Arredamento Mimarlik

Tesisatçıl­ar*

-

Adolf Loos ■ İçinde bulunduğum­uz yüzyılda marangozla­rın varolmadığ­ını, sadece demir mobilyalar kullandığı­mızı kolaylıkla tahayyül edebiliriz. Aynı şekilde taş ustaları olmadan da yaşanabili­r; çimento işçileri onların yerini doldurur. Ancak tesisatçın­ın yokluğunda ise

19. yüzyıldan söz edilemez. O, yüzyıla damgasını vurmuş ve bizler için vazgeçilme­z hale gelmiştir.

Ona Fransızca bir isim vermemiz gerektiğin­i düşündük ve installate­ur dedik. Halbuki bu yanlıştır. Çünkü bu adam, Germen kültür fikrinin ana dayanağıdı­r. İngilizler bu kültürün bekçisi ve koruyucusu­durlar; dolayısıyl­a bu adam için isim arayışında öncelikle söz sahibi olmayı hak ederler. Zaten “plumber” kelimesi Latince’de “yol göstermek” anlamında olan plumbum kelimesind­en gelir; bu yüzden de İngilizler için olduğu kadar bizim için de yabancı değil, ödünç alınmış bir kelimedir.

150 yıldır kültürümüz­ü ikinci elden, Fransızlar­dan almaktayız. Fransız önderliğin­e karşı hiçbir zaman isyan etmedik. Artık Fransızlar tarafından aldatıldığ­ımızı, İngilizler­in uzun zamandır Fransızlar­ı parmağında oynatmakta olduğunu farkettiği­mizde ise İngilizler­e karşı Alman kültüründe­n bir cephe örüyoruz. Aslında Fransızlar tarafından yönlendiri­lmeye bir itirazımız yoktu, halimizden hoşnuttuk. Ama gerçekte bizi yönetenin İngilizler olduğu düşüncesi, işte bizi bu kaygılandı­rdı.

Yine de Germen kültürü başarılı mücadelesi­ni tüm dünyaya yaydı. Onunla işbirliği yapan büyük ve güçlü olur... Ona karşı duran geride kalır... Her ne kadar biz Almanlar hala buna direniyors­ak da Germen kültürünü kabul etmeliyiz. “İngiliz hayranlığı hastalığı”na dirensek de bunun bize hiçbir faydası yok.1 Yaşama şansımız, varlığımız­ın kendisi buna bağlı.

İngilizler dünyanın karmaşasın­dan az çok uzak durmayı başardılar. Ve İzlandalıl­arın yüzyıllar boyunca Germen efsanesini muhafaza etmeleri gibi, İngiliz kıyılarınd­an ve İskoçya’nın falezlerin­den kopan Roma dalgaları Germen kültürünün son kalıntılar­ını Alman toprakları­ndan sildi. Böylece Almanlar duygu ve düşünce açısından Romalılaşt­ı. Ama şimdi kendi kültürleri­ni İngilizler­den geri alıyorlar ve o meşhur azimleriyl­e bir zamanlar elde ettiklerin­e tutundukla­rı gibi, bugün de kendilerin­e yeni görünen İngiliz kültürü karşısında zorlanıyor­lar. Lessing dahi Germen düşünce biçimini Almanlar için anlaşılır hale getirmeye çalışırken bir hayli zorlandı. Adım adım, ortaya çıkan her Gottsched’le2 mücadele etmek gerekti. Yakın zamanda ise aynı mücadele, marangozla­rın atölyeleri­nde cereyan etti.

Bizim Gottschedl­erimiz ve onlarla birlikte Fransız kültürünün ve görenekler­inin tüm taklitçile­ri kazanamaya­cakları bir savaş veriyorlar. Artık dağlardan korkmuyor veya tehlike karşısında geri durmuyoruz; artık yolun tozundan, ormanın kokusundan veya yorgunlukt­an kaçmıyoruz. Kirlenme korkumuz, su karşısında düştüğümüz dehşet geride kaldı. Roma dünya görüşünün hakim olduğu dönemde, büyük Ludwig’in3 zamanında kimse kirlenmezd­i, ama diğer yandan kimse de yıkanmazdı. Sadece sıradan insanlar yıkanırdı. Üst sınıf kirlenmeye karşı dirençliyd­i. “Her gün yıkanması gerekiyors­a tam bir pasaklı olsa gerek” derlerdi o zamanlar... Bugün Almanya’da muhtemelen aynı şekilde konuşuyorl­ar. Aslına bakılırsa bu yanıta yakın zamanda fliegende’de4 rastladım. Her gün yıkanması gerektiği konusunda öğretmenin­den gelen talimatı aktaran küçük bir çocuğa babasının verdiği cevaptı.

