Tuhaf Bir Yatak Arkadaşlığı: Modernizm ve Tüberküloz*
Margaret Campbell ■ 19. yüzyılın ortasından 20. yüzyılın ortalarına değin, tüberküloz ve akıl hastalığı gibi tıbbın belirli alanlarında uzmanlaşmış, hastaların sosyal anlamda toplumdan izolasyonunu sağlayan bir dizi tesis kuruldu. Tüberküloz o dönemde, ağırlıklı olarak sanayileşmenin hızlı gelişimiyle ve yaşamını kentin kalabalık ve sağlıksız koşullarında sürdüren işçi sınıfı ile ilişkilendiriliyordu. İngiltere’de Garden City (Bahçe Şehir) ya da Almanya’da Lebensreform
(Yaşam Reformu) gibi toplumsal reform hareketlerinin konut standartlarını yükseltmeye yönelik girişimlerine karşın işçi sınıfının yaşam koşullarında büyük bir değişim olmadı (Resim 2). Çalışma çağındaki genç kadın ve erkeklerde daha yaygın görülmesi sebebiyle hastalığın, Avrupa ve Kuzey Amerika ekonomilerine getirdiği mali yük dikkate değer boyuttaydı1. Hastalığın araştırılması ve tedavisi süreci, uygulamalı tasarım yoluyla yeni bir sınıfsız ve hijyenik yaşam tarzı yaratmak için form ile sosyal amacı bütünleştirmeyi deneyen modenizmin ortaya çıkışına rastlar ki bu da kaçınılmaz olarak fikirsel üretimdeki kesişmeleri beraberinde getirmiştir.
Robert Koch’un tüberküloz basilini (mycobacterium tuberculosis) tanımladığı 1882’den Selman Waksman’ın tüberküloza karşı ilk etkili antibiyotik olan streptomisini bulduğu 1943 yılına kadar hastalığın tedavisinde nispeten basit yöntemlere başvuruldu. Temiz havanın iyileştirici etkisi ise Hipokrat ve Galen dönemlerinden itibaren biliniyordu.
19. yüzyılda George Bodington ve Hermann Brehmer gibi doktorlar, kuru hava koşuluna dayanan benzer iyileştirici yöntemleri kullandılar2. Bu da erken tarihli sanatoryumların genellikle dağlık bölgelerde konumlandığı anlamına geliyordu. Uzun süreli istirahat, besleyici ve zengin bir diyetle birleştiğinde, hastalarda çoğunlukla farklı düzeylerde iyileşme sağlanıyordu. Ağırlıklı olarak resmi kuruluşların ya da hayır kurumlarının çabalarıyla finanse edilen bu tesislerin, haftalar, aylar hatta kimi zaman yıllar süren tedavilerle elde ettiği görünür başarı, Sanatoryum Hareketi adıyla bilinen terapötik olguyu ortaya çıkardı3.
Brehmer’in Görbersdorf Sanatoryumu (1854-63) varlıklı hastalarına sakin bir ortam, sağlıklı yemekler ve hafif egzersizlerle dinlenme imkanı sağlayan ilk kurumdu4. Yönetici konumundaki doktorların farklı yaklaşımlarını yansıtan düzenlemelere karşın erken tarihli sanatoryumların tasarımında esas alınan belirli mimari nitelikler ortaktı. Günde iki saat olarak belirlenmiş açıkhavada dinlenme süreci, geniş verandalar, balkonlar, üzeri örtülü koridorlar ve şezlonglarla donatılmış çardaklarla teşvik edildi. Bu “Kür”, genellikle öğleden sonra 14.00-16.00 saatleri arasında ve çoğunlukla sessizlik içinde uygulanıyordu5.
Batı dünyasında tüberkülozlu hastaların halen yaygın olarak damgalandığı veya dışlandığı 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, üçlü ilaç tedavisinin hızlı tesir göstermesi sanatoryum yapılarının hastane yapı stokuna katılmasını, konuta dönüştürülmesini ya da yıkılmasını beraberinde getirmişti6. Buna karşın hastalığın yakın tarihte “Küllerinden Doğan Bir Dickens Hastalığı” gibi haber başlıklarını tetikleyen, ilaca dirençli bir formunun yol açacağı olası sonuçlar, tüberkülozun eski yaşam tarzı taleplerine, özel tedavi rejimine ve onun düz çatı, teras, şezlong gibi modern tasarımdaki izlerine aşina olmayan bir nesli alarma geçirdi7.
19. yüzyılın tarihselciliğine kültürel bir tepki olarak doğan modernizm, demokratik teknoloji yöntemlerini kullanarak eşitliğin özgürleştirilmiş bir ifadesini ortaya koydu. Kitlesel üretimin esas olduğu, pratik, ekonomik bir tasarım estetiğini içeriyordu ve kültürlü Avrupa kentlisi tarafından tereddütsüzce benimsendi. İngiltere, Somerset’teki Pen Pits (1935) gibi mimarisi günümüzde
Uluslararası Stil olarak nitelenen ayırdedici özelliklerle tanımlanmış konut yapıları, zarif kadınların şık pijamalarıyla şezlonglara uzanıp güneş banyosu yapabileceği bir teras, balkon ve düz çatıyı barındırıyordu8. Bugünün aksine güneş banyosunun sağlığa faydaları, güneşe kasıtlı olarak maruz kalmanın veya helyoterapinin raşitizm ve vitamin eksikliği belirtilerini hafifletebileceği görüşündeki tıp uzmanları kadar bronzlaşmayı modaya bağlı bir gereklilik (de rigeur) olarak gören yüksek sosyete tarafından da övülüyordu9. Bahçede, yıl boyunca güneş ışınlarını yakalamak üzere stratejik olarak konumlandırılmış ekseni çevresinde dönen bir yazlık ev aynı zamanda tüberkülozlu bir aile ferdi için açıkhava izolasyon odası işlevi de görebilirdi10.
Sözgelimi İtalya, Marcellise’deki Villa Girasole gibi, ister dönen bir yazlık evde ister deneysel bir mekanik konut örneğinde olsun “güneş” sözcüğü, geçtiği her yerde sağlıklılıkla eşanlamlı kullanılıyordu11. Popüler bir slogan haline gelen “Karanlıkta 30 yıl duracağına güneşte 30 saniye dur”, kuru öksürük yoluyla saçılan damlacıklar ya da tükürük bile ev tozunda bulaşıcı bir şekilde varlığını sürdürebilirken güneşte veya açıkhavada kısa bir süre geçirmenin mikropları yok edebileceğini ima ediyordu. Pek çok tüberküloz uzmanı, helyoterapinin hastalığın akciğer dışı formlarının tedavisinde de etkili olduğunu savundu12. Hilversum yakınlarında yapımı 1931’de tamamlanan Hollandalı bir tüberküloz sanatoryumuna “Zonnestraal” (Güneş Işını) adı verildi (Resim 1). Modern
mimarinin ufuk açıcı bir örneği olan yapı, güneşin yenileyici gücüne dair çağdaş bir inancı yansıtırken aynı zamanda, aşkın bir teozofik düşünceye gönderme yapıyordu13. Güneş ışığının etkinliğini artıran temiz havaydı; tüberkülozla mücadeleye yönelik bir ilan, “Uyurken pencerenizi daima açık tutun” (yak. 1910) çağrısında bulunuyordu; geç 19. yüzyıl sosyal reformcuları ise sağlıklı ve hijyenik yaşamı teşvik etmek amacıyla “Licht und Luft” (Işık ve Hava) ifadesini kullanıyorlardı. Günümüzde gerçek tıbbi tedavinin kapsamına dahil edilmeyen; ışık, hava ya da güneş gibi şifanın sembolik çağrışımları, modern terapinin yorumlanmasında, sanatoryum mimarisiyle görünürlük kazanacak kadar etkili unsurlardı14.
Peki modernist bileşenler, neden aksi halde açıkhavada yaşamaya imkan vermeyecek enlemlerde ve iklim koşullarında yaygınlaştı?
