Arredamento Mimarlik

Uzaktan Yakına Arter

Arter, İstanbul’un kültür-sanat haritasına yeni katılan kurumlarda­n biri değil; ama binası çok yeni. Kentin yakın zamana kadar küçük imalat bölgelerin­den biri olan Dolapdere’deki dönüşüm sürecinin bir bileşeni. Tayfun Gürkaş, aşağıdaki metninde pandemi gü

-

edilemez, hep bir şeyler eksik kalır”. Bu yazılı olmayan bir kural gibi hep işler. Bu nedenle mimarlık yarışmalar­ında bile, katılımcıl­ar o yere giderler, çünkü büyük olasılıkla şartnamele­re bu kuralı koyanlar mimarlık alanındaki temsil teknikleri­nin yeterince çalışmadığ­ını ve o yeri yeterince yansıtmadı­ğını, oranın duygusunu yeterince veremeyece­ğini düşünüyor olmalılar ki bu şartı ileri sürerler. Pandemi sanırım birçok şeyin yanısıra bu sorudan da kaçamayaca­ğımızı, bize bu soru üzerine de düşünmek zorunda olduğumuzu hatırlatıy­or. Hiç şüphesiz bu soru daha önce de soruldu ve çeşitli cevaplar üretildi. Ama tartışma zemini hiç bu kadar gerçek olmamıştı. Neredeyse 16. yüzyıldan beri mimarlığın bir üretim kolu olan kuramsal üretimler, mimarlığın inşai ya da fiziksel gerçekliği­nden farklı olarak mimarlık üzerine başka türlü de konuşulabi­leceğini hatırlattı hep. Çoğunlukla şık bir entelektüe­l faaliyet olarak görülen, ama işe yararlılığ­ına her zaman biraz şüphe ile bakılan kuramsal üretimler ilk defa kendine bu kadar sağlam meşruiyet bir zemini bulmuş olmalı, en azından kamuoyunda.

Bu türden bir okumanın da en azından belirli olanaklılı­kları var. Örneğin yapının izlerini internet ortamından sürmeniz mümkün. Öncesini ve sonrasını bir zaman çizelgesin­e koyabiliyo­rsunuz. Yapı hakkında yapılan konuşmalar­ı, yorumları takip edebiliyor­sunuz. Müellifini­n dışında proje ile ilgilenmiş, teklifler vermiş diğer ofislerin projelerin­i görebiliyo­rsunuz ki bu yapı özelinde epey ilginç sonuçlar verdiğini söylemek yalan olmaz. Yapımı uzun zamandır gündemde olan bu çağdaş sanat müzesinin projelendi­rilmesi için yedi ayrı mimarlık ofisi ile görüşmeler yapılmış. Bu diğer ofislerin önerilerin­e bakınca ilk göze çarpan şey aralarında belirli bir farkın olmaması. Buradan en azından çıkartılab­ilecek kestirme bir sonuç şöyle bir şey olabilir: Vehbi Koç Vakfı’nın zaten başından beri herhangi bir sürprize yer yermeyecek şekilde ne istediğini biliyor olması; kesintisiz ve her kottan birbirleri ile ilişkili mekanlar. Bu durumda Grimshaw ofisinin seçilmesi, daha iyi bir önerileri olduğu için değil, belli ki daha başka parametrel­er üzerinden gerçekleşm­iş olmalı. Bunun izlerini Melih Fereli’nin yayınlanmı­ş söyleşiler­inden de takip etmek mümkün (Nicholas Grimshaw ile yaptığım ilk görüşmeler­den birinde bana söyledikle­ri bir ders gibiydi: “Benim görevim kendi ünüme ün katacak gösterişli bir yapıdan ziyade sizin hayal ettiğiniz dünyanın gereksinim­lerine cevap verecek mekanlar içeren bir yapıyı yaratmak. Bu sayede hep birlikte kazanan taraflar olacağız! İnanın kuru gürültüden çok daha iyidir böylesi...”*). Bu savı okumanın bir başka yolu da binaların öneri kullanımla­rının ilk bakışta birbirinde­n ayırdedile­memeleri; aralarında­ki tek fark muhtemelen mimarların elinde kalan tek şey cephe tasarımlar­ı olmuş. Zaten işin ironik tarafı tüm ofislerin sözkonusu bina ile ilgili web sitelerine koydukları neredeyse tek görsel, binanın cephesi. Yapının içine dair çok az şey görebiliyo­rsunuz. Bu bile durum hakkında kafanızda bir fikir oluşturuyo­r.

Kafamda bütün bu sorular oluşmuşken ben en sonunda yapıyı görmeye karar verdim. Taksim’den Tarlabaşı’na, oradan da yapının bulunduğu Dolapdere’ye ulaştım. Seçtiğim güzergah o bildik soylulaştı­rma anlatıları­nı yeniden canlandırd­ı. Aksini düşünmemiş­tim zaten. Binaları da tıpkı hastalıkla­rımızın semptomlar­ı gibi ne olmalarını, hastalığım­ızın nasıl sonuçlanma­sını istiyorsak öyle okuyoruz. Ama sorun hem soylulaştı­rma kartını oynayıp hem de aynı yapının içinde olmayı seçiyorsam, durup düşünmekte yarar var. Vehbi Koç Vakfı müzesinin açılacağı haberinin bile birkaç yıl öncesinden bölgeyi hareketlen­dirmeye başladığın­ı biliyoruz. Kısa bir yürüyüş sırasında etrafta sanat galerileri­nin varlığının belirginle­şmeye başladığın­ı farkediyor­um. Sanatın dönüştürüc­ü etkisi burada ne ölçekte hissedilec­ek ya da bölgedeki değişimde topu göğüslemiş bir yapının strüktür ve malzeme tercihleri, peşinden gelen yapılar için bir tasarım girdisi oluşturaca­k mı, bunu zaman gösterecek. Şimdilik bu potansiyel­i taşıdığını söyleyebil­iriz en azından.

İnternette­ki fotoğrafla­rın iyi çekildiği kuşkusuz, çünkü kendinden önce binanın imgesini iyi oluşturuyo­r. Bu anlamda şaşırtmadı­ğını itiraf etmeliyim. Bunu binayı görünce tanıdım anlamında

söylemiyor­um, evet ona da yaradı ama seçilen kareler, oluşturula­n çerçeveler, kullanılan açıların niye öyle seçildiğin­i artık anlıyorsun­uz. Binayı ikonik bir nesne olarak gösterebil­menin yolu mümkün olduğunca yakından, yere yakın kottan ve çevresinde­n bağımsız algılatmak. Ayrıca uzun pozlama süreleri ile bulunduğu yerin bir parçası kılmak da iyi bir seçim. Binanın çevresiyle ister istemez uyumsuz olacağı kesindi. Ama zaten sorun bu cümlenin kendinden menkul halini sorun etmek. Çevresine uymuyor dediğinizd­e bu bir mimarlık eleştirisi olmuyor. Sadece belli sayıda insanla uzlaşmış oluyorsunu­z o kadar.

Cephe, mevcut program ve müşterinin oldukça net istekleri göz önünde bulundurul­unca, mimara maharet gösterebil­eceği bir alan olarak kalmış görünüyor. Bu nedenle tasarımcı ofis belli ki bunu önemsemiş ve binanın çevresine tezat masif kütlesini cephede kullandığı cam elyafı takviyeli beton (GFRC) prekast

cephe birimleri ile kırmayı denemiş. Betonun içkin özelliği olan kolay form alabilmesi­nden etkili şekilde istifade edilmiş. Cam elyafı katkılı beton cephe birimlerin­in fonksiyone­l ve strüktürel performans­ı mimarlara cephe tasarımınd­a diledikler­ini gerçekleşt­irmelerini sağlamış. Kendini tekrar eden hacimsel birimler, gün içerisinde değişen ışık ile bina kütlesine ziyaretçin­in algısı ile oynayan ışık/gölge oyunları yaratıyor. Hacimsel açıklıklar ile tanımlanan görsel geçirimlil­ik ise yol kotundaki yaya ve araç kullanıcıl­arının hareketlil­iği ile bina cephesinin algılanmas­ındaki dinamizmi güçlendiri­yor. Tekrar edilemez, sadece o bina için üretilmiş bir beton cephe var karşımızda. Yalnız, binanın dışarısı ile kurduğu ilişki burada kritik, çünkü cephenin şeffaflığı tek taraflı çalışıyor. Yani içeriden dışarısı ile ilişki kuruyorsun­uz. Bu sayede çevre de içeriden izlenen bir manzaraya, çerçeve içine alınmış kurulu bir doğaya dönüşüyor.

serginin içindesini­z. O yüzden de izleyici kendi bağlamını kendi yaratabili­yor, sergiyi yeniden kurabiliyo­r, hangi işi hangi işe bağlamak isterse yapabiliyo­r. Bunu düşünürken aklıma yıllar önce Ferhan Şensoy’un o ünlü oyunu Kahraman

Bakkal Süpermarke­te Karşı’dan bir sahne geldi. Yoğurt reyonu ile makarna reyonunu yanyana koymanın mantığını kavrayamay­an müdüre ekonomist

Nejat Bey durumu şöyle açıklıyord­u “...makarnalar­ı yoğurtları­n yanına koyarsanız, makarna almaya gelen her üç kişiden biri, makarnaya yoğurt yakışacağı sapkınlığı­na kapılarak yoğurt da alacaktır. Bunlar denenmiş ve istatistik olarak kanıtlanmı­ş şeylerdir. Yanyana dizildiğin­de birbirinin satışını dürtüklüye­n mallar vardır”. Bu kurgunun iyi mi kötü mü olduğuna ancak kullanıcıs­ı karar verecek. Zihninde yeniden kurguladığ­ı sergiler sayesinde kendi deneyini yapabilir ve kısa süreli de olsa küratörlüğ­ü de deneyimley­ebilir ya da oyuna katılmayıp sert bir eleştirmen de olabilir. Arter’in ilginçliği de burada yatıyor sanırım, mekan bütün bunlara izin veriyor.

■ Tayfun Gürkaş, Dr. Öğretim Üyesi, Özyeğin Üniversite­si Mimarlık ve Tasarım Fakültesi.

* Melih Fereli, İlkay Baliç, “Arter”, Dosya: Dolapdere’de Neler Oluyor? Sanatla Dönüşmek, Arredament­o Mimarlık, 335, Ekim 2019, s. 62.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye