Hamam ve Gusülhaneden Islak Hacme Türk Evi’nde Banyo Kültürü ve Hijyenin Dönüşümü
Burkay Pasin ■ İçinde yaşadığımız pandemi sürecinde yalnızca iş yapma ve sosyalleşme biçimlerimiz değil, ev içindeki gündelik hayatımız da oldukça değişti. Bedensel temizlik ve hijyenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kavrarken, yaşadığımız mekanların da bu anlamda ne kadar sağlıklı ve yeterli olduğunu da sorgulama fırsatı yakaladık. Peki, evlerimizdeki ıslak mekanlar, bizim ve aynı evi paylaştığımız diğer bireylerin ihtiyaçlarını hijyen ve sağlık açısından yeterince karşılıyor mu? Artık işe gitmeden hızlıca duş almak yerine kendi bedenimizle ve suyla daha fazla vakit geçirebildiğimiz banyonun hayatımızdaki yeri nasıl değişiyor? Bu soruların yanıtlarını bir çırpıda vermek kolay değildir. Önümüzdeki yıllarda, mimarlar, mimarlık kuramcıları ve araştırmacıların bu konuda daha fazla çalışma yapacağı kuşkusuz. Geleneksel Türk Evi’ndeki yıkanma kültürünün modern konutta nasıl dönüştüğünü ve bunun mekansal yansımalarını örnekler üzerinden eleştirel bir gözle irdeleyen bu makale, böyle bir farkındalık ve sorgulama döneminin ardından gelecek araştırmalara ve tasarımlara ışık tutmayı hedeflemektedir.
Geleneksel Türk Evi’nde hijyen ve mahremiyet
“Türk Evi” diye adlandırdığımız geleneksel yapı tipine ilişkin belki de ilk ve en kapsamlı çalışma 20. yüzyılın ortalarında mimar Sedad Hakkı Eldem tarafından yapılmıştır. Eldem Türk
Evi’ni “eski Osmanlı Devleti’nin işgal ettiği sınırlar içinde, eski tabiriyle
Rumeli ve Anadolu mıntıkalarında yerleşmiş, inkişaf etmiş ve 500 sene kadar tutunmuş, kendi vasıflarıyla tebarüz etmiş bir ev tipi” olarak tanımlamıştır. Yine Eldem’e göre bu yapı tipi kendine özgü karakterini Anadolu’da bulmuş;
17. ve 18. yüzyıllarda da Anadolu’ya komşu coğrafyalara doğru bir yayılma göstermiştir (Eldem, 1954, 11).
Anadolu’nun farklı bölgelerindeki Türk evleri incelendiğinde, ortak kullanım alanlarından özelleşmiş mekanlara doğru derecelenme gösteren, kapalı, açık ve yarı açık mekanlardan oluşan bir mekansal organizasyon olduğu görülür. Sofa, hayat, avlu gibi ortak kullanım alanları bu organizasyonun bel kemiğini oluşturur. Nitekim Türk evi plan şemalarına ilişkin en çok başvurulan kaynak yine Eldem’in çalışmasıdır. Eldem, birçok Anadolu kentindeki uzun ve detaylı incelemeleri sonucunda, Türk Evi’ni önce sofasız ve sofalı olarak ikiye ayırmış, sofalı tipleri de sofanın dışarıda, içeride ve ortada olmasına göre üç alt tipe bölmüştür (Eldem, 1954, 24). Sofasız tipte ortak kullanım alanı zemin kattaki avludur. Eldem’e göre, çamaşırhane, fırın, mutfak gibi servis mekanlarının bu plan tipleri üzerinde bir etkisi yoktur; hamamlar bina planı içinde odalardan ayrı bir yerde, helalar ise ya evin dışında ya da sofanın bir ucunda yer alırlar (Eldem, 1954, 14). Her ne kadar servis mekanları gibi gözükseler de, bu mekanlar Türk Evi’ndeki hijyen ve mahremiyet olgularının gündelik hayatta nasıl işlediğini anlamak açısından önemlidir.