19. yüzyılın ikinci çeyreğinde, kentte yaşayan işçi sınıfının sağlıksızlığı, aşırı kalabalıklaşma ve güneş ışığı eksikliğinden ziyade hijyenik olmayan konutlara bağlanıyordu. Edinburgh’da
15. yüzyıldan itibaren bilinen apartman bloğu; 19. yüzyıla gelindiğinde ortak merdiven erişimi ve sınırlı sayıda ortak sıhhi tesisi ile kiracılı, çok sayıda kişinin birarada yaşadığı, düşük nitelikli, yüksek katlı konuta dönüştü. Kamu sağlığına yönelik ilgi; öncesinde temiz su ve verimli kanalizasyon sistemlerinin temini üzerinde yoğunlaşırken 1882’den sonra kentsel yaşamla ilişkilendirilen tüberküloz ve solunum yolu hastalıklarındaki artışın incelenmesine kaydı15. Paris’te gerçekleşen ilk Uluslararası Hijyen Kongresi’nde (1887) sunulmuş “Cites ouvrieres, maisons ouvrieres” (İşçilerin Kentleri, İşçilerin Evleri) başlıklı bir metinde Fransa’da hızla büyüyen kentli işçi sınıfı için gelişmiş bir standarda duyulan ihtiyaç vurgulandı. Ayrıca “yeni” hijyenik konutlara yerleşen işçi nüfusunda, enfeksiyon görülme oranının daha düşük olduğunu gösterebilmek için tüberküloz istatistikleri kullanıldı16. Halk sağlığı reformunun bir parçası olarak sosyal konutların inşası mimarlıkta modernizmin ortaya çıkışıyla aynı döneme denk gelir ki her ikisi de
19. yüzyılın sonlarına kadar Avrupa ve Amerikan toplumunun rekabetçi sanayileşme sürecinin sonucudur Modernizm, uygulamaya dönük tasarım taleplerini esas almasıyla; hijyenik yaşam tarzına yanıt veren seri üretim nesnelerin, donatılı beton, çelik çerçeve strüktür ve sırlı seramik karo gibi yeni malzeme ve teknolojilerin araştırılmasına ve kullanılmasına katkıda bulunmuştur.
1. Dünya Savaşı’nın ardından Britanya’da kentsel yenileme gereksinimi liberal başbakan Lloyd George’un “kahramanlara yaraşır evler” tasarısıyla tanındı. Bu aynı zamanda, Versay Antlaşması ile Rus Devrimi’ni takip eden ekonomik kırılganlık döneminde siyasi istikrarın sürdürülmesi için de önemliydi18. Avrupa çapında benzer programlar, yenilikçi modernist mimarlara hem fırsat hem de mali teşvik sağladı. Düşük maliyetli sosyal konutlar için alışılmadık, ilerici tasarım çözümlerinin hayata geçirilmesi, sanayi kentlerindeki yoksul bölgelerin dönüştürülmesinde etkili oldu. İsviçre asıllı Fransız modernist Le Corbusier, bu mimarların başında gelen bir isim olmasına karşın bir yandan sosyal bozulmanın hızlı kentsel yenileme süreçlerinden kaynaklandığı görüşünü destekledi. Daha sonra İngilizce çevirisi
The City of To-morrow (1929) adıyla yayınlanacak olan Urbanisme (1924) başlıklı kitabında, şehir planlama ve konut tasarımı üzerine sağlıklı yaşam ve iyi ahlakı teşvik eden alışılmadık görüşlerini açıkladı. Prototip tasarımları arasında konut birimine temel oluşturan immeublevilla’yı (1922) daha sonra Marsilya’da yüksek yoğunluklu kentsel yaşam için bir çözüm olarak geliştirdi19. 1927’de “Die Wohnung” (Konut) sergisinde Alman Werkbund’u, Stuttgart’ta teraslı müstakil ev ve apartman bloklarından meydana gelen 21 yapının tasarımı için dönemin önde gelen mimarlarının görev aldığı etkileyici Weissenhofsiedlung projesini sundu.
1933’e gelindiğinde, Nasyonal Sosyalizm’in yükselişiyle birlikte, bu Avrupalı düşünür ve eğitimcilerin çoğu, modernist fikirlerin yayılmasını sağlayacak kültürel diasporanın parçası haline geldiler. Modernizmin genç, ilerici ve pek çokları için zengin bir toplumsal ortamda geliştiği ABD’ye göç etmeden önce bir bölümü Britanya’ya sığınmış olan bu isimler arasında Walter Gropius ve Marcel Breuer de bulunuyordu. Her ikisi de daha sonra mimarlık okullarında ders verdiler ve özgün pedagojik yöntemlerle yeni oluşmaya başlayan modernist düşünceyi teşvik ettiler.
Modern düşünce üzerinde ufuk açıcı ve hala erken tarihli sayılabilecek diğer bir yaklaşım ise Wilem Dudok, Jan Duiker ve Gerrit Rietveld gibi mimar ve tasarımcıların üretimleriyle estetik bir ifade bulmuş olan Hollanda kökenli De Stijl hareketinin felsefesidir20. Duiker özellikle de De Stijl’in “ölçüsüz bir manevi özgürleşme” nosyonuna yakınlık duyuyordu. Zonnestraal’da olabildiğince hafif görünümlü bir strüktür elde edebilmek için; açık, iyi aydınlatılmış iç mekanlar, geniş cam yüzeyler, her hastaya açıkhavada uyuma imkanı veren teraslarla kurguladığı yapısını bariz yüklerden arındırdı. Ayrıca, iç mekanı geleneksel Hollanda evinin potansiyel bir mikrop yuvası (yağ ve nikotinden
sararmış) niteliğindeki klostrofobik odalarından kurtardı. Açık sarı, uçuk mavi ve krem tonlarını barındıran renk paleti ise, Duiker’in sanatoryum yapısının tüberkülozu iyileştirme rolü konusundaki iyimserliğini yansıtmaktaydı21.
Modernizm Fransa’da öncelikle Le Corbusier’nin bireyci ve akılcı yaklaşımıyla ifade bulurken; Alvar Aalto, Finlandiya’da Paimio Sanatoryumu’nu çok daha hümanist bir işlevsellikle biçimlendirmişti. Duiker’ın Zonnestraal’da prefabrik beton strüktürüyle elde ettiği hafiflik etkisinden fazlasıyla haberdarsa da hastaların ve personelin acil kişisel ihtiyaçları Aalto için daha büyük önem taşıyordu. Paimio, formel ve özel alanlar ile hizmet alanlarının açık biçimde ayrıştırıldığı bir kırsal yerleşkesi olarak yerel ölçekte tasarlandı22.
Modernizmin Britanya’ya gelişi gecikmeliydi; sonrasında da ancak estetik sızıntılar halinde kendini göstermişti. 1930’lara değin modernist mimarlığın sosyal konut ve hastane yapıları üzerinde çok az etkisi oldu23. Modern yaşamın yeni talepleriyle ilişkilendirilen büyük mağazalar, sinemalar, otel ve dinlenme tesisleri gibi ticaret ve eğlenceye yönelik yapıları, yalnızca yüzeysel Art Deco unsurları süslüyordu. Ancak yine de Britanya, ilerici tasarımdan bütünüyle yoksun değildi. Ressam ve heykeltıraşların yanında benzer görüşteki sanayici ve imalatçıların da dahil olduğu çeşitli mimarlık ve tasarım grupları, İngiliz modernizmine bütünlük kazandırma çabasına girdiler24.
Modern Mimari Araştırma Grubu’nun (MARS) kurucu üyesi olan E. Maxwell
Fry, Avrupa’nın çağdaş mimarlık düşüncesine aşinaydı. İngiltere’de kaldığı süre boyunca Walter Gropius’la ortaklığı Fry’ın modernizme bağlılığını pekiştirdi25. Ancak MARS Grubu sadece teorik bilgiye dayalı bir münazara topluluğu değildi. Temel amaçları; modern mimarinin uygulanmasına dair sorunları tanımlamak ve toplu konuta uygun çözümler üretmekti. Jack Pritchard gibi İngiliz sanayiciler de önerilen tasarım çözümlerine radikal bir pragmatizm katarak modernist fikirleri desteklediler. Modernizmin tutkulu bir savunucusu olan ekonomist ve mühendis Pritchard (1899-1992), 1935’te lsokon mobilya şirketini kurdu26.
