Ekim Devrimi Sonrasında Şehirler ve Sosyalist Kent
Vkhutemas ve Sovyetler Birliği’nde “Cesaret Dönemi” Şehirciliği:
Emre Sevim ■ Catherine Cooke, “Rus Avangardı’nın Mimari Çizimleri” isimli çalışmasının henüz en başında mimarlık disiplini açısından Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde oluşan atmosferi anlatırken şu cümleleri kurar: “1917 Rus Devrimi’nin toplumsal ayaklanmaları neticesinde aristokrat aileler Petrograd’tan kaçarlarken ve milyoner tüccarların hanedanlıkları Moskova’da bir gecede yok olurken mimarlık mesleği, müşterilerinin çoğunu kaybetti”. Aynı çalışmanın devamında Cooke, devrim sonrası inşaat faaliyetlerinin beton, cam başta olmak üzere birçok sınai ürünün eksikliğinde; eşek gücüyle ve Leonardo Da Vinci’den kalma ahşap makinelerle yürütüldüğünü belirtmektedir (Cooke, 1990). Aslında burada ortaya konan tablonun anlatmaya çalıştığı şey çok açıktır; Devrim’den sonraki ortam, ne toplumsal olarak ne de iktisadi olarak modern mimariyi uygulamaya uygun değildi. Aynı önermenin kentleşme açısından da ortaya konması gayet mümkündür. Batı kentleri, özellikle
Sanayi Devrimi sonrasında yoğunlaşan üretim gelişmelerinin ve sınıfsal ilişkilerin/ çatışmaların içerisinden süzülerek modernleşme tartışması içerisine girmişlerdi. Ekim Devrim’i sonrasında Sovyet iktidarının elindeki kentler ise bu süreçleri yaşamamışlardı. Dönemin Rusya’sında Moskova ve Petrograd 2 milyon civarlarındaki nüfuslarıyla fiziksel ve sosyal olarak nispeten modern kentsel özellikleri barındıran iki merkezdi ve ülke geneli kentli nüfusun %20’si bu iki merkezde yaşıyordu. Bu iki şehirden sonra Kiev ve Odesa 500 bin civarında nüfuslarıyla öne çıkan yerleşimlerdi, fakat bu kentler bile modern sanayiye ve altyapıya sahip değillerdi (Cooke, 1990; Parkins, 1949). Ülke genelinde sadece yirmi bir yerleşimin nüfusu 100 bini geçiyordu (Andrusz, 1990). Kentlerde yaşayan nüfus, toplam nüfusun
%20’si kadar bile değildi (Osborn ve Reiner, 1962; Bater, 1980). Yani hem nüfus dağılımı olarak hem yapılı çevre olarak hem üretim ilişkileri açısından hem de toplumsal ilişkiler açısından Rusya bir kır toplumu idi ve modern kentleşmeyi gerçekleştirecek mekanizmalardan epey uzaktı. Bütün bu problem ağının içerisinde ise sorun sadece kentleşme değil ayrıca sosyalist kentleşmeydi.
Zira diğer bütün ilişkiler bir şekilde kopyalanarak mekansallaştırılabilirdi fakat dünya üzerinde sosyalist kentin nasıl mekansallaşacağına dair herhangi bir tartışma o zamana kadar yapılmamıştı.
Yoldaşlar!
Savaşın ve devrimin ateşi hem ruhlarımızı hem de şehirlerimizi harap etti. Dünün ihtişamlı sarayları bugünün yanmış iskeletleridir. Yıkık şehirler yeni inşaatçılar bekliyor.
Rusya’nın mirasını kabul edenlere, yarın tüm dünyanın efendileri olacaklara (İnanıyorum!) şu soruyu soruyorum: Dünün yangınlarını hangi fantastik yapılarla örteceksiniz? (Mayakovski’den aktaran Wolfe, 2012).
Mayakovski daha devrimin ilk aylarında (15 Mart 1918) Gazeta Futuristov’da yayımladığı “İşçilere Açık Mektup” adlı yazısıyla bu tartışmanın sorusunu sormuştu. Bu sorunun yanıtı Sovyetler Birliği’nin varlığını devam ettirdiği sürece bütün dünyada tartışıldı. Tartışma kimi zaman hararetlendi, kimi zaman cılızlaştı; kimi zaman yeni fikirlerin hücumuna uğradı, kimi zaman muhafazakarlaştı fakat hep devam etti. Zira sorunun tam olarak cevabı yoktu. Zira sosyalist kent; sosyalist ideolojinin kendisini, yaratmak istediği yaşam biçimini yayma araçlarından biridir. Yani, sosyalist kent yapısal bir olgu olmasının ötesinde siyasal bir olgudur ve bu siyasal olgu toplumu devrimlere sürekli dönüştürme amacı güden bir ideolojinin araçlarından biri olarak deneysel bir projedir. Toplumun tavırlarına, gelişen ilişkilere göre siyasal hattını yeniden kurgulamalı ve devrimci görevini devam ettirmelidir. İşte bu temel, sosyalist kente dair sorunun cevaplanabilmesi için sürekli bir tartışmanın olması gerektiği sonucuna bizi ulaştırıyor.
Erken dönem sosyalist kent tartışmalarında Vkhutemas’ın yeri Şüphesiz ki sözünü ettiğimiz tartışmaların en yoğun ve yenilikçi olarak gerçekleştiği dönem devrimle birlikte başlayarak 1930’ların başına kadar devam eden dönemdir. Kimi çalışmalarda bu dönem için 1917-1935, 1923-1934, 1923-1932, 1921-1933 gibi tarih aralıklarının belirlendiğini görmekteyiz. Bunun sebebi, bu çalışmaların, çeşitli kurumsallıkların gelişimlerini (kuruluş, kapanış), yasal değişimleri baz alarak kendilerine tarih aralıkları çıkarmalarıdır. Örneğin; böyle bir çalışmada dönemi Vkhutemas’ın faaliyetlerini sürdürdüğü 1920-1930 yılları olarak ele almak mümkündür. Fakat bu dönemi şehircilik açısından irdelerken bu kadar net tarih aralıkları belirlememiz pek mümkün değil; zira, bahsettiğimiz dönem içerisinde belirgin kırılmalar olmuşsa da tartışmalar, bu kırılmalar doğrultusunda net bir şekilde ortaya çıkmamış veya sonlanmamıştır.
Yani bu dönem aralığının sınırları net değildir. Fakat dönemin mimarlık ve şehircilik tartışmaları açısından önemi nettir. Frampton bu dönemi; “kahramanlık ve cesaret dönemi” olarak tanımlamıştır, Le Corbusier dönemin Moskova’sını “fikir fabrikası”na benzetmiştir (Frampton, 1968; Le Corbusier, 1991).
Döneme ilişkin bir diğer net olmama durumu da şehircilik tartışmalarının yürütüldüğü kurumlara ilişkindir. Dönemin Moskova’sında sosyalist şehirciliğe ilişkin en ciddi ayrışmanın (Bu ciddi ayrışmanın dışında bu dönemde sosyalist şehirciliğe ilişkin çok fazla sayıda yenilikçi fikir ortaya atılmıştır) “urbanist” ve “disurbanist” plancılar arasında olduğu ve en yoğun tartışmaların bu ayrışma etrafında yapıldığı aşikardır (Kopp, 1970; Parkins, 1949). Fakat tartışmanın tarafı olan kişilere bakıldığında bu kişilerin yoğunlaştıkları bir kurumdan söz edilebilmesi mümkün değildir. Dönemin Moskova’sında sosyalist şehirciliğe ilişkin tartışmalar, okul olarak Vkhutemas ve Bauman Moskova Devlet Teknik Üniversitesi’nde; mesleki örgütlenme olarak da ASNOVA (Yeni Mimarlar Derneği) ve OSA