Türk Evi’nde yıkanma faaliyeti ya evin avlusunda ancak eve bitişik tekil hamam yapılarında ya da odalardaki sabit yüklüklerin içerisinde yer alan ve ancak tek kişinin kullanabileceği gusülhanede gerçekleşir. Çarşı hamamlarının küçültülmüş bir formu olan tekil hamam yapıları, aynı çarşı hamamlarında olduğu gibi camekan, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden meydana gelir; hatta fil gözü pencereler ve aydınlatma nişlerine de sahiptir. Bu konut hamamları çoğunlukla saray, konak ve yalılarda yer alır; bu açıdan bir statü göstergesidir (Tuluk, 2010, 63). Çoğu zaman mutfak ve fırınla aynı çatı altında konumlanırlar. Doğrudan evin alt katına bağlanan bir ev hamamının ayakta kalan bir örneği olarak Zarif Mustafa Paşa’nın 18. yüzyılda İstanbul’da yaptırdığı yalısındaki hamam gösterilebilir (Resim 2).
Avluda ayrı bir hamam yapısının bulunmadığı birçok Türk evi örneğinde yıkanma işlevinin odaların yüklük kısmına gizlenmiş gusülhanelerde gerçekleştiğini görmekteyiz. Gusülhane, hamamlardaki toplu yıkanma faaliyetinin aksine kişisel ve anlık temizlik gereksinimini karşılayan bir özel mekandır (Tuluk, 2010, 63). Bu tek kişilik hacimdeki yıkanma faaliyeti akan su ile değil, ısıtılmış suyun ibrik, kazan gibi geleneksel malzemelerle buraya taşınması ve hamam tası, güğüm gibi kapkacaklarla vücuda dökülmesi yoluyla gerçekleşir. Yıkanmadan sonra oluşan kirli atık su ise bir tahliye deliğiyle dışarı atılır. Bazı konak yapılarında hamamla birlikte gusülhanelerin de yer alması yine bir statü göstergesi olarak kabul edilebilir (Tuluk, 2010, 63-64. Resim 3).
Gusülhanelerin odalardaki dolap ve yüklüklerde konumlanması ve teknik tertibatı, özellikle Orta Anadolu’daki birçok Türk Evi’nde (Safranbolu, Kırşehir, Yozgat, Çorum vb.) hemen hemen aynıdır. Sadece oturulup su kabı koyulacak boyutta olan gusülhane ya ocağın yakınındaki dolaba ya da yan odanın ocağına yakın yapılarak içerisinin sıcak tutulması sağlanmaktadır.
18. yüzyılda ocağın her iki yanında ortaya çıkmaya başlayan ve içerisinde tütün içilen çubukluk hücreleri de benzer bir etki yapmakta; örneğin kullanılan havluların daha çabuk kuruması sağlanmaktadır (Azezli, 2009, 37-39). Zaten gusülhanelerin bu kadar dar bir alana sahip olması, mekanın su buharıyla bile kolaylıkla ısınabilmesini sağlamaktadır (Tolacı, 2009, 130).
Anadolu’nun farklı bölgelerindeki
Türk evlerinde gusülhanenin yalnızca malzeme kullanımı ve yerden yükseklik gibi hususlarda ufak değişiklikler gösterdiğini görmekteyiz. Örneğin, Göynük evlerindeki odalarda yer alan ahşap kapılı duvar içi gusülhanelerde ahşap ya da alçı kalıplama tekniğinde yapılmış, geometrik ve nebati motiflerle bezenmiş ocaklar görülmektedir (Dikmen ve Toruk, 2015, 111). Bitlis ve Avanos evlerinde gusülhanelerin hafif yerden yükseltilmiş ve etrafı perdeyle çevrili “çol” adı verilen örnekleri mevcuttur. Divriği evlerinde, gusülhanenin zemininin saltaşı ile döşendiği ve uygun bir yerine sıcak su küpü yerleştirildiği görülmektedir. Erzurum evlerindeki gusülhaneler ise kullanılmadıkları zamanlarda üzerleri bir kapakla kapatılarak saklanmaktadır (Tuluk, 2010, 64).