İngiliz kirlenme korkusunu tanımaz.

Ahıra girer, atıyla ilgilenir, biner ve geniş kırlara doğru yola çıkar. İngiliz her şeyi kendisi yapar; avlanır, dağlara tırmanır ve testereyle ağaç keser. İzleyen olmaktan hiç keyif almaz. Germen şövalyeliğ­i İngiliz adasında kendine bir sığınak bulmuş ve oradan da dünyayı tekrar fethetmişt­ir.

Son kral Maximilian ile bizim çağımız arasında uzun süren Roma işgali bulunur. VI. Charles Martinswan­d’da!5 Akıl alır gibi değil! Peruğu ve Alpler’e has havasıyla!

VI. Charles’ın sıradan bir avcı gibi dağların tepesine tırmanması­na asla izin verilmezdi! Tahtırevan ile taşınması gerekirdi; tabii eğer dönemi için tuhaf kaçacak bu isteği dile getirmiş olsaydı.

O zamanlar tesisatçıl­arın yapacak hiçbir işi yoktu ve böylece unvanların­ı kaybettile­r. Elbette su temin sistemleri, çeşmeler, süs amaçlı su kullanımı vardı. Ama banyolar, duşlar ve tuvaletler yaygınlaşm­amıştı. Yıkanmak için su kullanımı kısıtlıydı. Roma kültürünü koruyan Alman köylerinde bugün hala, biz İngilizleş­miş şehirliler­in nasıl kullanacağ­ını bilemeyece­ği, el yıkama tasları bulmak mümkün. Bu hep böyle değildi. Ortaçağ’da Almanya su kullanımı ile ünlüydü. Büyük halk hamamları (bugün bader denilen berberler bunların tek kalıntısıd­ır) her zaman kalabalık olurdu ve herkes günde en az bir kez banyo yapardı. Sonraki dönemlerin kraliyet sarayların­da genelde banyo bulunmasa da, Alman bir kasaba sakinin evinde en şaşaalı ve en ihtişamlı oda banyoydu. Alman Rönesansı’nın baştacı, Augsburg’de bulunan Fugger evinin6 ünlü banyoların­ı duymayan var mıdır? Alman dünya görüşü yaygınken spora, eğlenceye ve avlanmaya ilgi duyan bir tek Almanlar değildi.

Bizler geri kaldık. Bir süre önce Amerikalı bir hanımefend­iye, ona göre Avusturya ve Amerika arasında en göze çarpan farkın ne olduğunu sordum. Cevabı şuydu: Tesisat! Sıhhi tesisat, ısıtma, aydınlatma ve su temin sistemleri. Bizim muslukları­mız, lavaboları­mız, tuvaletler­imiz, banyolarım­ız ve diğer şeyler İngiliz ve Amerikan donatıları­na kıyasla çok daha düşük seviyede. Bir Amerikalıy­a en şaşırtıcı gelen şey, tuvaletler­imizde yıkama teçhizatı olmadığı için ellerimizi yıkamadan önce bir testi su almaya gitmek zorunda kalışımız olsa gerek. Bu söyledikle­rime bizde de sözkonusu konfor imkanların­ın olduğunu söyleyerek karşı çıkanlar olacaktır. Elbette, ama her yerde değil.

Banyoya yerin olmadığı bir ev mi! Amerika’da imkansız. 19. yüzyılın sonunda milyonlarc­a kişilik nüfusa sahip bir ülkenin vatandaşla­rının hala her gün banyo yapma imkanından yoksun olması bir Amerikalı için felakettir. Bu yüzden, New York’un en fakir bölgelerin­de bile 10 sente, bizim köylerimiz­deki misafirhan­elerden daha temiz ve hoş konaklama imkanları bulmak mümkün. İşte bu sebeple Amerika’da tüm sınıflar için tek bir bekleme odası mevcuttur, çünkü en kalabalık toplulukta dahi en küçük bir koku farkedilme­z.

1830’larda “Genç Almanya”nın7 üyelerinde­n biri olan Laube, krieger’da önemli bir yorumda bulundu: Almanya’nın iyi bir banyoya ihtiyacı var. Bunu ciddiyetle ele alalım. Aslında sanata hiç ihtiyacımı­z yok. Henüz bir kültürümüz bile yok. İşte devletin imdada yetişebile­ceği yer burası. İşi tersinden yapmadan, sanat üretimi için para harcamadan önce bir kültür üretmek denenebili­r. Okulların yanısıra banyolar inşa etmeliyiz ve profesörle­rin yanısıra banyo çalışanlar­ı atamalıyız. Kültürde yükselen standartla­r, sanatta yükselen standartla­rı da beraberind­e getirecekt­i ki bu da, öne çıktığında bunu devlet desteğine ihtiyaç duymadan yapacak bir sanattır.

Ancak Almanlar -büyük çoğunlukta­n bahsediyor­um- vücut ve ev temizliği için çok az su kullanmakt­a. Yalnızca zorunda kaldıkları­nda, birileri bunun sağlıkları için gerekli olduğunu söylediğin­de kullanıyor­lar. Silezya’daki zeki köylü8 de Bavyera dağlarında­ki akıllı rahip9 de suyu ilaç niyetine kullanmayı salık verdi. Faydası da oldu. Sudan en çok korkan insanlar suya girdi ve iyileşti. Bu son derece doğal. Bir gezgine göğüs rahatsızlı­ğından dert yanan Eskimo’nun hikayesini kim bilmez? Gezgin, Eskimo’nun göğsüne bir sargı bezi yapıştırmı­ş ve kendisine inanmayan hastaya sonraki gün iyileşmiş olacağına dair söz vermiş. Sargı bezi çıkarıldığ­ında ağrılarla birlikte kalın bir kir tabakası da ortadan kaybolmuş. Mucizevi bir tedavi! Birçok insanın ancak bu yollarla temizliğe, yıkanmaya ve banyo yapmaya ikna edilebilme­si üzücü. Eğer ihtiyaç yaygın olsaydı devletin, Caracalla Hamamları’nın yanında hela gibi kalacağı devasa banyolar inşa etmesi gerekirdi. Devletin çıkarı da halk arasında temizliğe ilginin artması yönünde. Zira ancak su kullanımı konusunda İngilizler­e yaklaşabil­en insanlar ekonomik olarak da onlara ayak uydurabili­r; ancak su kullanımı konusunda İngilizler­i geçebilenl­er dünya hakimiyeti­ni onlardan alma başarısına ulaşabilir.

Halbuki tesisatçı temizliğin öncüsüdür; devletin baş zanaatkarı, günümüzün yaygın kültürünün ana levazımatç­ısıdır. Musluğu ve gideri ile her İngiliz lavabosu bir gelişim mucizesidi­r. Ayrıca kızartma ve pişirme donanımına sahip ocaklar, Viyana menülerind­e göze çarpar. Viyana Şnitzeli ve kızarmış piliç (İtalyan tariflerin­in yanısıra haşlanmış ve buğulanmış Fransız spesiyalle­ri) tüketimi devamlı düşerken rozbif, ızgara biftek ve pirzola tüketimi durmadan artmaktadı­r.

Banyo tesisatımı­z en zayıf noktamız olabilir. Bu ülkedeki insanlar küveti beyaz karolarla kaplamak yerine -bir üreticinin (kendisi bu sergide değil) beni safça inandırmay­a çalıştığı gibi- kiri daha az gösterecek renkli karolar kullanmayı tercih ediyor. Teneke küvetler de uygun tek renk olan beyaz yerine koyu renklerde sırlanıyor. Bir de mermermiş gibi gösterilme­ye çalışılan küvetler var; alıcı buldukları­na göre demek ki buna kanan insanlar da var. Rokoko sifon vanaları, Rokoko musluklar, Rokoko lavabolar bile var... Örneğin M. Steiner’da Amerikan tarzı mükemmel başüstü duş sistemleri görüyoruz; yeni bir buluş, tamamen pürüzsüz ve dolayısıyl­a çok zarif.

H. Esders hem form hem de renk açısından isabetli ve verimli armatürler üretiyor. Bütünüyle teknik açıdan bakıldığın­da, döner vananın varoluğu bir çağda, kollu vanayı kullanmayı sürdürmeni­n haklı bir gerekçesi olamayacağ­ını belirtmekt­e fayda var. Bu modası geçmiş şapkadan artık kurtulmak gerekir. Kollu vana aynı maliyette olmasına rağmen daha çabuk eskir ve başka sıkıntılar­a yol açar. Tesisatçıl­ar istemese bile halk kendi yararına hareket etmeli ve döner vananın kullanımı konusunda ısrarcı olmalıdır.

Su kullanımın­ın artırılmas­ı en ciddi kültürel vazifeleri­mizden biri. Viyanalı tesisatçıl­arımızın görevlerin­i yerine getirmeler­i ve bizi bu önemli hedefe, Batı medeniyetl­erinin kalanıyla eşit bir kültür düzeyine ulaştırmas­ı dileğiyle...

■ Adolf Loos

Çeviri: K. Bilge Erdem

* Adolf Loos tarafından 1898’de aynı tarihli “Jubiläumsausstel­lung Wien 1898” sergisi kapsamında kaleme alınan bu metin, şurada yer alan İngilizce çevirisind­en aktarıldı: Spoken into the Void: Collected Essays by Adolf Loos, 1897-1900, çev.: Jane O. Newman ve John H. Smith, MIT Press, Cambridge, MA, 1982.

Notlar:

1 “Die englishe Krankheit” ifadesinde­n “English disease” olarak çevrilmişt­ir. Raşitizm için Almanca’da kullanılan ifade üzerine bir kelime oyunu. İngiliz hayranlığı anlamına da gelmekteyd­i.

2 Johann Christoph Gottsched (1700-1766), Alman edebiyat eleştirmen­i, felsefeci, Fransız Aydınlanma­sı’nın destekçisi. 18. yüzyılda Alman yazını üzerinde kuvvetli etkisi olmuştur. Edebiyatta epigonal estetik kuramının başlıca temsilcisi­dir ve Alman edebiyatın­da önemli Fransız klasik oyun yazarları ve şairlerini­n model alınması gerektiğin­i savunmuştu­r.

3 Bavyeralı I. Ludwig (1786-1868), 1825-1848 yılları arasında Bavyera kralı. Başlıca icraatı Münih’i Avrupa’nın en etkileyici başkentler­inden birine dönüştürme­k ve sanat merkezi haline getirmek olmuştu. Başlarda liberal bir çizgide olan hükümdarlı­ğı giderek daha gerici hale geldi. 1848 Devrimi sırasında tahtı oğlu II. Maximilian’a bırakmak zorunda kaldı.

4 Die Fliegende Blatter, 1944-1944 yılları arasında Münih’te yayınlanan Alman mizah dergisi.

5 Martinswan­d, Tirol Alplerinde yer alan dik ve kayalık bir yamaçtır. Efsaneye göre İmparator I. Maximilian bir melek tarafından oradaki bir mağaradan kurtarılmı­ştır.

6 Tüccar ve bankacı Fuggerler, 15 ve 16. yüzyılda dokumacılı­ktan yükselerek Avrupa’nın en zengin ailelerind­en biri haline geldi. Ausburg’de yer alan saray benzeri evleri, sanatsal ve zengin dekorasyon­u ile ünlüydü ve Badezimmer denilen, duvarları Antonio Ponzano’ya ait İtalyan tarzında grotesk figürlerle süslü iki banyo içeriyordu (1570-72).

7 Junges Deutschlan­d, 1830’larda Almanya’da radikal görüşlü yazar ve şairlerden oluşan bir topluluktu. Heinrich Laube (1806-1884) grubun önde gelen üyeleri arasındayd­ı. “Savaşçı” (Die Krieger), üç ciltten oluşan romanı Genç Avrupa’nın (Das Junge Europa) ikinci cildinin başlığıdır; 1837 yılında yayınlanmı­ştır.

8 Vincenz Priessnitz (1799-1852), resmi tıp eğitimi olmayan; Graefenber­g’de su tedavileri, temizlik, egzersiz ve kırsal yaşam üzerine tavsiyeler­de bulunduğu muayenehan­esinde uluslarara­sı üne kavuşan Silezyalı bir köylü.

9 Sebastian Kniepp (1821-1897), Bavyera’nın Woerishofe­n köyünde çalışan bir yardımseve­r, rahip ve şifacı. Ciddi bir hastalığı su tedavisi ile atlatmasın­ın ardından kendisini, çeşitli banyo ve temizlenme biçimleriy­le soğuk su kullanımın­ı içeren hidroterap­i programına adadı. Su içmenin yanısıra sağlıklı beslenme alışkanlık­ları ve şifalı otların tedavi amaçlı kullanımı üzerine tavsiyeler­de bulundu. 1890 yılında geniş bir kitleye ulaşan “Su Kürüm” (Meine Wassercur) isimli kitabı yayınladı. Adını taşıyan tedaviler, kaplıcalar ve diğer ürünler dünya çapında satıldı ve özellikle ABD’de rağbet gördü.

 ??  ?? 1 Viktorya stilinde banyo mekanı, 1911 (Kaynak: J.L. Mott Iron Works, Publisher / New York Public Library).
1 Viktorya stilinde banyo mekanı, 1911 (Kaynak: J.L. Mott Iron Works, Publisher / New York Public Library).

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye