Merkezindeki (13 Aralık-14 Aralık 2018) Jansen ve Ankara Sempozyumu’na eşlik eden serginin yeniden Ankaralılara sunulduğu bir fırsat olmuştu.
3 Mimarlar Derneği 1927 ve Litvanya Elçiliği tarafından düzenlenen sergi 11-20 Aralık 2019 tarihleri arasında TEDU salonlarında açıldı. İki ülkenin modern mirasa bakışlarını kıyaslamalı bir şekilde ortaya koyan bu sergi ilk kez 17-27 Şubat 2017’de açılmış, sonrasında Litvanya’da da tekrarlanmıştı.
4 “Başkent Ankara’nın Kuruluşunda Romantik
Mimar: Kemalettin Bey” başlıklı Prof.Dr. Günkut Akın konuşması 5 Aralık 2019 tarihinde, “Araştırmanın kendisi ve sergisi” konuşması ise 19 Aralık 2019 tarihinde düzenlendi.
5 Örneğin Sovyet yönetmen Sergei Yutkeviç’in Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu yılı nedeniyle Türkiye’de çektiği “Türkiye’nin Kalbi Ankara”.
6 Bazı evlerde tavuk, koyun gibi hayvanların beslendiği hatta bunların döşeme altının oyularak bir mekan oluşturulmasıyla yapıldığı bahçe duvarlarıyla birlikte düşünülen bu müstakil villaların bahçelerine ihtimam gösterenlerin çok kısıtlı sayıda olduğu gibi notları Ömer Türkoğlu’nun dönemin basınına dayalı makalesinde görmek mümkün.
7 Oluşturulan modeller ve dönem fotoğraflarındaki siyah beyaz ve sepya tonlar serginin estetik duygusunun tutarlılığını sağlıyor. Ancak “Binalara ait sonraki dönemlerde rastlanan renkli fotolardaki renkler ilk dönemlerde de var mıydı?”, “Günümüzde ayakta kalan örneklerin renklerine mi benziyordu?” gibi sorular merak uyandırıyor.
8 Yakup Kadri’nin Ankara romanında canlı şekilde betimlenen yapıların dönüşümü de sergideki fotoğraflarda takip edilebiliyor. Örneğin şimdi Kızılay tarafından kullanılan kuleli Renda Köşkü daha sonraki dönemlerdeki resimlerde kulesiz. Afet İnan’a ait yapı ise sahibinin inisiyatifiyle 1940’lar sonunda tanınmayacak kadar değişiyor. Ankara romanında betimlenen yapıların iç mekanları ve onlardaki dönüşüm ise eldeki tarihsel malzemenin imkan vermemesi nedeniyle takip edilemiyor. Ancak yine de Türkocağı binasının içindeki Şark köşesinin fotoğrafı ile Atatürk’ün Çankaya Köşkünün sade, modern iç mekanlarına ait fotoğraflar bu değişimin ipuçlarını taşıyor.
9 Ankara’nın yerlileri, Ankara’ya gelenler, yanında 1920’lerde Ankara’dan gidenler gibi üç insan grubundan sergide en az görüleni sonuncular. Örneğin “Vicdanı derin” bir mimar nitelemesiyle de tanıtılan Arif Hikmet Koyunoğlu’nun kendisine bir ev ararken, gözyaşlarıyla terkedilen “emval-i metruke” (terk edilmiş mülklerden) birini almak yerine Koç ailesinin bir bağ evini satın almasına ilişkin anekdot böyle bir örnek.
10 Küratörler serginin, Ankara’nın farklı noktalarında gezen ve sonunda konulduğu depolardan kurtularak günümüzde CerModern bahçesine yerleştirilen bu havuzdan başlamasını ve sonunda da onunla çekilen bir anı fotoğrafı ile bitmesini düşündüklerini ancak bunun gerçekleştirilemediğinden bahsettiler.
11 1944 Nafia sergisiyle ilgilenenler için bkz.: M.H. Zelef, “The 1944 Republican Public Works Exhibition: Building, Constructing and Exhibiting in Turkey”, Docomomo Journal, no: 35, 2006, s. 54-61.
12 CerModern’deki bu serginin hemen yanındaki salonlarda ise yine ilginç bir sergi olan Göbeklitepe bulunuyor. Ancak bu serginin çok baskın sesleri “Bir şehir kurmak” sergisini hakkıyla 3-4 saatte gezebilen izleyicinin dikkatini toplamasına ve filmlerdeki sesleri duymasına engel olacak kadar yüksek.
13 Serginin afişindeki yapı maket fotoğrafları ve bunlardan birini tutan el, bu kurma, koruma, özdeşleşme fikrini destekliyor gibi…
14 Sergideki kişilerden biri olan müteahhit Erzurumlu Nafiz Kotan’ın evi hakkında bu işleve dönüştürüleceğine dair haberler henüz resmi bir düzeyde dillendirilmedi.