Akdeniz ve Akdenizlilik: Periferik Bölgenin Karmaşıklık ve Çelişkileri
“Ravenna’nın davasına bağrını açan barbarın suretiyle çorak ülkeyi yurt seçen Avrupalı kadın sureti karşıt düşebilirler. Ama her ikisi de gizli, sağduyudan daha köklü bir dürtüye kapılmışlardı1.”
J.L. Borges (Savaşçı ile Tutsağın Öyküsü)
Alexios Tzobanakis ■ Büyük Anlatılar’a yönelik postmodern güvensizlik, “Tarih”in monolitik yapısının çözülmesine ve “hikayeler” halinde çoğalarak ayrışmasıyla farklı kademelerde ilişkilenen Küçük Anlatılar’ın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Mekansal üretime bağlı disiplinleri (öncelikle de coğrafyayı) tarihin akışı içinde daha geniş bir alana taşıyan, Annales Okulu ile birlikte Fernand Braudel’dir. Çünkü Braudel, hem bakış açısının hem de gözlem nesnesinin sürekli göreliliği ile başetmesi gerektiğini görmüştür.
Postmodern Akdeniz düşüncesi, sadece nesnesi belirsiz (hem fiziksel hem de kavramsal açıdan)2 bir olgu değil aynı zamanda türetilmiş bir algı olmayı da sürdürür çünkü hegemonik kültürün (bir başka deyişle Kıta Avrupası kültürünün) onu sıklıkla yerinden ederek ve çoğu zaman da manipüle ederek (kasıtlı bir biçimde) inşa ettiği fikrine dayanır.
Akdeniz’i -kaba ya da işlenmiş- maddenin veya -topraksı ya da mavi- rengin tezahür ettiği yer olarak veya ışık altında biraraya getirilmiş hacimler arasındaki oyunun bir fenomenolojisi olarak tanımlamak kolay olurdu; ancak bunlar Akdeniz’in engebesi belli belirsiz yüzeyinin derinlerinde yatan, mitos’un yoğunluğu ve şiddetine göğüs germiş, bedeli ağır çatışmaların geçtiği bir alt katmanın varlığını ele veren üstyapılardır3.
Akdeniz, bu çatışmaları çözüme ulaştıramamışsa da en azından ötelemeyi başarmıştır. Avrupa kimliğini oluşturan kararsız dengeler arasındaki diyalektiği tanımlayan sinkretizm her şeyden önce bir Akdeniz konseptidir. Katları arasında hem zenginleştirici hem de aşındırıcı özgüllükleri barındıran bir kimliktir bu.
Akdeniz de bu özgüllüklerden biridir; onu askeri jeopolitik bağlamından koparacak bir araca dönüşen muğlaklığın, onun bereketini ortaya çıkararak olumlu bir değer kazanabileceği kararsız bir bölgedir.
Sistemler
“Akdeniz nedir?” sorusuna binlerce yanıt verilebilir: Tek bir peyzaj değil, bir peyzajlar bütünü; tek bir deniz değil, bir deniz kompleksi. Tek bir medeniyet değil, üstüste kümelenmiş bir dizi medeniyet4.
Braudel, yağmalamak ve tahkim etmek suretiyle Akdeniz’i geçerken mekansal ve kültürel bağlantıları sağlam bir şekilde dokuyarak tutarlı bir görüntü oluşturan bu sistemlere şöyle dikkat çeker: Kıta için tamamlayıcı nitelik taşıyan ve değişen boyutlarla (sabit çeperler yerine değişen veya yer değiştiren marjlar ve sınırlar mevcuttur) topolojik bir süreklilik tanımlayan bir Akdeniz anlatısı.
Mikrokozmoslar
Akdeniz çoğulluğu, eski medeniyetlerin kalıcılığının bir ürünü ise, bu makroskobik kalıcılıkların sınırında, farklı mekansal strüktürlerin üstüste bindiği ya da melezleştiği geçicilikler vardır. Bu nedenle Akdeniz, bir paradoksu -üstelik Akdenizlilerin iyi bilindiği bir paradoksuortaya çıkaran çelişkili görüntülerle tanımlanabilir: Komşuluk ve coğrafi yakınlık mutlaka aidiyet anlamına gelmez. Predrag Matvejević’e göre “Akdeniz’in modernliğe geçişi gecikmelidir. Sekülarizm bütün kıyılarına ulaşmamıştır […] Tekil bir Akdeniz kültüründen söz edilemez: Akdeniz içinde birden çok kültürü barındırır.
Bunlar kimi benzer kimi farklı özelliklerle karakterize olurlar. Benzerlikler, ortak bir deniz etrafında konumlanıyor olmaktan; kıyıyı paylaşan uluslar ve farklı ifade biçimleri arasındaki karşılaşmalardan kaynaklanmaktadır. Farklılıkların nedeni ise menşe ve tarih, inanç ve geleneklerdir5”.
Akdeniz’e özgü merkezcil/merkezkaç kuvvetleri ve kırılmaları kavramak için merkez ve periferinin tedavülden kalkmış kavramlarından kurtulmamız gerekir; çünkü merkez ve periferi kendi içinde yer değiştirebilir niteliktedir (Sözgelimi 1204’te Frenklerin Serenissima/Venedik donanmasının desteğiyle gerçekleştirdiği Konstantinopolis yağması periferi tarafından merkezin zenginliklerini fethetme girişimidir).
Dolayısıyla Akdeniz olgusu, ne katıksız bir tarih ne de salt bir coğrafya tanımlar. Zamanla bir hipermetin’e; şehirleri, limanları, bölgeleri, her bir yerin kendi merkezinde ve diğerinin periferisinde yer aldığı bir portolan haritasına kaydeden öznel ve çok merkezli bir koreografi’ye dönüşmüştür.
Takımada
Belki de Akdeniz’in güncel durumunu, Küçük Anlatılar ile tamamlanmamış bir
modernizmin birarada varolduğu bir Takımada olarak tarif edebiliriz; Akdeniz Takımadaları’nı ise, sıkı değilse de6 kolay kolay kopmayan ilişkilerle örülmüş geniş bir ağ içinde kendileri de sınırlarla çevrili ve çeperlerle birbirine bağlanan mikrokozmosları ayrıştıran bir kırılmalar kompozisyonu olarak.
Venedik Cumhuriyeti, Adalar Denizi içinde bir Takımada olarak; yerelleşmiş yoğunluklar ağından oluşan, zayıf ve geçirgen hale gelmiş sınırlarını savunmak için duvarlara, hendek ve burçlara ihtiyaç duyan dağınık bir şehirdir. Bu yerelleşmiş yoğunluklardan biri olan Girit de, Doğu Akdeniz’de Batılı bir köprübaşı konumundadır ve aynı zamanda Osmanlı taarruzu öncesinde Batı’nın geri çekilişinin bir simgesidir. 17. yüzyılda, 1669’da 22 yıllık kuşatma sonucunda Kandiye (Candia) Krallığı’nın yıkılmasıyla Doğu Akdeniz bir Osmanlı denizine dönüşürken Korfu (diğer bir deyişle Adriyatik Denizi), “Körfez’in (Venedik Körfezi’nin) bekçisi” olarak kalır.
Kalıntıların dönüştürülmesi sürecinde ise Osmanlı’nın Girit’i, mimari ve kentsel açıdan bir yeniden kullanım (re-use) ve yeniden anlamlandırma (re-signification) bölgesi haline gelir. Venedik kiliseleri camiye dönüşür, duvar ve toprak setler küçük ölçekli müdahalelere uğrar. Bağımsızlığının tanınması (1898) ve Yunanistan’a ilhakı (1913) Girit’in tarihinde yeni bir sayfa açar: Ulusdevlet ve Modernite adına yıkımları içeren dönüşümler yapılır. Ancak bu modernleşme girişimi de kısmen eksiktir; düzensiz büyüyen kentin postmodern hali ile kasabanın modern öncesi hali birleşerek kentin burjuva temelinden yoksun, şizofrenik bir ortam yaratır ve dolayısıyla hem mimari hem de şehir bu tamamlanmamışlık halini yansıtır.
Sonuç olarak, peyzaj temel bir kavramdır; başına niteleyici bir sıfatın (kentsel, doğal, antropolojik vb.) eklenmesiyle farklı ve hatta aykırı koşulları kapsayıcı stratejileri tanımlayabilir. Bu nedenle, özellikle de kentsel uyuma henüz ulaşılmadığı bir noktada mimarlık araştırmalarının geniş bir çeşitlilik içinde ortaya çıkışı, tam da bu karmaşık ve çok yönlü katmanlaşma sayesindedir. ■ Alexios Tzobanakis, Mimar, Doç.Dr., Girit Teknik Üniversitesi, Mimarlık Bölümü.
Çeviri: Sibel Senyücel
Notlar:
1 Şuradan alıntılandı: Jorge Luis Borges, Ölüm ve Pusula, çev.: Tomris Uyar, İletişim Yayınları, 1994.
2 “Akdenizli-lik”, coğrafi boyutundan kısmen arınmış soyut br kavram olarak, sözgelimi İtalyan Rasyonalizmi’nin gelişiminde önemli rol edinmiştir.
3 Bkz.: J. Rykwert, L’idea di città, Adelphi, Milano, 2002.
4 Fernand Braudel, Il Mediterraneo, Tascabili Bonpiani, Milano, 1994, s. 8.
5 Predrag Matvejević, Breviario Mediterraneo, Garzanti, Milano, 2006, s. 139.
6 Bkz.: Gianni Vattimo, Pier Aldo Rovatti, Il pensiero debole, Feltrinelli, Milano, 1987, s. 17-20.
Dar bir çıkmaz sokakta konumlanan
4x16 m’lik küçük arazi, iki kat yüksekliğindeki ilkinin zemin kotta ve tek yatak odalı bir daireden oluşan diğerinin ise üst katta yer aldığı, iki konutluk karmaşık bir programa evsahipliği yapıyor.
Hem birbirine bakan cephe açıklıkları oluşturmak hem de düşey sirkülasyonu en iyi şekilde çözümlemek amacıyla güneye yönelen, avlulu bir konut tipolojisi tercih edildi. Zemin kotta sokak basamaklarının bir devamı olarak kumtaşından inşa edilen merdiven, üst katlarda çelik ile kompoze strüktür sayesinde hafifleyerek avluya gölge sağlıyor. Avlunun oluşturduğu oyuk, merdivenin ilk kısmında iki kat yüksekliğindeki boşluk ve katlardaki yarı açık mekanların girintileri yapıyı eksiltilmiş bir prizma olarak tanımlamaya imkan veriyor.
2,4 hektarlık dik eğimli arsa, karşısında uzanan Kryoneritis Dağları’ndan ve yoğun bitki örtüsüyle kaplı bir çamlıktan manzara alıyor. Ana yaşam alanları ve stüdyonun yanısıra program bir misafir evi, depolama ve park alanını da içeriyor.
Arazinin morfolojisi, bitki örtüsü, toprak niteliği ve konumlanması kadar pasif ve aktif biyoiklimsel prensipler de bu -şebeke dışı işleyen- yerleşimin başlıca tasarım parametreleri olarak ele alındı. Tasarımda hacimsel artikülasyon, birbirini izleyen mekanlar boyunca ve bu mekanların bıraktığı etkiler arasında sürekli bir akışın yanısıra doğal veya yapay bağlamla diyalog da hedeflendi. Konutun çeşitli işlevlere yönelik birimleri farklı katlara yayılırken arazinin mevcut topografyasına uyum sağladı. Bu kademelenme sayesinde iç mekanlar zeminin doğal bir uzantısı haline geldi. Yerinde üretilen yenilenebilir enerji kaynakları (fotovoltaik güneş panelleri, küçük rüzgar jeneratörü), termal konfor (doğal havalandırma, harici gölgelendirme), görsel konfor, atık yönetimi (atık suyun işlenmesi ve yapay bir göl aracılığıyla yeniden kullanımı) ve yağmur suyu toplama sistemleri tasarım ve inşa süreçleri boyunca belirleyici ve aktif bir rol oynadı.