(Çağdaş Mimarlar Birliği) gibi örgütlerde yoğunlaşmaktaydı (Thomas, 1978; Colton, 1995) Fakat bu kurumların
sosyalist şehirleşmeye dair belli mutlak fikirleri savunduklarını söylememiz mümkün değildir. En ciddi ayrışma olarak tanımlanan “urbanist-disurbanist” tartışmasının tarafı olan şahıslar bile bu kurumlarda yanyana gelmektedirler. Örneğin; Ladovski, Vkhutemas’da stüdyo yürütücüsüydü, ASNOVA üyesiydi -1928’de ayrılarak ARU’yu (Mimarlar ve Şehirciler Birliği) kurdu- ve tartışmanın “urbanist” tarafındaydı. Moisei Ginzburg da Vkhutemas’da stüdyo yürütücüsüydü, OSA üyesiydi ve tartışmanın “disurbanist” tarafındaydı (Bokov, 2018; Kopp,
1970) Buradan yola çıkarak; dönemin sosyalist şehirleşmeye sunduğu katkıyı ortaya koymaya çalışırken kurumların katkılarından ziyade genel olarak tartışmaların hangi konularda yoğunlaştığını açıklama çabasının daha doğru bir tutum olacağı kanaatindeyiz. Vkhutemas’ın da bu tartışmaların yapıldığı önemli alanlardan biri olduğunu belirtelim.
Şehirciliğe ilişkin ilk hamleler Yukarıda da değindiğimiz gibi Sovyetler Birliği kurulduğunda şehirleşme konusundaki en temel fikirsel problem, sosyalist kentleşmenin nasıl gerçekleştirileceğine dair o zamana kadar herhangi bir tartışmanın yapılmamış olmasıydı. 1917-1921 yılları arasında süren İç Savaş’ın bu tartışmanın yapılmasına dair uygun ortam sunmadığı aşikardır. Bu yıllar arasında şehirciliğe dair gerçekleşen en önemli hamle, nüfusu 10 binden fazla olan yerleşimlerde belediyelere emekçilerin konut sorunun çözülmesi için belli büyüklüklerin üstünde olan konutlarda mülkiyete el koyarak düzenleme yetkisinin verilmesidir. Bu şekilde Moskova ve Petrograd’ta toplam konut stokunun %75’i devletleştirildi. Bu yetki kullanımıyla ilk konut komünleri ortaya çıktı. Kent çeperlerinde yaşayan emekçiler bu yeni komünler aracılığıyla kentlerin merkezi alanlarına yerleşmiş oldular (Andrusz, 1990; Willimott, 2017).
1921 yılında GOSPLAN’ın kurulmasıyla birlikte planlama alanında çok ciddi bir kurumsallaşma gerçekleşti. Sovyetler Birliği önce “Yeni Ekonomik Politika” sonrasında “5 Yıllık Kalkınma Planları” ile en küçük üretim tesislere kadar verilerin elde edildiği, emekçilerin de planlama süreçlerinde söz sahibi olduğu, plan ortaya çıktıktan sonra sürekli revizyonlarla ve kontrollerle işleyen küçük çarkların ahenkle işlediği dev bir planlama mekanizması kurdu (French, 1995; Bater, 1980). Bu mekanizma çok geçmeden kapitalist dünyada da hayranlık uyandırdı. Zira Sovyetler Birliği dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisiydi, 1929
Büyük Buhranı’nı Batı ülkelerine nazaran daha az zararla atlatmayı başarmıştı. 1920-1940 yılları arasında Sovyetler Birliği ekonomisi %260 civarında bir büyüme sergilemişti. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalist iktisada haiz birçok ülke bu planlama mekanizmasını kendilerine adapte etmeye çalıştılar (Gregory ve
Sailors, 2003). Planlama mekanizması sosyal ve mekansal planlama olarak iki ana başlık altında ele alındı ve kent planlama önemli odaklardan biri oldu (Parkins
1949; Zile, 1963).
Sosyalist kentin çözmeyi hedeflediği iki ana çelişki
Bu güçlü yönetimsel dayanağın yanında hala sosyalist kentin nasıl olacağına dair teorik bir netlik oluşmamıştı. Dönemin tartışmalarını şekillendiren iki ana eksen oldu. Öncelikle; Marx ve Engels yazınlarından kentleşmeye dair sonuçlar çıkarılmaya çalışıldı ve erken dönem Marksist yazının kapitalist kentleşmeye ilişkin ortaya koyduğu iki çelişki üzerine yoğunlaşıldı: Büyük kent-küçük kent ve kent-kır.
Büyük kentlerde esas olarak emekçi halk oturmaktadır; (…) bu işçilerin kendilerine ait mal ve mülkleri yoktur; geçimleri tamamen ücretlerindendir; yani genelde elden ağza gider (Engels, 1997).
Büyük kent, kapitalist birikimin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır ve kapitalizmin kendini devam ettirebilmesi için elzem bir rol üstlenmektedir. Engels’in 1845’te yayımladığı İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu başlıklı kitap, kapitalist kentleşmenin çelişkilerine dair tespitler yapması açısından öncü bir eserdi. Engels’in kapitalist kentleşmeye dair ortaya koyduğu temel tespitler -sermaye için gerekli olan kentsel alt yapının yapımının emekçi sınıfların omuzlarını yüklenmesi, artan nüfusun emekçiler arasında rekabet doğurarak
işgücü ücretlerini düşürmesi ve toprak rantını yükseltmesi- bugün hala bütün güncelliğiyle karşımızda durmaktadır (Engels, 1997. Resim 1).
Bedensel ve zihinsel emek arasındaki en önemli bölünme kent ile kırın ayrılmasıdır. Kent ile kır arasında barbarlıktan uygarlığa, kabileden devlete, yerellikten ulusa geçişle birlikte başlayan karşıtlık, uygarlık tarihi boyunca devam ederek günümüze kadar gelmiştir (Marx ve Engels, 2017).
Kent ve kır arasındaki çelişki ise sınıflı toplumlar varolduğundan beri varolan bir çelişkiydi. Aslında iki olgunun oluşumu da üretim araçlarının ve işin bölünmesi sonucudur. Kent hakim sınıfın; sermayesinin yoğunlaştığı, üretim araçlarının işlediği, ihtiyaçlarının karşılandığı bir mekansallaşmadır. Kır ise izoledir, organize değildir. Ve kent ve kır arasındaki işbölümü bireye dayatılan belirli faaliyete tabi olunmasının en keskin ifadesidir (Marx ve Engels, 2017).
Kapitalist kentin yarattığı yıkıcılık ve kırın gelişmeye kapalı muhafazakar yapısı eleştirildi. Sosyalist kentin hem kentin hem de kırın olumlu özelliklerini barındıran bir yerleşim olması tahayyül ediliyordu. Sosyalist kent insanın tabiat ile arasındaki bağı yeniden kuracaktı, fakat diğer taraftan da kentin insanlığın hizmetine sunduğu toplumsal hayatı (eğitim, sağlık, sosyalleşme alanları vs.) sağlıklı bir şekilde tesis etmeyi hedefliyordu. Bu noktada sosyalist kente yönelik en önemli tartışmalardan biri kentin optimum nüfusuna yönelik oldu. Kent tabiattan kopmayacak kadar küçük, insanlığın geldiği noktada hizmetleri aksatmadan sunacak, insanlığın gelişimine katkı sunacak kadar büyük olmalıydı. Ayrıca yeni kurulan kentler de sosyalist ideolojinin coğrafyaya yayılmasında önemli birer araç olacaklardı.
Yukarıda sözünü ettiğimiz bu dönemin en ciddi tartışma konularından olan “urbanist”, “disurbanist” ayrışması aslında bu iki çelişkinin çözümüne yönelik farklı fikirlerden doğuyordu. “Urbanist”ler yeni sosyalist kentler inşa ederek coğrafyaya yayılmayı savunurlarken, “disurbanist”ler İngiliz bahçeşehirciliği tarzı bir anlayışla daha seyrek yerleşimlerle coğrafyaya yayılmayı savunuyorlardı (Kopp, 1970).
Kent ütopyalarından sosyalist kente Bu iki ana çelişkiyi aşma üzerine yapılan tartışmalar bizi ikinci ve daha fazla
yenilikçi fikir üretilmesini sağlayan eksene götürmektedir: Batı’nın ütopyaları yeniden tartışmaya açıldı (Kopp, 1970). Zira Batı’nın ütopyaları zaten kapitalist kentin yarattığı sorunları çözmek üzere ortaya atılmışlardı bu yönüyle sosyalist kentleşme için yol gösterici olabilirlerdi. Bu ütopyaların Sovyetler Birliği’ne taşınarak dönüştürülmelerinde Le Corbusier, Hans Meyer, Ernst May, Walter Gropius, Bruno ve Max Taut, Mart Stam, André Lurçat gibi Batılı mimarların buraya giderek işler yapmaları ve Vkhutemas-Bauhaus işbirliği önemli oldu (Kopp, 1970; Bokov, 2018; Parkins, 1949).
Öncelikle, bu dönemde ortaya atılan kent modellerinin çok az sayıda uygulama şansı bulduğunu belirtmemiz gerekir. Bu dönemde tartışılan kent modellerini üç ana başlıkta ele alabiliriz: Lineer kent, uydukent ve dağınık kent (Parkins, 1949). Fakat, yine de bu kent modellerini birbirlerinden bağımsız düşünmemiz pek mümkün değildir. Zira bu modelleri harmanlayan fikirler de olmuştur.
Lineer kent üzerine gerçekleştirilen tartışmalar, Batı’nın ütopyalarının nasıl taşındığı açısından öğreticidir. Zira bu dönemde sözkonusu tartışmalardan süzülerek uygulanma şansı bulmuş iki lineer kent örneğinden bahsedebiliriz; Magnitogorsk ve Stalingrad. Ayrıca bu iki kenti planlayan Milyutin’in
(Kendisi Vkhutemas bünyesinde değildir) “Sosyalist Kentleri İnşa Etme Sorunu” isimli bir eseri vardır ve bu eserde kendi kent modelinin gelişimini detaylı bir şekilde açıklamaktadır. Milyutin kendi lineer kentinin, esin kaynaklarının Tony Garnier’in sanayi kenti, Arturo Soria Y Mata’nın lineer kenti ve Le Corbusier’nin lineer sanayi kenti olduğunu belirtmektedir (Milyutin, 1974. Resim 2-5).
Milyutin’in kazandığı Magnitogorsk
Şehir Planı Yarışması’na Vkhutemas’da Ginsburg’un öğrencisi olmuş Ivan
Leonidov da bir lineer kent önerisiyle katılmıştır. Leonidov’un öneri şemasında konut komünleri -bunlar az katlı ve kule tipi konut yerleşimleri olarak önerilmişlerdir- bir şerit üzerinde sıralanmışlardır. Her konut komünü, konut blokları ve sosyal alanlar olarak (kreş, işçi kulüpleri) olarak iki ana kullanımdan oluşmaktadır. Şerit yerleşimin bir tarafında demiryolu ve karayolu diğer tarafında ise yeşil bant uzanmaktadır. Şehrin sanayi alanı ise yine bir şerit şeklinde tahayyül edilmiştir. Bu iki şerit birbirleriyle dik olarak çakışmaktadır (Kopp, 1970; Frampton, 1968. Resim 6-7).
Ladovski Moskova’nın yeniden inşası konusunda sanayi, konut, servisler, konut ve sanayi şeklinde katmanlarda ayırdığı lineer şeritlerle Moskova’nın saçaklanmasını önermiştir (French ve Hamilton, 1979. Resim 8).
Ginsburg da Moskova’nın yeniden inşası konusunda “Yeşil Şehir” adını verdiği bir öneri geliştirmiştir. Ginsburg’un öneri şeması da temelde bir ana karayolu etrafında paralel tali yollarla birbirlerine bağlanarak kıra yayılmış konut ve hizmet alanları önermektedir (Kopp, 1970). Örneğin, Ginsburg’un bu önerisi lineer kent ile dağınık kenti harmanlayan bir öneridir (Resim 9).
Dağınık kent önerilerindeki ana dayanak Ebenezer Howard’ın bahçeşehir modeli olmuştur. Tabii ki Ebenezer Howard’ın önerisi kendi içinde uydukentler de barındırdığından bu modelin Sovyetler Birliği’ndeki yansıması da yine bahçe şehir ve uyduşehir modellerini harmanlayan örneklerle ortaya çıkmıştır.
Okhitoviç’in (Kendisi Vkhutemas bünyesinde değildir) birbirlerine karayoluyla bağlı olarak üçgen oluşturan sanayi alanları ve bu alanları birbirlerine bağlayan karayolları üzerine yerleştirilmiş süper komün bloklarından oluşan dağınık kent önerisi ise farklı bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Üçgen içinde tarım alanlarını yerleştiren Okhitoviç kentin bir ormanla çevrelenmesini öngörmüş ve modeli için “Kent içinde yeşil değil, yeşil içerisinde kent” sloganını kullanmıştır (French, 1995).
Şirov (Kendisi Vkhutemas bünyesinde değildir) Moskova önerisinde kentin bir park, eğitim alanları ve üretim alanlarını içeren üç şeritli bir çember ile çevrelenmesini öngörmüş ve bununla birlikte Moskova’yla ilişkilenecek uydukentler kurgulamıştır (Kopp, 1970. Resim 10).
Ernst May’in eleştirileri sonucu şekillenen Milyutin’in Stalingrad planı bahsedilen üç kent modelinden de izler taşıması açısından özgün bir örnektir. Milyutin’in ilk şeması aslında Magnitogorsk şemasını ortaya koyan temel fikirleri içermektedir. Fakat Ernst May’in eleştirileri doğrultusunda, yeni plan şemasında Milyutin kenti farklı sanayi alanlarıyla birlikte işleyen ve birbirlerine bağlı beş uydukent olarak şekillendirmiştir (Frampton, 1968; French ve Hamilton, 1979. Resim 11).
Bütün bu modellerin yanında dönemin ütopyalara hatta fantezilere ne kadar açık olduğunun anlaşılması açısından şu örnek sanırım yeterli olacaktır: Georgi Krutikov Vkhutemas’dan mezuniyet derecesini “Uçan Şehir” isimli bir proje ile almıştır (Magomedov, 2015. Resim 12-13)
Bir dönemin sonu ve mirası
1930’ların ortalarına gelindiğinde fikir fabrikasının çarkları daha yavaş dönmeye başlamıştı. 1928’de ikiye ayrılan ASNOVA 1932’de tamamen dağıldı. OSA ise
Devlet Mimarlık Birliği içerisine katıldı. Vkhutemas 1930’da Bauman Moskova Devlet Teknik Üniversitesi bünyesine dahil edildi. Ütopyacı yaklaşımlar kapitalist batıdan ithal edildikleri gerekçesiyle eleştirildiler. Kaganoviç, Merkez Komitede kurduğu; “Sosyalist kentin nasıl inşa edileceği tartışması saçmadır. Bizim şehirlerimiz bizim Ekim Devrimi’yle burjuvaziyi yok etmemiz ve üretim araçlarını ortaklaştırmamızdan beri sosyalistlerdir” cümlesiyle adeta bir dönemin sonuna gelindiğini duyuruyordu (French, 1995).
Fakat bu dönemde yapılan tartışmalardan çıkan prensipler 1935 Moskova Planı’nın da temelini oluşturmuş oldu. Bu planın Sovyet şehirciliği açısından öncü bir rol oynamasından ötürü bu prensipler sonraki dönemleri de net olarak etkiledi. 1935 Moskova Planı’nda belirtilen temel prensipler; sınırlı şehir büyüklüğü, konutta devlet kontrolü, yeni konut alanlarında planlı gelişme, ortak tüketimin mekansal eşitlikle örgütlenmesi, işe gidiş geliş sürelerinin sınırlandırılması, katı kent içi bölgeleme, gerçekçi ulaşım şeması, yeşil alanın artırılması, kent merkezinin sosyalizmini sembolize etmesi ve kent planlamanın ulusal planlamanın içkin bir parçası olması şeklinde sıralanabilir (French, 1995).
Bu dönemde yapılan kent tartışmaları, uygulama alanında kendilerine yer bulamasalar da sosyalist kentin ana ilkelerinin belirlenmesinde de faydalı oldular. Bütün tartışmalardan ve öne sürülen ilkelerden süzebileceğimiz sosyalist kentin üç ana ilkesi olduğudur: Sosyalist kent; mekansal eşitliği sağlamalıdır, üretim odaklı olmalıdır ve toplumsal örgütlenmenin araçlarını yaratmalıdır.
■ Emre Sevim, Y. Şehir Plancısı, Stuttgart Üniversitesi Mimarlık Tarihi Enstitüsü.
Kaynaklar:
C. Cooke, Architectural Drawings of the Russian AvantGarde, Museum of Modern Art , H.N. Abrams, New York, 1990.
M.F. Parkins, The Development of City Planning in Soviet Russia, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Massachusetts Institute of Technology, 1949. G. Andrusz, Housing and Urban Development in the
USSR (Palgrave Macmillan, Macmillan Publishers Limited), 1984.
R.J. Osborn & T.A. Reiner, “Soviet City Planning: Current Issues and Future Perspectives”, Journal of the American Institute of Planners, 28(4), 1962, s. 239-250.
J. Bater, The Soviet City: Ideal and Reality, E. Arnold, Londra, 1980.
R. Wolfe, The Graveyard of Utopia: Soviet Urbanism and the Fate of the International Avant-garde,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, University of Chicago, 2012.
K. Frampton, “Notes on Soviet Urbanism, 1917-32”, Urban Structures, Wiley Interscience, New York, 1968. Le Corbusier, Precisions on the Present State of Architecture and City Planning: with an American Prologue, a Brazilian Corollary Followed by the Temperature of Paris and the Atmosphere of Moscow,
MIT Press, Cambridge, Mass., 1991.
M.J. Thomas, “City Planning in Soviet Russia (19171932)”, Geoforum, 9 (4-5), 1978, s. 269-277.
T. Colton, Moscow: Governing the Socialist Metropolis,
Belknap Press of Harvard University Press, Cambridge, Mass., 1995.
A. Bokov, “Rationalizing Intuition: Vkhutemas and the Pedagogy of Space, 1920-1930”, Rationalistic or Intuitive Way to Architecture (vol. 2), Cracow University of Technology, Cracow, 2018, s. 15-29.
A. Koop, Town and Revolution, George Braziller, New York, 1970, s. 164-186.
A. Willimott, Living the Revolution: Urban Communes & Soviet Socialism, 1917-1932, Oxford University Press, Oxford, New York, 2017.
R. French, Plans, Pragmatism and People: the Legacy of Soviet Planning for Today’s Cities, UCL Press University of Pittsburgh Press, Londra ve Pittsburgh, 1995.
P.R. Gregory, J. Sailors, “The Soviet Union During the Great Depression: The Autarky Model”, The World Economy and National Economies in the Interwar Slump, ed.: T. Balderston, Palgrave Macmillan, Londra, 2003.
Z.L. Zile, “Programs and Problems of City Planning in the Soviet Union”, Washington University Law Quarterly, 19, 1963.
F. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Sol Yayınlar, Ankara, 2010, s. 66-117.
K. Marx, F. Engels, Alman İdeolojisi, Kor Kitap, İstanbul, 2018, s. 56.
N. Milyutin, Sotsgorod; the Problem of Building
Socialist Cities, M.I.T. Press, Cambridge, Mass., 1974. R. French, I. Hamilton, The Socialist city: Spatial Structure and Urban Policy, Wiley, Chichester, New York, 1979.
S. Magomedov, C. Lodder, Georgii Krutikov: the Flying City and Beyond, Tenov Books, Barselona, 2015.