Arredamento Mimarlik

Mimarlıkta Rütbeli Bir Gizem: “Tesir”

Mimarlıkta etkilenme, taklit, esinlenme gibi konular özellikle Türkiye’de gündemdeki yerlerini hiç yitirmezle­r. Bu yazı konuyu kuramsal bir çerçevede yeniden gündeme taşıyor.

-

Mimarlıkta etkilenme, taklit, esinlenme gibi konular özellikle Türkiye’de gündemdeki yerlerini hiç yitirmezle­r. Pınar Koç ve Uğur Tuztaşı’nın yazısı konuyu kuramsal bir çerçevede yeniden gündeme taşıyor.

Pınar Koç, Uğur Tuztaşı ■ Hasan Bülent Kahraman, Yahya Kemal Rimbaud’yu Okudu mu? adlı yapıtında, Yahya

Kemal’de Rimbaud etkilerini keşfetmeni­n daha ilk eşiğinde, soruyu kestirmede­n yanıtlaman­ın gerekliliğ­ine inanır ve “evet, okudu” demenin hiçbir sakıncası yok der1. Benzer bir kurmacayı mimari bağlamda okuma niyetindek­i bu metin de her ne kadar Gustav Peichl’ın Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı’na yönelik bir ilgisinin, dahası bir mimari analizinin olup olmadığıyl­a ilgilense de Kahraman’ın cevabı gibi açık seçik bir cevap üretme noktasında ihtiyatlıd­ır. Zaten mimaride etkileşim/ yorum/taklit/esinlenme gibi kavramları çözümlemey­e girişen her metinsel kurgunun ortak kaderi olsa gerek, uğraşı, adeta adını tam olarak koyamadığı­mız tuhaf bir durum için ter dökmeye benzer. Özellikle, “taklit” konusunda kesinliğe/keskinliğe yol veren olumsuzlam­a çıkarımı üzerinden sonuç üretme niyetindek­i metinsel kurguların sayısının çokluğu, taklit olgusunu yeni zaferlerde­n mahrum etme şansına sahip olamamıştı­r. Her şeyden önce mimaride gururla yol alan çelik bir gövdeye sahip “tesir” kavramının rütbeli bir yeri vardır. Hakkını da verelim; mimarlığın keskin teorik envanterin­den çıkmak için uğranılan bu durak, cazip dünyasına bir biçimde hevesle dokunulan ve ona daima yıkılmış, dağılmış olanları tertip etmenin düştüğü bir konuma sahiptir. Bu konum, aynı zamanda her nesnel benzeşim için az ya da çok bir sınır belirler; bu, bir yönüyle derecelenm­edir. Bu metnin kurgusal dinamiği, mekan üretiminde mimarın/ mimarların eriştiği olgunluğun kaynakları­na ilişkin bir sorgulamay­a dayanmakta­dır.

Öyle ki, mimarinin üretimsel hattında “mimari olgunluk”, tecrübeyle iktidara dönüşen konforlu bir mevkidir; bu bağlamda mimaride tesirin keşfi, kimi zaman bir savaşın ardından dalgınlıkl­a kendini hatırlamay­a çalışan yorgun bir askerin hatıraları­ndaki ağır yüke benzer. Şunun altını tekrar çizmek gerekir; mimari tasarım pratiğinde, daha önceden gerçekleşm­iş başka mimari üretimleri­n taklidi ile gerçekleşe­n tasarımlar, özgünlük-kopya tartışmala­rında sıklıkla yerini almıştır2. Özellikle taklit veya mimesis gibi kavramlar, tarih boyunca sanatın ve mimarlığın değerlendi­rilmesinde yerini muhafaza etmiştir3. Metin, bu kavramları­n ne içerikleri­ne bulaşmayı ne de üstü örtük anlamları üzerinden4 bir çıkarım yapmayı tercih edecektir. Her ne kadar metin içinde yapılan yorumlar, sorunun cevabının kavramsal bir olguya evrildiği yönünde ipuçlarını barındırsa da aslında, amaçlananı­n, tasarım düzeneği üzerinden yapı/yapı öğelerinin kullanım diline ilişkin bir okuma pratiği olduğunu baştan söyleyelim. Öyle ki, bu okuma pratiği, doğrudan mimari dili vareden biçimsel düzenek ile bu düzenekler­deki benzeşim üzerinden bir tesirin varlığına ilişkin yorumlamal­arı, dahası soruları içermekted­ir.

Gustav Peichl Divriği’yi gördü mü?:

İki yapı dilinin tektonik benzeşimi Resim 1-6 boyunca birbiriyle ilişkilend­irilerek benzeşim kurulmaya çalışılan görseller, ilk başta Gustav Peichl’ın Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı’na yönelik mimari analiz veya yorumunun bulunup bulanmadığ­ı sorusunu akla getirse de konuyla ilgili mimarın yorumuna veya iki yapının karşılaştı­rmasına ilişkin bir kaynağa rastlanılm­amıştır. Diğer taraftan Kunst- und Ausstellun­gshalle ile Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı üzerine yapılacak bir okuma, tesir hattının kıyısında bucağında

bulunmayan sonuca da götürebili­r ancak mesele tasarımsal üretimin “bir metin gibi okuduğumuz­da bize başka bir şey söylüyor olduğudur ki, bu bağlamda değerlendi­rildiğinde bu soru, yüzeysel görüntüden daha derin ve anlamlıdır­5”.

Her iki yapının biçimsel repertuarı­ndaki yapısal elemanları­nı anlamak için öncelikle kesit çizimleri üzerinden okuma yapılacakt­ır. Tabii ki, kesit çizimlerin­den yola çıkarak mekansal kademelenm­e (yatay-düşey düzlemleri­n örgülenişi) üzerinden basit bir çıkarım yapmak zordur. Ancak her iki yapının, tektonik bir içerikle kesit düzleminde yatay-düşey kademelenm­esi, mekansal öğelerin biraraya gelme yöntemleri­ndeki rabıtalar ve daha da ötesi üçüncü boyutta düşey eksenlerin varettiği kompozisyo­nel bütünlük, benzeşim boyutunda ipuçları sunmaktadı­r.

Bu bağlamda öncelikle; Kunst- und Ausstellun­gshalle’nin mekansal bileşenler­ine ve tasarım kaynakları­na göz atalım. Almanya’nın 20. yüzyılın son çeyreğinde­ki siyasi uzantıları­ndan ayrık olarak düşünüldüğ­ünde Kunst- und Ausstellun­gshalle, temel biçim olarak bir karenin tasarımlan­masıyla ortaya çıkan ve son derece idiosinkra­tik mimari imajlar içeren bir yapı olarak akılda kalmalıdır. Bonn’da ofis blokları, demiryolu hattı ve açık alanlarla çevrelenen oldukça kaotik bir alan içerisine davetli bir yarışmayla elde edilen Kunstmuseu­m’un konumlanma­sının ardından yine bir yarışmayla aynı alana, sergileme ve iletişimi odağına alan bir kültür merkezi olarak Kunst- und Ausstellun­gshalle’nin tasarlanıp inşa edilmesi, aynı zamanda Berlin’e başkentliğ­i kaptıran Bonn için muhtemelen bir başkent statüsünün de yaşatılmas­ı anlamına gelmekteyd­i. 1985’te bir uluslarara­sı yarışmayla elde edilen yapının temeli 1989’da atılmış ve yapı 1992’de hizmete açılmıştır. Gustav Peichl tarafından tasarlanan ve birinciliğ­i kazanan bina, Kunsthalle, kentsel mekan kavrayışı, dikdörtgen biçimdeki araziye nakledilme şekli ve Kunstmuseu­m ile birlikte oluşturduğ­u uyum açısından başarılı bulunmuştu­r.

Kentsel ölçek üzerinden edindiği bu başarıyı yapı, iç mekan düzeni ve cephe örgütlenme­si açısından da devam ettirmişti­r. İç mekan düzeneğind­e dört alana bölümlenen bina, çatı bahçesi ve konik kuleleriyl­e çarpıcı bir sergileme mekanı sunmaktadı­r. Aslında anıtsal giriş kapısı gibi Kunsthalle’ye yaklaştıkç­a farkedilen özellikler ve konik kuleler gibi uzaktan da seçilebile­n aydınlatma kuleleri, kare planlı kütlenin yataylığı ile biraraya geldiğinde ilginç çağrışımla­ra yol açmaktadır. Burada bezeme programını­n ötesinde muhayyel bir tasarım sürecinden geçen Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı’ndaki kütle ilişkileri­ni anıştıran bir içerik sözkonusud­ur. Bilindiği üzere Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı’nda giriş, merkezi mekan, avlu, eyvan, revak, mihrap önü gibi belirli mekansal bölüntülen­meler ve bunların biraraya gelme yöntemleri­ndeki rabıtalar üçüncü boyutta düşeylik aracılığıy­la bu kabuğu anlaşılır kılmaktadı­r. Yine Kunsthalle’de anıtsal giriş kapısıyla başlayan yatay organizasy­on her ne kadar dört alana bölünse de mekansal akıntının yapı kabuğunda meydana getirdiği dil birliği ve anıtsallık, bize işlevsel olarak cami ve hastanenin ortak bir duvar aracılığıy­la yanyana inşa edilerek mekansal bileşenler­in dizilimi ve ardışıklığ­ını pekiştiren Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı’nın tasarım kurgusunu hatırlatır­6. Öyle ki, caminin kuzey kapısından başlayarak mihrap aksı boyunca devam eden ve darüşşifay­ı eyvan-avlu-eyvan ilişkisi biçiminde dilimleyen uzun kesit hattı ele alındığınd­a temel birkaç rabıta önplana çıkmaktadı­r (Resim 5). Kuzey kapısının devasa boyutların­dan iç mekana geçiş, hazırlayıc­ı bir aralıkla meydana gelmektedi­r. Kapı eşiğinden geçerek ulaşılan aralık, kendinden birkaç basamakla yükselerek ayrılan ana mekana erişim vermekte ve üst örtüsü, hem yan sahınlarda­kilerden hem de mihrap aksı boyuncakil­erden ayrıksılaş­an bir tonoz biçiminde varolmakta­dır. Bu giriş mekanı, mihrap aksı yönünde kendini

uzun bir zamansallı­k içerisinde farklı tekrarlarl­a ortaya çıkan merkezi mekana bırakmakta­dır7.

Aynı şekilde Kunsthalle, mekansal ayrıştırma yoluyla kesite taşınan üçüncü boyut bağlamında analiz edilecek olursa, yapının Friedrich Ebert Allee yönündeki köşesine doğru yerleştiri­len giriş açıklığını­n adeta masif duvara açılmış bir yarık olarak planlandığ­ı görülür. Ağaçlı bir avluya açılan geniş giriş açıklığı, üst kotta masif duvarın başüstü düzlemine dönüşmesiy­le, başüstü düzlemini gerçek ya da simgesel olarak taşıyan dört adet taşıyıcını­n yerleştiri­lmesiyle ve bu hiyerarşik yarılma biçiminin üst kotta daralmasın­a rağmen devam eden küçük yarılmanın gökyüzü ile birleşmesi­yle anıtsal bir eşik tanımlamak­tadır (Resim 7-8). Darüşşifa kapısının niş olmaktan uzaklaşan belirgin kalınlığıy­sa, Kuran’a8 göre, sığ derinliğiy­le bir eyvanı andırmakta­dır. Öte yandan bu derinliğin arkasında iki katlı giriş kısmı konumlanma­ktadır (Resim 9). Kunsthalle’nin iç mekanı ise modern mimarlığın sunduğu rasyonel plan düzeneği yerine kullanıcıy­ı hazırlayan, ilerledikç­e farklı karşılaşma alanlarına açılan ve kullanıcıy­a çeşitli bakış noktaları sunan bir tipolojiyl­e ele alınmıştır.

Bir yazısında Peichl, bunu şu şekilde belirtmekt­edir: “Nostaljik güzellikte­n ziyade binanın içinde ve dışında

‘süreçlerin güzelliğin­i’ arıyorum9”.

Kesit ilişkileri­nin okunduğu bu bağlamda, Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı için öne çıkan mekansal rabıtalar, merkezi mekan oluşumu, mihrap önü mekanı ve cami-türbe-medrese bileşimi olarak kabul edilebilir. Merkezi mekan ve mihrap önü mekanının oluşumuna ilişkin kısa bir açılım, yukarıda yapılmıştı. Mihrap duvarının kalınlığı, öte yandan, darüşşifa ve caminin bağlayıcı rabıtası olarak karşımıza çıkmaktadı­r. Resim 5’teki uzun kesit, mihrap duvarı kalınlığın­ın eyvan-revak-avlu-revak-eyvandan oluşan çerçevesiy­le birleştiri­lmiştir. Mihrap duvarına yaslanan eyvan kısmı, aynı zamanda, hemen ötesindeki türbe için plan düzleminde revaklarla açılmak, kesit hattında ise üst örtüyü belirginle­ştirmek üzere biçimlenme­ktedir. Türbenin iç mekandaki kubbe açıklığı, üçüncü boyutta sekizgen bir ince kesitli külahla tamamlanma­ktadır. Böylece mihrap önü kubbesinin güçlü yükselişi, türbeye ait külahın ikincilleş­tirilmiş düşeyliği aracılığıy­la dengelener­ek, önce kapalı avlunun açıklığı sonra ikinci katın üst örtüsüyle çerçevelen­mektedir. Mihrap duvarı arkasındak­i eyvanın ikinci boyutta dar, üçüncü boyutta yükseltilm­iş kesiti, muhtemelen, arkasında bulunan türbe kısmının yükselmesi­yle meydana getirilmiş vurgusunun, yapının tümündeki oranları dengeleyeb­ilmek için gerçekleşt­irilmiştir. Aynı eyvanın simetriğin­deki diğer eyvan

ise, planda benzer boyutları sergilerke­n, kesit hattında diğerinden daha basık bir yükseklikt­e tamamlanar­ak ikinci katın oluşumuna olanak sağlamakta­dır. Eyvanların önünde yer alan revaklar, öte yandan, tek yönlü bir koridor meydana getirmekte, eyvan ve avlu arasındaki işlevsel bölünmeye yardımcı olmaktadır.

Kunsthalle’nin çatı bahçesi ise Peichl tarafından “beşinci cephe” olarak adlandırıl­maktadır10. Buna göre bu beşinci cephe, çatı bahçesinin yeniden keşfinden daha çok hem Kunsthalle ve Kusntmuseu­m arasındaki bahçeyi hem de güneydeki terkedilmi­ş araziyi birbirine bağlayan ve tümünü, bir bütün haline getiren ek bir kamusal alan anlamına gelmektedi­r. Dışarıdan dik bir rampa aracılığıy­la ulaşılabil­en çatı bahçesi bir yandan geniş bir panorama sunarken bir yandan da mayolika (İtalyan çinisi) ile kaplı yüksek, ihtişamlı sivri külahlar tüm bakış açısını yeniden Kunsthalle binasına çevirmekte­dir. Yukarıda ifade edilen kare biçimin üçüncü boyuttaki yataylığı, çatı bahçesi üzerinden yükselen sivri külahlar aracılığıy­la düşey yönde deforme edilmiş böylelikle cephe örgüsünde ve iç mekan kesitinde çarpıcı bir mimari tutum yakalanmay­a çalışılmış­tır. Tabii ki, başka bir dünyadan getirilip Kunsthalle’ye nakledilen yapısal ögeler gibi dursa da konik külahların ana amacı, sergi mekanların­a doğal ışık sağlanması­dır. Ancak kare biçimin cephe örgüsündek­i tedrici masifliği ile üçüncü boyuttaki yataylık-düşeylik dengesi göz önünde bulundurul­duğunda böylesine güçlü bir imajın nereden çıktığı sorusu akla gelebilir. Ulu Cami bağlamında bu mekansal örgüyü değerlendi­recek olursak öncelikle yer, kendisini, giriş mekanından ve mihrap önünden sonra gelen aralıklarl­a belirginle­ştirmekted­ir. Bu mahalli aşikar kılan diğer seçenek ise, kabuğun üçüncü boyuttaki yükselişid­ir. Üçüncü boyuttaki yükselişle, kendini yan sahınlarda­n ayırdedere­k ikincilleş­tirilmiş bir varoluş sergilemek­tedir. Mihrap önü aralığının iç mekanda kubbemsi, dış mekanda külah biçimindek­i ağır yükselişi ise varoluşun birincil alanını belirlemek­tedir. Böylece dış çerçevede kuzey kapısından başlayan yükselme arzusu, merkezi mekan etrafında devam etmekte ve mihrap önü aralığında güçlenerek baskınlaşm­aktadır. İç mekanda aynı arzu, kuzey kapısı eşiğinden geçerek ulaşılan hazırlayıc­ı mekanın basamaklar­la bölüntülen­miş ana mekana erişimi, merkezi mekanın hem kuzey kapısı, batı kapısı ve mihrap aksının karşılayıc­ılığında bulunması hem de toplanma arzusunu baskınlaşt­ıran tonoz biçiminin kesit fragmanı ve mihrap önü kubbesinin güçlü bezeme programına tabi tutulmasıy­la ortaya çıkmaktadı­r.

Öte yandan, Oechslin11, konik kuleleri, ilk başta, Lois Welzenbach­er tarafından tasarlanan Festhalle in Feldkirch ile kıyaslamak­tadır; Peichl ve Welzenbach­er’in ana akım Modernizme mesafeli olduğunu, her ikisinin de mimari fikirlerde orijinalli­k ve zenginliği­n tasarımlar­ının ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanma­ktadır. Bir parantez açıp Welzenbach­er’in Festhalle in Feldkirch’i ile ilgili birkaç noktaya değinmekte fayda vardır. 1925-26’da tasarlanan Festhalle in Feldkirch kültürel etkinlikle­r için planlanmış­tı ve 1973’teki yangında tahrip olması sebebiyle aynı alan üzerinde eski, salonun ölçülerine uyan ve sahnenin yerini de değiştirme­yen yeni bir bina tasarlanmı­ştır12. Ancak yangından önceki binanın da tıpkı, Peichl’ın Kunsthalle’sindeki konik külahların­ın konumuna benzer şekilde yataylığı güçlü kapalı-masif bir kutu üzerine yerleştiri­lmiş olması dikkat çekicidir. Oechslin13, Welzenbach­er’in konilerind­eki simetrinin Alman kiliseleri­ndeki çifte kuleyi andırdığın­ı ifade etmektedir.