Günümüzde işlevsel modern yaşamın öncü örnekleri arasında sayılan, mimari bakımdan kaydadeğer iki apartman bloğu, Londra’da inşa edildi. Gerek Rus göçmen mimar Berthold Lubetkin’in tasarladığı
Highpoint 1, (Highbury, 1933-35) gerekse Kanadalı mimar Wells Coates’in Lawn Road Flats yapısı (Hampstead, 1934), beyaz sıvalı beton düz çatıları, balkon ve terasları ile modernizmin imzasını taşıyordu27. Lawn Road Flats projesinin hayata geçirilmesini sağlayan isim aslında, Gropius ve Macar asıllı tasarımcı Marcel Breuer’in de aralarında olduğu Nazi Almanyası’ndan birçok kültürel sığınmacıyı burada ağırlayan
Jack Pritchard’dı. Breuer, ABD’ye gitmeden önce lsokon’un birkaç mobilya projesinde görev almıştı. Bunlardan biri de, Pritchard’ın Lawn Road Flats’deki kendi dairesinde de bulunan Long Chair’dı28 (Resim 3).
Bu dönemde Avrupa, Britanya ve Kuzey Amerika’da pek çok yeni tüberküloz kliniği ve diğer bulaşıcı hastalıklar için hastaneler inşa edildi. En önemlileri arasında, burada bahsi geçen, Zonnestraal Sanatoryumu (Hilversum, Hollanda; 1928-31) ve
Paimio Sanatoryumu (Turku yakınında, Finlandiya; 1929-33) ile İsviçre’deki Klinik Clavadel (Davos, 1931-33) sayılabilir. Bunlar ve diğer önemli modern yapılar, Architectural Review ve Architects’ Journal gibi Britanya’nın önde gelen mimarlık yayınlarında düzenli olarak yer bulurken avangarda yönelik büyük bir merak ve ilgi duyan genç mimarlar, Kıta Avrupası’nda modernizmin çığır açıcı örneklerini tanımak için inceleme gezileri yapmaya başladılar29. Böylece beyaz sıvalı betonarme yapılar, geniş balkonlar, metal pencere sistemleri gibi fabrikada üretilen bileşenler ve daha pek çok modernist mimari unsur; yeni banliyö yerleşimlerindeki düşük maliyetli az katlı spekülatif konut üretiminde, düşük maliyetli sosyal konuta yönelik pilot uygulamalarda, Birleşik Krallık’ın okul, hastane, klinik ve sanatoryumlarında kullanılmaya başladı30.
Ancak öncesinde de belirtildiği gibi, tüberküloz tedavisi ile ilişkilendirilen
mimari unsurların başında düz çatı, teras, balkon ve şezlong geliyordu.
Düz çatı
Geleneksel ahşap dikme ve kiriş yapım yönteminden geliştirilen düz çatı konstrüksiyonu, köklü bir geçmişe sahiptir. Le Corbusier, 1909’da Atina’yı ziyareti sırasında Parthenon ve ideal oranları üzerine ayrıntılı bir çalışma yapar. “Mimarlığın 5 İlkesi”nde de ana hatlarıyla belirttiği üzere bu, onun estetik yaklaşımına bir model oluştursa da; Villa Savoye’da (Poissy, 1929-31. Resim 4) -serbest plan, serbest cephe düzeni, bina kütlesini zeminden yükselten kolonlar (pilotis), teras ve yatay sürgülü pencerelerle- ortaya koyduğu gelişmiş modernist yorumunun öncüsü aslında -açıkhava mekanı, teras ya da solaryum olarak kullanılabilen düz çatısıylageleneksel Yunan evidir31. Öte yandan, Pablo Picasso gibi çağdaş kübist sanatçılar tarafından betimlenmiş düz çatılı Akdeniz evleri de avangart bir etki yaratmıştır. Daha sonra, 1924’te Le Corbusier ilgisini kentsel çevrede sağlıklı yaşam konseptine yöneltir. Bunun için “vücut sağlığı” ve “hayati organların uyumlu işleyişi” çok önemli olduğundan, sonraki apartman bloğu tasarımlarında müstakil bahçe terasları, çatıda “açıkhavada spor yapmak için” bir koşu pisti ve kendi ifadesiyle “Birleşik Devletler’de tüberkülozla mücadelede büyük başarı sağlayan” güneşlenme teraslarına yer verir32.
Le Corbusier, düz çatılar ve tüberküloz arasındaki ilişkinin izini, daha öncesinde mimarın İsviçre’deki yapıları ve Davos tipi düz çatıya (Davoser flachdach) yönelik kültürel duyarlılığı üzerinden sürmek de mümkün. İsviçre’nin tatil beldesi olan Davos’a özgü sosyolojik ve iklimsel faktörler gözetilerek, 1872-1875 yılları arasında düz çatı inşasında çeşitli denemeler yapıldı33. Schatzalp’ın güneye bakan yamaçları üzerindeki Landwasser Vadisi’nde konumlanan Davos’a ilk ziyaretçilerin gelişi 1865 ile tarihlenir. Kıtalararası demiryolu bağlantılarının sağladığı imkanla Davos, hızla uğrak bir nekahat ve tatil yeri haline geldi. Bölgedeki iki komşu köy, Davos-Dorf ve Davos-Piatz, üzerinde kamu binaları, oteller, dükkanlar, kafe ve kiliselerin bulunduğu bir geçit (Promenade) ile birbirine bağlanıyordu. 1881’de kentsel gelişme programının bir parçası olarak, yayaları artan at arabası, otomobil, bisiklet ve -kış aylarında- kızak trafiğinden korumak adına kaldırımlar inşa edildi. Çözülmenin başladığı baharın ilk aylarında, eğimli çatılardan düşen keskin buz sarkıtları altından geçen çok sayıda yayanın yaralanmasına neden oldu.
Bu türden kazaları önlemek üzere uygulamaya konan Davos düz çatıları, bundan yaklaşık 30 yıl önce Silezyalı bir yapı ustası olan Samuel Haussler’ın geliştirdiği sisteme dayanıyordu. Alman sanat tarihçi Erwin Poeschel, 1928’de İsviçre’nin mimarlık dergisi Das Werk’te diyagramlar eşliğinde yayınlanan metninde bu çatıları tartışana kadar sözkonusu yapım tekniği hakkında çok az ciddi çalışmaya rastlanır. “Davos’ta Düz Çatı” (“Das flache dach in Davos”, 1928) ve “Yüksek Dağlarda Düz Çatı” (“Das flache dach im Hochgebirge”, 1931) başlıklarını taşıyan diğer iki makalesinde Poeschel, düz çatının Davos’taki kullanımının modernizm tarafından benimsenmesinden çok daha öncesine dayandığını, buna karşın ancak modern tasarımın temel unsurlarından birine dönüşmesiyle nihayet mimarlık söylemine girebildiğini ileri sürdü34. 1930’larda Davos’ta ya da İsviçre’nin diğer sağlık merkezlerinde bir düz çatı metamorfozu meydana geldi; geleneksel dağ evi ve villaların eğilimli çatıları, sağlık turistinin iyileşme talebine yanıt verebilmek için güneşlenme teraslarıyla dönüştürüldü35.
Le Corbusier, Poeschel’in gözlemlerini 1934 tarihli eskiz defterlerine kaydetti. Daha sonra Villa Savoye gibi bir özel konutta ya da Unite d’Habitation (Marsilya, 1953) gibi bir apartman bloğunda düz çatının fiziksel egzersiz ve açıkhava istirahati için nasıl kullanılabileceğini gösterecekti (Resim 5-6). Onun sağlık ve hijyen konusundaki mimari fikirleri, sadece zengin müşterilere yönelik değildi. Le Corbusier gençliğinde, birkaç ay boyunca Peter Behrens’in Berlin ofisinde çalışmış ve burada Behrens’in tüberkülozu mimari tasarımla iyileştirme çabasına yakından tanık olmuştu36.
1922 tarihli immeubles-villa projesinde Le Corbusier, Bordeaux yakınlarındaki Pessac sosyal konut sitesi için düz çatı teras bahçeleri tasarladı ve bunu 1927’de Stuttgart’ta Weissenhofsiedlung projesinde de yineledi. Behrens ise “dairenin düz çatısının üstündeki veya arkasındaki daireye bir teras [sunacak şekilde] biraraya getirildiği” tek, iki, üç ve dört katlı apartman kümelerini takdim etti37.
1930’larda Britanya’nın hem spekülatif orta sınıf apartmanları hem de düşük maliyetli sosyal konutlarında hızla benimsenen modernist düz çatı; sadece güneşlenmek, bahçeyle uğraşmak veya yıkanmış giysileri kurutmak için değil aynı zamanda tüberküloz tedavisinin evden sürdürülebilmesi için de kullanıldı. Ne var ki İngiltere’de hava koşullarının değişkenliği, balkonun daha uygun bir çözüm olduğunu gösterdi38.
Teras ve balkon
Behrens ve diğer modern mimarlar, Paris ve Berlin gibi hızla büyüyen kentlerin gereksinimlerini karşılamak üzere, yoğun yerleşimli konut birimlerinin merkezi çekirdeğine güneş ışığı ve temiz havanın erişimini sağlayan kademelendirilmiş teras sistemleri geliştirdiler. Fransız mimar Henri Sauvage, Paris, Rue Vavin’daki (1912-14) bir apartman bloğu için erken tarihli bir prototip olarak maisons á gradins’i (kademeli evler) tasarladı. Sauvage, daha sonra Charles Sarazin ile birlikte Rue des Amiraux’da (1923-24), mavi ve beyaz sırlı karolarla kaplı, piramit biçimli tuğla ve beton bir kütleye sahip olan, teras bahçeleri ve halka açık bir yüzme havuzu bulunan bir başka bloğun inşasını gerçekleştirdi39. Benzer deneysel konut şemaları, Weissenhofsiedlung’a teraslı iki müstakil evle katkı yapmış olan Alman mimar Richard Döcker’i de etkilemiştir. Bundan iki yıl önce, 1925’te Döcker, Stuttgart yakınlarındaki Waiblingen’de bir tüberküloz hastanesi ve sanatoryumun hasta bloğunda teras düzenlemesi yapmıştı40. 1930’da Hollandalı avangart sanatçı ve De Stijl kuramcısı Theo Van Doesburg’a göre, Döcker’in terasları “insancıl” bir modern konut niteliği taşımanın yanında hastane tasarımındaki tedavi edici işleve de sahipti41. Açıkhavada tedavi uygulaması dolayısıyla, 1930’larda birçok tüberküloz sanatoryumu bu mimari öğeyi bünyesine kattı.
Düz çatılar sadece modernizme özgü olmadığı gibi, balkonlar da Alpler’deki geleneksel ahşap dağ evlerinde kullanılagelen bir unsurdu.
Geç 19. yüzyılda, İsviçre’deki Davos, Arosa, Montana ve Leysin gibi sağlık merkezlerinde iyileşen varlıklı tüberküloz hastaları, uzun nekahet dönemlerini çoğunlukla, hedeflenen Freiluftkur (açıkhava kürü) için üst kattaki galerisinde bir açıkhava mekanı ya da bir dinlenme verandası bulunan dağ evlerinde geçiriyorlardı. Çok sayıda hastanın aileleri ile birlikte konaklama talebini karşılamak üzere inşa edilmiş sayısız otel, pansiyon ve apartmana balkonlar eklendi ya da tasarlandı. 1905’te Davos’ta Haus Caselva, yerel mimar Gaudenz lssler tarafından National-Romantik (Ulusalcı Romantik) üslupta yenilenirken eğimli zemine ve de bir yatağın ya da şezlongun sığacağı genişliğe sahip dökme demir balkonlarla donatıldı (Resim 7).
Öte yandan, bir odanın balkona mı yoksa bütünüyle açılabilen bir cam cepheye mi sahip olması gerektiğine yönelik bir tartışma da sürüyordu. İkinci durumda yatak odasının kendisi bir loca (loggia) oluşturacak ve ayrıca taban alanından tasarruf edilecekti. Davos’un ilk uzman tüberküloz hekimlerinden Dr. Karl Turban, geniş balkonların gereksiz olduğunu savundu:
Salon ve yatak odalarının önündeki balkon ve dinlenme verandalarının hava ve ışık üzerindeki olumsuz etkileri çok büyük ve bu yüzden de kaldırılmaları şart; planlanan yapı, odanın istendiğinde bir locaya dönüştürülmesine zaten izin veriyor42.
Turban ve mimarı Jacques Gras, bir duvarın dışarıya tamamen açılmasını sağlayan katlanabilir, sürgülü pencerenin gelişmiş bir formunu (Fensterkonstruktionsvorschlag) tasarladılar43. İngiltere’de Turban’ın dar balkonlarının bir versiyonunun kullanıldığı King Edward VII Sanatoryumu’nda (Midhurst, Sussex, 1905); boydan boya katlanabilen, sürgülü Fransız kapılar, ahşap panjurlar, güney yönünde üstten dönel pencereler ve karşılıklı duvarlarla gece-gündüz havalandırma sağlandı. Odanın içindeki dar balkon alanı, hastaların açıkhavada dinlenmesine imkan verirken doğrudan maruz kalmadıklarından güneşin ve rüzgarın zararlı etkilerinden korunmalarını sağlıyordu. Güney Galler’de bulunan Sully Tüberküloz Hastanesi’nin (1931-1935) yürüyüş yolları için de yine Turban’dan esinli, loca benzeri bir pencere düzeni kullanıldı. Bir mimarlık eleştirmeninin gözlemine göre: “Hastane koğuşlarının kendisi neredeyse birer açıkhava mekanı haline geldiğinden balkonlara yer verilmedi”44.
Bu açık balkonlar ya da açık pencereler, yalnızca tüberkülozdan muzdarip olanların
yararına değildi. Turban’ın sistemi, ek alan yanılsaması yaratarak küçük bir evi ya da daireyi olduğundan daha büyük gösterme eğilimindeki modern tasarım çözümlerinin öncülüydü. Buna karşın kullanım alanının açık bir balkonla genişletildiği her yerde; uyumak, güneşlenmek ve diğer dinlence etkinliklerini dış mekanda gerçekleştirebilmek için özel birimlere kavuşuluyordu. 1914’te İngiliz mimar ve Bahçe Şehir hareketinin savunucusu Barry Parker, Crabby Corner’daki Letchworth Evi’nde yatak odasına açık bir uyuma mekanı/verandası yerleştirdi. Yapının günümüze ait iç mekan fotoğraflarında, kullanıcının açıkhavada uyumasına imkan veren hijyenik bir öğe olarak, üst kattaki yatak odasının açık köşesine konumlandırılmış bir divan görülür45. Açıkhava uyuma kabinleri için benzer bir tesis de, Avusturya asıllı ABD’li modernist Rudolf Schindler’i Newport’ta Lovell Sahil Evi’ni (Orange County, California; 1922-26) tasarlamak üzere görevlendiren sağlık tutkunu Dr. Phillip Lovell tarafından öngörüldü. Sağlık konusundaki görüşleri işverenininkiyle örtüştüğünden, Schindler zaman zaman Lovell’ın Los Angeles Times gazetesindeki “Vücut Bakımı” (Care of the
Body) başlıklı haftalık köşesine aşağıdaki gibi gözlemlerle katkıda bulunuyordu:
İleri makineleşme, yaşam koşullarımızı kolayca kontrol eder. Kendi bedenimiz hakkında sahip olduğumuz bilgi, bizi kölelikten kurtarır ve Doğa bir dosta dönüşür. Geleceğin evleri ve kıyafeti, fiziksel ve zihinsel çıplaklığımıza müdahale etmeksizin bize çevremizin kontrolünü verecektir. Odalarımız toprağa yaklaşacak ve bahçe evin bir parçası haline gelecek. İç ve dış mekan arasındaki ayrım ortadan kalkacak… İnsanlık artık dışarıda uyuyor olacak46.
Bu önlemler, sağlığı koruma modasına yönelik bir orta sınıf tepkisi olsa da aynı zamanda tüberkülozlu bir aile üyesinin yatılı bir klinik yerine evde kalmasına izin verdiğinden “Kür” için de uygundu. Sıkışık kent dokusu içinde yaşamını sürdüren, maddi imkanlarıyla sanatoryum tedavisini karşılayamayanlar için daha basit ve ilkel yöntemler üretildi. 1911 tarihli arşiv fotoğraflarında, açık bir pencerenin yanında dinlenen bir kadın hasta görülür; üstü bir kalas ve şilte ile -muhtemelen yoksul hastalarla ilgilenen dispanser hemşiresinin yardımıyla- eğreti bir şekilde örtülmüş lavabo tezgahı üzerinde uzanmaktadır47.
Balkonlar Britanya iklimine uygun olsun ya da olmasın, 1930’lara gelindiğinde hem Pen Pits (Somerset,1936) gibi büyük konutlarda hem de Napier Flats (Edinburgh, 1934. Resim 8) ve Lawn Road (Londra, 1932-34) gibi alçak ve yüksek katlı “spekülatif amaçlı” apartmanlarda ya da Quarry Hill
Flats, Leeds (1938) gibi yeni düşük maliyetli sosyal konutlarda tüberkülozun bilinçaltı taleplerine hizmet ettikleri kadar modernizmin stilistik sembolleri haline de gelmişlerdi.
Şezlong
En önemli modern ikonlardan biri de “Kür” koltuğuydu; bir yandan balkonun boyutları için de kritik önemdeydi48. Uzanma koltuğu ya da şezlong -ve özellikle de Alvar Aalto, Marcel Breuer ve Le Corbusier tarafından tasarlanmış olanlar- lamine kayın veya huş kontrplak ya da krom kaplama çelik boru gibi modern malzemelerle üretildi. Kökeni antik çağlara dayanan bu zarif oturma biçimi, Greko-Romen’in yeniden canlandığı 18. yüzyılın sonu ile
19. yüzyılın başı arasında da revaçta oldu. Şezlong, geç 19. yüzyılda çalışmayan orta sınıfın taleplerini karşılamak üzere Avrupa’da bir grup mobilya imalatçısı tarafından uygun miktarlarda toplu üretildi49. 1900’e değin, günde 4.000 mobilya üretme kapasitesiyle Venedik’in önde gelen iki firması, Gebrüder Thonet ile Jacob & Josef Kahn’dı. Sanatoryumların dinlenme salonlarına (Liegehallen. Resim 9) ait dönemin çizim ve fotoğraflarında; şezlongları ve bükülmüş ahşaptan sandalyeleri içeren, konut ve kafe kullanımına yönelik üretilmiş aynı zamanda “kür sandalyeleri” olarak kendine hazır bir pazar da bulmuş pek çok farklı stilde ürünle karşılaşmak mümkün. Tüberküloz hastalarının kullanacağı mobilyalar, vücut ölçülerine uygun, dayanıklı ve kolay dezenfekte edilebilir olmalıydı. Ayarlanabilir sırt ve ayak desteği ile tasarlanan, kamıştan ve kayın ağacından imal edilen sandalyeler aynı zamanda makul fiyatlıydı. Davoser Liegestuhl (Davos Şezlong) günümüzde
de otel ve dağ evi balkonlarında, yazlık ve kışlık tatilciler tarafından kullanılmak üzere üretilmeye devam ediyor. Şezlong, Thomas Mann, Büyülü Dağ’da (Der Zauberberg) betimlediğinden bu yana çok az değişti:
Şezlongun biraz eski moda iskeleti -aslında, yeni olduğu belliydi; biçim yaratma oyunuydu bu- kızıl kahve cilalanmış tahtadandı ve pamukluya benzer bir kumaşla kaplı olan şiltesi, başucundan ayakucuna dek uzanan üç kalın minderden oluşuyordu. Ayrıca, enseniz için, ne çok sert, ne de içine gömülecek kadar fazla yumuşak olan ve harikalar yaratan, işlemeli, keten kılıflı yuvarlak bir yastık bantlarla başucuna tutturulmuştu. Hans Castorp, dirseği şezlongun pürüzsüz geniş koluna dayalı, gözlerini kırpıştıra kırpıştıra orada yatıp dinleniyor[du] … “Nasıl şezlong onlar öyle? Burada satılıyorsa, bir tane alıp Hamburg’a götürmek isterim, sanki bulutların üzerinde yatıyorsun. Yoksa, sence Behrens onları, ölçü verip kendi mi yaptırdı?50”
Artık iskelet Thomas Mann’ın gözlemdiği gibi kızıl kahve renkte değil, bazen parlak sarıya boyanıyor; ayarlanabilir koltuk arkalığı ise kullanılmadığında rahat depolanabilmesi için hala öne katlanabiliyor. Mann’ın Castorp’u benzer şekilde “soğuk günlerde kullanılan… kürk kaplı uyku tulumu”ndan da etkilenmişti ki bu da zorunlu açıkhava istirahatinde hastaları olabildiğince rahat ettirecek çok sayıda yöntemden biriydi51.
Şık ve ekonomik modernist versiyonlarıyla, şezlongların görünümünde kaydadeğer değişiklikler yapanlarsa Alvar Aalto, Marcel Breuer ve Le Corbusier’ydi. Yalnızca Aalto’nun koltuğu özellikle tüberküloz hastaları için tasarlanırken, Le Corbusier ve Breuer’inkilerde öncelikle evde kullanım hedeflenmişti ancak tümü “modern” malzemeler ve imalat teknikleriyle üretildi52. Paimio Sanatoryumu’nun mobilyalarını tasarladığı 1929’dan 1933’e kadar Aalto, (özellikle) akciğer tüberkülozu olan hastaların mobilya ihtiyaçlarını ayrıntılı bir şekilde inceledi. Finlandiya’nın iklim koşullarında, hastaların dışarıda geçirebilecekleri zaman sınırlıydı. İç mekanda soğuk hava akımından korunmak için hastanın bacaklarını yerden yükseltmek gerekmediğinden (ani sıcaklık değişimlerinden kaçınmak gerekiyordu) ortak dinlenme mekanında iki saatlik “Kür” boyunca ayak desteği bulunmayan Scroll Chair (1933) kullanıldı53. Lamine kayın çerçeveli sandalyenin kıvrılarak biçimlenen oturma yeri ve arka paneli, bakımı kolay bir malzeme olarak lake uygulanmış huş kontrplaktan üretildi. Periyodik terlemeler hastalığın karakteristik bir semptomu olduğundan arka panelin üst kısmındaki boşluklar oturanın boynunu havalandırarak ferahlatırken, 110 derecelik açısı hastanın daha rahat nefes almasına imkan veriyordu; kol dayanağının ön kıvrımı ise fiziksel bakımdan zayıf hastalara, otururken ya da ayakta dururken tutunabilecekleri sabit bir destek sağlıyordu. Scroll Chair günlük kullanıma uygundu; kısa süre içinde avangart konut iç mekanlarında da kullanılmaya başladı. Aalto, Paimio için açıkhava güneşlenme teraslarında kullanılmak üzere beyaz emaye çelik boru iskeleti ve ayaklık uzantısıyla, her türlü hava koşuluna uygun bir koltuk da tasarladı. Arka paneli ayarlanabilir hale getirebilmek için kolçaklara mandallı bir bağlantı parçası eklendi (Resim 10).
Marcel Breuer’in İngiltere’de geçici olarak bulunduğu dönemde (1935-37), Jack Pritchard’ın lsokon mobilya şirketi için geliştirdiği Long Chair (1936), lamine ahşap strüktür tasarımında önemli bir denemeydi (Resim 11). Huş, ceviz ve maun gibi farklı malzeme alternatifleri ile üretilen koltuk, tıpkı Aalto’nun Scroll Chair’ı gibi kısa sürede modern tasarım klasikleri arasına girdi ve günümüzde de üretilmeye devam ediyor54. Doğrudan tedavide kullanılmak üzere tasarlanmış olmasa da Pritchard koltuğun tanıtımında “insan vücuduna göre şekillendirilmiş” ifadesini kullandı ve şu telkinde bulundu: “Yemeklerden sonra Isokon Long Chair’da 10 dakika geçirmek ilaç kadar etkilidir55”.
Le Corbusier’nin Pierre Jeanneret ve Charlotte Perriand ile birlikte tasarladığı LC4 şezlongu (1928), bir “dinlenme makinesi” olarak sunulmasına karşın bir sanatoryumda ya da klinik ortamda ne kullanılmış ne de kullanılması hedeflenmişti. Krom çelik iskeleti ve hamak benzeri, siyah deri oturağını taşıyan siyah ahşap ayaklarıyla ideal oturma pozisyonunu sağlamak için özel olarak tasarlanmıştı. 1922’de Le Surrepos koltuğunu “sağlığa yararlı” diye lanse eden Fransız hekim “Dr. Jean Pascaud” da, anatomiye uygun biçimlenmiş bir koltuğun sağlayacağı faydalara vurgu yapmıştı. Dönemin reklamlarında resmedildiği haliyle Pascaud’un tasarımına benzer bir forma, 1922-23 ve 1928 tarihli iki Le Corbusier eskizinde rastlanır56.
Erken 20. yüzyıl modernizmi, ortaçağda bilimsel yöntemlerin uygulanması yerine sembolik çağrışım yoluyla tedavi nosyonunun hala neredeyse tartışmasız kabul edildiği bir dönemde ortaya çıktı. Batıl inançların, mitlerin ve öznelliğin yerini; saflığı, hijyeni, günışığını ve temiz havayı vurgulayan modernist işlevsel yaşam tarzı aldı. Mimari tasarımı, tedaviden ve sonuç olarak da fiziksel iyileşmeden bütünüyle ayrı tutan objektif bir tedavi rejiminin ortaya çıkışı ise ancak üçlü ilaç tedavisi atılımının gerçekleştiği 1950’leri bulacaktı57. Bunun öncesinde ise, başta gelen üç modernist
Le Corbusier, Alvar Aalto ve Jan
Duiker’in tasarımlarının 1920’lerdeki yaygın hastalık tedavisi anlayışından etkilenmesi kaçınılmaz olmuştur. Onların mimarlığı, 1. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımın ardından şiddetle arzulanan temiz, beyaz bir dünyayı kavramsal olarak cisimleştirmiştir. Le Corbusier The City of To-morrow’da şöyle der: “Şehirlerin yerleşimi hijyeni ve ahlakı etkiler. Hijyen ve ahlakın yokluğunda toplumun hücreleri atrofiye uğrar58”. Mimarlığın mevcut durumunu “teşhis etmek” için tıbbi terminolojiden yararlanırken geleneksel konutu tüberküloz gibi ağır hastalıkları beslemekle suçlar: “İçinde yaşadığımız makine tüberkülozla dolu eski bir kulübe”59 iken “[modern] konut içinde yaşamak için bir [sağlık] makine[si]dir60”.
Hiç şüphesiz ne düz çatı ne balkon ne de şezlong erken tarihli tüberküloz tedavi rejimlerinin doğrudan birer sonucu değildi ancak hijyen ve sağlık arayışını rasyonalize etmeyi deneyen bu modernist mimari unsurların popülaritesi, -bugün artık yerini, en yeni reçeteli ilaçlara ve tedavi yöntemlerine terketmiş olan- yaşam tarzı terapisi tarihinde derin bir iz bırakmalarını sağlamıştır. ■ Margaret Campbell, Tasarım Tarihçisi; Edinburgh College of Art Emekli Öğretim Üyesi.
Çeviri: Sibel Senyücel
* Burada Margaret Campbell’ın ve Canadian Centre for Architecture’ın (CCA) izniyle, İngilizce aslından Türkçeleştirilen bu metin ilk olarak şurada yayınlandı: Margaret Campbell, “Strange Bedfellows: Modernism and Tuberculosis”, Imperfect Health: The Medicalization of Architecture, ed.: CCA, Montreal, Giovanna Borasi, Mirko Zardini, Canadian Centre for Architecture. Montreal / Lars Müller Publishers, Zürih, 2012, s. 132-151 (İngilizce ve Fransızca; ©CCA, 2012).
Kitap, küratörlüğünü Giovanna Borasi ve Mirko Zardini’nin üstlendiği, CCA’de 25 Ekim 2011-15 Nisan 2012 tarihleri arasında ziyarete açık olan aynı adlı sergi paralelinde yayınlandı. CCA ayrıca, “Imperfect Health” projesi kapsamında hazırlanan bir makale seçkisini de “Take Care” başlıklı çevrimiçi yayınıyla erişime açtı. Bkz.: [cca.qc.ca/takecare].
Notlar:
1 Geç 19. yüzyıl Almanya’sında, sağlıklı işgücüne duyulan ihtiyaç çalışanlara yönelik sağlık sigortası programlarının başlatılmasını sağladı. Britanya’da Boer Savaşı’na katılanlar arasında sağlık durumu kötü olanların bulunması (bunların başında tüberküloz hastalarının geldiği belirtilmiştir) genel sağlık standartlarını iyileştirmeye yönelik önlemlere yol açtı. Bkz.: Linda Bryder, Below the Magic Mountain, Clarendon Press, Oxford, 1988, s. 22.
2 1840’da Warwickshirelı doktor George
Bodington’ın (1799-1882) akciğer veremi tedavisi üzerine bir makalesi yayınlandı. Metodu açıkhava istirahatine ve sıkı bir diyete dayanıyordu. Bodington daha sonra Birmingham, Sutton Goldfield’da bir tedavi merkezi kurdu. Silezya doğumlu Alman doktor Hermann Brehmer (1826-89), Türberküloza adını veren J.L. Schönlein’ın öğrencisiydi. Görbersdorf’daki sanatoryumu 1859’da kuruldu. Peter Dettweiler (1837-1904) ise Brehmer’in hem hastası hem de öğrencisiydi; Freifuftkur (açıkhava kürü) ile elde edilen başarıdan etkilenmişti. 1876’da Frankfurt yakınında Taunus Dağları’nda kendi sanatoryumunu kurdu. Alman göğüs doktoru Otto Walther, 1881’de Nordrach’da (Baden-Württemberg) açıkhavada yaşamanın faydalarını vurgulayan sade bir rejimi benimseyen bir sanatoryum kurdu. British Journal of Tuberculosis, 1 (1907), s. 192-193, 307.
3 Bryder’ın Magic Mountain’ı 20. yüzyıl Britanya’sında tüberkülozun sosyal tarihinin başarıyla aktarıldığı bir bölümü içerir.
4 Görbersdorf, günümüzde Polonya sınırlarında olan Silezya’da halen bir sağlık beldesidir. Bkz.: Margaret Campbell, “Therapeutic Gardens”, Historic Gardens Review, Kış, 1998-99, s. 27-34.
5 “Kür” (The Cure) burada, Freiluftkur (açıkhava kürü) ve Freiluft Liegekur (açıkhava dinlenme kürü) terimlerinde ifade edildiği biçimde kullanılmıştır. Cur de silence ise, kür sırasında hastaların konuşmasının yasak olduğu bir varyasyondu. İyileşme sürecinde fısıldamaya ve ardından temkinli bir şekilde yeniden konuşmaya izin verilirdi.
6 1951’de Edinburgh’da Sir John Crofton ve ekibi, tüberküloz için üçlü ilaç tedavisini [streptomycin, para-aminosalicylic acid (PAS) ve isoniazid] geliştirdi (aynı zamanda Edinburgh tedavisi olarak da bilinir). Ayrıca bkz.: John Crofton ve Andrew Douglas, Respiratory Diseases, Blackwell Science, Londra, 1969.
7 Chris Smyth, “A Dickensian Disease that Carne Back from the Dead”, The Times, 3 Haziran 2011.
8 Pen Pits, İngiliz mimar P.J.B. Harland tarafından 1936’da, 1930’ların moda “gemi” evlerinden biri olarak tasarlandı. Surrey’de İngiliz besteci Sir Arthur Bliss için inşa edildi.
9 Elizabeth Wilson, Adorned in Dreams: Fashion and Modernity, Virago, Londra, 1985, s. 131.
10 Yazlık evler, vernaküler Arts and Crafts görünümlerini korurken, açıkhava tüberküloz tedavisine yönelik bu temel eklemeler tartışılmadı. Ancak düşük fiyata demonte olarak piyasaya sunulan versiyonlarının, mobilyadan bahçe kulübelerine uzanan prefabrik ev montaj ünitelerinin yolunu açtığı söylenebilir.
11 Chad Randl, Revolving Architecture: A History of Buildings that Rotate, Swivel and Pivot, Princeton Architectural Press, New York, 2008, s. 76-87.
12 Auguste Rollier, 1903’de İsviçre, Leysin’de gün ışığı tedavisi uygulayan bir (akciğer dışı) tüberküloz kliniği açtı. Londra Belediye Başkanı Treloar’ın Allan’daki Sakat Çocuklar Evi’nin tıbbi sorumlusu
Sir Henry Gauvain, esas olarak kemikleri, eklemleri ve cildi etkileyen “cerrahi tüberküloz” vakalarında (Lupus Vulgaris) günışığı terapisinin faydalarını savundu. Bkz. Bryder, Magic Mountain, s. 188-90.
13 Dr. M.H.J. Schoenmaekers, Het Nieuwe Wereldbeeld (1915) adlı kitabında “Neoplastisizm” (Nieuwe Beelding) kavramını ortaya atan Hollandalı matematikçi ve teozofisttir. Fikirleriyle, Piet Mondrian, Jan Duiker ve modern mimarinin toplum üzerinde olumlu etki yapabileceğini savunan diğer De Stijl üyelerini esinlemiştir.
14 Frank Ryan, Tuberculosis: The Greatest Story Never Told, Swift Publishers, Bromsgrove, 1992, s. 92, 245.
15 N. Bullock ve J. Read, The Movement for Housing Reform in Germany and France, 1840-1914, Cambridge University Press, Cambridge, 1985, s. 350-351.
16 R. Burridge ve D.Ormandy, “Unhealthy Housing: Research, Remedies and Reform”, E. & F.N. Span, Londra, 1993, s. 311-312. Makale, Société de Médecine Publique et d’Hygiène Professionnelle başkanı Émile Trélat tarafından sunuldu.
17 Bkz.: N. Bullock ve J. Read, A.g.e., 1985.
18 Britanya’da “Tudor Walters Report” (1918) ve “Housing Manual” (1919), “tıbbi görüş, odalara bol miktarda günışığı girmesi gerektiği yönünde mutabık oldu” gibi ifadelere yer verirken The Housing,
Town Planning, &c. Act (1919) yerel yönetimlerden bölgenin konut ihtiyaçlarının araştırılmasını ve uygun geliştirme programlarının uygulanmasını talep etti.
19 Le Corbusier, “The Hours of Repose”, The City of To-morrow and its Planning (1929) çev.: Frederick Etchells, Architectural Press, Londra, 1977, s. 215-216.
20 Hollandalı modernistlerin üretimine duyulan hayranlık, İskoç mimar Thomas Tait’in (1882-1954) Paisley’deki Hawkhead Enfeksiyon Hastalıkları Hastanesi (1933-34) tasarımında Porter’s Lodge ile Rietveld’in Schroeder Evi’ne (Utrecht, 1924) ayrıca mavi ve sarı seramiklerle Dudok’un Hilversum Belediye Binası’na (1923-31) yaptığı göndermelerden izlenebilir.
21 Bkz.: Jan Molema, Jan Duiker, Uilgeverji 010 Publishers, Rotterdam, 1989, s. 84-89; De Back, Berndsen ve Berns, A Space of Their Own, Uitgeverji 010 Publishers, Rotterdam, 1996, s.13-15, 20, 40, 45, 81. Ayrıca bkz.: Wessel de Jonge, “Zonnestraal: Restoration of a transitory architecture.Concept, Planning and Realization in the Context of its Authenticity”, 7. DOCOMOMO Uluslararası Teknoloji Semineri, Viipuri Library, Vyborg, Rusya, Eylül
2003.
22 Paimio’da kır evi analojisi tasarımının tamamına hakimdir: Örneğin; resepsiyon alanı, çift kat yüksekliğindeki yemekhane ve tedavi odalarına ulaşan giriş bölümündeki akciğer biçimli çiçek tarhı; ilk kat ve dinlenme salonuna erişim sağlayan ana merdivenler ve de hasta kanadındaki yataklı servise bağlanan kütüphane.
23 Britanya, Arts and Crafts hareketine mimari bağlılığını korudu ve pek çok yenilikçi unsuru barındırmasına karşın Charles Holden’ın King Edward VII Sanatoryumu (Midhurst, Sussex; 1905) bu bağlılığın göstergesi oldu. Bkz.: Architectural Review 19, Haziran 1906, s. 278-282.
24 Britanya modernizmi Twentieth Century Group (1930), Unit One (1933) ve Modern Architectural Research Group (1933) tarafından temsil edildi.
Unil One üyeleri arasında sanatçılar Paul Nash, Barbara Hepworth, Ben Nicholson ve Henry Moore ile mimarlar Colin Lucas ve Wells Coates bulunuyordu. 1934’te Unit One: The Modern Movement in English Architecture, Painting and Sculpture’ı yayınladılar. Modern Architectural Research Group (MARS) yürütücüleri Wells Coates, Maxwell Fry ve Frederick Yorke’du; üyeleri arasında Amyas Connell, Basil Ward, Colin Lucas; Architectural Review yazarları Morton Shand ve John Gloag ile şair John Betjeman bulunuyordu.1930’da onlara Berlhold Lubetkin, Serge Chermayeff, John Summerson ve sanat eleştirmeni Herbert Read katıldı. MARS, 1933-1957 aralığında İngiliz mimarisi üzerinde büyük bir etki bıraktı.
25 E. Maxwell Fry (1899-1987) C.H. Reilly’nin
yürütücülüğündeki Liverpool Mimarlık Okulu’nda eğitim gördü. Bkz.: E. Maxwell Fry, “Harmony out of Discord”, RIBA Journal, Aralık 1979, s. 526-529.
26 Jack Pritchard (1899-1992). Diğer ilerici İngiliz şirketleri arasında PEL (Practical Equipment
Ltd.) , Finmar ve Crittall Manufacturing Company sayılabilir.
27 1932’de Lubetkin Dr. Philip Ellman için bir tüberküloz kliniği (East Ham Göğüs Kliniği -inşa edilmedi) ve Tüberküloz Kliniği’nin yapının bir kanadının zemin katında yer aldığı Finchley Sağlık Merkezi’ni (1938- 39) tasarladı. Bkz.: Peter Coe ve Malcolm Reading, Lubetkin and Tecton, architecture and social commitment, Arts Council of Great Britain, Londra, 1981, s. 112–13; Ayrıca bkz.: Malcolm Reading ve Peter Coe, Lubetkin and Tecton: an architectural study, Triangle Architectural Publishing, Londra, 1992, s. 40–1.
28 Breuer’in “Long Chair” (1935) tasarımı, lsokon tarafından lamine kayın kontrplaktan üretildi. İngiltere’de bulunduğu dönemde Breuer, F.R.S. Yorke ve Mendelsohn ile ortaklık yaptı. 1934-38 yılları arasında Walter Gropius okullarda sağlıklı açıkhava mekanları üzerine modernist fikirlerini hayata geçirmek adına Maxwell Fry ile ortaklık kurdu. Cambridgeshire’da lmpington Village College’in (1936-39) tasarımı ve inşasında birlikte çalıştılar.
29 Bu yapılar The Architects’ Journal’ın birkaç sayısında yer buldu (Örn. 24 Haziran 1937, s. 1152). Mary P. Shepherd’a göre tıbbi personel, yöneticiler ve mimarlardan oluşan bir heyet Davos’da yeni yapılan sanatoryumlarda incelemede bulunmak üzere İsviçre’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Bkz.: Shepherd,
Heart of Harefield: the story of a hospital, Quiller Press, Londra, 1990, s. 48.
30 İskoçya’da Napier Flats (Edinburgh, 1934) ve Hawkhead Enfeksiyon Hastalıkları Hastanesi’nde (Paisley, 1933-34) kullanılan metal pencere çerçeveleri, modernist yaklaşımı benimsemiş bir şirket olan Crittall Manufacturing Company tarafından üretildi. Bkz.: F.J. Mead, Silver End: the making of an Essex village, North East London Polytechnic, Londra, 1989.
31 Bkz.: Le Corbusier, Towards a new architecture,
Architectural Press, Londra, 1970.
32 Le Corbusier, The City of To-morrow, s. 215-216.
33 İsviçre’nin popüler kayak merkezi Davos, 1960’a kadar yüksekliği ve konumu nedeniyle özellikle tüberküloz hastalarını ağırlayan bir sağlık merkeziydi.
34 1913-1927 tarihleri arasında Davos’ta yaşamış, Alman sanat tarihçisi ve hukukçu Erwin Poeschel (1884-1965) açıklamaları ve diyagramlarında, kirişlerin üzerinde havalandırılan çatı mekanı ile ek bir kat olarak yukarı doğru uzanan eğimli çatıyı göstermektedir. Tavan ile çatı arasında yer alan 2 cm kalınlığındaki mantar tabakası yalıtım sağlamaktadır. Bir iç boruya tahliye edilen çatı 1:200’lük eğime sahipti. Böylece eriyen karın kaldırıma akması ya da keskin buz sarkıtları düşmesinin önüne geçilerek, tahliyesi binanın içinde güvenli bir biçimde sağlandı. Bkz.: Das Werk (1928), s. 102-109 ve
Der Baumeister: Monatshefte für Architektur und Baupraxis, 29 (1), Verlag Georg D.W, Callweyville, Münih, 1931, s. 38-44.
35 Adaptasyona iyi bir örnek de Villa Sophia’nın
(yak. 1900), Davoslu mimar Rudolf Gabarel (18821963) tarafından Sanatorium du Midi’ye (1930) dönüştürülmesidir. Bkz.: Christof Kübler, Wider den hermetischen Zauber: rationalistische Erneuerung alpiner Architektur um 1930: Rudolf Gaberel und Davos, Desertina, Chur, İsviçre, 1997, s. 105, 120129 ve Turicum 1, 1995, s. 42-51.
36 Hem Walter Gropius hem de Le Corbusier, dönemin önemli isimlerinden mimar ve tasarımcı
Peter Behrens’in (1868-1940) Berlin ofisinde çalıştılar (yak. 1909). Karin Kirsch şöyle diyor: “Behrens’in, eleştirmenlerce dikkate alınmayan ya da anlaşılamayan temel kaygısı sağlığı teşvik; yani tüberküloz gibi ciddi boyutlu toplumsal bir felaketin reformlarla iyileştirilmesiydi”. Bkz.: Weissenhofsiedlung, Rizzoli, New York, 1979, s. 177.
37 Peter Behrens, “Terrassen am Haus: Deutscher Werkbund”, Bau und Wohnung (1927); şurada aktarıldığı gibi: Alan Windsor, Peter Behrens: Architect and Designer, 1868-1940, Archilectural Press, Londra, 1981, s. 164.
38 Tim Dawson, “Bright Ideas for Stylish Housing”, The Sunday Times, 24 Ağustos 1997, (Ecosse eki) s. 12.
39 Jacques Gulber, “Henri Sauvage”, Architectural Design 2, no. 79, Şubat 1979, s. 70-72.
40 Bkz.: Richard Docker, Terrassentyp, J. HoHman, Stuttgart, 1929. Waiblingen’deki sanatoryum daha sonra yıkıldı.
41 Thea van Doesburg, On European Architecture: Complete Essays from Het Bouwbedrijf, 1924-1931, çev.: Charlotte I. Loeb ve Arthur L. Loeb, Birkhäuser, Basel, 1990, s. 313-316 .
42 Y.J. Oswald, “La Montagne Magique Crepuscule de la Belle Époque: L’Univers Sanatorial de Davos avant la Grande Guerre”, Doktora Tezi, University of Strasbourg, 1993 (Görseller: 28 ve 29).
43 A. Corboz ve G. Morsch, Espoir: Sanatorien, Doktora Tezi, ETH Zurich, 1984, s. 421.
44 “Sully Tuberculosis Hospital, Glamorgan”, Architect and Building News, 11 Ocak 1935, s. 40-44; The Architect’s Journal, 22 Ekim 1936, s. 555-560 ve 24 Haziran 1937, s. 1134.
45 Bkz.: Mervyn Miller, Letchworth Garden City, Chalford, Stroud, 1995, s. 102.
46 Rudolph Schindler’in Dr. Lovell’ın “Care of the Body” başlıklı köşesine yaptığı katkılar için bkz.:
Los Angeles Times, Mart ve Mayıs 1926, Sunday Magazine Section.
47 Royal Victoria Dispensary, “The Consumptives’ Home Under Care of the Dispensary Nurse”, Edinburgh Dispensary Scheme (1911), University of Edinburgh Library, Medical Archive, T.B. slides, no. 23.
48 Margaret Campbell, “Therapy or Leisure: The chaise longue. a Versatile Recliner”, Journal of
Design History 12, no. 4, Güz 1999, s. 327-343.
49 Thorstein Veblen’in (1857-1929) The Theory of the Leisure Class’da (1899) açıkladığı gibi “aylak” (orta) sınıf, kendine has dinlenme anlayışı ve “gösterişçi tüketimi” ile kimliğini korur. Ayrıca bkz.: Colin Campbell, The Romantic Ethic and the Spirit of Consumerism, Alcuin Academics, York, 2005.
50 Thomas Mann, The Magic Mountain, çev.: H.T. Lowe-Porter, 2 cilt (1927), yeniden basım: Penguin Books, Londra, 1960, s. 65, 67. Türkçe’ye çevirisi şuradan alıntılandı: Thomas Mann, Büyülü Dağ,
Almanca aslından çev.: İris Kantemir, Can Yayınları, İstanbul, 1998 (1. baskı).
51 Bu koltuk ve uyku tulumu, Blauer Heinrich Müzesi’nin (Berghotel Schatzalp, Davos-Piatz) kalıcı sergisinde görülebilir. Koltuk günümüzde Davoslu aile şirketi Graf tarafından üretiliyor.
52 Breuer, Bauhaus’ta bükülmüş ahşaba alternatif olarak çelik boru denemeleri yaptı. 1931’de İngiliz imalatçı PEL (Practical Equipment Ltd.) modernist mobilyaları üretmek için çelik boruları kullandı. Şirket, bisikletler için çelik boru üreten Accles & Pollock’un yan kuruluşuydu. Serge Chermayeff, 1933 Dorland Hall Sergisi için bir PEL sandalyesini seçti.
53 Bir benzeri “Sitzmaschine”, Viyana Secession grubundan mimar Josef Hoffmann tarafından 1905’te tasarlandı; J+J Kahn (Viyana) tarafından üretildi.
Sinir hastalıklarının tedavi edildiği Purkersdorf Sanatoryumu’nda şezlong olarak kullanıldı.
54 Pritchard, kendi projelerinde yer alacak mobilya tasarımlarını üretmek için lsokon mobilya firmasını 1935’te kurdu. “Long Chair” halen lsokon Plus (Chiswick, Londra) tarafından poliüretan takviyesi ile akçaağaçtan üretiliyor. Bkz.: Bridget Gillies, Michael
St. John ve Deirdre Sharp (Ed.), The Pritchard Papers: A Guide to the Papers of John Craven Pritchard, 18991992, University of East Anglia, Norwich, 1998.
55 A.g.e., s. 4, 5,18, 26.
56 Tıp tarihinde Dr. Pascaud hakkında çok az atıf bulunduğundan, pazarlama aracı olarak kullanılan kurmaca bir isim olması muhtemeldir. Bkz.: L’Esprit nouveau, Le Corbusier Archives, Fondation Le Corbusier, Maison La Roche, Paris.
57 Doktor John Crofton, tüberkülozun antibiyotikle tedavisinde kilit bir rol oynadı. Randomize klinik araştırmaların ilk savunucularından biri olarak Edinburgh’daki tüberküloz hastalarının ümit vadeden ilaçları kullanmalarına karşın iyileşme göstermediklerini gözlemledi. Tüberküloz bakterilerinin hızla direnç oluşturabildiğini ve ilacın etkinliğinin nasıl uygulandığına bağlı olduğunu; doğru şekilde uygulandıkları sürece hastalığın daha düşük dozlarla kontrol altına alınarak tedavi edilebileceğini farketti. Üç ilacın birlikte kullanımı kritik önemdeydi: Streptomycin, paraaminosalicylic acid (PAS) ve isoniazid. Üçlü ilaç tedavisi sayesinde hastaların aylarca yatakta kalması ya da rutin tedaviler haline gelen iz bırakan operasyonlara girmesi artık gerekmeyecekti.
58 Le Corbusier, City of To-morrow, s. 84.
59 Le Corbusier, Towards a New Architecture, s. 257.
60 A.g.e., s. 100.