Hijyen açısından bakıldığında Türk Evi’nde pis ve temiz suyun hem mekansal hem de teknik anlamda ayrıştığını görmekteyiz. Örneğin, geleneksel Safranbolu evlerinde bahçelerde toplanan yağmur ve kar suları bahçe sulamasında, sokak köşelerindeki çeşmelerden alınan su ise temiz su olarak kullanılmıştır.
Yine gusülhanedeki atık su hela çukuruna gönderilip, bulaşık suyuyla karıştırılmamaktadır (Gezer, 2013, 28-29). Benzer bir hijyenik ayrışma tuvaletler için de geçerlidir. Türk Evi’nde 19. yüzyıla kadar avluda yer alan tuvalet mekanı, sonradan evin içine taşınmıştır (Göğebakan, 2015, 52).
İlk Türk evlerinde tuvalet avluda, aynı hayvan barınakları gibi, eve en uzak köşeye yerleştirilmiştir; dolayısıyla tuvalet kokusu mümkün olduğunca hissedilmez (Bozkurt ve Altınçekiç, 2013, 79). Örneğin, geleneksel Siverek evlerinde tuvalet, avluya giriş aralığı olan ve dehliz denilen mekanda ahır, depo gibi diğer servis mekanlarına bitişik konumlanmıştır. Tuvaletin avlu giriş kapısına yakın bir merdiven altına konumlanmasında, kötü kokulardan uzak kalmanın yanısıra sokaktaki kanalizasyona yakınlık da göz önüne alınmıştır (Oğuz ve Arkan, 2019, 475-477). İç sofalı evlerin yaygınlaşmasından sonra bir alaturka hela ile bir el yıkama yerinden oluşan ve mermerden üretilen tuvaletler, merdiven kenarlarında ya da eyvanların içine yer almaya başlar (Resim 4).
Geleneksel Safranbolu evlerindeki sürdürülebilirliği analiz ettiği çalışmasında Hale Gezer, bu evlerde kaynakların korunumu ilkesi bağlamında suyun tüketimi, ayrışması ve dağılmasına ilişkin önemli tespitlerde bulunmuştur. Günlük kullanım ve yangın durumlarında ihtiyaç duyulabilecek havuzlar, sıcak suyun kazanlarda kaynatılıp gusülhanelere taşınması, aydınlatma için gündüz doğal ışık, gece de gaz yağı lambalarının kullanılması ve doğal havalandırma gibi unsurlar, elektrik yükü gerektirmeyen pasif çözümler olarak karşımıza çıkar (Gezer, 2013, 28-29).
Türk Evi’nde gusülhane, hela, çamaşırhane, mutfak gibi ıslak mekanlarda görülen bu mekansal ve teknik ayrışma, ilk etapta hijyen ve enerji sınırlamasıyla ilişkili görünse de dolaylı olarak evdeki mahremiyet koşullarını da şekillendirir. Odaların içinde bulunan yüklüğe saklı gusülhaneler kişiye veya evli çiftlere özeldir ve ancak odadan ulaşılabilir. Üstelik çamaşır yıkama ve yemek yapma gibi ortaklaşa yapılabilen işlerle tuvalete girme ve yıkanma gibi bireysel faaliyetlerin ayrı katlarda ve ayrı hacimlerde gerçekleşmesi, aynı anda evdeki farklı bireylerin birbirini görmeden, rahatsız etmeden ve daha uzun sürelerde bu işlevleri gerçekleştirmesini sağlar. Bu da özellikle birlikte yaşayan kalabalık ailelerde günlük işlevlerle şekillenen ve sürdürülebilir bir kamusallık ve mahremiyet olgusunu mümkün kılar.
Modern Türk Evi’nde ıslak hacim Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Batı tarzı modernleşme hem işlevsel hem de teknik açıdan “modern kübik ev” olarak idealize edilen konut tipinde kendini göstermeye başlar. Avrupa ve Amerika’daki konut mimarisinde görülen yalın geometrik formlar ve açık plan şemalarından etkilenen modern Türk Evi, farklı konut tiplerinde (müstakil villa, işçi evleri, apartman dairesi vb.) benzer şekillerde görülen bir dönüşüme girer. Bu dönüşümün ıslak mekanlarda hem teknolojik hem de işlevsel yansımaları olmuştur.
Meltem Gürel, “Modern Bir Mekan Olarak Banyo” (Bathroom as a Modern Space) adlı makalesinde Türkiye’de modernleşme pratiklerinin banyo donatıları ve vitrifiye ürünleri üzerinden nasıl şekillendiğini tartışır. Hijyen ve konfor gibi söylemlerle idealize edilen modern banyo vakit geçirilen mahrem bir mekan olmaktan çok artık tam anlamıyla bir ıslak hacimdir. Gürel’e göre “alafranga bir tuvalet, bir lavabo ve bir banyo
küvetinden oluşan ve Batı’ya özgü bir ürün olan ıslak hacim, erken 20. yüzyıldan itibaren Türkiye’deki konut peyzajının ayırdedici bir özelliği” haline gelir (Gürel, 2008, 216).
Modern konut dönemin popüler gazete ve dergilerinde, “verimli, pratik, hijyenik, ekonomik, sağlıklı ve konforlu” bir yaşam tarzının kaçınılmaz bir gereği olarak temsil edilir (Bozdoğan, 2001, 203). Batı tarzı modern banyo tesisatları, hem Cumhuriyet dönemi mimarlarının ev planlarında hem de reklam afişlerinde sıklıkla görülmektedir. Özellikle büyük kentlerdeki konut tasarımlarında 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren alafranga tuvalet ve banyo tesisatları bir norm haline gelir. Kurnanın yerini banyo, alaturka tuvaletin yerini alafranga tuvalet alırken, sıhhi tesisat açısından bu iki donanım tek bir modern banyo hacminde biraraya getirilir. Bu işlevsel ve mekansal değişim sosyo-kültürel değer yargılarını da etkilemiş ve alafranga tuvalet ve banyo küvetini tek hacimde barındıran modern banyo bir medeniyet göstergesi haline gelmiştir (Gürel, 2008, 219-220).
Konuttaki modernleşmenin tesisat ve ekipmana endeksli teknolojik yönü aslında bazı Anadolu kentlerinde daha
20. yüzyılın başlarında görülmeye başlar. Pek çok Türk Evi’nde su başka yerde ısıtılarak gusülhanelere taşınırken, erken 20. yüzyılda Çorum evlerinde çarşı hamamlarındaki külhana benzer ve duvar içerisine yerleştirilmiş küçük bakır bir kazanın alttan ısıtılmasına dayanan bir düzeneğin ortaya çıktığı görülür
(Tuluk, 2010, 61-62). Yalnız bu düzenek, alafranga tuvalet, banyo küveti, şofben gibi Batı tarzı modern bir tesisat olmaktan çok, iki geleneksel banyo öğesinin (gusülhane ve külhan) birleştirilmesiyle elde edilen bölgeye özgü bir çözümdür.
İşlevsel bağlamda, geleneksel Türk Evi’nde tamamen ayrılmış yıkanma, tuvalete girme, çamaşır yıkama, yemek yapma gibi ıslak mekan gerektiren işlevlerin bir kısmı, 1930’lardan itibaren ayrı bir oda gibi ve daha basitçe çözülmektedir. Ancak bu işlevsel ve mekansal dönüşüm kademeli olmuştur. Örneğin, 1930’ların sonunda İzmir’in Karantina semtinde Necmettin Emre tarafından tasarlanan iki katlı bir villada bu dönüşümün ilk izlerini görmekteyiz (Resim 5). Bu villada ortak kullanım mekanları zemin katta, özelleşmiş mekanlar da birinci katta çözülmüş; geleneksel Türk Evi’ndeki sofa mantığı bir koridor eklentisiyle birlikte kısmen uygulanmıştır. Ancak sofa vakit geçirilen ortak bir mekan olmaktan çok tüm odaların açıldığı ve merdivene ulaşılan bir geçiş mekanı olarak tasarlanmıştır. Bu şemada tuvalet ve mutfak zemin kata, banyo da üst kata yerleştirilerek geleneksel ayrışmanın halen devam ettiği söylense de, bu mekanlar gusülhanelerde olduğu gibi odalardan doğrudan ulaşılan özelleşmiş alanlar değildir. Benzer bir örnek, Sedad Hakkı Eldem’in Maçka’da Prof. Ahmed Ağaoğlu için tasarladığı iki katlı villadır (Resim 6). Eldem, bu projede her ne kadar merkezi sofa mantığını yorumlayıp, mekanları mahremiyet derecelerine göre konumlandırsa da, her iki katta da banyo diye adlandırılan küçük hacmin içine banyo küveti, lavabo ve klozeti yerleştirmiştir. Üstelik zemin kattaki tek tuvalet de mutfak ile aynı tesisatı paylaşır. Her iki yapıdaki tutarsızlık; ortak ve özel mekanlar farklı katlara ayrışırken, ıslak mekan kullanımında kişiye özel bir kullanım olanağının olmamasıdır.
Banyodaki konfor, hijyen ve modernliğin yalnızca tesisat üzerinden değerlendirildiği bu anlayış, ilerleyen yıllarda birçok apartman ve toplu konut projesinde de kendisini gösterir. Örneğin, Fahri Nişli’nin 60’lı yıllarda İzmir’de tasarladığı 7 katlı bir apartmanın aynı katındaki kısmen farklı dairelerde banyo küveti, klozet, bide ve lavabonun tek bir mekana yerleştiğini, hemen bitişiğinde bir alafranga tuvalet mekanı daha olduğunu ve her bir dairenin iç cephesine konumlanan bu ıslak hacimlerin pencerelerinin ortak bir ışıklık ve havalandırma boşluğuna açıldığını görmekteyiz (Resim 7).
Küvet, klozet ve lavabo üçlüsünden oluşan ıslak hacim zaman içinde konut çözümlerinde bir stereotip haline gelecek ve konut tipi ya da konut sahibinin statüsünden bağımsız olarak her konutta kullanılacaktır. Kentlerdeki konut üretiminin oldukça arttığı 80’li
yıllardan itibaren artık bu ıslak hacmin evin en iç köşesine hapsolduğu ve ışıklık olmadığı durumlarda mekanik olarak havalandırıldığı görülmektedir. Hatta çamaşır ve kurutma makineleri de, 2000’li yıllardan itibaren artık bir klişeye dönüşen ve “Hilton lavabo” diye adlandırılan kapaklı ünitelerdeki yerlerini alacaktır (Resim 8). Günümüz modern konutlarındaki banyo mekanı artık, içinde su ile ilgili her tür işlevi barındıran tam bir ıslak hacim haline gelmiştir.
Sonuç yerine
Birçok uygulamalı disiplinde olduğu gibi mimarlıkta da ateşi yeniden keşfetmek yerine geçmişten ve gelenekten öğrendiklerimizi yeniden yorumlamak ve günümüz koşullarına uyarlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. Makalenin ilk bölümünde de anlatıldığı üzere ıslak mekanların geleneksel Türk Evi’nin içinde ve dışındaki fiziksel ayrışması, yalnızca bir sıhhi tesisat çözümü olarak değil, aynı zamanda gündelik yaşantıdaki mahremiyet olgusunun mekansal bir yansıması gibi de görülmelidir. Gerek avluya yerleşen hamamlarda gerekse odalardaki yüklüklere gizlenen gusülhanelerde gerçekleşen yıkanma faaliyeti, günümüzdeki duş ve banyo alışkanlıklarına kıyasla daha uzun süren ve bireylerin kendi beden temizliklerine daha fazla özen gösterebildikleri bir ritüeldir. Banyonun tuvalet ve çamaşırhaneden net bir şekilde ayrışması bu işlevlerin aynı anda birden fazla kişi tarafından yapılabilmesini sağlar. Hiç kimse bir diğerini görsel, işitsel ve fiziksel olarak rahatsız etmez; kötü kokular da temiz kokulara karışmaz.
İşlevsellik, rasyonellik ve standartlaşma gibi ölçütleri önceleyen modern konutta ise hijyen, mekanla çoğunlukla teknolojik bağlamda ilişki kuran bir kavrama indirgenmiştir. Bunun mekansal yansıması ise lavabo, alafranga tuvalet, çamaşır makinesi, şofben vb. endüstriyel ürünlerin minimum alan sarfiyatıyla kompakt yerleşiminden menkul bir ıslak hacimdir. Böyle bir hacim oldukça mekaniktir ve bu dar hacimde suyla ilişki kurulan her tür faaliyet zorunlu ama tali bir servis işlevi olmanın ötesine geçemez. Üstelik banyonun yıllar içinde ıslak bir hacme dönüşmesi, bu hacmin bir konutun neresine, hangi ölçülerde ve nasıl yerleşeceğine ilişkin mevzuatı bile şekillendirmiş; farklı ve özgün banyo tasarımları günümüz müstakil konut ve apartman projelerinde yer bulamamıştır. Tam bu noktada, mimarlık kuramcılarına düşen geleneksel banyo mekanlarının ardındaki kültürel kodları ve işleyiş mantıklarını doğru okumak, mimarlara düşen de güncel banyo tasarımlarında ıslak hacmin ötesine geçip, bu kuramsal bilgi ve tecrübeleri daha sağlıklı, hijyenik ve keyifli mekanlar üretmek adına yeniden yorumlamaktır.
■ Burkay Pasin, Doç.Dr.; İzmir Ekonomi Üniversitesi Mimarlık Bölümü.
Kaynaklar:
Azezli, Gülçin B., “19. yüzyılda Osmanlı Konut Mimarisinde İç Mekan Kurgusunun Safranbolu Evleri Örneğinde İrdelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Kültür Üniversitesi, İstanbul, 2009.
Bayazıt, Nigan, “Safranbolu Evlerinin Plan Tipolojisi ve Kullanıcı İhtiyaçları Hiyerarşisi”, Tasarım Kuram, 17, 2014, s. 1-15.
Bozdoğan, Sibel, Modernism and Nation Building: Turkish Architectural Culture in the Early Republic,
University of Washington Press, Seattle ve Londra, 2001.
Bozkurt, S. Gülçin ve Altınçekiç, Hakan, “Anadolu’da Geleneksel Konut ve Avluların Özellikleri ile Tarihsel Gelişiminin Safranbolu Evleri Örneğinde İrdelenmesi”, Journal of the Faculty of Forestry, Istanbul University, 63:1, 2013, s. 69-91.
Dikmen, Çiğdem ve Toruk, Ferruh, “Geleneksel Göynük Evlerinin Mekansal Yapısı ve Koruma Önerileri”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 17:1, 2015, s. 99-128.
Eldem, Sedad Hakkı, Türk Evi Plan Tipleri, Pulhan Matbaası, İstanbul, 1954.
Eldem, Sedad Hakkı, “Maçka’da Prof. A. A. Evi”, Arkitekt, 1938-10-11 (94-95), 1938, s. 277-286. Emre, Necmettin, “Karantinada Bir Villa”, Arkitekt,
1937-04 (76), 1937, s. 100-102.
Gezer, Hale, “Geleneksel Safranbolu Evlerinin Sürdürülebilirlik Açısından Değerlendirilmesi”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 12:23, 2013, s. 13-31.
Göğebakan, Yüksel, “Karakteristik Bir Değer Olan Geleneksel Türk Evi’nin Oluşumunu Belirleyen Unsurlar ve Bu Evlerin Genel Özellikleri”, İnönü Üniversitesi Kültür ve Sanat Dergisi, (1:1), 2015, s. 41-55.
Gürel, Meltem Ö., “Bathroom as a modern space”,The Journal of Architecture, 13:3, 2008, s. 215-233.
Nişli, Fahri, “Bir Apartman”, Arkitekt, 1961-01 (302), 1961, s. 6-8.
Oğuz, Gülin P. ve Arkan, Enes, “Geleneksel Siverek Evlerinin Mimari Analizi”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 12:65, 2019, s. 470-480.
Orgun, Zarif, “Zarif Mustafa Paşa Yalısı”, Arkitekt,
1941/42-05-06 (125-126), 1941, s. 111-114.
Tolacı, Seda Ş., “Burdur Tarihi Kent Dokusunun İncelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta, 2009.
Tuluk, Ömer İ., “Erken 20. Yüzyıl Çorum Evlerinde Banyo Teknolojisi”, METU Journal of Faculty of Architecture, 27:2, 2010, s. 61-82.