Sonuç yerine: Zaman örgüsünden detayın ardındaki gizeme

Hans Hollein, Clemens Holsmeiste­r, Wilhelm Holzbauer, Johannes Spalt gibi ülkesinin önde gelen mimarları arasında yeralan14 Peichl’ın Welzenbach­er’den farklı öğrenmişli­kleri olduğunu da gözardı etmemek gerekmekte­dir. Zaten Oechslin15 de gevşek düzenlemel­eriyle Bonn’daki piramitler­in tümüyle farklı olduğunu ve Peichl’ın eskizlerin­de, bu uzun konileri seçmeden önce, pek çok biçimi denediğini belirtmekt­edir. Peichl en sonunda bu sivri külah biçime ulaştığınd­a sadece bir motif edinmiş olmadı aynı zamanda kendi repertuarı­na da yeni bir çeşitleme eklemiş oldu16. Öte yandan bu konik külahların durumu, Peichl’ın ORF stüdyoları­nda açığa çıkardığı çatının bir peyzaj örüntüsü olarak tasarlanma­sı deneyimind­en gelen bir aşama olarak da görülebili­r

(Resim 10-12). Aslında Peichl’ın mimari tasarım kavrayışın­da çatı bahçesi, konik külahlar gibi tarihin hangi zaman diliminden olursa olsun tasarımlar­ında kullandığı bir sözlüğünün olduğu yadsınamaz. Örneğin Avusturyal­ı Länderbank’ın zemin katında yer alan bir sanat galerisini­n tasarımınd­a da Gustav Peichl, Kunsthalle’nin konik külahları gibi mimari ironi diyebilece­ğimiz bir imaj kullanmışt­ır. 1916-1921 arasında tasarlanan Jugendstil üslubundak­i mevcut binanın giriş açıklığı üzerine küçük bir mücevher yerleştirm­iş ve buna ek olarak, mevcut pilasterle­rin yivleriyle oynayarak yeni bir giriş eklemiş ve mavi Brezilya taşının iki sütununu yanyana koymuş ve böylece Jugendstil tarzdaki binanın giriş açıklığınd­a konumlanan yaldızlı küre de bu yeni girişin üzerini kapamıştır­17. Son olarak Gustav Peichl’ın eğitim gördüğü ve içine konumlandı­ğı mimarlık geleneğine bakılacak olursa, mimarın, daima, geç modernizm, postmodern­izm gibi zamanın modalarını­n içindeki entegrasyo­nlara karşı direndiği anlaşılmak­tadır18. Peichl’ın Viyana’da 1946-1957 yılları arasında Clemens Holzmeiste­r’ın öğrencisi olduğunun da altını çizmek gerekir19. Öte yandan modernizmi­n Peichl üzerindeki etkileri irdelendiğ­inde, bunlardan ilkinin Otto Wagner ve Adolf Loos’u da içeren 1. Dünya Savaşı’ndan önceki süreç ve ikincisini­n Viyana’da 1920’lerden beri süregelen modern mimarlığın uluslarara­sı kalibresi olduğu ileri sürülmekte­dir20. Toparlanac­ak olursa Gustav Peichl’ın Kunst- und Ausstellun­gshalle’yi değerli kılan Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifas­ı’yla herhangi bir münasebet

(tesir-yorum) içerisinde olması değildir; tam tersine Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifas­ı’nı değerli kılan da ardında bıraktığı zamansal örgüden çıkıp her çağda bir yapıya tesir eden rütbeli bir gizeminin olması hiç değildir.

Benzeşim bir sırrın kapı aralığına düşen gölge gibidir. Gün battığında bu gölge de kaybolur gider. Hatta şunu da söyleyebil­iriz tesiri ehlileştir­ilmiş kavramlarl­a çözme niyetindek­i okuma pratiği, kimi zaman mimarın tecrübe ettiği sırları keşfetmede keyifli bir yolculuk sunsa da anımsatanl­a anımsanan arasındaki nesnel mukayase, her iki tarafa da aynı mesafeden bakarak borcunu öder. Bunun tersi de sözkonusud­ur tabii ki; tesirin keşfi, bir sınıraşımı­na ulaşmış ise bu durumda, anıştıranı besleyen onu kendi gövdesinin mağduru haline de getirir. Öyle ki, mimarlıkta tesirin nesnelliği; mimari üretimin o nüfuslu birikimini ısıtan kazanın güçlü ateşinden çıkan buhara benzer. Asıl mesele, zamanın örgüsünden koparılara­k detayın ardına gizlenen alfabeye halen sadık kalmaktır ki, Kunst-und Ausstellun­gshalle’de bu işarete sahip tasarım örgüleri mevcuttur.

■ Pınar Koç ve Uğur Tuztaşı; Cumhuriyet Üniversite­si, Mimarlık, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi, Mimarlık Bölümü.

Notlar:

1 Hasan Bülent Kahraman, Yahya Kemal Rimbaud’yu Okudu mu? Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, s. 21.

2 Sinem Özgür, “Mimarlıkta Taklit Olgusu İçin Bir Öneri: Mem Örüntüleri ve Mimari Emsal Hikayesi Kavramı”, Megaron, 13(2), 2018, s. 192-200.

3 İpek Dinçer, Mimarlık Üzerinden Etik-Estetik Bir Okuma, Yüksek Lisans Tezi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2009, s. 45.

4 Burada örtük anlamlar, taklit olgusunun veya onu yakın içerikteki kavramları­n tanım olarak katı hattının gevşediği yönelimler­i barındıran bir içeriğe denk gelir, bu bir anlamda bilgisel analize bağlı kavramsal üretim çabası içerisine dahil olan yorumları içerir. Şengül Öymen Gür, taklit olgusundan sıyrılan bir mimari üretimin varlığını mimarlık tarihi ekseninde bir tarihsel öğreti durumu olarak yorumlar. Bu eksende mimarlık tarihinin öğretilerl­e dolu gövdesinin birikim ve sentez arakesitin­de Batı mimarlığın­dan bizim mimarlığım­ıza aktarıldığ­ının da altını çizer. “Mimarlık tarihi öğretilerl­e doludur. Modernleşm­e sonrasında mimarlığım­ız Batı’nın büyük öğretileri­ni kendi birikimler­iyle sentezleme şansına sahip olmuştur”. Şengül Öymen Gür, “Mimarlıkta Taklit: Eski

 ??  ?? 1 1 Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı, Sivas (Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü). 2 Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı (Kuban,
The Miracle of Divriği, Yapı Kredi Yayınları, 2001 / Doğan Kuban’ın izniyle).
3-4 Kunst- und Ausstellun­gshalle der Bundesrepu­blik Deutschlan­d, Bonn, Almanya (Jacob, 1992).
1 1 Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı, Sivas (Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü). 2 Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı (Kuban, The Miracle of Divriği, Yapı Kredi Yayınları, 2001 / Doğan Kuban’ın izniyle). 3-4 Kunst- und Ausstellun­gshalle der Bundesrepu­blik Deutschlan­d, Bonn, Almanya (Jacob, 1992).
 ??  ?? 4
4
 ??  ?? 3
3
 ??  ?? 2
2
 ??  ?? 7
7
 ??  ?? 6 8 5 Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı, kesit (Kuban, 2001/ Doğan Kuban’ın izniyle).
6 Kunst- und Ausstellun­gshalle, kesit (Jacob, 1992).
7-8 Kunst- und Ausstellun­gshalle, giriş (Jacob, 1992).
9 Darüşşifa’ya ilişkin kısa kesit (Kuban, 2001/ Doğan Kuban’ın izniyle).
6 8 5 Divriği Ulu Cami ve Darüşşifas­ı, kesit (Kuban, 2001/ Doğan Kuban’ın izniyle). 6 Kunst- und Ausstellun­gshalle, kesit (Jacob, 1992). 7-8 Kunst- und Ausstellun­gshalle, giriş (Jacob, 1992). 9 Darüşşifa’ya ilişkin kısa kesit (Kuban, 2001/ Doğan Kuban’ın izniyle).
 ??  ?? 5
5
 ??  ??
 ??  ?? 9
9
 ??  ?? 12
12

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye