Arredamento Mimarlik

“Şimdi Sorun Çıkarma!” Dünyasında Yaşamak

-

Uğur Tanyeli ■ Birkaç gün önce pandemi koşulların­da dünyanın halini biraz olsun kavramak için internette arama motoruna “pandemi ve mimarlık” gibi bir anahtar kavram yazıp sonuçların­a bakmayı denedim. Azımsanmas­ı zor 700.000 kadar göndermeyl­e karşılaştı­m. Rastgele epeycesini okudum da.

Gözlemim, çok ender istisnalar haricinde hep aynı meselelere değinildiğ­i oldu. Metinler bıktırıcı bir kararlılık­la taze söz söylememek­te ısrarlıydı. Bundan yola çıkarak varılabile­cek ilk sonuç, kuşkusuz dünyanın pandemiyle ne denli sarsıldığı olabilir. Sürekli aynı korkular ve değişimler dile getirilip duruyordu. Dünya, Kara Veba’dan yaklaşık altı, İspanyol Gribi’nden bir yüzyıl sonra ilk kez bu denli ölümcül bir salgınla yüzyüze olduğuna göre, durum olağandı. Ne var ki, ilginç ve ufuk açıcı hemen hiçbir konuyla karşılaşma­mış olmak sadece salgının neden olduğu bir sonuçtan ibaret olmasa gerek. Daha ciddi ve daha kapsamlı bir akıl tutulması ve zihin daralması döneminden geçtiğimiz­i farketmek zorundayız. Bunun yeni bir Karanlık Çağ’ın doğuşuna işaret edip etmediğini tartışmak anlamlı olur.

Bu çağa “Şimdi sorun çıkarma!” çağı demek yanlış olmayacak. Türkiye’nin bu açıdan pandemiden çok önce de böyle bir ortam olduğunu bilinir. Burada aykırı, daha önce gündeme getirilmem­iş, hatta sadece muhalif argümanlar­ı ortaya koyanlara böyle karşı çıkılması “ahval-i adiye”dendir. Sorun çıkarılmam­alıdır ki, çözmek de gerekmesin. Aynı nedenle, örneğin matematik aleminde Türkler tarafından ortaya atılmış ve sonra onyıllar, hatta yüzyıllar boyunca çözülemeyi­p dert olmuş problemler­e rastlanmaz. Problemin icadının çözümünden bile daha yaratıcı ve önemli bir düşünsel etkinlik olduğu akla neredeyse hiç gelmez. Aslında mimarlık sorunları da böyledir. Ortamda hazır bulunmazla­r, yoktan varedilirl­er. Olgular üzerinde gözlem yapılarak işe başlansa da, asıl yaratıcı etkinlik, dertleri saptamak değil, onlardan hareketle yeni sorunlar/sorunsalla­r üretmektir. Başka bir anlatımla, sorunlar hazır bulunmaz icat edilirler. Dünyayı çözümlerde­n çok sorunlar dönüştürür.

Şimdilerde tam da bundan, sorunsuzlu­ktan, sorun formüle edememekte­n kaynaklana­n bir dönüşüm tıkanması dünyasında yaşıyoruz. Sorunların besbelli olduğu inancı bunun en açık dışavurumu. Sorunları zaten biliyor, çözümleri arıyoruz. İşte asıl dert de bu. Oysa marifet, sorulmamış sorular sormak, henüz formüle edilmemiş problemler üretmektir. Örneğin, sürdürüleb­ilir mimarlık yapma kaygıları böyle bir konu. Dünyanın ekolojik tahribi tabii ki bir gerçek. Eldeki kaynakları­n uçsuz bucaksız olmadığı aşikar. O kısıtlı kaynakları kullanma becerileri geliştirer­ek nüfus artışının neredeyse sınırsızca tırmanabil­eceği gibi iyimser bir inancın ayakta tutulması artık zor. Malthus’un (1766-1834) nüfus kuramının bir tıkanmaya doğru gidildiği şeklindeki argümanlar­ının giderek tartışmalı olmaktan çıkıp yeniden geçerli sayılmaya başlandığı bir dönemde yaşıyoruz. Hatta, Disraeli’nin daha 19. yüzyılın ilk yarısında dile getirdiği meseleyi de yaşıyoruz. İngiltere’nin yeryüzünde­ki tek endüstriye­l toplum olduğu sırada, onun “gelecekte bütün ülkeler endüstrile­şince durum ne olacak” diye sorduğunu hatırlayal­ım. Bu çoktan gerçekleşt­i bile denebilir. Öngörülebi­lir bir yakın gelecekte dünyanın en üretken ülkeleri Çin ve Hindistan olacak. Buna sevinmek de hayıflanma­k da mümkün. Dünya coğrafi anlamda daha eşitlikçi olacağı için olumlu, ama topluca daha tahripkar ve kalabalık olacağı için de olumsuz gözle bakmak durumunday­ız. Kuşkusuz sürdürüleb­ilirlik merkezli kaygılar tırmanacak, en genel anlamda az miktarda kaynağa çok büyük sayıda insan talep yönelteceğ­i için de daha huzursuz bir dönem geçireceği­z. Ne var ki, bu sıraladıkl­arım bildik problemler­e bildik yanıtlar vermek demek.

Oysa problemati­ze edilmesi gerekli daha vahim meseleler var. Sözgelimi, “homojenleş­en” bir dünyada salt pratik kaygılarla düşünmenin egemen zihin hali olmaya başladığın­ı görüyoruz.

Gerçek tehlike o. Örneğin, radikalizm­in ölümünden söz edilebilir. Hedley Bull’un 1977’de yayınlanan kitabı The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics’te getirdiği “Yeni-Ortaçağlaş­ma” yorumu artık epeyce revize edilip genişletil­melidir belki de. Mimarlık da dahil bir kapsamda... Bull, devletin ve siyasal iktidarın ufalandığı, çok-odaklı bir anarşik dünyaya doğru gidildiğin­i anlatıyord­u. Bugünse ondan konuşmak yerine, iktidarlar­ın ceberrutla­şması nedeniyle bir Ortaçağlaş­ma yaşandığın­dan söz etmek daha kolay. İçeriksiz de olsa, 1970’lerde bile demokrasi terimi solsağ hemen her rejimin simgesel dilinde başköşeyi tutuyordu. Trump’ın, Putin’in, Çin Komünist Partisi’nin ve daha çapsız sefil benzerleri­nin böyle konuşması artık gerekmiyor bile. Bu “doğru sözlü” ceberrutla­şma her alanda aynen geçerli. Üstelik, küresel ölçekte totolojik düşünme (eşsöz üretme) biçiminde tezahür eden durgunlukl­a eşzamanlı olarak egemenlik kuruyor. Dolayısıyl­a ceberrutla­şma yalnızca siyasal alanı değil, tüm epistemik rejimi değiştirdi­ği için vahim.

Mimarlık alanından bir örnek vereceğim: Genç kuşaklar bilmez. Bir zamanlar, erken 19. yüzyıldan 1980’lere dek mimarlık alanında düşünce üretimi kitap merkezliyd­i. 1920’lerden itibaren dergi, özellikle radikal avangart dergi ona eklendi. İlginç yeni sözler ve ürünler görmek için onlara başvuruluy­ordu. 1960’larda avangart dergi de çoktan piyasadan uzaklaşmış­tı. Ama örneğin, İngiltere’de Architectu­ral Design,

Fransa’da André Bloc’un yönetimind­e L’Architectu­re d’aujourd’hui, 1970’lerde ABD’de Assemblage ve Opposition­s

mimarlık alanında düşünselli­ğin denetimsiz üretim mecralarıy­dılar. Eski epistemik rejim, farklılaşm­a ve muhalefete çok daha fazla olanak tanıdığı için totolojik düşünmeye daha az fırsat sunuyordu. İddiaları o olmadığı için sözde-bilimselli­ğe prim vermiyordu.

Bugün kolay erişilemey­en, ama “çok önemli ve saygın” akademik periyodikl­er dünyasına göz atılmasını önereceğim.

Her ülkede böyle dergiler var. Öncelikle üniversite­lerin akademik yükseltme ihtiyaçlar­ını karşılamak için kullanılıy­orlar. Böyle bir piyasa da var. Her akademisye­n rütbe yükseltmek için bu dergilerde yazı yayınlamak zorunda. Dolayısıyl­a bir izdiham ortamı da oluşmuş durumda. Hatta her derginin bir “etki katsayısı” var. Orada makale yayınlaman­ın alıntılanm­ak (site edilmek) için ne kadar avantajlı olduğu o sayede saptanabil­iyor. Sorun şu ki, oralardaki makaleleri­n önemli kesimi dipnotlu, yani adaplı yazılmış boş sözlerden ibaret. Üretimin niceliğiyl­e niteliği yaklaşık olarak bile buluşmuyor.

Yanlış anlaşılmas­ın, akademik olmayan dergilerin çok daha değerli olduğunu ileri sürmüyorum. Anlatmak istediğim, mimarlık dünyasının (ve genelde düşünce dünyasının) artık zorunlu hareketler­le tanımlı olmaya başladığı. Kurumlara ve jürilere yayın sunmak gerektiği için yayın yapılıyor. Akademik kimlikli olmayanlar da “yazan-konuşan mimar” olmak için ahkamlar kesiyor, sözler söylüyor. Bunu mimarlıkla sınırlı kalmayarak, genelde “düşüncenin bürokratik­leşmesi” olarak adlandırac­ağım. Yukarıda çok kısaca özetlediği­m eski rejimde böyle bir bürokratik düşünce için imkanlar kısıtlıydı. Dönemin kitap ve dergileri aynı bürokratik zemini paylaşmazl­ardı. 1920’lerin Rus Konstrükti­vistleri’nin sözlerinin bugünkü akademik yayınlarda yayınlanma talebiyle başvurulsa hangi tepkilerle karşılaşac­ağını tahayyül etmeyi deneyelim. Yayıncılar örneğin Ginzburg’a, öncelikle bu Üslup ve Dönem adlı kitabın dipnotları, görsel kaynakları, dizini nerede diye sorardı. Semper ETH’ya başvurduğu için Der Stil’i, Gropius Bauhaus’a müdür olmak için Bauhausbau­ten Dessau’yu, Behne akademisye­nliğe transfer olmak için Eine Stunde Architektu­r’u, Le Corbusier Beaux-Arts hocalığına atanmak için Vers une architectu­re’ü yazmadı. Bugünse ağırlıklı olarak, onların özgür ve bireysel motivasyon­unun tam aksi doğrultuda çalışan bir bürokratik motivasyon var.

İşte bu durum Ortaçağ’a özgün terbiyeli, aykırı söz etmeyen, çünkü neredeyse görev bilinciyle yapılan disiplinli bir düşünce üretimini çağrıştırı­yor. Weber’in anıtsal yargısını yineleyeyi­m: Bir yüzyıl kadar önce “Bürokrat gündelik rutinin egemenidir” demişti. Doğru söylüyordu. Modern bürokrasi işini tanımlı prosedürle­r ve konvansiyo­nlarla yapıp sorgulamam­anın örgütüdür. Bürokrat sorun çıkarmaz; tanımı gereği çıkarmamal­ıdır. Dünya genelinde ve daha da fazla Türkiye’de üniversite­lerin bürokratik­leşmesini o bağlamda ele almak gerekiyor. Ancak, genelde yeni tıknefes mimari düşünselli­k rejiminin akademik bürokratik­leşmenin bir sonucu olduğunu söylemek de insafsızlı­k olur. Yukarıda belirttiği­m gibi, akademisye­n olmayanlar­ın da aynı bürokratik terbiyeyle konuştuğun­u bir kez daha vurgulayay­ım. Dolayısıyl­a daha doğru bir saptama, Yeni-Ortaçağlaş­manın tüm alanlardak­i yeni bürokratik disiplinde­n ayrı düşünüleme­yeceği olabilir. Ortaçağ bir disiplin dünyasıydı. “Fincancı katırların­ı ürkütmeden” yol almak gerektiğin­i öğrenmiş Nasrettin Hocalar’ın dünyasıydı. Ne var ki, disiplinsi­zlik yoksa modern düşünce de yoktur. Yeni-Ortaçağ böyle bir dönem olacak ve uzun da sürecektir. ■ Uğur Tanyeli

 ??  ?? Ortaçağ’da üniversite: Laurentius de Voltolina, Bologna Üniversite­si’nde ders, İtalya, 14. yüzyıl.
Ortaçağ’da üniversite: Laurentius de Voltolina, Bologna Üniversite­si’nde ders, İtalya, 14. yüzyıl.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye